6.BÖLÜM PATLAMA
* BU HİKAYEDE Kİ TÜM MULTİMEDYA GÖRSELLERİ İNDİGOYU TEMSİL EDER. İNDİGO ADINI HİNDİSTAN'DA Kİ BİR AĞAÇTAN ALMIŞTIR VE EN ÖNEMLİSİ İNDİGO MAVİNİN BİR TONUDUR.
Neredeyse 20 dakikadır yürüyorduk. Amacımız Işık'ın uygun bir oda bulmasıydı. Yüzümde kocaman gözlükler, elimde bana büyük gelen eldivenler ve tabii ki ağırlığıyla beni yere çeken gerçek deri bir önlük vardı. Ve iddia ettiğim gibi penguen gibi yürümeme neden olan ayakkabılarla yere çakılmamak için uğraşıyordum.
Işık bir odanın önünde durunca hevesle ben de durdum. Kapıdaki camdan içeriye bakıp tekrar yürümeye başlayınca sakin olmak için derin bir nefes alarak onu takip etmeye devam ettim. "Neden bir oda seçip durmuyoruz artık?"
"Havalandırma olmalı. Aynı zamanda kapalı bir ortam da olmak zorunda. Buraya gelmeyeli o kadar uzun zaman oldu ki hatırlayamıyorum nerede olduğunu." Diyerek birden arkasına dönünce göğsüne çarptım. Bana tepeden bakarken gülümsedi. "Gerçekten sevimli oldun."
"Benimle dalga geçme ahbap."
"Ahbap mı?" dedi şaşırmış bir şekilde gülerek.
"Her neyse," dedim nefesimi vererek. Ama bunu derken gülümseyip sakince beni izlediğini fark ettim. Bu bakış, daha önce hiç maruz kalmadığım bir şeydi. Heyecandan ne yapacağımı şaşırarak başımı çevirince gülerek "tamam tamam bakmıyorum," dedi tekrar yürümeye dönerek. Bu cümlesiyle bile gondolun en yüksek tepesinden düşüyormuşçasına fırtınalı bir heyecan kapladı her yanımı.
Arkasından sessizce yürümeye devam ettim.
Bir anda bir şeye çarpınca durdum. Bu Işık'ın sırtıydı.
"İşte buldum!"
Başımı yana eğip usulca sordum. "Acaba durmadan uyaramaz mıydın?"
"Gidiyoruz," dedi elimden tuttuğu gibi beni peşinden sürükleyerek. Elimde olmadan kahkaha attım. "Şu an ayağımda bana dört numara fazla gelen bir ayakkabı var. Bilmiyorum, alakasız olabilir konumuzla belki ama beni böyle çekmeye devam edersen yere düşebilirim yani bilgin olsun," dedim.
Işık heyecanla karşısına çıkan bir odanın kapısını açtı ve hiçbir pencerenin olmadığı bir odaya soktu beni. Ellerini hırsla birbirine sürterek "sonunda buldum," dedi.
"Ee ne yapıyoruz?" diye sordum nefes nefese.Odaya göz attım. "Ayrıca bu hastaneyi havaya uçurmaya yetecek mi?"
"Daha da önemlisi," dedi gözlerimin içine bakarak. "Gerçek bir indigo insanı enerjisini açığa çıkarırsa karanlık enerjinin hiçbir şansı kalmaz."
"Karanlık enerji?"
"Uynfso."
"Gerçek bir indigo insanı?"
Gözlerini yukarı dikerek ıslık çaldı.
"İndigo insanı sen misin?" diye sordum bir kaşım havada. "Ama indigo sadece bir renk değil mi?"
Hemen parmağını bana doğru sallayarak "lafını geri al," dedi çocuksu bir tavırla. Onun alındığını görmek gerçekten eğlenceliydi.
"Tamam" dedim iki elimi de havaya kaldırarak. "Sadece öğrenmeye çalışıyorum işte."
Gözlerini devirdi. "Su'yla hiç bu kadar zor olmamıştı." Bu cümle öfkelenmem için özel bir düğmeye basılmış gibi beni sıçrattı.
"Beni başkasıyla kıyaslamayı kes."
"Her neyse işimize dönelim. Sen sadece dediğimi yapsan yeter," dedi küçücük odanın ortasında ki tek sedyeye giderek. Bu havalı tavırlarını yok etmek için ellerim şimdiden kaşınıyordu. Bana eninde sonunda saygı duyacaksın diye avaz avaz bağırıyordu içim.
Yine hızlıca hareket etmeye başladı ve ceketini çıkardı. Hemen arkasından da gömleğini çıkardığını görünce başımı çevirdim boynuma kadar kızararak. "Sen ne yaptığını sanıyorsun?"
