7.BÖLÜM DİĞERLERİ
* BU HİKAYEDE Kİ TÜM MULTİMEDYA GÖRSELLERİ İNDİGOYU TEMSİL EDER. İNDİGO ADINI HİNDİSTAN'DA Kİ BİR AĞAÇTAN ALMIŞTIR VE EN ÖNEMLİSİ İNDİGO MAVİNİN BİR TONUDUR.
Işık pantolonunu giyerken ben de köşeden belli olmadığını umarak röntgenci gibi onu izliyordum. Fermuarını çekip başını eğerek kemerini takmaya başladı. Kendini yere atıp "ben erkeğim" diye bağırsaydı bile kemerini takarken ki hali ve tavrı kadar gözüme erkeksi gelemezdi. Dikkatimi dağıtmak için başımı çevirip konuşmaya başladım.
"Gerçekten o kemerin hikmeti nedir?"
Kemerini takarken önüne düşen bir tutam saçını bir üflemeyle havaya kaldırdı. Cevap verir diye ummuştum ama cevap vermedi. Huysuzluk yaparak arabaya yaslanıp kollarımı bağladım ve çocuk gibi dudaklarımı büzdüm. Gerçekten en son böyle bir kaprisi kime yapmıştım? Sanırım annem öldüğünde babama. "Dondum. Arabada giyinsen olmaz mıydı?"
"Araba?" diye sordu bir kaşını kaldırarak.
"Evet. Neden şaşırdın?"
Gömleğini iliklerken bana yandan bir bakış attı. "O benim özel uçağım."
Yapmacık bir kahkaha attım. "Aman, ne etkilendim."
Bana doğru yaklaştı. Meydan okurcasına çenemi kaldırdım. Bir yandan da dilim eğlenircesine alt dudağımı narince okşuyordu.
"Genelde etkilenirler." Dedi dikkatli ol dercesine.
"Bana sökmez. Hadi binelim şu arabaya artık." Dedim onu kızdırmayı umarak.
"Araba değil," dedi oyunu bozulmuş bir çocuk gibi mızmızlanarak.
"Hadi," dedim titreyerek. "Herkes senin gibi doğuştan ısı yalıtımına sahip değil."
Bana onaylamayan bakışlar atıp parmağını kapıdaki parmak okutma kısmına koydu. Kapıdan onay sesi çıkınca kapı kendi kendine açıldı.
"Buyurun," dedi oldukça ciddi bir tavırla.
"Buyuralım bakalım," dedim kendimi koltuğa atarak.
Yine aynı sıcacık deri koltuğa gömüldüm. Buranın enerjisi hoşuma gitmişti. Işık da ön kısımda ki sürücü koltuğuna geçip oturdu ve elini tavana atıp metal bir çubuğu çekerek dağılmış saçlarını düzeltmeye başladı. Bunu öyle bir ciddiyetle yapıyordu ki yüzüne bakınca bunun evrenin en önemli işi olduğuna dair şüpheye düşebilirdiniz. Saçları bir kız olarak benim saçlarımla kıyaslandığında daha gür, parlak ve canlı gözüküyorlardı. Işık kesinlikle bir kadın olmalıydı. Yüzü, saçları ve elleri bir kadınla kıyaslandığında daha da güzeldi. Bilmiyorum, belki de bu şekilde karşılaştırmak yanlıştır. Işık'ı cinsiyetsiz bir gözle değerlendirmek lazım. O zaman güzelliğini sınırsız bir boyutta değerlendirebilirsiniz. Bu konuda Diana'nın Işık hakkında çok sevdiğim bir teorisi var. "Her ruh androjendir ama Işık yüzde yüz ruhu ve bedeniyle yaşadığı için o tamamen andorjen," der. Diana da mı kim? Ona yakında tanıyacaksınız.
Işık bir anda koltukta hiparaktiv bir tavırla zıplayınca ben de zıpladım. Işık'ın bu hızlı hallerine alışmak gerçekten zor olacaktı.
Bana döndüğünde iki kaşını da kaldırıp indirerek sırıttı. "Hazırsak kemerleri bağlayalım."
Bir kaşımı kaldırarak onu taklit ettim. "Çok hızlı sürmek zorunda değilsin."
