Bölüm 4
Amaya'ya baktım.
"Nasıl başlamalıyız sence?" dedim. Amaya da bana baktı. Saçlarını karıştırdı.
"Bizim birçok ağaç arkadaşımız oldu, birkaçıyla çok samimiydik ve uzun bir süre konuştuk." dedi.
"Böyle deyince kulağa delirmişiz gibi geliyor." diyerek güldü İlayda.
"Sanırım kimse neyi nasıl anlatmamız gerektiğini bilmiyor." dedim. "En iyisi onlarla nasıl konuştuğumuzdan bahsedelim." diye ekledim.
İlayda biraz geri çekildi, Amaya ile ben anlatmaya başladık.
"Ağaçlarla konuşmak için yapmanız gereken şey aslında oldukça basit... Şu da bir gerçek ki bunu yapan herkes ağaçlarla konuşabilir mi bilmiyorum. Eğer denerseniz sonuçlarını yorumlara bıraksanız çok güzel olur. Umarım ağaçlarla konuşabilirsiniz.
Biz ağaçlarla konuşmak istediğimiz zaman gözlerimizi kapatırdık, bazen gözlerimiz açıkken yaptığımız da olurdu, sonra göğsümüzden, kalbimizin olduğu yerden bir nevi... Im... Kalın bir halat ya da daha çok içi boş renkli bir borucuk. Damara benzer ama damardan daha yumuşak renkli bir yapı? Bunlara benzer bir şeyin çıktığını düşünürdük ve o şeyin göğsümüzden yükseldiğini çok net bir şekilde görürdük. Böyle halüsinasyon gibi değil ama görüyorsunuz işte. Sonrasında bu borunun, bağın, halatın diğer ucunu kendisiyle konuşmak istediğimiz ağaca doğru uzatırdık, genelde ağacı bu bağla birkaç tur saralardık sonra ağacın varsa gözlerinden birinden yoksa gövdesinden bu bağı içeri sokardık ya da daha çok... Tam içeri girmezdi, ama oraya bağlanırdı yani.
İşte... Bu noktadan sonra "Merhaba.", "Selam." falan derdik, kendisine bağlandığımız ağaç da bize karşılık verirdi. Bu boru, bağ aracılığıyla enerji aktarımı da yapabiliyorduk. Yani şöyle... Üzerimizdeki kötü, karanlık enerjiyi bu bağ sayesinde ağaca gönderiyorduk, ağaç da o enerjiyi nötrlüyordu ya da iyi enerjiye çeviriyordu. Bazen de ağaç bize iyi enerji gönderirdi.
Okula giderken okuldan gelirken yol kenarında oldukça büyük beş on kadar çam ağacı vardı. Onlardan biriyle çok uzun bir süre konuştuk. Bize bazen bulunduğumuz ilçenin geçmişinden hikayeler anlatırdı. Bazen dertleşirdik...
Sonra sekizinci sınıfın sonlarında... Okul binamız yer değiştirdiğinde okul bahçesindeki ağaçlardan biriyle de çok samimi olduk. Ancak en çok konuştuğumuz ağaç okul yolundaki ağaçtı. Sonra İstanbul'a gidince de birtakım ağaçlarla konuştuk ama hiçbiriyle ciddi anlamda samimi olduğumuzu hatırlamıyorum."
"Bir defa da dağa çıktığımızda konuşmuştuk hatta yanlarında meditasyon falan yapmıştık." dedim.
"Evet, ben de hatırladım şimdi sen deyince." dedi Amaya.
"İşte bu da ağaç arkadaşlarımızın hikayesiydi."
"Aslında ben biraz daha detaylandırmak isterdim. Aramızdaki konuşmalardan bahsetmek, samimi olduğumuz ağaçların kişiliklerini anlatmak falan..." dedim.
"Ben de isterdim." dedi Amaya. İkimiz de anlatmak istiyorduk ancak ikimizin de hafızasında o günlerden geriye pek bir şey kalmamıştı. Dile kolay kaç sene oluyor? Dört...
"Şimdi nelerden bahsetmeliyiz?" dedi Amaya. Düşündüm... Aklıma İstanbul'a gidişimiz geliyordu. Onun dışında yedinci sınıfla ilgili olarak... Aklıma eski okulumuzda yapılıp bizim kulağımıza kadar gelen dedikodular geliyordu. Zor günlerdi. Amaya'ya baktım.
"Senin aklına bir şey geliyor mu?" dedim.
"İstanbul gezisi benim de aklıma geliyor. Şu dedikodu meselesi de sen düşününce aklıma geldi ancak aklıma gelen başka bir şey yok."
Yeniden anlatmaya başladık beraber.
"İşte bu şekilde sene sonunda İstanbul'a gittik. Şehre hayran kaldık gittiğimizde. Güzel bir geziydi."
