8.BÖLÜM SU

* BU HİKAYEDE Kİ TÜM MULTİMEDYA GÖRSELLERİ İNDİGOYU TEMSİL EDER. İNDİGO ADINI HİNDİSTAN'DA Kİ BİR AĞAÇTAN ALMIŞTIR VE EN ÖNEMLİSİ İNDİGO MAVİNİN BİR TONUDUR.

Bir şeylerin kıymetini yok olduğunda fark etmek. Bunun sözlükte tek kelimelik bir anlamı olmalı. Kapıyı kapanınca görmek, kalbin ağrıyınca peşine düşmek, aşık olunca kuyruk sokumunda oluşan o hisle uyanmak. Bana mısın demeyen o kör düşünceler hala uyandırır beni sabaha doğru. Hep aynı saatlerde. Sabah ezanı sırasında. Sanki o an sadece ben ve müezzin ayakta. O söyler, ben dinlerim ucu iyice körleştirilmiş tığ gibi gırtlağından fırlayan ateş parçalarını.

Güneş'imi de kaybedince fark ettim işte. Gözlerimi açtığımda Işık'ın evindeydim. Uzayın bilinmeyen bir noktasındaydım aynı Dünya'da olduğum gibi. Herkes gibi. Tek fark Güneş yoktu. Uyandım ama hala semada her yer yıldızlarla aydınlatılmış haldeydi. Çocukken gece olunca "Allah ışıkları kapattı" derdim. O andaysa bana ışıklarını hiç açmıyordu sanki. Sadece göğe serptiği birkaç ateş böceğiyle beni oyalıyordu. 

Yorgun bir şekilde kalktım yataktan. Her bilinmeyen bir durumda hissettiğim gibi kalbim kaçmak istercesine çarptı. Neden buradaydım? Burası ceza mıydı yoksa ödül mü? Işık'ı düşününce yine kuyruk sokumuma kadar oluşan o tuhaf ama zevk verici hissi içime çektim. Cezaysa bile bundan zevk alıyordum sanırım. 

Başımı tavana kaldırıp burnumdan derin bir nefes aldım ve Işık'ı görmeden önce o içimde oluşan kaygan hissin keyfine varmaya çalıştım. Kalbimden bir fıskiye gibi ucunu kaçırarak içinde ki her duyguyu her yere fırlatıyordu. Karnım ağrıyordu. Karanlığı daha da arzuluyordum. Sonu ne olursa olsun bu eşsiz duyguyu yaşamayı bile nimet sayar oldum. Hem tehlike öncesi bir his hem de orgazm öncesi patlama anı gibi. Muhteşem bir karışım ve kalpte peyda olan dayanılmaz bir sızı. Deliriyor muydum acaba? Bir anda panikle kendime gelmeye başladım ama yere baktığımda ki o soğuk zeminin de Işık'a ait olduğunu fark ettim. Her yerde o varken ondan ve bu duygulardan nasıl kaçabilirdim ki? Var mıydı bunun formülü? İçimden bir his bunun tek yolunun burada olduğumu reddetmek yani delirmek olduğunu söylüyordu. Korkarak ayağa kalktım ve makyaj masasına yaklaştım.

Aynaya baktığımda yüzümün aldığı hal bile ne kadar berbat halde olduğumu gayet belli ediyordu. Muhtemelen Işık beni bu halde görse bir şey olduğunu düşünüp korkardı. Olmuştu da aslında.

Dağılmış saçlarımı titreyen sol elimle geriye attım ve aynaya bakmaya devam ettim. Daha iyi gözükmek isterdim. Aslında Işık gibi güzel olmak isterdim. O zaman öz güvenim her yeri yakıp geçerdi. Sanırım onu kıskanıyordum. Onun gibi güzel görünmek ve herkesi kendime hayran bırakmak istiyordum. Acaba kendisinin farkında mıydı? Umutsuzca aynadan uzaklaştım ve odanın kapısına baktım. Ayak sesleri geliyordu. Işık ayakta olmalıydı. Başımı eğip derin bir nefes almaya çalıştım. Karşısına nasıl çıkacaktım şimdi? 