"Bir şeyleri sürekli sorguluyorsun. Bu hoşuma gitti," dediğini duydum.
"Soyunuyorsun! Tabii ki sorgularım." dedim rahatsızca iğrenç ayakkabılarımın metal uçlarını inceleyerek.
"Harika," dedi bunu onaylarcasına.
Tekrar ona bakma cesareti gösterdiğimde göz simgesi olan kemerini çıkarıyordu. Aynı şeyi Alp'de de yaşamıştım. Kesinlikle bir erkeğin en çekici olduğu an kemerini çıkardığında ki andır. Yanında ki metal komodine kemeri bırakırken bana dikkatle baktı. "Ne olursa olsun ama ne olursa bak, bu kemere asla dokunmayacaksın."
"Saçmalama! Bana ne senin kemerinden" dedim neredeyse bağırarak. Neden böyle tuhaf tepkiler veriyordum, emin olun o an benim de fikrim yoktu. Ama şu an düşününce utandığım için olduğunu anlıyorum.
Şimdi de pantolonunun düğmesini açmaya başlamıştı. Bir erkeği ikinci çekici yapan şeyse... Of, ne saçmalıyorum ben? "Yeter ama artık! Bu iş iyice çığırından çıktı."
Üzerine tek kalmış olan şey olan mor renginde yarım iç çamaşırıyla, pantolonunu katlarken "söyle bana, başka nasıl enerjiyi açığa çıkarabilirim?" diye sordu.
"Bana başka bir şeyi açığa çıkartmaya çalışıyormuşsun gibi geldi."
Ona döndüğümde gerçekten bozulduğunu gördüm. Ağzı hayretle açılmıştı. "Bu ne biçim bir suçlama?" dedi elini göğsüne koyup. Bana göre bir kadının kendi iffetini koruduğu hale bürünerek.
"Gerçekten bozuldun mu?" dedim eğlendiğimi belli etmemeye çalışarak.
Ciddi bir tavra bürünüp parmağını salladı. "Bunu enerjiyi çıkarmak için yapıyorum. Aklına başka bir şey gelmesin," dedi uyarır bir şekilde gözlerini yüzüme dikerek.
"İyi anladık," dedim ters ters. "Ne yapacağım, onu söyle."
Ben konuşurken Işık yine hiperaktiv bir şekilde harekete geçmişti bile. Sedyeye uzandı. Tavana bakarken kaşlarını çatmış ama düşünceli bir hale bürünmüştü. "Yaklaş," dedi emrivaki bir tonda. Ama işine odaklandığı her halinden belli olduğu için ses etmeden sedyeye doğru yürüdüm.
"Şu an da devre elemanları arasında bir kopukluk yarattım."
Anlamasam da, "harika," dedim yapmacık olduğumu anlamamasını umarak ama içimden bir ses Işık'ın gözünden bir şey kaçmadığını söylüyordu.
Sonra yine kafamı karıştıracak bir hızla başını bana çevirdi. "Hiç yakından bir akü gördün mü? Ya da santral?"
Önce bir düşündüm. "Sanmıyorum."
Memnuniyetsiz bir ses çıkararak tekrar tavana çevirdi başını. Kendimi en son lisedeyken bu kadar başarısız hissetmiştim. Parmaklarımla oynayarak suçlu bir çocuk gibi başımı eğdim. Derin bir sessizliğin ardından Işık gergince konuştu.
"Aydan?"
"Efendim."
"İsmin bu değil mi?"
"Hı-hı."
"Bana söz ver."
"Ne için?"
"Sana ne kadar durman için yalvarsam da durmayacağına söz ver."
"Beni korkutuyorsun." Artık korktuğumu itiraf etmek zorundaydım.
"Korkmalısın da." dedi başını sakince sallayarak.
"Sen de korkuyor musun?" diye sordum ona bakarak.
Yüzünde yine o ağzına limon sıkılmış gibi ifade oluştu. "Korkmak denemez aslında." Bana daha çok korkuyor da itiraf edemiyor gibi gelmişti ama yüzüne vurmadım. Sadece ona bakarak gülümsedim. Bunu fark etti ama görmezlikten gelerek tekrar tavana baktı.
"Bir gün bunun olacağını biliyordum. Bu yüzden en son geldiğimde sedyenin altında metal kablolar ayarlamıştım." Bakmak için yere eğildiğimde "şimdi değil" dedi. "Ben sana çıkar dediğimde çıkaracaksın."
Başımı salladım. Ve cesaretimi toplayarak ağzını aramak adına sordum. "Çiçeği bulmak için geldiğinde mi çıkarmıştın kabloları?"
Bana yandan rahatsız olmuş bir bakış attı. Çiçekten bir daha ki bahsedeşim de patlayacağını o an anlamıştım. Demin konuşan ben değilmişim gibi hemen başımı çevirdim. Devam etti.
