20. BÖLÜM-TEHLİKE
"Adım adım tehlikeye gidiyorduk."
Göz göre göre..
***
Kuzgun Alp Keskin..
Değişik merak filizlerinin kök saldığı bakışlarımı, hala kollarını belime sarmaşık gibi dolamış, öylece beni izleyen adama çevirdim. Gözlerimdeki ifadeyi bi süre süzdükten sonra, çözdü yavaşça belimdeki kalın kollarını.
"Bu kim?"
Şüpheli sorum karşısında gözlerime anlamlı bi bakış atıp, saçlarına daldırdı parmaklarını. Kısa saçlarında bir tur atıp ensesini kaşıdı. Hareketleri, öylece erimeme sebep olurken, gözlerimi zor bela ondan çekip, tekrar önümdeki adama çevirdim.
"Neyi oluyorsun Azad'ın?"
Kuzgun Alp denilen adam öylece elleri cebinde bizim bu halimizi izlerken, yine alaylı bi şekilde güldü.
"Bir yakını diyelim!"
Çok fazla benziyorlardı ama soyadları aynı değildi. Kardeş falan olduklarını düşünmüştüm kısa bir an.
Hala Kuzgun Alp denilen adamı süzgeçten geçirirken, belime bir kol dolandı ve beni mutfağa yönlendirdi.
Bu kol da iyi alıştı!
"Neden sana bu kadar çok benziyor ?"
Şaşkınca sarfettiğim sözler, artık yerinde duramamış gibi dökülmüştü dudaklarımdan. Olgun bir adama benziyordu ama hareketleri alaylı ve laubaliydi. Bana bakmadan yürümeye devam etti.
"İnsanlar birbirine benzer Ezel!"
Kuşkulu sesimle sorularıma devam ettim hemen.
"Ama bu kadar benzemez. Akraban falan mı? Çöpsüz üzüm olduğunu düşünüyordum!"
Kafasını yavaşça bana eğip, yine baktı göz ucuyla olsa bile anlamlar çağlayan bakışlarıyla. Dudaklarında ufak bir gülümseme oluşmuştu.
"Hala öyleyim!"
Birden kulağıma eğildi. Diğer eliyle önüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına itti yavaşça. Nefesi, usulca dokundu boynuma.
"Soy ağacıma eklenecek ilk insan, sen olacaksın Ezel!"
Garip bakışlarımı gördüğümde, dilinden dökülenlerin ayarı bugün hiç yoktu. Bu gün, dün gecenin aksine çok fazla konuşmuştuk. Ona olan bakışıma gülüp, çekti beni mutfağa. Tedirgince arkama baktığımda o adamın bizim arkamızdan gülerek Azad'ın belime dolanan koluna baktığını gördüm. Sert çehresine nazaran sürekli gülmesi, insanı tedirgin ediyordu.
"Bir daha seni bu evde zıkkımlanırken görmeyeceğim Murat!"
Dik bakışlarımı yanımdaki adama yönelttim direk. Kollarından çıkmaya yöneldim hemen. Bana karşı koymadan çözdü kolunu. Daha birkaç saat önce kendi evinden kovmuştum ama yine gelmişti. Davetsiz..
"Sana noluyor pardon da. Onu ben davet ettim. Davet edilmeden içeri dalan sizsiniz!"
Sert sesime yandan alaylı bir bakış atıp, masanın baş köşesine geçti.
Sertçe yutkundum. Fazla mı yakışmıştı oraya?
Lanet girsin.
Çok yakışıklı ve karizmatik duruyordu.
Hala ayakta beklerken arkasına yaslanıp kolunun dirseğini sandalyenin arkasına yasladı serserice.
"Bana da bir servis açmayacak mısın Ezel?"
Hala ayakta ona sabırsız bakışlar atarken, o halime gülerek arkamda kapıya yaslanmış bekleyen adama baktı.
Kuzgun Alp'e.
"Ezel fazla misafirperverdir Kuzgun. Çekinme gel otur!"
Artık sinirden burnumdan soluyordum.
"Ne ara geldin sen? Hiç duymadım!"
Serenay, şaşkın sesiyle tepkisini belli ederken Kuzgun Alp, hala mutfağın pervazına omzunu yaslamış bir şekilde beklemeye devam ediyordu rahatça.
"Sevgiline sor. Niye söylemedi? İlk onu aramıştım!"
Seranay, trip atar gibi Murat'a yandan bir bakış attı.
" Hiç söyler mi? Nerde görülmüş beni hâberdar ettiği!"
Murat, başını yemekten kaldırıp sevgilisine anlayışla baktı. Bir yandan da hala yemeğini yemeye devam ediyor, yanında da Serenay'ın koyduğu meyve suyunu içiyordu.
"İki gündür neyle uğraştığımı biliyorsun birtanem. Aklıma gelmedi hiç demek."
Serenay, hala trip atar gibi ona yandan bakışlar atarken, söylendi imalı imalı.
"Neeeyse!"
Sükunetimi korumaya çalışıp, dolaba yürüdüm. Ardımdan bir hareketlilik olduğunda, o adamın masaya oturduğunu gördüm. Iki tabak ve çatal kaşık alıp masaya yöneldim. Arkamı döndüğümde göz göze gelemediğim siyah bakışları, kalçalarımdaydı!
Gözlerimi kısıp ona bakmaya başladığımda, yavaşça belime, ardından göğüslerimden yüzüme çıkardı bakışlarını.
Neden içim gıdıklanıyordu?
Bir süre gözlerimiz birbirini bırakmazken, elimde tabaklarla salak gibi ortada dikildiğimi birkaç saniye sonra anlayabilmiştim.
Hızla masaya yönelip, tabakları önlerine koydum ve yerime geçtim.
Tam yanına!
İçimde anlam veremediğim bi huzur peydah olurken, nedenini sorguladım kısa bir an. Sebepsizce varlığı içimi rahatlatıyor, sanki dünyaya karşı gelebilecek kadar kendimi güçlü hissediyordum. Yakınımda olmasa bile varlığının gerçekliği, nedensizce herşeyi daha net kavramama sebep oluyordu. Duygularım, infilak olmak üzereydi..
Hissettiğim şeyler, beni sanki çıkmaz bir sokağa sokmuş, ordan oraya kaçışını izliyordu. Çırpınışlarım, mümkünmüş gibi daha çok artmasına sebep oluyordu içimde vâr olan şeylerin. Düşüncelerimin gittiği yol, önceden mantığımla birleştirdi ardından kalbime yol alırdı, ama şimdi..
İlk durağı, sol yanımı ağrıtan bir sızıya dönüşmüş, elimi kolumu bağlamıştı öylece. Gözlerim, gözlerine çekiliyormuş gibi yandan bir bakış attım yüzünde yer edinen sert ifadesine.
Sert çehresini çevreleyen kısa sakalları, onu hep daha genç gösteriyordu. Hala 28 yaşında olduğuna inanamıyordum. Kesinlikle çok genç ve dinç duruyordu ama yaydığı aura, kesinlikle ne kadar etkili ve ağır biri olduğunu belli edecek türdendi. Etkisine kapılmak saniyelerini alıyordu bir insanın. Buraya ilk geldiğim gün göz göze geldiğimiz ilk dakika çekememiştim bakışlarımı.
Belki de ilk hapsolduğum gece, o geceydi bu karalara..
Nasıl ilerleyecektik bilmiyordum ama onca şeye rağmen nasıl olacağını düşünmeden edemiyorum. Kaç yıl aradan sonra bana anlattığı şeyler, fazla garipti. Yadırgamadan edemiyordum ama kalbimi de hoş eden şeyler de yok değildi.
Hareketlerini, benimsiyordum.
Belimi kavramasını..
Etraftaki onca göze rağmen, sadece bana odaklanmasını..
Dokunuşundan rahatsız olmadığın tek erkekti şu zamana kadar. Bu hareketlerden hangi kadın etkilenmezdi ki?
Farkettiğim şey ile kalakaldım.
Ben bir erkeğin dokunuşundan tiksinen biriydim. Bu yaşıma kadar hep kendimi geri çekmiştim karşı cinsten.
Ona, elimde olmadan kapılıyordum. Bunca zaman kaçtığım şeyler, birer birer yüreğime sızıyordu sanki. Durdurmak, mümkün değildi.
Neydi bu hissin adı?
"Valla Ezel seni alan yaşadı kız!"
Bakışlarımı birden duyduklarımla Murat'a çevirirken, gülmeden edemedim. Hala deli gibi tavukla pilav yiyordu. Sanırım üçüncü tabağı falandı. Her şeyi bir kenara bırakarak, yanımda oturan lider bozuntusuna, yandan imalı bir bakış atmak istedim ama göz göze geldiğim karalar, bir an beni dumura uğratmıştı.
Allah aşkına bir adam nasıl böylesine anlamlı bakabilirdi?
"Göreceğiz!"