Belki bir gün birini sevebilirim hatta umutsuzca aşık olabilirim diye düşünürdüm ama böyle olacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Bilseydim zaten bu hislerden ölesiye kaçardım. Tekrar aynaya bakıp hemen kendime çeki düzen vermeye çalıştım. Saçlarımı düzeltirken aynadan gözüm dolaba takıldı. Bir an düşündüm ve hemen dolaba koştum. İki kapısını da hevesle açarak giyecek güzel şeyler baktım. Diana'nın kıyafetleri dikkat çekiciydi ve utansam da şu an istediğim kıyafetlerin bunlar olduğunu fark ettim.

Oldukça kısa olan ince hardal rengi bir şortu giydim. Ardından da dantel kol işlemesi olan açık renkli bir askılı giydim üstüme. Aynanın tekrar karşına geçtim ve gülümsedim. Fena değildi. Hemen tarağı elime alıp saçlarımı hevesle taradım. Güzeldim. Tatlı gözüktüğümü umarak gülümsedim. 

Normalde çok güzel olmadığımın farkındaydım. Ayrıca bu sadece benim düşüncem değildi, kimse böyle düşünmezdi. Çok çirkin sayılmazdım ama lisedeyken asla çıkılmayacak tipler arasında ilk beşe girmiştim. Ayrıca ortamlarda Pelin dikkat çekerken ben asla çekmezdim. Yüzümün aşırı sıradan olduğunun farkındaydım ve sıkıcı gözükürdüm. Saçlarım ve tenim koyuydu. Her ortamda en esmer muhakkak ben olurdum. Gözlerim tahmin edileceği gibi kahverengiydi, burnum uzun ve hafifi yamuktu. Ayrıca yüzüm erkeksi olacak şekilde kemikliydi. Bazıları bunu yüzüme vurduğu da olmamış değildi ama ne olduysa demek ki Alp bende hoşlanacak bir şey bulmuştu.

Göğüs dekoltemi biraz daha çekiştirdim ve bu yaptığımdan dolayı kendimden nefret etmemeye çalıştım. Heyecanla derin bir nefes almaya çalıştım ve odadan çıkıp kedi adımlarıyla sesin geldiği yere yani mutfağa yöneldim ve gördüğüm manzara karşısında dondum. Işık resmen tezgahla dans ediyordu. Elinde ki tavayı sallarken bir yandan da kalçası oynuyordu ve tezgaha dayanarak dansına devam ediyordu. Ağzında ise eğlenceli bir şarkı vardı ama bu sefer o dili anlayamıyordum. Gülmemek için dudaklarımı birbirine yapıştırdım ve ne yapacağımı bilemeyerek etrafa bakındım. Onu yakaladığımı bilmesini istemezdim. Onu utandırmak istemiyordum.

Mutfaktan uzaklaştım hemen ve ne yapacağımı bilemeyerek salonun ortasında durdum. Kalbim daha da yerinden çıkacak gibiydi. Şimdi aptal aşıkların neden sakarlıklar yaptıklarını çok net anlıyordum. Tekrar mutfağa doğru yürümeye başladım. Neyse ki bu sefer tezgahtan uzaklaşmıştı. Kafasını iki yana sallıyordu bu sefer. Gür saçlarını her iki tarafa da sallanıyordu.

Tavaya pür dikkat bakarak, "sen çok güzel olacaksın," dedi hayranlıkla.

İki elimi de arkamda birleştirdim ve başımı kapıdan sevimli bir şekilde uzatarak, "ne o?" diye sordum.

Yerinden sıçrayarak bana baktı. Gözleri büyümüştü anlık bir korkuyla. "Ne zamandan beri oradasın sen?" dedi kızgın bir tonda.

Doğrulup bir adım atarak mutfağa girdim. O ise şaşkınca bana bakıyordu. "Yeni geldim," dedim en masum halimle.

"İyi, orada dikilme de bir işe yara," dedi tezgahın üzerinde ki meyveleri işaret ederek.

"Bunlar ne?" diye sordum merakla tezgaha yaklaşarak.

"Geldiğin yerde olan şeyler işte," dedi çok önemsiz bir şeymiş gibi.

"Benim için mi getirdin bunları ama nasıl?" diye sordum şaşkınlıkla.

"Senin için değil, elime geçti işte," dedi ters ters. Bana neden böyle davrandığı hakkında en ufak fikrim yoktu.

"Teşekkür ederim," dedim çekingen bir tavırla.

"Özellikle senin için getirmedim dedim ya neden teşekkür ediyorsun?"  dedi yine sinirlenerek.