Başını yana eğerek kibarca gülümsedi. "Ah tatlım, bunun benimle pek bir alakası yok. Bu Suzanna'nın genel tavrı," dedi cümlenin sonuna doğru kendi kendine konuşurcasına.
"Susanna? Gerçekten mi? Arabana bu ismi mi verdin?"
Bir elini yan koltuğa attı ve alttan bana uyarırcasına baktı. "Emin ol büyük bir patlamadan sağ çıkıp hızlı giden bir araçla kafanı cama geçirip ölmek büyük bir şanssızlık olur."
Pes ederek nefesimi vererek abartılı bir şekilde ofladım. Bu istediğim yerine gelmeyince küçükken yapmış olduğum bir hareketti ve bunun Işık'la tekrar ortaya çıkması biraz da komikti. "Tamam ama yanına oturacağım."
Gülümseyerek yanında ki koltuğu kaşlarıyla işaret etti. "Gel hadi, bekliyorum."
Lunaparkta adrenalin yüklü bir hız trenine binmeden önce ki o tatlı heyecanı içimde hissederek yan koltuğa geçtim. Başımı çevirdiğimde heyecanlı halime bakarak Işık'ın da çarpık bir şekilde gülümsediğini fark ettim.
"Ne?" dedim aynı gülen tavırla.
"Hiç," dedi o da gülümsemeye devam edip bir omzunu silkerek. Sonra bir anda aklına bir şey gelmiş gibi ciddileşti. "kemerini bağlayacaktın, unutma," dedi.
"Tamam," dedim kemerimi omzumdan çekip bağlamaya başlayarak. "Şimdi tam olarak nereye gidiyoruz?" Daha sorduğum sorunun bittiğini anlayamadan sırtımın koltuğa yapıştığını fark ettim. Çenem kasılırken aslında aracın çoktan havalandığını ve hız aldığımızı fark ettim. "Ne... olu..yor?" derken çenem üşümememe rağmen titriyordu. Yandan koltuğa yapılmış bir halde Işık'a bakmaya çalışırken kahkaha attığını duydum.
Kalbim durmuş olabilir miydi çünkü artık attığını bile fark etmiyordum. Yavaş yavaş sırtım koltuktan ayrılırken kemiklerim ilk anda ki gibi kasılıyordu hala. Yavaşlamış olmalıydık ama hala havadaydık. Yan tarafımdan aşağıya bakmaya cesaret ettiğim anda gözlerimi kapayarak geri çekildim. Yüksekti, belki bir bina ya da iki bina kadar her neyse...
Ellerimin titremesini umursamadan omzuna bir yumruk attım.
"Hey, ne oluyor?" dedi iyice yana kayarak.
"Uyarabilirdin!"
Şımarık bir tavırla şarkı söyler gibi. "Sana bu uçak demiştim."
"Resmen koltuğa yapıştım!" dedim hırsla bağırarak.
"He o mu?" dedi aynı rahatlıkla. "Onun benimle alakası yok. Bu Newton'un bir numaralı yasası olan Eylemsizlik yasasıyla alakalı tamamen. Sabit hızdan çıkınca tabii ki koltukta kuvvet..."
"Kes!" dedim iki elimi de kaldırarak.
Şaşkınca bana baktı.
"Hep böyle misindir?" diye sordum inanamayarak.
"Nasıl yani?" dedi tekrar yola bakarken.
"Hep ayaklı ansiklopedi gibi davranıyorsun."
"Öyle mi davranıyorum?"
"Farkında değil misin gerçekten?"
"Hiç kendi üzerimde düşünmedim," dedi duru bir sesle.
Kaslarımın gerginliğinin devam etmesini görmezden gelerek ona nereye gittiğimizi sordum.
"Evime."
Bu söz beni heyecanlandırsa da nedenini anlayamamıştım. Dediğim gibi Işık herkesin üzerinde muhakkak bir güven etkisi bırakıyordu. Yani onun evinde bana zarar geleceğini asla düşünemezdim. Ayrıca kendisini koruyabilen biriydi. Beni telaşa sürükleyen kendi geleceğimdi. Geleceğim önümde sonu görülmez belirsiz bir yol gibi geliyordu bana. Bundan sonra ne olacaktı? Nereye gidecektim? Fitzgerald ne olacaktı peki?