Tavrıma ve söylediklerime, başını omzuna yatırarak derince baktığında, yemeğine döndü geri dalgınca. Murat da bana gülerken ağzının dolu olmasıyla cevap verememişti. Serenay da aşkla onun bu aç hallerini izlerken, gözlerine yansıyan anlamlar, onların hiçbir zaman ayrılmayacağına işaretti belki de. Beyza'ya baktığımda, hala yeni gelen adama dikkatle baktığını gördüm. Adam da bakışlarını farketmiş olmalı ki, kendi kendine derin bir nefes alıp verdi.
"Yeni ortamlardan nefret ediyorum!"
Duyduklarımla dik bakışlarım Kuzgun Alp denilen adamı bulduğunda, kendi kendine homurdanmasını izledim bir süre. Kısık sert bakışları, buna rağmen ışıldıyordu.
İyi şeyler yüzünden ışıldamadığını, ruhum usul usul fısıldadı kulağıma.
En az, ele başları kadar tehlikeliydi bu adam. Gözlerinde dönen ışıltılar, iyi haberlere gebe değildi.
Ardından başını kaldırıp Beyza'ya baktı rahat bi tavırla.
"Kuzgun Alp."
Kendini kısaca tanıtırken, Beyza da garip bakışlarla ona bakmayı sürdürdü. Mavi gözleri şüpheyle kısılmış, sanki kişilik analizi yapıyordu. Belli belirsiz başını salladı cevabı karşısında.
"Anladım. Hoşgeldin."
Sadece kafa sallamıştı. Geri tekrar yemeğe başladığında fazla rahat olduğunu düşündüm. Başımı sağ tarafıma, beni dikizleyen adama çevirdiğimde, dudağının sol tarafı serserice kalkmış, yine kurnaz bakışlara bürünmüştü siyahları.
Kimbilir neler düşünüyordu?
Seçenekleri düşünmeli miydim?
Ona 'hayırdır' bakışı atıp kaş göz yaptım. Daha çok gülüp yemeğine döndü yavaşça.
Bu eskiden böyle çok gülüyor muydu ya?
Bu sokağın erkekleri, fazla değişikti.
Her şeyi boşverip, bana azıcık kalan etime mundar olmuş gibi bakarken, zor bela kaçan iştahımla yemeye başladım. Enfes olmuştu. Ellerime sağlık!
"Bana tam olarak şu meseleyi bir anlatırsan, daha kolay hallederiz bu işi barmen kız!"
Dikkatimi dedikleriyle tekrar ona yönlendirirken, son kez bir çatal et atıp ağzıma su içtim.
"Aslında anlatcak pek de bir şey yok. Yiğit kasayla ilgilenirken, biz o arada bir bağ evinden Lina'yı alacağız. Bana sadece iyi bir şoför lazım. Bende başka şekilde sizi takip edeceğim."
Gözlerini kısıp bana bakmaya başladığında, Beyza'nın kıkırtısı doldurdu mutfağı.
"O anlara bayılıyorum!"
Ona yandan göz kırpıp, sinsice gülümsedim. Çok iş başarmıştık beraber. Kaç tehlikeden kurtulmuştuk canımız pahasına. Hala bana anlamayan gözlerle bakan Azad'a çevirdim bakışlarımı.
"Şimdi alalım gelelim neyi bekliyoruz?"
Kuzgun Alp, fikrini ortaya attığında bu işte onun da olacağı kesinleşmişti. Kimdi tam olarak anlayamamıştım ama kötü birine benzemiyordu.
Ama bakışları, fazla kurnazdı..
"Aynı saatlerde almamızın tek sebebi, Lina. Eğer önceden alırsak, bu Cengiz'in kulağına gider. Plandan sonra almamıza gerek bile kalmaz. Çünkü Cengiz'in ilk hedefi direk Lina olur. Bu yüzden aynı anda halletmeliyiz iki işi de. Cengiz, her şeyi yapabilir. Her ihtimale karşı, herhangi bir saldırıya karşı da iyi bir şoför istiyorum sadece!"
"Arabayı kim kullanacak?"
Azad'ın sorduğu soruyla, ona bakıp dikkatle inceledim mizacını.
"Sen!"
Tek kaşını kaldırıp, gözlerini kısarak ifademi sorguladı."Kim karar verdi buna?"
Aynı onun gibi tek kaşımı kaldırıp muzipçe baktım siyahlarına."Ben!"
İçimden gülmek gelirken Serenay ve Murat'ın şaşkınca bizim bu halimizi izlediğini gördüm. Onlarda anlamamıştı bir anda değişen diyaloğumuzu..
Serenay dün geceyi duysa, sanırım kalp krizi geçirirdi çünkü çok fazla ani olmuştu ve ben bile hala sindirememiştim.
Bir anda öpüşmemiz..
Yıkılan sınırlar..
Tanıyor olması..
Ve şu anki bana karşı olan tavırları!
Bir insanın hayatı 24 saatte ancak bu kadar değişebilirdi!
Hala ilk gün ki adamın nerede olduğunu sorguluyordum. Başta nasıldı şimdi nasıl, ne hale gelmişti bu adam? Şüpheli sesi bana ulaştığında, kalbimden kopup gelen tek şey, ondan başkasının olmayacağıydı.
"Neden ben barmen kız? İyi bir şoför olduğumu da nereden çıkardın?"
Ona bakıp, en az onun gülüşü kadar tehlike saçan kıvrımlarla bir gülüş attım.
"İyi bir şoför olduğuna eminim Azad!"
Usulca arkasına yaslanıp, yayıldı sandalyede.
"Bana kalırsa arabayı Semih ya da Kuzgun sürsün. Ben, Oktay ve Murat geriden gelelim her ihtimale karşı. Birkaç adam daha istersen ayarlarız.. Kontrol ve güvenlik amaçlı !"
Ona olumsuzca kafa salladım. Düşüncesi çok güzeldi ve dakika geçtikçe içime akan şey beni ele geçiriyordu.
"Hayır. Sen kullanacaksın. Neden bilmiyorum ama, O'nu senden başkasına emanet edemem!"
Bakışlarımda yakaladığı tedirginlik, onda anlayış doğururken, kafasını salladı usulca.
Bir anda Beyza'nın sesini duymamla derin bir nefes aldım.
Vazgeçmeyecekti.
Lanet olsun bizim kökümüz neden bu kadar inatçıydı?
"O zaman Azad'ın yanında ben giderim çünkü orayı bilen 3 kişiyiz. Sen yapman gerekeni yaparken bende ona yol tarif eder, alır ve döneriz. "
Kaçırdığım ayrıntıyla bir anda Beyza'ya baktığımda, bana bakarak yamukça gülümsedi. İmalı sesi beni yerin dibine sokarken, yanlız kaldığımızda gösterecektim ona gününü.
"Bugün fazla dalgınsın kuzenciğim. Kaçırıyorsun bazı şeyleri! Hem Lina ile anlaşabilmeleri için birimizin yanlarında olması şart!"
Farkettiğim şey ile ona şaşkınca bakıp, başımı iki yana salladım. Tam bir dikkat uzmanıydı. İşi buydu evet ama bu kadar ince düşünmesi, işine olan hassasiyetinden kaynaklandığını düşünüyordum artık. Mekanı bilen Yiğit, ben ve Beyaz'ydı. Yiğit zaten gelemezdi. Ben arabada olmayacaktım. Navigasyon da o evin adresi çıkmıyordu. Anlatmaya kalksam bile koskoca ormanda o bağ evini bulmaları imkansızdı. Mecbur Beyza götürecekti onları.
Bakışlarımı Azad'a çevirdiğimde, ifademi çatık kaşlarla izlediğini gördüm. Sıkıntıyla derin bir nefes verip ona yönelttim aklımdan geçenleri.
"O arabayı kesinlikle sen kullanacaksın."
Sesimden akan endişe, ona yansımış mıydı bilmiyordum ama içime yerleşen korku, hem Beyza için, hemde Lina içindi. İçimde peydah olan karmaşıklık, bu gecenin hiç de sakin geçmeyeceğini söylüyordu.
Cengiz, çok fazla sinsiydi!
Bu kadar kolay olacağını nedense hiç düşünmüyordum. Ev boşaldıktan sonra Yiğit'i arayacak, son durumu öğrenecektim. Elimi başıma yaslayıp ovuşturdum. Bir şey olma endişesi, insanı yiyip bitiriyordu. Son kalan et parçalarını da zorla ağzıma sıkıştırdığımda, resmen boğazıma dizilmişti yemek. Suyumun hepsini içip mendille ağzımı sildim yavaşça.
Bir an önce gitmeleri gerekiyordu.
"Saat kaçta gideriz?"
Bu ses herkesin aksine, Kuzgun Alp denilen adamdan gelmişti. Bakışlarımı ona yöneltip bir süre sert yüz hatlarını izledim. Hala kim olduğunu ya da neden buraya geldiğini anlayamamıştım ama nedensizce iyi biri olduğunu düşünüyordum.
Fazla erken!
İç sesim, ilk kez bana yol gösterdiğinde düşüncelerimden ayrılarak cevapladım sorusunu.
"Aslında karanlığa kalmadan alsak iyi olur. Yiğit de hiç uğraşmadan buraya gelir direk. Burdan da giderler hiç beklemeden."
Beyza'ya baktım düşüncesini öğrenmek için. Bir süre gözlerime bakıp düşündü.