"Amma da huysuzsun ha," dedim öfkeyle tezgahın üzerinde ki meyveleri alıp masaya koyarak. Tavayı somurtkan bir şekilde tezgaha koydu. İçinde ince uzun etler vardı. Güvenemediğim için bilindik olan mandalinaya gitti elim. Aralarında bilmediğim meyveler de vardı. Muhtemelen Dünya'nın çeşitleri yerlerinden gelmişti hepsi.

"Her istediğini böyle elde edebiliyor musun?"

Gizemli şekilde bir bakış attı. Ardından da başını iki yana sallayarak "hayır" dedi.

"Peki o zaman bunlar nasıl geldi?"

Yandan bir gülümseme attı. "Merak etme. Zehirlenmezsin."

"Onu kastetmedim," dedim hemen ama aslında bir yanım da bunu kastediyordu.

Arkasında yaslandı bilmiş bir tavırla gülümseyerek. Ardından da tavanı işaret etti. "Sana yasak dediğim odadan."

"Yani Ademle Havva'nın  odasından," dedim.

Güldü ve başını eğerek iki yana salladı. Fark etmeyeceğini bilsem bu gülümsemeyi gözümü ayırmadan incelerdim. Ardından hemen ciddileşti ve önümdekileri işaret ederek "hadi ye," dedi.

"Yiyorum ya," dedim ben de ters ters.

"Eti de ye. O kadar vaktimi aldı." dedi yemek zorunda olduğumu ima ederek.

"Sen neden yemiyorsun?" diye sordum mandalinaya devam ederken.

"Ben pek yemem," dedi canı sıkkın bir halde.

"İyi yeme," dedim bir omzumu silkerek. Bana dikkatle baktığını fark edince başımı kaldırdım. Hemen bakışlarını çevirip ayağa kalktı. "Benim yukarıda işim var." dedi ve parmağını tehditkar bir şekilde sallayarak uyardı. "Sakın yukarıya çıkayım deme" dedi.

Başımı salladım  masumca. Çıkıp gitti. Önümdekileri yedikten sonra bir süre daha masada oturdum ve babamın ne yaptığını düşündüm. Çok garipti ama sanki Pelin ve Alp yıllar önce beni aldatmış gibi hissediyordum. Sanki bunun artık bir gerçekliği de kalmamıştı. Sonra birden içimde bir şeyin hayatımda eksik olduğunu fark etmişim gibi bir sıkıntı oluştu ama hatırlayamadım fakat sonra birden aklıma Fitzgerald geldi.  Ben kurtulmuştum ama kim bilir o ne haldeydi? Bunu Işık'a sormak istiyordum ama hala aşağıya inmemişti. Belki de uzun bir süre inmeyecekti. Can sıkıntısıyla ayağa kalktım ve ne yapacağıma kafamı yordum. Kafamı kaşıdım. 

Birkaç saattir boş boş düşünüyordum ve artık içimi sıkıntı kaplamıştı. Sıkıntıyla aşağı katta tur attıktan sonra tekrar mutfakta ki dolabın önünde durdum. Ağzım kurumuştu. Eğilerek dolabın içine baktım ve sonunda bu su şişesi bulunca rahatça nefes aldım. Sanırım Işık da bizim gibi susayan biriydi. Onun en azından bu konuda normal olduğunu düşünerek rahatladım ve su şişesini elime alarak metal kapağını açıp ağzıma diktim. Ağzıma alır almaz bir gariplik olduğunu fark etmiştim. Su gibi tadı yoktu ama içtikçe susatıyor gibiydi ve içimden bir ses şişeyi hemen ağzımdan çekmem gerektiğini söylüyordu.

Tabii ki çekmedim.

Şişede ki su bitince elimde şişeyle başım dönmüş bir halde öylece durdum. Boş şişeye hayretle baktım. "Sen nesssinnn böyle yiahha?" dedim dilim dönmüş gibi. Gülerek şişeyle  konuşmaya devam ettim. "Kesinlikleee senden bir tane daha olmalllıı yoksa kırarsın benii," dedim göz kırparak. "Anladın sen onuu," dedim kesik kesik gülerek ve tekrar dolabı açtım alt dudağımı sarkıtarak. 

