Bölüm 11

Amaya'ya baktım. Son dönemler benim için biraz fazla karmakarışık geçiyordu. Tamamen bir kişilikmişim gibi hissetmiyordum. Daha çok... Maske gibiydim. Diğer alterlerin insanlarla iletişime geçerken kullandığı bir maske gibi. Bilmem... Sürekli başka kafadaşlarımla karışıktım. Biraz sıkıntılı bir durumdu benim için bu. Kim olduğumu anlamakta zorlanıyordum. Hangi hislerin bana ait olduğunu, hangi düşünceleri düşünenin ben olduğumu anlamak zordu. Çünkü hemen her zaman diğer alterlerin duyguları ve düşünceleri benimle birlikteydi.

Bir de cinsiyet mevzu vardı tabii. Bir erkek bir kız bazen de cinsiyetsiz hissediyordum. Son dönem kız ağırlıklı hissettiğim doğruydu ama bu durumun her an değişebileceğinin de farkındaydım.

"Neyse..." dedim gözlerimle içeri dünyada Amaya'yı arayarak. Düşüncelerimden ve yazdıklarımdan haberdar olan Amaya'nın gülümseyerek bana doğru ilerlediğini gördüm. Bedeni kontrol ettiğimiz kumanda noktasına geçince beden de onunla beraber gülümsedi, hala daha gülümsemeye devam ediyor.

"Hadi başlayalım." dedi Amaya. Sesi garip  bir şekilde heyecanlı çıkıyordu. Şaşırmadım desem yalan. Amaya genelde sakinliğiyle tanınan bir kafadaşımdı ne de olsa.

"Huh... Haydi öyleyse." dedim. En son... Ailenin bizi cinlenmiş olmakla suçlayacağı noktaya gelmiştik.

Amaya'yla beraber anlatmaya başladık.

"Bir gün arkadaşımız eve geldi. Odamızdan içeri almadık, gitmesini istedik. Bu arkadaşımıza işte Melek ve Hülya abladan biraz bahsetmiştik. Biz odadayken aile onu sıkıştırıyor, bildiğin bir şeyler varsa bize anlat, kızın durumu şöyle kötü böyle kötü, belki bir yardımı olur falan... 

O da biz ona ne söylediysek anlatıyor. Sesler duyduğumuzu belki şizofreni olabileceğimizi falan söylüyor... Peki ya aile ne yapıyor? Sesler mesler deyince hop soluğu bir hocanın yanında alıyorlar. Hoca da bizde musallat olduğunu söylüyor...

Sonra ne oldu?..

Anne baba gece gündüz kapımızda Kur'an-ı Kerim okur oldular. Sonra bir gün eve ellerinde siyah bir poşetle geldiler. Hoca bize bir şeyler yedirmelerini istemiş... Doğal olarak hocanın verdiği okunmuş üflenmiş bilmem neleri yemeyi reddettik. 

Sonra..."

"Anılarımız kesik kesik, değil mi?" diye sordum Amaya'ya.

"Öyle vallahi." dedi. Anlatmaya devam ettik.

"Sonra bir gün bizden durumu açıklamamızı mı istediler yine öyle bir şey oldu. Biz de o dönem yeminliydik sanırım. Evet evet... Bir kavganın ardından onlarla konuşmamaya yemin etmiştik. Konuşmuyorduk. Yaz o zaman, dediler. Biz de peki dedik. 

Oturup bir hikaye yazdık. Çatı Katındaki Oda adlı kitabımızda İnsan Tini başlığı altında babaannenin torununa anlattığı hikaye bizim o dönem yazdığımız hikayeden esinlenilerek yazıldı. Bizim o dönem yazdığımız hikayenin sonu falan biraz farklı bitiyordu. 