"Olabilir. Karanlıkta o orman yolu biraz sıkıntı yaratabilir. Gündüz gözüyle gitmek en iyisi. Yine de Yiğit'i arayalım konuşalım ona göre çıkalım."
Ona başımı sallayıp ayaklandım yerimde. Bakışlarımı Azad'a çevirdiğinde, düşünceli bir şekilde masaya bakarak bir şeyler ölçüp biçtiğini farkettim. Daha fazla onu incelemeden tabağımı alıp tezgaha yöneldim. Sudan geçirip makineye koydum. Onlar hala yemeğini yerken, gitmelerini beklemem aptallık olurdu. Her saniye önemliydi bugün için. Seri adımlarla odama ilerledim. Komodinin üzerinden telefonumu alıp, Yiğit'in numarasını bulup aramaya bastım hızla. Kulağıma götürdüğüm telefonla, aynı saniyelerde odamın kapısının açılması bir oldu.
İnsan bi kapı çalar!
"Alo?"
Sesi, fazla stabildi. Tedirgince devam ettim.
"Neredesin?"
"Mekanda."
Yanında biri vardı!
"Müsait değilsin sanırım?"
Bir süre ses gelmedi.
"Yiğit?"
Hışırtı seslerinden sonra, bir kapının açılıp örtünme sesi geldi.
"Şimdi müsaitim. Ne oldu?"
"Son durum ne? Ne zman başlıyoruz?"
"Saat 16.00 gibi uyuşturucu sakladığı depoları gezecek. Ardından evine geçer. Saat 17.00'de bilgisiyar üzerinden düzeneği patlatacağım. O depoya giderken bende şifresini kırdığım kasaya gidip parayı alacağım. Sizde 16.00 gibi çıkın. Bomba patlatmadan yarım saat önce Lina'yı ordan almış olun. Yol tehlikeli biliyorsun. Bir araba ayarlayacağım sana. Ya da istersen seninki hala benim evde. Bir yere bıraktırayım ordan al. Nasıl istersen?"
Anlattıklarıyla, derin bir nefes alırken, ensemde hissettiğim nefes, tüylerimin resmen dikelmesine sebep olmuştu. Sırtım ister istemez dikleştiğinde, omuzlarım yükselmiş, derin bir nefes daha almama neden olmuştu. İlk kez bana sarılmamıştı. Bedenim istercesine karıncalandığında, garip hissiyatıma güldüm kendimce..
Sınırlarım nerde kalmıştı?
Bir erkeğe karşı koyamayacak kadar zayıf mıydım ben?
Düşüncelerim, boştu.
O, öylesine biri değildi.
O Azad DİNÇER'di ve O'na karşı koymak..
Mümkün bile değildi.
İmkansızdı.
Yiğit'in ne tepki verceğini az çok tahmin ediyordum ama en iyisinin böyle olacağını o da anlayacaktı. Tek başımıza yapabileceğimiz bir iş ne yazık ki değildi. Saçlarımı ılık ılık serinleten nefesi, sakindi.
Fazla sakindi!
"Bu sokağın tayfasını biliyorsun değil mi?"
Sesim, vereceği tepkiye nazaran tedirgindi. Umarım dibimdeki adam duymazdı biraz sonra bağırışlarını.
"Sakın bana onlarla iş birliği yapacağını söyleme Ezel!"
Bir anda fısıltı şeklinde bana bağırdığında, derin bir nefes aldım. Sinirlenmişti.
"Yaptım bile. Bana güven!"
Derin derin nefes almaya başladı. Gülmeden edemedim. Lina çok şanslıydı. Her kız, böylesine baba yüreğine sahip bir abiyi isterdi. Ona bir şey olacak diye aklı çıkıyordu, biliyordum.
"Allah kahretsin! Ulan nasıl güvenirsin onlara? Adamlar her dakika ensemizde Ezel. Soluk aldırmıyorlar lan bize. Bir de bana mı yardım edecekler?"
Arkamdaki heybetli adamın varlığını kısa bir an unutmaya çalışıp, anlatmaya koyuldum.
"Sakin ol ve beni dinle. Sen dediğim adrese gönder benim bebeğimi. Azad ve Beyza gidip alacaklar Lina'yı. Sende Beyza'nın telefonundan konuma ulaş. Nereye giderlerse oraya. Tamam mı?"
Derin bir nefes alıp verdi.
"Onları bu işe bulaştırmamalıydın!"
"Böylesi daha iyi olacak Yiğit, güven bana! Bunu tek başımıza yapamayız. Bunu en iyi sen biliyorsun. "
"Güveniyorum ama onlara güvenmiyorum. Lina'nın yanından sakın ayrılma Ezel. Biliyorsun durumu! Sakın onlarla yanlız bırakma. Tamam mı güzelim?"
"Yanına geleceğim!"
Dediğimi, kısa bir an idrak edemedi. Hali, gülmeme sebep olduğunda olağan tepkisini bekledim.
"Anlamadım? Ne?"
"Yanına geleceğim dedim!"
"Kızım senin derdin beni deli etmek mi lan?"
Kıkırdadım usulca. Arkamdaki bedenin kasıldığını hissediyordum.
"Tek başına ne bok yemeyi düşünüyorsun? Yanına geleceğim ve yüklenip çıkacağız bu kadar basit!"
"Olmaz!"
Sesim, benden bağımsız sertleştiğinde, arkamdaki koca adam, derin bir nefes alıp verdi.
"Sana gelebilir miyim diye sormadım Yiğit. Nereye geleceğimi biliyorum. Lina için endişelenme."
"Ezel-"
"Anlaştığımızı varsayıyorum Ilgaz!"
"Lanet olsun. Lanet olsun. Sikeyim lan!"
"Şşş. Sakin ol şampiyon!"
Gülmem daha çok arttığında artık kıkırdamanın üstüne çıkmıştım.
"Lina, sapasağlam o eve gelecek Ezel. Gelmezse o sokağı patlatırım. Ruhları bile duymaz!"
Korkusu, endişesi bir bir bana geçtiğinde, kalbimde hissettiğim sızı, tamamen onun başına bir şey gelecek korkusundandı. Sağ salim buraya gelmeli ve sımsıkı sarılmalıydık!
"Tamam. Sen bu sokağın girişine bıraktır. Cengiz bir şey demez. Tamam mı?"
"Tamam. Kapatmam gerek. Saat 16.00 gibi çıkmış olsunlar. Mesafe uzun. Ben 17.00 olmadan kasaya varmış olurum. O saate kadar bıraktırırım seninkini!"
Derin bir nefez alıp verdim. Plan tıkır tıkırdı ama bir bokluk çıkacaktı. Bunu biliyordum.
"Tamam. Dikkat et!"
"Sende güzelim, sende!"
Telefonu kapattığında, yavaşça indirdim kulağımdan. İçimi ele geçiren endişe, umarım bana bir hata yaptırtmazdı. Camdan dışarı bakmayı sürdürdüm bir süre. Düşünceler beynime akın ederken, arkamdaki bana her saniye bambaşka sahip olan adama tekrar güvendiğimi hissettim. Onun bu işte yanımızda olması en büyük avantajımızdı. Adamı haddinden fazlaydı buna emindim. Techizat tamdı. İhtiyacımız olan her şey şu an elimizdeydi. Yavaşça döndüm ondan tarafa.
Çok.. Fazla güçlü duruyordu!
Hiç temas etmeden bile bana böylesine sahip olabilecek güce sahip tek erkekti. Başımı kaldırıp ona baktığımda, kahvenin en koyu tonundaki gözleri beni karşıladı. Başını hafif yana eğmiş, öylece inceliyordu yüzümün her bir santimini. Yutkunmak istedim. Nefes almak, ya da yaşadığıma dair en ufak bir belirti göstermek istedim ama olmadı. Bakışları, bedenimi öylesine kitliyordu ki, daha önce hiçbir adamın bakışlarında göremediğim kadar fazla anlam yakalıyordum gözlerinde. Şimdiye kadar nasıl böylesine bana baktığını, beni tanımasına rağmen nasıl uzak kalabildiğini sorgulamadan edemiyordum.
Kalmış mıydı sahi?
Barda çalıştığım ilk zaman önümde oturan kızların dedikleri düştü aklıma.
-O'nu ilk kez aşağıda görüyorum!
-Hiç inmezdi aşağı!
Benim için mi inmişti onca zamandan sonra?
Bar tezgahımda oturmuştu. Bana sarkan bir adama saldırmıştı.
Benim için mi beklemişti kapımızda?
Sabaha kadar karşı kaldırımda bekleyen audi rs7 starbock..
Mesafesi..
Bana dokunmamak için sarfettiği çabalar..!
Kafamdaki taşlar bir bir yerine oturduğunda farkettiğim detaylar, kalbimin ister istemez hızlanmasına sebep oldu.
Benden etkileniyordu.
Uzak durması, dokunduğu an uzaklaşması..
Nasıl açıklanırdı ki başka?
Ona falso vermemek için gülmemeye çalıştım. Gülersem, sanki yine sınır ihlali yapacak gibi duruyordu.
İplerini, avuçlarımda hissediyordum.