İşte yeni bir şişe ! "Gel bakalım bızdık," dedim şişeyi elime alarak. Sonra onu öpmeye başladım. "Neredeydin sen şimdiciğe kadar." dedim dilim dolana dolana. "Seni birden içersem içimden bir ses diyor ki," burada araya bir hıçkırık girdi, "ömür boyu pişman olacağım. Sen hemen tüketilmeyecek kadddarr değerlisin." dedim dudağımı şişeye doğru büzerek. Sonra da dilimi Işık gibi çıkartarak şişeyi yalamaya başladım. Elimde ki şişe erimeden hemen bitirilmesi gereken bir dondurmaymış gibi, hevesle ve aşkla yapıyordum bunu.

"Sen ne yapıyorsun?"

Şişeden dilimi çekip başımı kaldırdığımda kapının ağzında şaşkınca dikilip bana bakan Işık'ı gördüm. Gözleri büyümüştü. Birden kanatlarım çıkmış gibi bakıyordu bana. Elimde ki şişeyi havaya kaldırıp güldüm. "Aşk yaşıyoruz."

Birden başını iki yana sallayıp kendine gelince telaşla yanıma koştu ve şişeyi elimden kaptı. Etrafına panikle bakınca diğer boş şişeyi gördü. Sonra da tekrar bana döndü. "Sen ne yaptın?"

Çocuk gibi omuzlarımı kaldırıp indirdim. Şişeyi masaya bırakıp iki parmağıyla gergince kaşlarının üstünü ovaladı. "İnanamıyorum sana." Sonra tekrar bana memnun olmayan bakışlar attı ve başını çevirerek söylendi. "Ya içinde alkol değil de ölümcül bir şey olsaydı." Tekrar bana baktığında bu sefer sesini yükselterek söylendi. "Hiç mi canının kıymeti yok senin? İnsan biraz dikkat eder." Cevap vermem için bana  bakarken sadece çocuk gibi gözlerimi yüzüne dikmeye devam ettim ve ağzımı açtığımda sadece hıçkırdım.

"Ne yapacağım" der gibi bir bakış attı ve eğilerek koltuk altlarımdan beni kaldırmaya çalıştı ama hemen ellerimle onu engellemeye çalıştım. "İyiyim ben, kendim kalkabilirim," dedim dilim dolana dolana.

"Ya ne demezsin," dedi söylenerek ve ben daha fazla söylenmeden yine beni kucağına aldı. "Ne kadar sorumsuz bir insansın."

"Sana ne ," dedim yine hıçkırarak.

"Ama benim başıma bela oluyorsun," dedi bu sefer de.

"Özür dilerim," dedim ve başımı göğsüne yasladım. Göğsünün yükselip indiğini fark ettim. Sanırım benim için vücut ısısını düşürmüştü ama hala sıcaktı. Başımı onun kemikli göğsüne yasladığımda elektrikli battaniyeye sarıldığımı hissediyordum.

Ayağıyla odanın kapısını açtığını fark ettim. Gülümsemeden edemedim. Işık'dan önce beni böyle sadece annem taşımıştı. Sırf beni taşısın diye eskiden salonda uyuyakalmış gibi yapardım ve annem de anlamamış gibi oyunu devam ettirerek beni yatağıma kadar taşırdı. 

Yatağa yatırıldığımı hissettim. Huzurla gözülerim kapalıyken Işık'ın, "neden gülümsüyorsun?" diye sorduğunu duydum.

Gözlerimi açtığımda bu halime Işık'ın da gülümsediğini fark ettim. Tekrar gülümsemek istedim ama tek olan gözlerimin sulanması oldu. Işık panikle yüzüme baktı. "Ne oldu şimdi birden?"

"Hiç," dedim omzumu silkerek. "Annem geldi aklıma."

"Tamam, üzülme," dedi ciddi bir tonda. "Döneceksin yakında. Ben bir yolunu bulacağım."

"Elinden ne gelir ki? Benim annem öldü."

Hayretle yüzüme baktı. "Nasıl? Ne zaman?"

"Ben on iki yaşındayken intihar etti." dedim tek düze bir sesle.

"İntihar mı?" diye sordu büyük bir şokla. Herkesten bunu saklarken ona neden bunu söylediğimi bilmiyordum ama yüzünde ki ifadeyi görünce hemen pişman olmuştum.Savunmaya geçtim. "Ne var olamaz mı? Herkes yaşamayı kaldırmak zorunda değil."

