Bölüm 10

Hangi alter olduğumu bilmiyorum. Bana Zey olmadığımı söyleyen seslerden nefret ediyorum. Zey değilsem kimim? Zey olmak istiyorum. 

Neyse buraya bunun için gelmedim. Zey'in kendi ağzından anlattığı ve genel olarak Amaya ile beraber konuştukları kitabın devamını yazmaya geldim.

En son eve geri döndüğümüzden bahsetmişiz. 

Kafam yeminle karman çorman. Her neyse anlatmaya başlıyorum.

"Eve döndüğümüzde ilk başlarda çok heyecanlıydık, sürekli aileyle bir şeyler yapmak istiyorduk. Oyun oynamak, film izlemek falan. 

Sonra bir gün... Aileyle ciddi bir kavga ettik diye hatırlıyorum. O gün yüzümüz duvara dönük bir şekilde yatıyorduk. Ağlıyor muyduk hatırlamıyorum. Sonra... Hım... Tavanda bize bakan bir yaratık gördük. Elbiseleri siyah ve yırtıktı. Bizimle hemen hemen aynı bedene sahipti, yalnız saçları karmakarışıktı ve gözleri mavinin garip bir tonundaydı. Bu yaratığı gördüğümüz yetmezmiş gibi sesini de kafamızın içinde duyuyorduk. 

Bu yaratık bize lanetli olduğumuzu, karanlık güçlere sahip olduğumuzu, kötü olmak için yaratıldığımızı söylüyordu. Güçlerimizi kullanırsak çok mükemmel bir kötü olabilirdik ona göre. Bu güçleri kullanmamız gerekiyordu. Bunun için yaratılmıştık. Dünyada iyiye ihtiyaç olduğu kadar kötüye de ihtiyaç vardı. Biz de kötülerden olmalıydık. 

Bu dönem o kadar karışık ve o kadar çok şey oldu ki... Hangi birini anlatsam bilemiyorum.

Bu yaratık bize kafamızın içinden konuşmaya devam ededursun biz bir ses daha duyduk. Sesle konuşmaya başladık. Ses bizim hazırlık sınıfında duyduğumuz ama konuşmaktan ısrarla kaçındığımız sesti. Sanırım tavanda gördüğümüz yaratıktan duyduğumuz korkunun etkisiyle o sese sarıldık. Ses ilk başta iyi göründü, bizimle tatlı tatlı konuştu, teselliye uğraştı. Sonrasında bir anda beynimizin içinde kahkahalar atmaya başladı ve bize o yaratığın haklı olduğunu yani lanetli olduğumuzu, kötü olmak için yaratıldığımızı söyledi.

Bu seslerden nasıl kurtulabileceğimizi bilmiyorken Melek ile Hülya abla bir kez daha geldi. Bu iki yaratığı başımızdan bir şekilde uzaklaştırdılar. Sonra biz onlara gitmelerini, onları istemediğimizi söyledik. Çaresiz... Gittiler. Hülya abla hamileydi.

Sonra bir gün bir şekilde... Kalp Odacığı ile Zihin Kütüphanesi'ne gittik. Onlardan kurtulmayı şiddetli bir şekilde arzuladık. Oraları yıkmak için bir kolu indirdik. Oralar yıkıldı. Sonra... Kızlar aşağıya düştüler. Aşağıda bir yaratık vardı. Kızları parçalarına ayırdı. Aşağıda öyle bir yaratığın olduğunu bilmiyorduk. Ancak sonuç olarak biz... Onları öldürdük. 

O günden sonra içeri dünyada... Aylarca onların parçalanmış cesetleri arasında oturduk. Resmen kanın sıcaklığını hissediyor, kokusunu alıyorduk.

O gün ölenler hala geri gelmediler.

Bu olaydan sonra sanırım hazırlık sınıfında ortaya çıkan iki kafadaşımızı daha öldürdük. Bu sefer öleceklerini bile bile yaptık. Bu olaydan... Sanırım iki hafta kadar sonra. Bu ikisinin cesetleri daha küçük parçalara ayrıldı. Toplanamayacak kadar ufak parçalara.