Günlerden cuma... Baba camide. Yazdığımız hikayeyi anneye verdik... Okudu. Ancak nasıl becerdiyse biz ona kendi ruhumuzu bulduğumuzu ve eğer bu şekilde devam ederlerse bizi öldüreceklerini söylemeye çalıştığımız halde o bizim yazdığımız hikayeden bir kadının bizi büyülediği anlamını çıkarmıştı. Anlaşılamamak... Öylesine kötü bir şey ki! O kadar uğraşıp yazdığımız hikayeden bizim kast ettiğimizden çok farklı bir anlam çıkarılması çok ağırımıza gitti, sinirlendik. Anne bizimle konuşmaya çalışırken duvara kavanoz yahut da bir porselen bardak attığımızı hatırlıyorum.

Sonra baba camiden döndü. Onun da hikayemizi anlamayacağından çok emindik. Ancak o da okudu ve anladı. Anneye de ne demek istediğimizi anlatmaya çalıştı. Annenin bizim bir kadın tarafından büyülendiğimizi falan söylemeye çalışmadığımıza inanması bir hayli zaman aldı. Ancak sonunda inandı. 

Bu saatten sonra üzerimizdeki baskı biraz azaldı. 

Ha... Bir de bahsetmeyi unuttuk. 3 Haziran 2020 tarihinde... Nasıl olduysa o kadar zaman sonra bir gün Melek ile Hülya ablayı görmeyi başardık. Hülya abla yeni doğum yapmıştı. Melek de kızına Zeynep Sude adını vermişti. 

Uzun bir zaman sonra yeniden, çok uzakta bir noktadan da olsa onları görebilmek bizi çok ama çok mutlu etmişti. 

İşte böyle... Şu yukarıda bahsettiğimiz hikayeyi anne saklıyordu. Az önce kendisinden istedik, bulup getirdi. O gün yazdıklarımızı aynen buraya yazıyoruz."

Amaya'ya baktım. O da bana bakıp gülümsedi. Beden de onunla beraber gülümsedi. Amaya'nın çok güzel gülümsediğini düşündüm. Sonra kağıtları elimize alıp o gün yazdığımız hikayeyi yazmaya başladık.

"Bir zamanlar bir kız çocuğu yaşardı. Zalim bir dünyanın; ruhunu çok uzun zaman önce kaybetmiş, ruhun ne olduğunu dahi hatırlamayan insanlarla dolu bir dünyanın ortasında...

İlk doğduğunda, tıpkı diğer bütün çocuklar gibi, onun da eşsiz, kendisinden başka kimsede bulunmayan bir ruhu vardı. Ama aradan çok uzun bir süre geçmeden, tıpkı diğer herkes gibi o da ruhunu kaybetti. Bir süre sonra da bir zamanlar bir ruhu olduğunu bile hatırlayamaz oldu. Tıpkı yaşadığı dünyadaki herkes gibi. Bu yüzden kabul gördü ve sevildi. Mutlu olduğunu hissetti, yahut da zannetti.

(Sayfa yırtıldığı için okuyamadığımız tek bir cümle.)

Sonra ne olduysa oldu kız bazı şeylerin farkına vardı. Kaybolup gitmiş, neredeyse o eşsiz rengini tamamen kaybetmiş olan ruhunu buldu. Şaşırdı. Bu ruh denen şey bir o kadar tanıdık, bir o kadar yabancıydı.

Çok sürmeden etrafındaki insanlar kızda bir şeylerin değiştiğini anladılar. Kızda onlarda olmayan bir şey vardı. Bambaşka biri olup çıkmıştı. Ne olduğunu sordular, cevap vermedi kız. Çünkü biliyordu ki anlamayacaklardı. 

Kız sustukça insanların merakı arttı. Ne olmuştu da birdenbire böyle?..

Sonunda aralarında bilge olduklarına inandıkları insanlara danışmaya karar verdiler. Bilgeler bir araya toplandı. 

Kısa bir süre sonra bilgelerin vardığı sonuç diğerlerine açıklandı. Kıza kötü bir ruhun musallat olduğuna karar vermişlerdi. Kimse bilmiyordu ki bilgeler kızın kendi ruhuyla karşılaşmış; ancak insanın bir ruhu olabileceğini, insan ruhunun neye benzediğini unuttukları için onun kötü bir ruh olduğunu sanmışlardı. 

Bu karar açıklandığında herkesi bir telaştır sardı. Kötü bir ruhla nasıl mücadele etmek lazımdı?