Hemen kendini toparladı. "Hayır, tabii ki olabilir. Ben bir şey demedim." Ona öldürücü bakışlar atmaya devam edince bakışlarını kaçırarak uzaklaştı. "Neyse ben gideyim de sen dinlen. Bir daha da bilmediğin şeylere elini sürme. Canın bir şey istiyorsa bana söyle ya da bir şey istediysen sor önce bana bunu kullanabilir miyim diye."

Cevap olarak elimde olmadan hıçkırıklarla ağlamaya başladım. Tam kapının ağzındayken omuzlarının donduğunu fark ettim. Bana döndüğünde şaşkındı. "Ne oldu yine?" diye sordu panikle.

Yatakta oturarak dizlerimi karnıma çektim. Omuzlarımı silktim. "Yok bir şey, git."

Omuzları çökmüş bir halde yatağa gelip yapacak başka bir şeyi yokmuş gibi yanımda oturdu ve bacak bacak üstüne attı. "Olmuş bir şey işte, söyle."

"Ben kurtuldum."

Devam etmem için başını salladı.

"Ama Fitzgerald ne halde kim bilir. Bu haksızlık." Dedim uzata uzata.

"Tamam, merak etme. Onu getireceğim dedim ya ağlama artık. Bana güven." Dedi azarlar bir tonda.

"Ne zaman getireceksin? Hep böyle diyorsun ama hiçbir şey yaptığın yok," dedim söylenerek.

Sinirli bir şekilde güldü. "Bir şey yaptığım yok mu? Senin için erken kalkıp hiç ağzıma sürmediğim halde et yaptım. Gerçekten bir şey yaptığım yok mu?" dedi alıngan ve kızgın bir halde.

"Evet. Sana beni besle diyen mi oldu? Ben sadece hayatımın normale dönmesini istiyorum." 

Ve senin yüzünden midemde oluşan o kelebeklerden kurtulmak.

Hayal kırıklığı içinde suratıma baktı. "Tamam, uğraşıyorum. Getireceğim," dedi sinirlenerek yataktan kalkıp.

"Uğraşma, yap," dedim.

Başını bana çevirdiğinde bu sefer gözlerinde öyle alevler vardı ki geri çekilmek zorunda kaldım.

"Tamam, dedim. Tamam," dedi çenesini sıkarak.

Alt dudağım bu sefer iyice titredi. Oflayarak başını eğdi. "Yine ne oldu? Niye ağlıyorsun?"

"Bilmiyorum," dedim simsiyah yorgana bakarak. "Üşüdüm," dedim kendi kendine söylenerek.

Hemen üzerinde ki geniş ipek beyaz gömleği çıkararak bana uzattı. Ona  şaşkınlıkla baktım. İsteksizce konuştu. "Bunu giy. Dediğim gibi doğuştan ısı yalıtımım var. Bunu giyersen uzun süre üşümezsin." Sanki bu yaptığı iyiliği hemen unutmamı ve hiç büyütmemi istemiyor gibiydi.

"Sağ ol," dedim şaşkın bir halde.

Gömleği giyerken başını öfkeyle çevirdi. "İzin verirsen ben de uyumak istiyorum artık. Sesini çıkarmazsan memnun olurum. Ya da ağlayacaksan sessizce ağla," dedi bana ters ters bakarak. Başımı salladım. Bu sefer de "bunu yapma" diye kızdı.

"Neyi?" dedim şaşkınca.

"Böyle masum çocuk gibi bakmayı."

Anlamasam da şaşkınca "tamam" dedim.

Bir şey diyecek gibiydi ama demeden çıkıp gitti odadan. Moralim bozuk bir şekilde kendimi yatağa attım. Tavana baktım boş boş. Gerçekten ona bu şekilde davranmamı hak ediyor muydu? Kapıya doğru dönüp cenin pozisyonunda yattım ve ipek gömleği koklamaya başladım. Erkeksi koku burnumun ucunu titreterek içimde ki heyecanı daha da arttırdı. Gidip yanına özür dilemek istiyordum ama buna da cesaretim yoktu. Onun yerine onunla uyuduğumu hayal ederek gömleği kokladım. Sanki yatakta yan yana uzanmıştık ve ona sarılmama izin veriyordu. Üstümde ki gömleği giymişti ve ben de onu kokluyordum. Keyifle kendi kendime güldüm. Bu his güzeldi. Gömlek hem sıcaktı hem de o kokuyordu. Kendimi bir tırtıl gibi hissediyordum. Bu korunaklı alansa benim kozamdı ve ben asla kelebek olmak istemiyordum. 