Işık birden tüm düşüncelerimi bıçak gibi keserek söze girdi. "Bu arada söylemeyi unuttuğum bir şey var, eylemsizlik kanununda araç gaza basıp bir anda hız yapınca geriye doğru gittiğin gibi frene basarak yavaşlarsa da öne doğru gidersin."
Şaşkınca yüzüne baktım sanki kafasında boynuz çıkmış gibi. "Ne saçmaladın şimdi sen? Sana bir şey sormadım ki?"
Yine aynı şaşkın tavırlarıyla yüzüme baktı. "Birazdan soracaksın çünkü," dedi sanki benim anlamamam tuhafmış gibi.
"Neyi soracağım?" derken kendimi öne doğru kapaklanırken buldum. Neyse ki kemer buna çok izin vermedi de kafamı çarpmadım. Evet Işık frene basmıştı ve her an onu boğabilirdim.
"Senden nefret ediyorum," dedim tüm hiddetimle.
"Genelde duyduğum şeydir," dedi aşağıya doğru karanlık bir çukurun içerisine doğru yol alırken.
Eskiden en büyük korkum iğneydi ve ne zaman iğne olmaya ya kan aldırmaya gitsem hemşirelere ya da doktorlara fazladan iyi davranırdım ki iğneyi yaparken canımı acıtmasınlar diye. Biliyorum, Pelin de ilk duyduğunda aklımı kaçırdığımı söylemişti ama ne yazık ki korku beni o korkunun sahibine muhtaç bırakıyordu. Şimdi öne doğru kayıp karanlık bir girdaba girip çığlıklar atarken Işık o an da ayağını yalamamı istese yapacak durumdaydım çünkü korku resmen ahtapot gibi tüm kollarıyla ruhumu büsbütün sarmıştı ve içimi titretiyordu. Evet, içim titriyordu. Bunun ne anlama geldiğini ben de bilmiyorum ama o an sahip olduğum korkuya en yakın tabir buydu.
Belki bu durumda gözlerimi kapatmam en mantıklı hareketti ama çocukken karanlıktan korkarken bile gözlerimi kapatmak yerine tam tersi sonuna kadar açardım ki karşıma çıkacak olan şeyin ne olduğunu bileyim. Yoksa gözüm kapalıyken karşıma neyin çıkıp çıkmayacağından emin olamamam daha da beni gererdi. O an ise gözlerimin neredeyse yuvalarından çıkarcasına açıldığını hissediyordum. O gün gözlerim yuvasından çıkıp cama yapışmadıysa bir daha asla yapışmaz.
İşte o zaman karanlığın bir yerinde ufak da olsa açık renkli gri bir alan görünce rahatladım. Tabii ki onun bir canavarın sırtı olup olmadığını bilemezdim ama bazen korku yakanıza yapıştığında ufacık olumlu bir şeyi bile değerlendirmek için sonuna kadar saçmalayabilirdiniz.
Aşağıya indikçe gri alan daha da genişledi ve Susanna dikey konumdan yatay konuma doğru şekil aldı. Tabii ki bunu aracı süren Işık yapmıştı. Araç yatay konuma gelince karşımda uzay boşluğu ve yıldızları gördüm.
"Seni öldüreceğim," dedim stresten titrer bir halde.
O an yüzümün aldığı hali gerçekten merak ediyordum çünkü Işık yüzüme bakarken gerçekten korktuğunu fark ettim. "Sakin ol. Geldik ve sapasağlamsın," dedi temkinli bir şekilde iki elini de kaldırarak.
Başımı çevirip ona yandan baktım. Gözleri hafifçe büyümüş bir şekilde bana bakması dışında oldukça normaldi. Rengi bile atmamıştı benim ise kalbim hala ağzımda atıyordu.
"Neyin içinden geçip geldik biz?" dedim hala korkmuş bir vaziyette.
Soru soracak kadar aklımın başında olmasından dolayı rahatlamıştı sanırım. Gülümsedi ve bir omzunu silkti. "Kimin umurunda? Dünya'dan buraya gelen birkaç özel insan birisin Aydan. İnsanlar küçük evlerinde tek istekleri sınırları terk etmekken sen nerelere gelebildin. Etrafına bak."
Gözlerimi ısrarla yüzünden ayırmadım. Bu kadarı fazlaydı. Gerçekten.
"Neyle karşılaşacağım?"
Her gülümsediğinde olduğu gibi yine ağzı kocaman büyüdü. "Evrenin en güzel manzarasıyla."