"Bence çok detaya girmemize gerek yok." dedi Amaya.
"Bence de." dedim.
"Bir de şu dedikodu meselesi var. Bizim hakkımızda eski okulumuzdaki sınıf arkadaşlarımızın kaynattığı dedikodu bir şekilde yeni sınıf arkadaşlarımızdan birinin ya da birilerinin kulağına kadar gelmişti. Biz de öyle duymuştuk.
Bunun dışında... Çeşitli şiir yarışmalarında dereceler aldık işte."
"Sanırım bu kadar Amaya." dedim.
"Evet benim de aklıma başka bir şey gelmiyor yedinci sınıfa ilişkin anlatabileceğimiz." dedi Amaya.
O sırada tam olarak ne zaman yaşandığını hatırlamamakla beraber aklımıza bir olay geldi.
"Ben yedinci sınıfın sonuna doğru yaşandı diye hatırlıyorum." dedim ama bundan çok da emin değildim. Belki de yaz tatilinde olmuştu. Ya da bir ihtimal sekizinci sınıfın başlarında.
Anlatmaya başladık yine.
"Tüm bunlar olurken biz Melek adını verdiğimiz sesle konuşmaya devam ediyorduk. Zamanla bu ses, yalnızca ses olmaktan çıkmıştı. Gözlerimizi kapattığımızda kendisini görebiliyorduk. Tıpkı gözlerimizi kapattığımızda Zihin Kütüphanesi'ni ve Kalp Odacığı'nı görebiliyorsak aynı o şekilde gözlerimizi kapattığımızda Melek'i de görebiliyorduk. Bize kıyasla uzun sayılabilecek bir erkekti. Zaten sesle bir süre konuştuktan sonra henüz daha kendisini görmeye başlamadan sesin erkek sesi olduğunu anlamıştık.
Bu arada Zihin Kütüphanesi ve Kalp Odacığı'nda da sık sık zaman geçiriyor, içeriyi düzenliyorduk.
Sonra bir gün... Aklımızı kaçırıyor olabileceğimizden korktuk. Yani sonuçta herkesin içinde ayrı bir dünya yok, herkes kafasının içinde sesler duyup gözlerini kapatınca kendini başka bir dünyada bulmuyor ya da ağaçlarla konuşmuyor.
Bunun sonucu olarak da Melek'e veda etmeye karar verdik. Artık Zihin Kütüphanesi ve Kalp Odacığı'na da gitmeyecektik. Öyle de yaptık. Melek'e veda ettik ve içeri dünyaya gitmeyi bıraktık.
Sonra... Melek'i çok özledik. Uzun bir süre onu geri istediğimizi söyleyerek ağladık. Sonra bir gün, zannedersem yine ağlıyorduk, içimizde bir ses duyduk. Önce Melek sandık, dikkat edip sesi dinleyince ise bunun farklı bir ses olduğunu anladık.
Sesin sahibi Hülya'ydı. (Biz Hülya abla diyorduk.) Bizimle konuştu, bizi sakinleştirmeye çalıştı ancak biz onu dinlemek istemedik. Melek'i geri istediğimizi, onu istemediğimizi söyledik sürekli. O da sonunda bizim ısrarımız üzerine susmuş olsa gerek.
Bundan sonraki süreçte Hülya ablaya da ısındık ancak Melek geri gelmiyordu ve biz Melek'i geri istiyorduk. Sonra bir gün... Melek çıkageldi. Koşup üzerine bir atlayışımız vardı! Uzun uzun sarıldık. Ne yazık ki Melek kalıcı olarak gelmemişti. Ziyarete gelmişti.
Bu olayın üzerinden biraz daha zaman geçti. Melek bir gün geri geldi ancak onun geldiği gün Hülya abla ortadan kayboldu. İşlerde bir terslik vardı. O gün Melek'in telaşlı bir şekilde gittiğini bir süre sonra, bu muhtemelen uzun bir süreydi, Hülya abla ile geri döndüğünü hatırlıyorum.
Ondan sonra içeri dünyanın bu bölümünde sadece üçümüz vardık. Bir süre sonra Melek ile Hülya abla nişanlandılar.
Bunu da anlattık..."
"Başka aklına gelen bir şey var mı?" diye sordum.
Amaya başını "Hayır." anlamında iki yana salladı.
"Dur biraz düşüneyim." dedi sonra.
"Aklıma bir şey gelmiyor."
"Benim de." dedim.
"Bugünlük bu kadar olsun öyleyse." diye ekledim sonra.
"Öyle olsun bari." dedi Amaya.
"Bir sonraki bölümde neyden bahsedelim?" diye sordum.
"Sekizinci sınıftan... İçeri dünyada çıkan kavgadan, sınavdan, içimizdeki çelişen seslerden..." dedi Amaya.
"Peki." dedim.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top