Ne kadar uyuduğumu bilmiyordum ama kapım vurulunca hemen gözlerimi açtım.

"Gel," dedim yatakta doğrularak.

Işık kapının ağzında yamuk bir şekilde gülümsüyordu. "Bir gelsene kapının önüne."

"Neden?" diye sordum sadece.

"Sen gel," dedi. Öyle bakmaya devam edince. "Hadi," dedi. En sonunda yataktan fırladım ve onu takip ettim. Kapıdan çıkınca gördüğümle şaşırarak tekrar Işık'a baktım. Başını eğdi sadece. Fitzgerald'a baktım. O da sanki beni gördüğüne inanamıyordu. Etrafında ki yıldızlara baktı şaşkın bir halde.

Ona sadece göz yaşları içinde gülümsedim. Hayatta kalmıştı. Kollarımı iki yana açınca o da bana bakarak bir mucizeye şahit olduğunu bilerek gülümsedi. Aynı yollardan geçiyorduk, aynı hisleri yaşıyorduk. 

Yıldızların altında ne olduğunu bilmeyen iki şaşkındık.

Işık bizi bir bilinmeyenden başka bilinmeyene getirmişti ve garip bir şekilde güvendeydik. Herkesten, her şeyden uzak. Şimdi ise iki basit dünyalı olarak Fitzgerald'la aynı mucizeyi paylaşıyorduk. O da sonunda kollarını açtı ve birbirimize koşmaya başladık. Fitzgerald beni iki koluyla belimden tuttuğu gibi yıldızların altında tam tur çevirdi çevirdi. Korkunç uzay boşluğuna bakarak iki kolumu açıp kahkahalar attım. Bu yaşananlar bir rüya olamayacak kadar efsunluydu.

Başınıza bir mucize geldiğinde deli gibi hissedebilirdiniz ama bunu biriyle paylaşınca efsane olurdu. Tıpkı bazı sözlerin ağızdan dökülünce gerçeğe yakın olması gibi. Sanırım buna ihtiyacımız var. Ben bunu Fitzgerald'la paylaşmıştım. Efsane zaten Işık'tı. Biz onun pastasından iştahla koca dilimler alıyorduk. 

Ne kadar uzun süre Fitzgerald'la döndük bilmiyorum ama sessiz bir şekilde aynı şaşkınlığı paylaştığımızı biliyordum. Bazen biriyle bir şey paylaşmak istiyorsanız en iyi yöntem susmaktı.

Beni yere indirdiğinde gülerek, "başım döndü," dedim. O da gülerek ellerini yanağıma koydu. Sanki bunların gerçek olduğuna inanmak istiyor gibiydi. Ben gerçek miydim? Geldiği yer gerçek miydi kontrol ediyordu. Onu en iyi ben anlardım.

"Hepsi gerçek," dedim başımı sallayarak.

"İnanmak istiyorum yaşadığıma," dedi gözleri dolu dolu. Sonra da utanarak, "Tabii ki senin de yaşadığına," diye ekledi.

Onun elini alıp kalbimin üzerine koydum. "Bak, gayet de hayattayım."

Gülümsemeye çalıştı. "Bize ne oldu Aydan? Neden gözlerimizi o hastanede açtık?"

"Bilmiyorum," dedim ben de onun gibi göz yaşlarımı tutamayarak. "Ama o bize yardım edecek Fitzgerald, korkma. Her şey düzelecek."

Başını salladı sadece. Teşekkür etmek için arkamı döndüğümde Işık'ı göremedim. İçeri girdiğimizde de aşağıda değildi. Fitzgerald'la ikimize güzel bir sofra hazırlayıp bizi baş başa bırakarak ayak altından çekilmişti.

İçimde girdap gibi oluşan boşluğa alışmam biraz zaman aldı.


Merhaba, hikaye hakkında ne düşünüyorsunuz? Karakter tahlili olarak soruyorum. Işık, Aydan ve Fitzgerald? Ya da merak ettiğiniz özellikle bir karakter var mı? Yoksa da cevap vermek zorunda değilsiniz. Ben özgürce okuyup özgürce takılmanızı istiyorum. Sadece ilgilisine sordum. Yani beğendiyseniz bir oy vermeniz de yeter sonuçta.  :=)



































Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top