Almamıştım..
Kendisi, vermişti bana!
Lanet olası dudaklarım ne kadar çabalasam da, kıvrılmadan edemedi. Önce dudaklarıma, ardından sağ yanağıma baktı.
Sanırım, yine sınır ihlali yapacaktık.
Aramızdaki bir adımlık mesafeyi kapatmak istercesine bir adım attım ona. Öylece izliyordu beni. Durmam gerekiyordu.
Biraz daha sürünmeliydi!
Gülümsemem büyüdüğünde, gözlerinin sanki daha çok koyulaştığını görür gibi oldum. Gülmeye devam ederek yanından geçip kapıya yöneldim.
"Saat 16.00' de çıksak yeter. Beklemenize gerek yok burda!"
Kapıya yönelip açacağım sırada, bir anda sırtımı duvarda buldum. Burnumun dibine giren adamı süzdüm.
Gülme Ezel!
Gülme.
Gülme.
Kendi kendime telkinler verirken daha çok gülesim geliyordu. Yine de bu sefer dudaklarımı sabit tutmayı başarmıştım. Tek kaşımı kaldırıp, ifadesini süzdüğümde bana asla karşı koyamayacağım bakışlar atmaya başladı.
"Bana biçtiğin ceza bu mu?"
Kısık, yoğun sesi kulaklarıma ulaştığında, neden bu kadar zeki olduğunu düşündüm.
"Ne cezası, anlamadım?"
Güldü kısık sesiyle.
Erime Ezel!
"Kendini benden uzak tutamazsın Kırca."
Buna emin misin Dinçer?
Yaklaştı bana. Burnu burnuma değerken, gözleri koptu bal rengi gözlerimden. Dudakları, usulca kondu gamzemin çukuruna..
"Buna izin vermem gamzeli!"
Hatalar Ezel.
Başka hatalara izin verme.
****
"Başka bir yol bulabiliriz. Lütfen Beyza, beni de anla. Bu çok tehlikeli!"
Mavi gözlerini bana çevirip, diz üstü elbisesinin kemerini taktı.
"Başka bir yolu yok. Hem Lina onlara nasıl güvenecek? Birimizin orda olması gerekiyor Ezel. Biliyorsun bunu!"
Sıkıntıyla başımı ovuşturdum.
"Lanet olsun, biliyorum!"
Bana doğru gelmeye başladı.
"Endişeni anlıyorum ama sende biliyorsun ki Azad bize bir şey olmasına izin vermez !"
Vermezdi değil mi?
Gözlerimi sıkıca kapatıp, soluklandım.
"Lanet olsun, onu da biliyorum!"
Halime kıkırdamaya başladığında, derin bir nefes aldım. Neredeyse Azad ve yanındaki çocuk gittiğinden beri dört dönüyordum evde. Bir yol bulmaya, alternatif bir çözüm düşünmeye çalışıyordum ama yoktu. Ya ben, ya Beyza gitmek zorundaydı. Stresle derin bir nefes daha alıp koltuğa yöneldim. Deri ceketimi sırtıma geçirip kapıya yürüdüm.
Gitme vaktiydi.
Beyza da beni takip ederken eline çantasını aldı vestiyerden.
Sistemi kuracaktı.
Kapıyı kitleyip merdivenlere yöneldik. Çantasını elinden almıştım. Gerçekten göbeği büyüyordu ve artık yürürken adımları ister istemez yavaştı. Apartmandan çıktığımızda gördüklerimle kısa çaplı bir şok yaşamıştım.
Siktir!
Her ne kadar kabullenmesek de bu adam aklını başından alıyor değil mi?
Düşüncelerime bir bir lanet ederken, onu süzmeden edemedim. Neden bu kadar etkileyici duruyordu? Yaslandığı arabadan, beni görmesiyle doğruldu yavaşça. Sigarasını son kez çekip yere attı. Gözleri, hızla üzerimi süzüp çenesini sıktı.
Bana dayanamıyordu.
Haline gülmek geldi içimden ama hızla arkasına dizili arabaları süzdüm. Murat mavi bir arabaya yaslanmış bekliyordu. Yanında Oktay vardı. Onun arkasında bir araba daha vardı. Tanımadığım iki üç erkek daha duruyordu ve onların ardında da iki araba daha vardı.
Galerisi falan mı vardı bunun?
Bana doğru adımlamaya başladığında bende onun yaptığı gibi onu süzdüm. Siyah bir tişört, siyah kot bir pantolon vardı. Boynunda künye zincirine benzeyen bir demir vardı. Ayaklarında siyah spor ayakkabıları vardı. Her şeyi siyahtı..
Arabası bile.
Ve bu adam 28 yaşındaydı öyle mi?
Eminim ki ben ondan önce yaşlanırdım. Gözleri hala beni talan ederken, neden çenesinin gerildiğini anlamıştım.
Bende simsiyah giyinmiştim.
Gözlerimi kısıp ifadesini izledim. Altıma siyah yüksel bel bi kot pantolon, üzerine göbeğimi açıkta bırakan siyah penye tarzı, ince askılı bir üst giymiştim. Onun üzerine siyah deri ceket geçirmiş, saçlarımı sıkı bir atkuyruğu yapmıştım. Gerilen gozlerim, onu her ayrıntısına kadar incelendiğinde, tam önümde durduğunu farkettim.
"Beni sokağın çıkışında bırakır mısın? Başka bir şeyle gideceğim. Sonradan size katılacağım ben. Kulağımda kulaklık olucak. Sürekli Beyza ile irtibat halinde olacağım."
Karaları öylece beni dinlerken, bakışları, dingince izledi suretimi. Dolgun dudakları yavaşça hareket ettiğinde, kendime lanet ettim. Neden hemen etkileniyordum? Nasıl bir etki mekanizması vardı bu adamın?
"Bu gün senin dediğin olacak Kırca. Ama bu günden sonra-"
Bana eğildi usulca. Sigara kokusuna karışan nane kokusu, beni alabora ederken, derince çektim nefesini içime. Serseri gülüşü, yanaklarına öylece konarken, derin bir nefes daha çektim içime.
"Dememe gerek yok. Göreceksin zaten!"
Ona yandan bir bakış atıp, kıkırdadım. Sesinden akan muziplik, hoşuma gitmişti. Alaylı sesi, tamamen dalga geçtiğini gösteriyordu. Bende ona yaklaşıp, baktım karalarına. Gözleri, hızla önce dudaklarımda, ardından yanaklarımda gezindi.
"Biliyor musun Dinçer?"
Gülmeye devam ederken, Beyza'nın şokla bizi izlediğini gördüm kısa bir an. Bu, beni daha çok güldürürken, Beyza'nın da çok iyi bildiği bir şeyi söylemekten hiç çekinmedim.
Anlamayan bakışları yüzümde dolanırken, uzaklaştım ondan.
"Kimin neyi göreceği, inan hiç belli olmaz!"
Gözlerini kısıp bir süre beni seyretti. Halime kafasını iki yana sallayarak güldüğünde, göz seyrime sunulan çizgileri, bütün herşeyi hafızamdan silebilecek kadar beynimi bulandırmıştı. Etki alanına girmemin bu kadar çabuk gerçekleşmesi, beni ayrı sinir ederken, bakışlarımı sakallı yanağından, siyah kuyularına çevirdim.
"Bu bir tehdit miydi barmen kız?"
Dudaklarının kıpırtısı, gözlerimin tekrar odak noktasını değiştirirken, zor bela uzaklaştım ondan. Yüzüme yapışan sersemliği gizlemek istercesine gülümsedim karşımdaki lider bozuntusuna..
"Tehdit? Ah Dinçer..-"
Ona yandan bir bakış attım. Gözleri, gözlerimin etkisine çoktan kapılmışşcasına duraksadığında, dudaklarımdaki ufak gülümseme hala yerini koruyor, gamzemin gözlerine sunulmasına vesile oluyordu.
"Tehdit, asla yapamayacağın bir şeyi, yapacakmışsın gibi söylemektir. Bir nevi blöf..-"
Ona tekrardann bir bakış atıp, yüzüme yerleşen çekiciliği dudaklarıma kondurdum. Bakışları duraksarken, dudaklarının aynı anda aralanması, sanırım şimdiye kadar tattığım bütün tatminlik duygularından daha ağır basmıştı.
"Fakat ben yaşatıp görmeni tercih ederken, tehdit edecek kadar aptal biri miyim sence!"
Ona ışıltılı gözlerimle son bir bakış atıp, beklemeden arabanın ön yolcu kapısını açıp, Beyza'ya işaret verdim.
"Sen öne geç. Ben birazdan ineceğim nasıl olsa. Sistemi kur gidene kadar. Hem arkada miden bulanabilir!"
Bizi garip bakışlarla izleyen gözleri, önce bana, ardından Azad'a döndü. Azad usulca başını sallarken, onay almış gibi arabaya doğru yürümeye başladı.
Azad da bana yöneldiğinde, yine önümde durdu. Kara gözleri şüpheyle gozlerimi eşeledi bir süre. Yüzüne yayılan memnuniyet, sanırım onu ayak üstü susturduğum içindi ve bana olan toleransı, kesinlikle çok hoşuma gidiyordu.