Sinir bozukluğuyla güldüm. "Bu çok iddialı olmadı mı sence de?"
Bir elini uzattı. Eline baktım tereddütle. "Gel Aydan," dedi aynı buğulu gülümsemeyle. Ne bekliyordum gerçekten, tüm gün arabada kalmayı mı? "Bana cesur olduğunu söylemiştin. Ölümü bile göze aldığını," dedi dikkatle. Beni gaza getirmeye çalışıyordu. Bana uzattığı eline ters ters baktım. "Çek elini. Ben tek inerim," dedim. O an gözlerinde bu tepkimden memnun bir tavır oluştu. Daha sonradan da idrak edebildiğim gibi Işık benim en çok meydan okuyan asi hallerimi sevmişti.
Korktuğumu anlamaması için hızla yanımda ki kapıyı açarak yerde ki tozlu zemine ayağımı bastım. Yavaş yavaş başımı kaldırdığımda yıldızlarla bezenmiş bir gece ve altımda kriterlerle dolu yüzeyi fark ettim. Korkudan bedenim kasılırken Işık'ın yanımda geldiğini hissettim. Bana güç veriyordu. Konuşma ve hareket etme gücü.
"Ay'da olabilir miyiz?"
Nedense buna çok güldü. "Hayır, tabii ki ayda değiliz."
Gülmesi beni gücendirmişti. Bambaşka bir gezegendeydim, ne tepki vermemi bekliyordu ki? Burnumdan nefes aldım. Gerçekten nefes alıyordum. O uzay efsanelerinin hiçbiri olmamıştı. Hani nefes alıp bir anda uzayda oksijensiz kalıp sonrasında da basınçla patlayacağımızı söylerlerdi ya?
Hala kafamı karşıdan çevirmeye cesaretim yoktu ama Işık'ın hala yanımda dikildiğini hissediyordum. "Neden patlamadım?"
Yine güldü. "Patlama gibi bir şey olamaz Aydan." dedi bir çocuğu tatlı tatlı uyarır gibi.
Öfke beni harekete geçirdi ve bir cesaretle ona döndüm. "Ah öyle mi? Kusura bakma, her uzaya çıktığımda bunu unutuyorum da."
Buna daha çok güldü. Ben ise arkasında ki çok katlı büyülü eve hayretle baktım. "Bu ev senin mi gerçekten?"
İki elini de cebini soktu. "Benim," dedi tekdüze bir şekilde.
"Vay canına, ben olsam ömür boyu taksit ödüyor olurdum."
"Hah?" dedi şaşkınca.
Yüzüne baktım ve iyice saçmaladığımı fark ettim. "Nasıl nefes alabiliyorum?" diye sordum artık cevap vermesini umarak.
"Buraya dünyadan birkaç arkadaşım daha geldi. Onlar için oksijen kalkanı ayarladım tabii yardım alarak. Ama bu olmasa bile yine de patlamazdın Aydan," dedi bu sefer gülmemek için dudaklarını birbirine bastırarak. "En fazla oksijensiz kalırdın ve o da beynini etkisiz bırakarak bilincini kaybederdin. Senin anlayacağın şekilde beyin ölümün gerçekleşirdi."
"Ah, şimdi rahatladım bak," dedim gözlerimi devirerek.
Bana muzipçe baygın bir bakış attı ve yolumdan çekilerek "artık eve girmek istemez misin?" diye sordu. Ona yandan bir bakış attım ve bu çılgın adamın yıldızlar altında ki evini merak ettiğimi fark ettim.
Hareket ettikçe ayağımın altında ki tozlar da havaya uçuşuyordu. "Bu çok eğlenceli," dedim gülerek.
"Öyledir," dedi arkamdan beni takip ederek gelen Işık. Sesinden gülümsediğini hissediyordum.
Ev dört katlı olmalıydı. Dış cephede duvar beyaza kaçan açık sarı renkteydi. Kapısı da çatısı gibi kan kırmızıydı. Gezegen küçüktü. Çünkü evin dışında Susanna ve çok az alan vardı ama asıl güzel olan burada yere yatıp yıldızları izlemek olabilirdi ama bir gün buna cesaret edip etmeyeceğimden emin olamadım. Kapıya gelince Işık'a döndüm. Bir eli cebinde bilmiş bir halde sırıttı. "Aç kapıyı," dedi boşta kalan eliyle kapıyı işaret edip. Beni etkilediği için memnun görünüyordu.