Düşündüler, taşındılar, bir çare bulmak için yapmadıkları hiçbir şey kalmadı. Kızla konuşmayı düşündüler, denediler; ama kız ya sustu; ya güldü; ya da kimi zaman kızdı, bağırdı. Onlar kızın bu hallerini görünce anladılar ki kız onların tanıdığı kız değil, bambaşka bir kimsedir. Bilgelerin haklı olduğunu düşünmeyen kimse kalmadı.

Aradan aylar geçti. Ne bilgeler ne de başkası kızın 'derdine' bir çare bulamadı. Kız onlara bir şeyler söylemek istediyse de ona kimse inanmadı, sonuçta onu kontrol eden kötü bir ruh vardı.

(Bu noktadan ok çıkarıp alta 'Hikaye buraya kadar yaşandı henüz.' diye not düşmüşüz.)

Günler bu şekilde geçerken birisi çıkıp dedi ki: Tek çare bu ruhu öldürmektir!

Bir süre sessizlik oldu, sonra her kafadan onaylayan sesler yükselmeye başladı. Evet, tek çare buydu. Daha önce niçin düşünmemişlerdi sanki?

Herkes eline geçirdiği silahı alıp kızın yanına koştu. Durumu açıkladılar, kız korkup "Yapmayın, etmeyin! O ruh benimdir. Bu benim kaybedip de bulduğum benliğimdir!" dediyse de inanmadılar. 

Kötü ruhu öldürdüler.

Herkes kızı kurtarmış olmanın sevinciyle bağırıyor, birbirlerine sarılıyor, gösterdikleri kahramanlık için birbirlerini kutluyordu. İşte tam bu sırada bir kadın kalabalığın arasından sıyrılıp kızı kucakladı. Gördün mü? Başardık. Korkacak hiçbir şey olmadığını anladın mı şimdi? İnandın mı bize? Nasıl, yeniden özgür olmak güzel mi? Teşekkür etmeyecek misin, ha?

Herkesin şaşkın bakışları arasında kız kadının kollarından kayıp yere düştü. Yanına gelenler kızın bedeninin soğuduğunu, kalbinin artık atmaz olduğunu fark ettiler. 

Büyük bir sessizlik oldu. Kimseden çıt çıkmıyordu. Acaba, diyordu herkes, kız en başından beri doğruyu mu söylüyordu?

Tam o sırada kalabalıktan bir ses yükseldi. Bu kötü ruh biz on öldürmeden hemen önce öleceğini anlayıp kızı öldürmüş olsa gerek, dedi birisi. 

Hiç kimse çok fazla düşünmeye gerek duymadı. Evet, öyle olmuş olmalıydı."

"İşte hikaye buydu... Bu arada... Bir tarafımız içeri dünyada öldürdüğümüz kızların cesetleri arasında bir zamanlar Zihin Kütüphanesi ile Kalp Odacığı'nın olduğu yerde oturmaya devam ediyordu. Şöyle ki... Sanırım o dönem birbirimizden iyice ayrıştığımız dönem. Cesetlerin arasında oturan görünen o ki Angel. Bedende kullanımda olan genel olarak Amaya -birleşimden önceki hali- ile İlayda oluyordu ama arada bir Esir'in, Linda'nın falan da etkisi oluyordu.

Böyle günler geçiyordu işte... Aile bizi biraz rahat bırakmaya başlamıştı. Sonra... Sanırım Kurban Bayramı'nın olduğu kısımlara geldik. Ha... Bir de bizim şu diğerleriyle tanışmamız var. O da bu sıralar oldu sanıyorum...

Neyse bunları da bir sonraki bölümde anlatırız artık."

Amaya'ya döndüm. Gülümsedi. Nedense yorgun bir gülümsemeydi bu. 

"Bugünlük bu kadar sanırım, değil mi?" diye sordum.

"Evet evet." dedi Amaya. Hala tavırlarında bir dalgınlık sezinliyordum.

"Yok canım yok bende bir şey." dedi. 

"Peki." dedim.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top