Bir erkek tarafından özel olduğumuzu hissetmek, sanırım biz kadınların en vazgeçilmez yönüydü.
"Sen nereye gideceksin?"
Sert, keskin sesi kulaklarıma ulaştığında, bakışlarımı ona çevirdim.
"Yiğit'e yardım etmeye!"
Dişlerini hırsla sıkıp, başını salladı yavaşça. Sakinliği bugün gözüme çok fazla batarken, yine karşı karşıya kaldığım tavırları içime ılımlı şeylerin süzülmesine sebep oluyordu. Siniri gözlerine usul usul yayılmaya başladığında, Yiğit'e olan tutumu beni sadece güldürüyordu. Bugün tanışacaklardı ve sanırım..
Bu karşılaşma için heyecanlıydım.
"Öyle olsun bakalım!"
Yanımdan geçeceği sırada, bütün düşüncelerimi, bütün sınırlarımı es geçerek, en başından beri yapmak istediğim şeyi yaptım. Sol elimin avcunu, kalbinin tam altına yasladım.
Bakışları önce karşıyı buldu. Ardından usulca bana döndü. Ondan tarafa bir adım atıp, yaklaştım bedenine. Gözlerimde minnet duygusu başkaldırırken, derince çektim sigara kokusunu içime. Bakışlarımız, ihtiyaçla birbirine tutunduğunda, siyahlarına olan hayranlığım, her saniye daha çok ele geçiriyordu beni sanki. Biraz daha yaklaşıp başımı kaldırdım benden uzun olan başına yetişebilmek için.
"Teşekkür ederim lider bozuntusu! Bu yaptığını unutmayacağım!"
Bakışları, öylece daldı gözlerime. Sol avcuma inen darbeler, öylece beynimi, mantığımı, bütün herseyimi tepe-taklak ederken, usulca gülümsedim ona. Bu yaptığı iyiliği, asla unutmayacaktım. Bif bedel isterse, ki isteyeceğine emindim, sonuna kadar ödeyecektim.
Unutuyorsun Ezel.
Her şeyi unutuyorsun.
Bana eğildi usulca. Gözleri, bir saniye olsun gözlerimden ayrılmazken, avcumun içinde can bulan kalp atışları, beni olabilirmiş gibi daha çok etkiliyordu. Nefesini tekrar hissettiğimde, gözlerimi duyacaklarımın yaratacağı telaşı gizlemek istercesine çekilmemişti gözlerinden.
"Unutmayacaksın öyle mi?"
Dudaklarından dökülenler, bir fısıltıyı da andırsa, depremler yaratacaktı ruhumda. Bunu biliyordum. Gözlerini ele geçiren hisler, bana bu yaptığının karşılığını dibine kadar ödeteceğinin habercisi gibiydi sanki.
Gülüşüyle, bütün düşüncelerimden hızla koparken, bakışlarım yine yanaklarında oluşan hafif çizgilere takıldı.
"Bu lider bozuntusu da, bugünün borcunu hiç unutmayacak Ezel!"
Bakışları, önce gözlerimde, ardından geldim geleli neredeyse hep kaçtığı dudaklarımda gezindi.
"Bugünün borcu, hiç bitmeyecek Kırca. Ömrünü, bana bu borcu ödeyerek geçireceksin!"
Dudaklarıma istemsizce yer edinen gülümseme, onun daha yoğun dudaklarıma bakmasına sebep oldu. Dudaklarına sinen gülümseme usulca solarken, yan gözlerle arkamızda kalan arabalara baktı.
"Herkesin içinde-"
Bakışları, eminim ki bizi büyük bir hayretle izleyen kuzenime kaydı. Ne gördü bilmiyorum ama gözleri bir anda bana tutundu. Birden doğruldu yerinde. Yukardan bana bakarken, yakınlığımızın verdiği uyuşaklık, bedenimi çoktan ele geçirmiş, ne düşüneceğimi şaşıracak vaziyete getirmişti beni.
Arabanın arkasına yandan sinirli bir bakış attı.
Ne olmuştu şimdi?
"Böyle gülmeye devam edecek olursan eğer, inan bana asla yapmam dediğim şeyleri yapmak zorunda kalacağım gamzeli!"
Duyduklarımı daha idrak edemeden, hızlı adımlarla şoför koltuğuna yönelip bindi arabaya. Ben ise öylece hala dikilmeye devam ediyor, ne dediğini anlamaya çalışıyordum. Ne yaptıracaktım ben ona? Başım arkaya döndüğünde, Murat ve Oktay'ın gülümseyerek ama yüzlerindeki gülümsemeyi bastıran bir şaşkınlıkla bizi seyrettiklerini gördüm. İkisi de resmen otuz iki diş sırıtıyorlardı. Utanç, birden bedenime nüfus ettiğinde, şaşkınca arkamı dönüp ön yolcu koltuğunun camından Beyza'ya baktım.
Halime gülsem mi, ağlasam mı bilememiştim kısa bir an.
Dudaklarını gülmemek için ısırıyor, mavi gözleri yerinden çıkacak kadar kocaman açılmış bir vaziyette göbeğinde sarılmış bana bakıyordu. Başını birden iki yana sallamaya başladığında olduğum yerde sinirle tepinmemek için kendimi zor tutmuştum. Hırsla arka kapıya yönelip bindim arabaya. Sertçe kapattığım kapıya, dikiz aynasından bana çatık kaşlarla bakması umrumda bile değildi. Araba hızla hareket etmeye başladığında, arkamızdan yükselen motor sesleri de bize eklenirken, sokaklardan hızla geçip çıkış caddesine gelmiştik bile.
"Direk gidiyoruz değil mi biz? "
Beyza başını yana çevirdiğinde, sorusunun bana olduğunu anlamıştım.
"Evet. Erken çıktık zaten yavaş gidin. Yolu biliyorsun!"
"Aynen. Her ihtimale karşı Yiğit'in ve senin telefonunun sinyalini ekliyorum. Görmezsem rahat edemem!"
"Tamam. "
Sokağın çıkışına geldiğimize kenarlarında dizili olan variller, sanki bizzat dizilmiş gibiydi. Bir yerin girişi için özenle dizayn edilmiş görünüyorlardı.
"Burda indir beni."
Dikiz aynasından bana baktığında, sağa çekti hızla. Arkamızdaki araçlarda durduğunda, indim arabadan hemen. Azad'da benimle beraber inerken, etrafıma bakındım görebilmek için.
"Neyle gideceksin?"
"Vay canına. Eski günler ha?"
Arkamdan yükselen ses, kuzenim olan çatlak kadından, bana her yarışta eşlik eden, sanki bilerek ölmek ister gibi sürekli yanlış hamleler yapan o kadından gelmişti.
Başımın üzerinden arkama baktım usulca. Yüzümde peydah olan garip ifade, Beyza'nın gözlerinde anlam kazanmıştı sanki. Bakışımı anladığında önce gözlerini kaçırdı benden. Ardından başını içeri sokarak camını kapattı.
Şu an bunu düşünerek dikkatimi dağıtmak yerine, bakışlarımı emektarıma çevirerek incelemeye başladım.
Bakışlarım, yıllar önce üzerinde tozu dumana kattığım bebeğimi gördüğünde, adımlarım hızla ona yöneldi. Gözlerim özlemle her bir karışında gezinirken, ne kadar hasret kaldığımı hissettim.
Motor, benim vazgeçilmezimdi.
Kolunda takılı olan kaskı, sanki yumuşak bir şey okşar gibi okşadım parmak uçlarımla. Yokluğumda Yiğit abisi çok iyi bakmış olmalıydı. Parıl parıl parlıyordu güneşin vurduğu siyah bebeğim. Arkamızdan gelen sesle, kısa bir bakış attım omuzumun üzerinden.
Kuzgun Alp Keskin.
Elleri ceplerinde, sokağın girişinde olan sokak direğine yaslanmış, motoruma bakıyordu.
"Bu fıstık senin mi yenge?"
Sinirle ona döndüğümde, Azad kolumu tuttu birden. Bakışlarım ona döndüğümde, yüzümü, üzerime çöken siniri inceledi kısa bir an. Tıslar gibi yüzüne doğru konuştum.
Beyza'ya olan hassasiyetini onlardan çıkarma!
Kafamda dönüp duran düşüncelere kulak asmadım.
"Bir daha bana yenge derse çok kötü olacak. Sustur şunu!"
Bana sadece bakarken, yine konuştu Kuzgun Alp denilen laubali çocuk.
"Niye yenge? Azad'la beraber değil misin?"
Şaşkınca, rahat tavrına bakakaldığımda, cüssesine ve yüzündeki sert mizaca nazaran laubali hali, yabancı olduğum bir şeydi.
Sinirle kolumu çektiğimde, öfkeyle önümdeki bedene baktım.
"Beraber falan değilim. Gitsin sana başka yenge bulsun."
Tek kaşı, yavaşça hareketlendiğinde, yüzümü inceledi. Ellerini cebine yerleştirip, aynı Kuzgun Alp gibi olan gözlerini, gözlerime dikti.
"Öyle mi?"