"Nasıl yani? Anahtar falan yok mu?"
"Buraya ancak Susanna'ya binerek ben gelebilirim. Adresi bilen biri bile buraya gelemez Aydan." dedi bana açıklama yapmaktan keyif alırcasına. Bunun kulağa ne kadar havalı geldiğini biliyor muydu acaba?
Yıldızların arasında bir evim olsa ve buna uçan aracımla sadece ben gidebiliyor olsam bunu instagramda canlı yayın yaparak tüm Dünya'ya duyurmayı tercih ederdim ama tabii ki ona bu kadar etkilendiğimi belli edecek halde değildim. Dudağımı büktüm. "Ne kadar sıkıcı?"
"Öyle mi dersin?" dercesine bir bakış attı. Kahretsin, şimdi de seksi olmuştu. Başımı çevirdim ve altın renginde olan tokmak kola elimi koydum. Sağa çevirdiğimde çıkan sesle kapı açıldı. Ne yapacağımı bilemeyerek Işık'a baktım. Gir dercesine bir kafa hareketi yaptı.
"Peki o zaman,"dedim kendi kendime mırıldanarak ve kapıyı yavaşça araladım. Karşıma geniş bir salon, etrafa yayılmış oda kapıları ve yukarıya çıkan yine altın rengi merdivenler çıktı. İçeriye adım atıp ilerlediğimde hemen yan tarafımda devasa büyüklükte bir mutfak gördüm. Diğer tarafta ise bir yatta görülecek türden uzun L şeklinde bir koltuk vardı.
"Fena değil," dedim bir omzumu silkerek. Aslında söylemek istediğim tam olarak şuydu, "harika bir yer, efsanevi güzellikte, krallara layık ve Dünya'da görülmeyecek cinsten. " Evet, bazen gerçekten çekilmez bir kişilik olabiliyordum.
"Zamanla diğer katları da öğrenirsin," dedi kibarca. Sonra da kaşlarını uyarırcasına kaldırdı. "Tabii ki en üst kat hariç. O kat yasak."
Gözlerimi kısarak sordum. "Sen hiç Adem'le Havva'nın cenetten kovulma hikayesini dinlemedin mi?"
"Ama unutma, burada seni Dünya'ya sürgüne gönderecek bir Tanrı yok."
"Pekala," dedim etrafımda dans edercesine dönerek. Işık ise dikkatle beni inceliyordu. Kan içinde kalmış bez kıyafetimle kendimi L koltuğa attım. "Bu kadar kocaman bir evde tek yaşıyor olamazsın değil mi?"
Aslında sorunun altında ki mana da anne baban, ailen nerede demek istiyordum. O da L koltuğun tam köse kısmına oturdu ve özenle kravatını düzeltti. Daha sonradan bunu cevaptan kaçtığı için yaptığını hissettim. Gözlerini kaçırarak, "eskiden Su vardı," dedi. Ondan şu an uzak kalmak gerçekten onu üzüyor olmalıydı.
"Başka?" diye sordum merakıma yenilerek.
"Neden bu kadar soru soruyorsun?" diye sordu bıkkınlıkla. İşte o zaman gerçekten çok soru sormuş olduğumu fark ettim. Bir anda duvarda kalabalık çekilmiş bir fotoğraf dikkatimi çekti. Neşeyle yerimden kalkarak, "sanırım ev halkının geri kalanı burada," dedim.
Ne yaptığımı anlamışçasına hemen yerinden fırladı. "Bunu yapma," dedi sertçe ama onu dinlemeden duvardan fotoğrafı aldım. Bu duvarda yine kocaman ağzıyla gülümseyen Işık ve Su vardı ama diğerlerini tanımıyordum. "Bunlar da kim?" diye sordum.
İsteksizce bana baktı.
"Ne var?" dedim bir omzumu silkerek. "Basit bir soru sadece. TC kimlik numaranı sormadım ya."
"TC kimlik numarası mı?" dedi gözlerini kırpıştırarak.
"Tamam, yok bir şey. Bunlar kim, söyle hadi bana."
"Neden bu kadar soru soruyorsun?" diye sordu kaşlarını çatarak.