"Yeteri kadar ışı oluşumunda metalleri gövdeme yapıştıracaksın. Metaller eriyecek."
"Bunu daha önce yaptın mı?" diye sordum şüpheyle.
Bir şey demeden elini uzattı. Elimi verdim. İncecik gövdesi vardı. Çok çok zayıftı. Elimi göğüs uçlarının iki parmak aşağısına sırayla dokundurdu. Teni beyaz ve sımsıcaktı. Bu ısıyı elimde ki eldivene rağmen hissediyordum.
"Sıcaksın," dedim hayretle.
"Evet," dedi aynı ciddiyetle. " Bu normal ısım ama günlük yaşantıda uyum sağlamak için düşürüyorum."
"Ama bu nasıl olur?"
"Daha da ısınacağım," dedi elimi hala göğsünün altında tutarken. Hiç çekmemesini dilerdim. Hala bu noktada bunu düşünürken avuçlarımın altında onun sıcaklığını hissediyor gibiyim. Bu his belki gerçektir belki de anı, bunu bilemem ama şimdi düşününce sadece o eldivenin varlığını hissetmiyorum. Işığı ve ısıyı da hissediyorum.
O anın en kıymetli anlarım olduğunu bilmezken Işık yanımda konuşuyordu. "Benim senden isteğim tam onay verdiğimde yatağın altında ki zeminde bulunan yarıktan çıkmış olan metalleri gövdeme yapıştırman."
"Sonra ne olacak?"
"Metaller benim ısımla eriyecek."
"Benimle dalga geçmiyorsun değil mi?"
Gözlerini sıkıntıyla devirirken hemen toparlandım. "Özür dilerim, tamam. İlk defa böyle biriyle karşılaşıyorum."
Işık sabırla anlatmaya devam etti. "Beni bir kaynak olarak düşün. Ben kaynağım. Güneş gibi."
Yine babaannemin yazlığına gittim. "Güneş'i severim," dedim gülümseyerek.
"Onun parlaklığını hatırla."
"Hiç aklımdan çıkmıyor ki."
"İşte o görülebilen ışık. Benim yayacağım ise görülmez. Ama bu seni rahatlatmasın çünkü asıl tehlikeli olan görülmeyen ışıktır. Anlaşıldı mı?" dedi bana bakarak. Nedense bir baba edasıyla bana bir şey öğretmesi hoşuma gitmişti.
Başımı salladım yine.
"Benim yayacağım ultraviyole olacak. Dalga boyu kısa olduğu için bir insan gözünün bunu algılamasına imkan yok. En fazla mor bir ışık görürsün. Ama yine de bana fazla bakmasan iyi edersin. Ya da eldiveni çıkarayım deme, teninde önlenemez yaralar oluşur."
"Tamam, çıkarmayacağım." Gözüm komodin üzerindeki kemere kaydı.
"Aklından bile geçirme."
Hala gözleri tavandaydı.
"Bana bakmıyorsun bile. Nasıl ne düşündüğümü tahmin edebilirsin ki," dedim isyan ederek.
"Artık başlasak iyi olacak."
"Işık?"
"Başlayalım artık."
"Işık?"
"Daha fazla vakit kaybede..."
"Elim," dedim sonunda.
Göğsüne baktı. Hala ellerimi sıkı sıkı göğüs uçlarının altında tutuyordu. "Ovv, pardon." Dedi ellerini çekerek. Ellerimi göğsünde tuttuğu için utanmış gibiydi.
Burnundan derin bir nefes aldı. Yana koyduğu ellerini yumruk yapıp açarken kollarında belirginleşen mavi damarları gördüm.
"İyi misin?" diye sordum tereddütle. Cevap gelmedi. Sadece gözlerini kapadı. Birazdan bir şeylerin başlayacağını hissettim. Su hep bunu yaşıyor muydu acaba? O zaman Işık'la yaşamak gerçekten cehennem olmalıydı. Su'yun neden Işık'la yaşadığını anlayamıyordum, ta ki o ana kadar. O ana birazdan geleceğim. Anladığım an en kıymetli andı benim için.
"Başını çevir," dedi hırıltılı bir sesle. Konuşurken zorlandığı her halinden belli oluyordu.
"Benim için şu an sorun yok," dedim.
Boğazından kükrermiş gibi kaba ve hırıltılı bir ses çıktı. Zaten kocaman olan ağzından şimdi tüm sıktığı dişleri gözüküyordu. "Dinle beni," dedi kesik kesik.
"Tamam," dedim başımı çevirerek.