Sesi, sadece ama sadece kendinden eminlik barındırıyordu. Vereceğim cevap her ne olursa olsun, ne vazgeçecek gibi, ne de yolundan dönecek gibi duruyordu. Yine de burnumu havaya dikip devam ettim kendimden ödün vermeyerek.
"Öyle!"
"Öyle olsun bakalım."
Saklayamadığım şaşkınlık, gözlerime yansıdığında, bana yandan bir bakış attı. Bakışı üstünlük taslıyordu. Garip bakışlarımla bif süre yüzünü inceledim.
"Neye borçluyuz bu sakinliğini Dinçer?"
Gülümsedi.
Sadece, gülümsedi bana.
Tehlike, yanaklarındaki çizgilerde sinip yer edinirken, gülüşünden çok, gülümsemesinin yaydığı auraya takılmıştım.
Tehlike.
"Bunu, bugünün borcunu ödeyeceğin gün konuşalım, Ezel!"
Ardından cevap vermemi beklemeden arkasını döndü.
"Önce, bu gün bir bitsin. Sana olan sözümü tutayım. Ardından fazlasıyla hesaplaşacağız zaten!"
Gidişine şaşkınca bakakaldığımda, arabasına ilerleyip bindi seri bir şekilde. Kuzgun Alp de benim indiğim arka koltuğa yerleşirken, birden 3 araba da hareketlendi. Arkalarından bir süre baktığımda, aklımın başıma gelmesi biraz uzun süremi almıştı.
Arka cebimden telefonu çıkarıp saate baktım.
16.30!
Her şeyi bir kenara bırakıp, hızla atkuyruğumu çözdüm. Kaskımı başıma çevirip, hemen atladım bebeğime. Derin bir nefes aldım. Fazla.. Çok fazla özlemiştim. Çok yarışlara katılmıştım zevkine. Yiğit'le çok anılarıma şahitti bu motor. Sahi, kaç sene geçmişti binmeyeli? Hızla düğmesine basıp çalıştırdığımda, sokağı inleten gaz sesine sonuna kadar yüklendim.
Bu zevki, motor sürmeyen biri bilemezdi.
Hızla yola atıldığımda, arabalarından arasından hızla geçtim. Saçlarım kaskın dışından rüzgara meydan okurken, kaç yıl sonra nefes aldığımı hissetmiştim. Özgürlük, bedenimde, parmak uçlarımda, saçlarımın dalgalarında hayat buluyordu sanki. Gaza daha çok yüklenip, asla unutmadığım metodlarla solladım arabaları. Kendi kendime gülümserken, birden kahkaha atmaya başladım.
Sevdiğim bir yanı da buydu..
Özgürce gülmek..
Eski hayatımın en sevdiğim ikinci yanıydı bu motor. Yiğit ve Lina'dan sonra, vazgeçilmezimdi. Tek tutkum, tek heyecanımdı.
Hızı, aksiyonu seviyordum..
Birkaç arabayı daha geri de bıraktığımda, bildiğim yolları arşınladım hızla. Sağa sapıp orman yoluna girdim. Beyza'lar dümdüz devam edecek, ormanın yukarısına çıkacaklardı. Ben ise aşağı dönüp fabrikalara yakın olan kasaaya gidecektim. Yiğit'in hedeflediği tek kasaya. Hızla sağa sapıp, yokuş aşağı olan orman yolunda hızımı azaltarak sürmeye devam ettim.
Şile taraflarındaydık. Beyza sinyallerimizi boşuna eklemişti. Burda telefon çekmezdi.
-Nerdesin ?
Kulağımda yankı bulan Beyza'nın sesi, etrafıma bakmama sebep oldu.
"Orman yolundan aşağı saptım. İkinci depoyu geçiyorum şimdi!"
-Oha! Ne çabuk geldin kızım?
Güldüm dediklerine.
"Sen, ne kullandığımın farkında mısın sarışınım?"
Kulaklıktan gelen gülme sesi, beni de güldürürken, fabrikaların çıkışına yönelip ana yola geçtim. Burası kestirmeydi. Lina'yı görmeye geldiğimizde hep bu yolu kullanırdık. Gaza hızla yüklenip tek elimle cebime uzandım. Saate baktığımda gazda olan elim daha çok bastı pedala.
16.40
Hızla ilerlemeye başladığımda, yanımdan birkaç tane motorcu geçti. Şaşkınca yanımdan rüzgar gibi geçip giden motosikletlerin ardından bakakaldığımda, içime yerleşen şüphe, beni bir anlık boşluğa düşürmüş gibi hızımı kesmeme sebep olmuştu.
Bu yoldan motorcu geçmezdi.
2 yıl boyunca burdan gidip gelmiştik. Hiç rastlamamıştık herhangi bir motorcuya. Köye ya da kasabaya çıkan bir yol değildi. Tatile gidilecek herhangi bir yerin yolu da değildi. Yarış desem, o hiç değildi. Bu yol fazla virajlıydı. Sadece fabrika çıkışlarının sağlandığı, kestirme bir yoldu.
Aklıma gelen şeyle kısa bir an duraksadım.
Bu yolu, sadece Cengiz'in adamları biliyordu ve kullanırdı.
Ve bu yol, Lina'ya giden tek yoldu.
Önümde son hız ilerleyen motorları bir kenara bırakıp Beyza'ya seslendim. Sesimdeki endişe, ona geçmiş miydi bilmiyordum ama kalbim , sanki aklıma üşüşen düşüncelerin gerçekliğini kabul eder gibi şiddetle kulaklarımda çarptı.
"Gittiniz mi?"
-Hayır. Yol çalışması varmış. Geri döndük, başka yoldan gitmeye çalışacağız.
Kalbimin şiddeti daha çok artarken, pedalları sıkıca kavradım.
"Yol çalışması mı? Hangi belediye dağın başında bir yolu düzeltmek ister ki?"
Ses gelmesini bekledim. Sadece ses gelmesini ve Beyza'nın güzel bir şey söyleyerek beni rahatlamasını bekledim..
-Ezel?
Sesinden akan tedirginlik, göğüs kafesimi çevreleyen kemiklerini sızlamıştı.
- Azad'da şüphelenmişti! Gerçekten hiç düşünmedim ben bunu.
Ardından sesini kapattı. Kapatmadan önce Azad'a bir şeyler anlatmaya çalıştığını duydum. Yanındaki adama güveniyordum. Her ne olursa olsun bana verdiği sözü tutacağını, o arabada olan hiçbir cana zarar gelmesine izin vermeyeceğine emindim.
Ellerimin titremesi bedenime yeni yeni eklenirken, gözlerimi sıkıca açıp kapattım. Unuttuğum bir ayrıntı, bir detay var mı?
Sadece düşündüm.
Bir şeyler dönüyordu.
Bunu hissediyordum.
Hızla sağa dönüp, büyük depoyu gören bir ağacın altına sürdüm. Görmem gerekiyordu. Cengiz'in depoya geldiğini, lanet olası dikkatinin dağıldığını görmem ve rahatlamam lazımdı. Çalılar beni kamufle ederken durdurdum motoru. Hemen cebimden telefonu çıkarıp Yiğit aradım.
Saat 16.57
Kalbimin en derinlerinden kopup gelen telaş tohumları, bütün bedenimi ele geçiriyordu sanki yavaş yavaş.
Ellerimin titremesini engellemek için sıkıca açıp kapattım birkaç kez. Sakin olmam gerekiyordu. Sakin olup, düzgünce düşünmem gerekiyordu ve ona göre hareket etmem şarttı.
"Ezel!"
Sesim, benden bağımsız titrerken, gözlerimi, deponun önünde bekleyen motorculardan ayırmamıştım. Önümde gelen bi motorsikleti tanımıştım bile. Kaskı kafasından çıkardığında uzun saçlarını eliyle düzeltip deponun büyük kapısında bekleyen adamlarla tokalaşmışlardı.
"Patlatmak için neyi bekliyorsun Ilgaz!"
Derin bir nefes alıp, verdiğini duydum.
"Birkaç dakika daha!"
"Neden? Bir sorun mu var?"
Sesimden endişe akarken, kaygılandığım tek konu, Lina ve Beyza'nın o araba da orman yolunda olmalarından kaynaklanıyordu.
"Halledebileceğim bir şey!"
Sesi, kendinden eminlik barındırıyordu.
"Yiğit?"
Telefondan birkaç tuş sesi geldi.
"Dinliyorum!"
Mekanik sesi, şu an önemli birşeyle ilgilendiğinin göstergesiydi.
"Bir şey söyleyeceğim ama sakin olacaksın!"
Tuş seslerinin kesildiğini duydum. Hareketleri duraksamıştı.
"Söyle!"
"Şu an depoyu gören bir yerdeyim. Gelmeden önce önüme 2-3 tane motorcu geçti. Şu an deponun önündeler. Önemli bir şey olmasa buraya gelmezler biliyorum. Sende biliyorsun. Şüphelenme ihtimalleri yüzde kaç?"
"Şüphelenseler bile çok geç artık. Ne kadar uzaktasın? Patlatıyorum!"
"En az 50 metre."
"Dikkat et."