Cevap vermeden sadece gözlerimi diktim yüzüne. "Pekala," dedi sıkıntıyla oflayarak ve en arkada gülümseyerek poz vermiş sarı saçları lüle olan mavi gözlü güzel kızın üzerine parmağını koydu. "Bu, Diana," dedi. İşte Diana'dan ilk o zaman haberdar olmuştum.
"Çok güzel kızmış," dedim hayranlıkla.
"Güzel mi?" dedi bana şaşırarak bakıp.
"Yapma, gerçekten bunu şu ana kadar fark etmemiş olamazsın."
Bunu tartarcasına fotoğrafa baktı. "Bana göre Diana Diana'dır. Hiç güzel olduğunu düşünmemiştim."
Aslında bunun hoşuma gitmiş olması gerekiyordu. Gitmişti de. Keyifle gülümsedim. O ise neden mutlu olduğumu anlamamış bir şekilde bana baktı. Ağzım kulaklarımda, "hadi, diğerlerine geç," dedim.
İsteksiz bir şekilde "tamam," dedi ve bu sefer fotoğrafta ki zenci, kel ve pörtlek gözlü adamı işaret etti. "Bu Gereg," dedi memnuniyetsiz bir tavırla.
"Gereg'le aranda sorun mu vardı?" diye sordum bunun üzerine.
Bu sefer gerçekten sinirlenmiş bir şekilde bana baktı. "Tamam, bu kadar yeter."
Hemen koluna girdim. "Ya tamam, özür dilerim. Yorum yapmayacağım. Devam et lütfen."
Bana kaşlarını çatarak baktı. "Hadi," dedim yavru kedi gibi ona bakarak. Gülümseyerek başını çevirdi. "Pekala," dedi biraz da olsa yumuşayarak. Bu sefer gözlüklü, yakışıklı bir çocuğu gösterdi. "Bu da Colm. Tam bir baş belasıdır."
Onu tekrar kızdırmamak için yorum yapmamak adına ağzımı açmadım.
En sonunda esmer, iri yeşil gözlere sahip çok güzel bir kızı gösterdi ve kısık sesle "bu da Janan." dedi. Bunu o kadar farklı bir tonda söylemişti ki içimde ki kıskançlık rüzgarının sert baskısına dayanamayarak başımı ona çevirmek zorunda kalmıştım. Ben ona bakınca o da bana baktı ama hemen ardından bakışlarını kaçırdı ve çerçeveyi geri astı. "Bu kadar işte. Bir de ji Men Ho vardı ama o fotoğrafı çekendi. Tüm ev halkı bu kadardan ibaretti."
"İbaretti dedin? Su şimdilik yok ama ya diğerleri? Onlar neden gitti? Yoksa başlarına bir şey mi geldi? Benimde mi gelecek?"
Şaşırarak bana baktı. "Hayır, tabii ki," dedi hemen itiraz ederek. "Kimsenin başına bir şey gelmedi Aydan. Benim korumamda olan kimsenin başına da bir şey gelemez zaten. Bu eve yerleşmiş herkes artık benim himayem, benim gözetimim altındadır. Aynı zamanda özgürdürler. Bu evde istedikleri gibi parti verip benim imkanlarımla istedikleri yıldızlara seyahat edebilirler. Emin ol korumam altında ki birinin kılına bile dokunulmaz."
"O zaman?"
"Onlar kendi isteği ile gitti."
İstemsizce güldüm. "İyi ama neden ki? Böyle imkanları kim neden terk etsin?"
"Neden biliyor musun? Arafa indiğimizde kendilerini Tanrı zannedip her şeyi yapabileceklerine inanmalarından dolayı. Ya sıkılıp kendi özgürlüklerini ilan edip eve çıkarlar ya da Arafta her şeyden habersiz reankarne olmuş bir canlının yaşamına müdahale ederler."
Işık bunu öyle bir hiddetle söylemişti ki istemeden de olsa bir iki adım gerilemiştim. Bir anda karşımda eski neşeli Işık'ı istedim.
"Ben böyle bir şey yapmam."
"Büyük konuşma. Henüz Su dışında beni terk etmeyecek bir insan tanımadım."
Tam ağzımı açıp ona okkalı bir cevap verecektim ki hemen lafa girdi. "Her neyse," dedi beni baştan ayağa rahatsız şekilde süzerek. O an bulunduğum kılık içinde gerçekten utancımdan yerin dibine girmeyi diledim.