Yine bu dönem... Bir gün yatakta yatarken ellerimiz bize ait değilmiş gibi hissettik. Öyle bir histi ki... Sanki kendi ellerimiz bizi öldürebilirmiş gibi. Ellerimiz bir başkası tarafından kontrol ediliyor yahut da ellerimiz bizden ayrı birer canlı varlıklarmış gibi. O gün kendi ellerimiz tarafından öldürülebileceğimize ilişkin derin bir korku duymuştuk.

Sonra... Duvara boş boş bakarak, hiçbir şey düşünmeden saatlerce oturduğumuz olurdu. Ya da karanlıkta sırtüstü zemine uzanıp saatlerce müzik dinlerdik. Sonra... Geceleri pencereyi açar, yıldızlara bakar, atlamalı mıyız atlamamalı mıyız onun muhasebesini yapardık. Hiçbir zaman o pencereden atlamadık. Ancak hala daha bazen pencereden atlama arzusuyla dolup taşarız.

Gerçekten ölmek istiyorum. Çok istiyorum. Çok ama çok istiyorum.

Sonra halüsinasyonlar görmeye başladık. Odanın içerisinde perdenin yahut dolabın içine saklanmış sevimli canavarcıklar gördük önce. Konuşmaya çalıştık onlarla, bize cevap vermediler. Sonra gördüklerimiz giderek daha ürkütücü bir hal almaya başladı. Odanın her yerinde bize bakan karanlık gölgeler görüyorduk. Sonra geceleri kapının arkasında elinde bir tırpanla duran siyah kıyafetli bir yaratık görmeye başladık. Yatakta korku içerisinde titrediğimizi hatta ağladığımızı hatırlıyorum.

Sonra... Kimi zaman başımızı zemine çarpa çarpa ağlardık. O dönem hemen her gece saatlerce ağladık. Melek'i özledik, Hülya ablayı da öyle. Kızları öldürdüğümüz gerçeğini kaldırmak çok zordu ayrıca. Kafamızın içerisindeki sessizlik çok korkutucuydu. Kafamızın içerisinde seslerin varlığıyla yaşamaya öylesine alışmıştık ki çünkü... 

Sonra... Sonra... Hım... Bir gün... Evet... Sanırım o gündü. 

Odamızı kilitliyorduk bu dönem. İçeriye kimseyi almıyorduk. Sonra bir gün baba zorla odamıza girdi. Bir anda içimizde bir şeyin yıkıldığını hissettik ve çığlıklar attık, ağlamaya başladık. Önce anne bize sarılmaya falan çalıştı, baktılar iyice kötüleşiyoruz bizi rahat bırakıp çıktılar. O gece saatlerce titreyerek ve "Hayır, bizi hastaneye kapatamayacaksınız." diyerek ağladık.

O da vardı, evet. Bizi ambulans çağırmakla, hastaneye kapatmakla tehdit ediyorlardı. Bir psikoloğa gitmişler, adam daha bizi görmeden nasıl becerdiyse artık teşhisimizi koymuş, yetmemiş ilaç bile yazmış hatta o da yetmemiş anneyle babaya ilacı yemeklerimize fark ettirmeden katabileceklerini de söylemiş. Adama bak, gerçekten yani.

Biz bir süre önce annenin pişirdiği yemekleri yemeyi bırakmıştık zaten. Kendi yaptığımız yemekleri yiyorduk sadece, doktorun anne ve babaya yemeğimize fark ettirmeden ilaç katabileceklerini söylediğini öğrendikten sonra iyi ki yemeklerini yemeyi bırakmışız dedik. 

Bunun dışında bir de küçüklükten gelme bir hastane korkumuz vardı. Anneanne gençken hastanede kalmış hatta yatağa zincirlendiği falan olmuş. Öyle anlatmıştı anne. O yüzden akıl hastanesinden çok korkuyorduk.

Bundan bir süre sonra işler iyice karıştı. Ancak sanırım bu kadar yeter bugün için."




Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top