Cevap vermeden telefonu kapattım. Gözlerim, bir saniye olsun deponun kapısından ayrılmıyordu. İçeri giren çıkan adamlar gördüğümde daha çok dikkatle baktım. Bir araba geldiğinde, içinden inenleri süzdüm. Birkaçını tanıyordum. Mekandaki görevlilerden birileriydi. Cengiz'in buraya geldiğini gördüğüm an gidecektim Yiğit'in yanına. Emin olmadan adım bile atmak istemiyordum.
"Beyza? Duyuyor musun beni? Nerdesiniz?"
Bir süre ses gelmedi.
-Yaklaştık sayılır. Çalışma olan yol kestirmeydi. Baya uzadı yol şimdi. Sen nerdesin?
"Depo da-"
O sırada her yeri inleten ses, ormanda yankılandığında, bakışlarımı alev alan depoya çevirdim. Büyük çatı, paramparça olurken beton direkler yıkılmaya başlamıştı. Kaç tane dinamik yerleştirmişti bilmiyordum ama kuvvetli olduğu belliydi. Neredeyse taş taş üstünde kalmayana kadar patlamıştı her yer. Dışarı kendini zor atan birkaç tane adam gördüğümde, gözlerimi kıstım. Birinin telefona sarıldığı dikkatimi çekerken, birkaç tane araba geldi birden. Kaşlarım, şüpheyle çatıldığında gelenlerin arkası bana dönüktü ama Cengiz değildi. Zaten hemen gelmesi imkansızdı. Adamlar sanki her şey normalmiş gibi arabaya yerleşmeye başladılar. Başımı yana eğip gördüklerimi ölçmeye başladığımda, bu hengame de neden bu kadar sakin kalabildiklerini ve nereye gittiklerini sorguladım kısa bir an.
Deponun arka tarafından öylece çıkıp ön tarafına gelen birkaç kişi daha gördüğümde, şaşkınlıktan neredeyse nefes almayı unutmuştum.
Biliyorlardı.
Lanet olası adamlar, planlı hareket ediyordu. Her hareketlerinden bu bariz belliydi.
Araba önden giderken motorcular da arkalarına takılmış gidiyordu. Nasıl sapasağlam kaldıklarını düşünmeden edememiştim. Büyük bir patlamaydı ve içerde taş taş üstünde kalmamıştı. Telefonu tekrar elime alıp saate baktım.
17.05
Hızla Yiğit'i aradım.
"Ezel! Bir bokluk dönüyor. Siktiğimin Cengiz'i depoya gitmedi. Evine gitmeye devam ediyor. Arabasına yerleştirdiğim çipten sinyaller bu yönde!"
Derin bir nefes alıp soluklandım. Sesine yansıyan endişe Lina içindi biliyordum.
"Yiğit ! Oyuna geldik!"
"Ne? Ne oluyor orda? Ezel?"
"Depo havaya uçtu ama içinden öylece çıkıp gittiler. Bir araba geldi. Mekandan birkaç tanıdık gördüm. Öylece gittiler Yiğit! Motorcular koruma görevinde değil miydi? Mal dağıtım deposunda ne işleri vardı onların? Sence bu olanlar normal mi?"
"Ulan!-"
Ayaklandığını hissettim. Telaşla bir şeyler topladığını duydum, küfürler savurmasını dinledim.
"Sikeyim lan. Kim haber vermiş olabilir? Yakındaki kasaya gidiyorum. Ne kadar varsa alacağım. Sonra gelip Lina'yı alırım. Sen onun yanına git. Sakın bir şey olmasına izin verme Ezel. Sana yalvarıyorum izin verme!"
Gözlerim öylece dolarken, dudaklarımı ısırdım. Yıllarca alışmıştım bu ses tınısına.
Çaresizlik..
"Sen ne yapacaksın? Bi iş var bunda? Ya bir tuzak varsa? Bence parayı boşver Yiğit. İllaki bulur buluştururuz. Hemen uzaklaş ordan."
"O parayı bulana kadar Lina'nın ne hale geleceğini biliyor musun sen? Zaten tedavi gecikti. Daha fazla bekletemem onu!"
Ona hak verdiğimde, kendimden emin bir şekilde konuşmaya başladım.
"Yanına geleyim. Bak arabayı Azad kullanıyor. Arkasında onları koruyacak adam var. Neredeyse 15 kişiler. Herhangi bir durumda baş ederler. Iki kasayı da halledelim gelelim dinle beni."
Derin bir nefes aldı.
"Adresi biliyorsun!"
"Tamam!"
Telefonu hızla kapatıp,kaskıma yönelmeden kulaklığa bastım.
"Beyza. Aldınız mı Lina'yı?"
-Bana doğruyu söyle Ezel? Bir sıkıntı var demi? Birşeyler oluyor-
Sesi, yine hiç istemedigim kalıplara sığarken, zorla tutmaya çalıştığı hıçkırık dudaklarından koptu.
-Yola ağaç devirmişler. Bu yol da kapalı! Başka araba ile gidilecek yol yok. Yürüyerek nasıl gideceğiz? Yiğit hareketlendi. Nereye gidiyor? Senin sinyalini alamıyorum bile.-
Derin derin nefes alıp verdi. Kalbimin sıkışması anlık gerçekleşirken, sadece dinledim dudaklarının titremesinden dolayı zor çıkan kelimelerini.
-Anlat bana nolur? Sorun ne?
Mantıklı olmam ve düşünmem gerekiyordu.
Onu korkutmak, şu an isteyeceğim en son şeydi. Daha dün doktor stres yok dememiş miydi? Dağ başında ne arıyordu bu kız? Kendi kendime bir küfür savurduğumda, stresle anlımı ovaladım.
"Beni dinle! O ormanda sen bu halinle yürüyemezsin. Yanındaki iki adamdan biri gidip Lina'yı almak zorunda Beyza. Umarım o arkanda oturan cıvık varlık, güvenilirdir!"
Azad'dan yankı yapan boğaz temizleme sesi, kulaklarımı arşınladığında sesimin arabada eko yaptığını şimdi kavrayabilmiştim.
-Bir yenge dedik cıvık olduk iyi mi?
Sert sesi kulaklarıma dolduğunda, o laubali ve rahat hareketinden eser kalmamıştı sanki. Takındığı ciddi tavır beni bir anlık afallattığında, ne diyeceğimi bilememiştim kısa bir an.
-Neyse bunu sonra tartışın. Ne yapıyoruz şimdi? Sen nerdesin?
" Yigit'in yanına gidiyorum. Burdaki iş bitti!"
-Fazla uzak değil bağ evi. Yürüyüş mesafesi en fazla 10 dakika falandır diye tahmin ediyorum.
"Tamam. Dikkkat edin. Bir şey olduğunda ya bana, ya da Yiğit'e ulaş tamam mı?"
-Tamam. Sende dikkat et.
Sesler kesildiğinde, vakit kaybetmeden kaskı taktım başıma. Deri ceketimin önünü kapatıp atladım motora. Hızla yola atıldığımda, geç kalmamayı diledim. İlk kez, birşeylerin yolunda gitmesini, bir aksilik çıkmamasını diledim ama içimde an be an kendini belli eden his, yüreğimin sıkışmasına, aklıma olmamasını için kendimi tek bir an düşünmeden feda edebileceğim şeylerin gelmesine neden oluyordu. Nasıl böylesine bir tuzağa çekilmiştik bilmiyordum ama bu işin ortaya çıkmasına sebep olan tek bir isim geliyordu aklıma.
Sedat.
Olmamasını diledim. Olmamasını, bu kadarını yapmamasını diledim. Bir çare, ufak da olsa insan olabileceğini düşünmek istedim ama, ondan başkası değildi. Bunu biliyordum. Başka kim bunu bilebilirdi ve böylesine bir altyapıyla herşeye hazırlıklı bekliyor olabilirlerdi.
Olmalarına imkan bile yoktu.
Haber verilmişti ve her şeye karşı siper alınmış bir şekilde beklemişlerdi. Bilindik yollardan hızımı bir an bile olsun kesmeden geçtim. Orman yolundan çıkmıştım. Asfalt, motorun altında yağ gibi kayarken, hızımı arttırmak için içimdeki his sanki sinyal veriyordu bana. Pedala daha çok yüklenirken, aynalardan arkama baktım.
Takip bile ediliyor olabilirdim.
Arkamın boş olmasıyla, hemen sağa kırıp, şehir merkezine bağlanan bir başka kestirme yola saptım. En kısa zamanda Yiğit'e ulaşmak, ihtiyacımız olanı alıp dönmek istiyordum. Çok büyük birşey kalkışmıştık. Cengiz, işini ilerlettikçe, zekasını da ilerlerletmişti. Her ihtimali, en ince ayrıntısına kadar düşünecek, ona göre hareket edecekti. Buna emindim. Derin bir nefes alıp, görünen binaya doğru sürmeye devam ettim. Etrafta canlı tek bir insan kalmamıştı. Neredeyse yirmiye yakın kişi, öylece yerde uzanıyordu.