"Duş alsan iyi olur. Sana duşu göstereyim. Ama ondan önce odanı da gösteririm yatman için ."
"Olur," dedim çok nadir görülen uysal halimle.
Baştan sona simsiyah olan ve asilzadelere layık olan duşta köpüklü bir banyo yaptım çünkü tuşlar arasında köpüklü yapma seçeneği de vardı. Özellikle pencere olan tarafa bakmamaya özen gösterdim çünkü ne zaman suyun içerisinde o devasa yıldızları görsem uzay boşluğunda olduğumu hatırlayarak geriliyordum. Daha sonradan Işık bunun saçma olduğunu çünkü Dünya'da da aynı şekilde bir uzay boşluğunda yaşadığımı söylemişti. Duştan çıkıp temiz olduğunu umarak siyah bir bornoza sarıldım. Duştan çıktığım gibi Işık'ın bana daha önceden göstermiş olduğu odaya girdim.
Oda evli bir çiftin yatak odası gibi büyüktü. Üç kapaklı beyaz bir dolap, iki kişilik siyah çarşaflı bir yatak vardı. Yatağın karşısında ise altın işlemeli bir ayna ve onun önünde siyah bir masa vardı ama masanın üzerine sadece bir tarak vardı. Duvarlar ise koyu maviydi. İlginç olan ise bu odada salonun aksine bir lamba olmamasıydı ama bunu da anlıyordum, geceden gelen aydınlık odayı yeteri kadar açıyordu.
Yatağımın üzerine bırakılmış eşofmanlara gitti elim. Su, Diana ya da Janan'ın kıyafetleri olmalıydı. Su çok kısa ve anladığım kadarıyla Janan çok uzundu. Benim boylarımda olduğunu tahmin ettiğim Diana'nın eşofmanları olmalıydı bunlar. Bunları elime aldığımda içinden koyu renkli bir kilot da çıkınca dehşetle geriledim. Işık bana iç çamaşırı da mı ayarlamıştı?
Tamam, bu iş iyice çığrından çıkıyordu. Ama bunları giymek dışında yapacak bir şeyim yoktu yoksa çıplak gezmeye razı olacaktım. İç çamaşırının daha önce kimse tarafından kullanılmamış olduğunu düşünmeye çalışarak giyinmeye başladım. Pencere tamamen açıkken giyinmek garip olsa da güzel yanı sizi gözetleyecek bir komşunuzun olmamasıydı. Saçlarımı taramak için gidip tarağı elime aldığım sırada kapı vuruldu. "Gel," dedim geçip yatağın ucuna oturarak.
Işık sevimli bir şekilde kapı aralığından başını uzattı.
"Giyinmişsin."
"Evet, kıyafetler için teşekkür ederim," dedim.
Gözlerini kaçırarak, "önemli değil," dedi. O utanmış mıydı?
Bana tekrar baktığında, "artık uyusan iyi olacak. Yorgun olmalısın."
Başımı salladım.
"Peki o zaman," dedi öylece yere bakarak. "İyi geceler," diyerek tam kapıyı kapatacaktı ki "Işık," diye seslendim.
Bana baktı merakla.
"Fitzgerald. O ne zaman gelecek? Bana iyi olduğunu söyledin."
"O da, Su da iyi. Merak etme. Yarın ikisini de getireceğim. Söz veriyorum," dedi ve ardından bir omzunu silkti. "Benim için çocuk oyuncağı ama bugün yorulduk. Yatalım artık ne dersin?" dedi göz kırparak.
Gülümsemeden edemedim.
Onda şeytan tüyü vardı. Ev halkının neden Işık'ı terk ettiğini sanırım hiç anlayamayacaktım.
Yatağın sol tarafında ki yastığa başımı koydum ve sağ tarafımda ki yastığı yanıma alarak sarıldım. Karşımda ki yıldızları izlerken gözlerim kapanıyordu.
Gözlerim kapanırken ise en son düşündüğüm şey bu takım yıldızını daha önce nerede gördüğümdü.
Ama bu açıdan görülen bir yıldızı bu kadar yıllık hayatımda nerede görmüş olabilirdim ki? Sonuçta bu eve ilk defa geliyordum değil mi?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top