Yiğit'in motoru da binanın önünde devrilmiş bir şekilde duruyordu. Aceleyle ayak destek kitini bile açmayı unutmuş olmalıydı. Hızla onun motorunun yanına park edip indim aceleyle. Etrafı hızla kontrol ederken, kuş seslerinden başka ses gelmemişti kulağıma. Yine de temkinli adımlarla kapıya yaklaşıp dinledim. Yakalanmış olma ihtimali, bir an aklıma düştüğünde, aklıma lanet ettim. Hiçbir alet edevat yoktu üzerimde. Birşey olmuş olsa nasıl karşılık vereceğimi kısaca gözden geçirdikten sonra, bir an bile düşünmeden kapıyı açtım. Kapıyı açmamla boynuma sarılan kalın kol, kısa bir an beni afallamıştı fakat daha o tam dolayamadan kolunu bileğinden tutup ters çevirdim.
"Siktir! Kızım napıyorsun lan?"
Yiğit'in sesini duymamla, bileğini bırakıp geri çekilmem bir olmuştu. Bakışlarım, öylece önüne eğilip bileğini tutan adamı taradı. Omuzundaki çanta, dolu olduğunu belli edercesine sarmıştı sırtından. Almıştı demek ki parayı.
"Benim geleceğimi bilmiyor musun sen? Ne öyle kapı arkalarında bekliyorsun?"
Bileğini bırakıp, başını kaldırdı yavaşça. Görüş alanıma giren kahve gözler, önce gözlerimde, ardından kısaca üzerimde gezindi. Ardından tekrar gözlerime baktığında, dik bakışlarımın aksine gözlerinde saniyeler içinde peydah olan şefkat, kollarını hızla bana dolamasıyla görüş alanımdan çıkmıştı bile..
"Bunu söylemekten nefret ediyorum ama.. Seni özledim deli kız."
Ellerim, kısa bir an duraksamadan sonra, yerini bulurcasına omuzlarına sarıldı. Başımı hızla omzuna yaslarken, en az onun kolları kadar sıktım bende onu. Varlığı, hep kalbimde bir yerleri ferah tutmuş, rahat etmeme sebep olmuştu. Başına birşey gelme endişesi, mideme darbe almışım gibi hissettiriyor, nefesimin kesilmesine neden oluyordu çoğu zaman.
"Ben de nefret ediyorum. O yüzden demeyeceğim."
Gülüşünü, boynuna yasladığım yanağımda hissederken, bende güldüm onun gibi.
"Bir insan hiç mi değişmez!"
Omzuna kuvvetli bir yumruk indirdiğimde, inleyerek geri çekildi.
"Paslanmışsın. Eskiden daha kuvvetli vururdun. En kısa zaman da çalışmalara başlaman gerek."
Ona burun kıvırıp, çıkışa yönelecekken aklıma gelenle, duraksadı adımlarım.
"Ne kadar aldın?"
Bakışlarım, bakışlarıyla çakıştığında, gözlerime baktı uzun uzun.
"İhtiyacım kadarını!"
Ona gülüp, gerisin geri kasaya ilerledim. Burası en büyük kasaydı. Bütün servet burda yatıyordu. Diğer kasalar, burası kadar dolu değildi. Buna emindim. Hızla masanın üzerinde duran çantalardan bir tane daha alıp, kasaya ilerledim. Hemen içine elime ne gelirse doldurmaya başladım.
"İlla bi' yapacaksın bildiğini değil mi?"
İşime hızla devam ederken, elime temas eden bir cisimle bir an durdu hareketlerim. Kasadan çıkarıp görüş alanıma getirdiğimde, bir flash bellek ve CD olduğunu gördüm. Anlamayan bakışlarım kısa bir süre avucumdakilerde gezindiğinde, olayı kavrayamadım.
Bakışlarım, başımda duran adamı bulduğunda, onun da anlamsızca elimdekilere baktığını gördüm.
"Kim bilir kime şantaj yapıyor pezevenk?"
Aklıma gelen binbir türlü şeylerle, merakla ayaklandım.
"Bilgisayarını aç!"
"Ezel. Bunun sırası değil güzelim. Çıkmamız gerek!"
Haklı olması, beni hızla harekete geçirirken, flaşbelleği ve CD'leri de çantaya atıp, yan taraftaki deste paralardan doldurdum çantaya.
İhtiyacımız olacaktı.
Çok ihtiyacımız olacaktı.
Aceleci adımlarla dışarı koştum. Aklımın bir köşesine yer edinen Beyza ve Lina, kalbimin tekrar mümkünmüş gibi daha çok sıkışmasına sebep olmuştu. Şu an son durum neydi bilmiyordum ama birşey olmaması için içten içe dua ediyor, kötü düşünmemmeye çalışıyordum.
"Aldılar mı Lina'yı?"
Yan tarafımdan gelen sesle motora binip, çantayı arkama sabitledim. Elime aldığım kaskı başıma geçirmeden kulaklığa dokunup açtım.
"Beyza? Ne durumdasınız? Aldınız mı Lina'yı?"
Bir süre gözlerim etrafı atmaca misali izlemeye devam ederken, kulaklıktan ses gelmesini bekledim. Aksine gelmemesi, kaskı daha sıkı kavramamaa neden oldu.
"Beyza? Güzelim duyuyor musun beni?"
Bakışlarım, bana hızla yaklaşan Yiğit'i bulduğunda, gözlerime sertçe bakarak telefonunu çıkardı.
"Sana, onlara güvenmemeni söylemiştim. Sana bunu söylemiştim. Bende hata. Seni bu işe dahil etmemeliydim. Lanet olsun. Onlarla iş birliği yapmak, seytanla iş birliği yapmak demek."
Sert sesi, hiçbir şey bilmeden bana öylece kelimelerini sarfetmesine yardımcı olurken, kırgınlığımı belli etmemeye çalıştım. Şu an içinden bana güvenmekte ne kadar büyük bir hata yaptığını düşünüyor olmalıydı. Bunu tam olarak söylemese de, sesinin tınısı her şeyi apaçık ifade ediyordu yeterince.
"Sakin ol. Azad'a güveniyorum. O, bir şey olmasına izin vermeyecek!"
"Hala ona güvendiğini söylüyorsun. Telefon sinyaline ulaşamıyorum Beyza'nın. Ulaşamadığım için de hareket halinde olup olmadığını da görmüyorum. "
Sesinden akan endişe, Beyza'dan çok Lina içindi. Bunu biliyordum.
"Beyza. Beni duyuyor musun? Lütfen cevap ver güzelim. "
Kulaklıktan gelen hışırtı sesleri, kalbimin heyecanla atmasına yol açarken, dikkatle dinlemeye koyuldum. Yiğit de hareketim karşısında bana bir adım yaklaşırken, nefesimi tutmuş, kaskı daha sıkı tutmaya başlamıştım. Güzel birşeyler duymaya ihtiyacım vardı. 'Iyiyiz' , ' Ya da biz eve geldik sizi bekliyoruz' demeli, omuzlarımdan koca dünyanın yükünü almalıydı. Kalbimdeki korkuyu gidermeye çalışıp,güzel şeyler düşünmeye zorladım kendimi.
-E-Ezel?
Beyza'nın titreyen sesi kulaklarıma geldiğinde, kaskı tutan parmaklarımın gücü kesilmiş gibi çözüldü kemerinden. Öylece kucağımdan yere düşerken, analiz etmeye çalıştım. Bu ses tınısını, Azad'ın arabayı hızlı sürmesinden dolayı, korktuğu için çıkmasını diledim ama öyle olmadı.
Duyacağım, duymak isteyeceğim en son şeyi, bana tutamadığı hıçkırıklarınının arasından fısıltı gibi çıkan sesiyle yaktığı ateşi hiç düşünmeden attı kalbime.
Aklım, durmuşcasına odağını kaybettiğinde, gözlerimi sabit tutamadım kahve gözlerde.
-P-peşimizdeler. Ç-çok.. Çok fazlalar Ezel. A-arkamızda sadece Murat ve O-oktay kaldı. O-oktay vuruldu. Durumu ne bilmiyorum. Diğerleri kayboldu o-ortalıktan.-
Hıçkırıkları, onun konuşmasını daha zor hale getirirken, sindirmeye çalıştım duyduklarımı.
-E-ezel..
-H-her tarafımızı motorsikletli adamlar çevirdi Ezel. Lastiklere ateş ediyorlar.
Beynimde Beyza'nın korku dolu çığlığı yankılandı.
-Y-yalvarırım çabuk ol. Yalvarırım..
***
7000 kelime⭐
Uzun bir aradan sonra sizinle güzel bir yeni bölümde buluşmak beni o kadar mutlu ediyor ki.. Bunu anlatamam size❤
Bölümler çok nadir geliyor biliyorum ama hayatımın maratonu cok hızlı bu aralar. Bırakın bölüm yazmayı, nefes alacak vaktim bile olmuyor.
Sizi seviyorum.
Bekleyen, sabırla destek mesaji atan o güzel yürekli okurlarım..
İyi ki ama iyi ki varsınız.
Yeni bölümde görüşmek üzere⚡❤
Veeee en güzelinden bölüm sınırı geldi.
~400 vote- 1000 yorum~
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top