Acıyla inlediğini duyunca korkuma yenilip başımı kaldırdım ama kaynak gözlüğüme rağmen yoğun mor bir ışık başımı eğmeme neden oldu. Öyle bir ışıktı ki kırmızı ve ıslak dudakları dışında yüzünde hiçbir şeyi göremiyordum. "Işık!" dedim başımı telaşla eğerken. "İyi misin?" Ama cevap yoktu." Durdur bunu! Nasıl durdurabiliriz !"
Arka arkaya, "ah" demeye başladı. Bir yerlerden ses gelince tekrar bakmadan edemedim Ses ondan geliyordu. Başını arka arkaya kaldırıp sertçe bırakıyordu. Bu beni daha da telaşlandırdı "Konuş benimle," dedim ışığa bakarken gözlerimi kısarak. Boğazımda oluşan ağrı resmen ağlamamı istiyordu benden ama sırası değildi. "Telaşlanıyorum," dedim çocuk gibi sonunda. "Senin için telaşlanıyorum."
"Çıkar," dedi nefes nefese.
Hemen sedyenin altına elimi uzattım. Belki bu acısını yatıştırabilirdi. Buz gibi iki çubuk elime geldi. Çektiğimde yerin altından uzandıklarını fark ettim. Işık uzun zaman önce bunu ön görerek iyi bir iş çıkarmışa benziyordu. Ona baktığımda burun kemiğinin üstü dahil tamamen mavi ışığın daha da yoğunlaşmış olduğunu fark ettim. Dudakları acıyla büzüşmüştü.
"Yapayım mı?"
Dişlerini bir şey ısırıyor gibi birkaç kere açıp kapadı.
"Konuş benimle!"
"Yap... şunu..." dedi kesik kesik. Ardından sertçe inledi.
"Tamam," dedim yaprak gibi titreyerek. Soğuk metalin ikisini de göğsünün altına yapıştırmamla ıkınarak doğruldu ama çekmedim. Şu an hala inanamıyorum ama o noktada bile korkup metalleri çekmedim. Kendimle gurur duymalıyım. Bu kendimi ilk ispatlayışım bu olmalı. Sadece gözlerimin daha fazla kamaşmasını önlemek için başımı çevirdim.
"Siktir!"
Ondan böyle ahlaksızca bir laf duymayı beklemiyordum. Yine de çekmedim kabloları.
"Aydan," dedi neredeyse ondan çıktığına inanamayacığım kadar çaresiz bir tonda.
Terden ve telaştan bitik bir halde ona tekrar baktım. Sadece acıyla büzüşmüş dudakları ortadaydı. "Ne yapmalıyım? Bir şey söyle!" dedim en az onun kadar çaresizce.
En sonunda sedyede tamamen oturma pozisyonuna geçince sol kolum göğsünün altına yetişmeyince ben de sedyeye çıkmak zorunda kaldım. Kesik kesik nefes alırken ben de sedyeye çıktım. Sedyede tek sıcak olmayan yarı çıplak bacaklarına otururken bacak kemiklerini kalçamda hissettim. Bunun daha fazla rahatsız edici olması gerekiyordu ama tam tersi evimin en rahat koltuğunda gibiydim.
Başımı eğerek kendimi ışıktan korumaya çalışırken "buna daha ne kadar devam edeceğim?" dedim. Burnuma inanılmaz berbat bir koku geldi. Hem metal hem de egzoz kokusu gibi. "İyi misin? Konuş !"
Şimdi de saçma sapan çığlık atmaya başlamıştı. "Devam et," dedi acıdan artık iyice tizleşmiş bir sesle.
"Ediyorum zaten!" dedim artık ben de bağırarak. Artık mavilikten dudaklarını bile göremiyordum. Gözlerim kamaşınca başımı çevirdim.
"Şimdi... Çek!"
Metal kabloların ikisine de kendime doğru çektiğim gibi Işık'la beraber sedyeye devrildim. Erimiş kabloları yere attım. Işık'ın hızlı nefes alış verişleri ve göğsüne yasladığım kulağımda yankılanan kalp atışlarını dinlerken hastanede ki tüm elektriğin kesildiğini fark ettim.
Yorgunluktan bitkin bir halde, "bu normal mi?" diye sordum. Nefes nefese konuşmuştum.
"Hem de ne biçim," dedi benim gibi nefes nefese.
"O ne demek?"
"Aşırı normal demek."
"Bana iyi olduğunu söyle."
"Daha iyi zamanlarım olmuştu. Metal kabloları ne yaptın?"
"Erimişlerdi. Ellerimi yakınca yere attım."
"Güzel. O zaman artık buradan çıksak iyi olur çünkü üç dakika içinde hastaneye havaya uçacak." dedi nefesi kesilircesine.
İki elimden güç alıp yarı doğrularak ona tepeden baktım. Hala gözlerimde hayali mavi ışıklar vardı. "O kadar sakin konuşuyorsun ki ciddi olduğuna inanamıyorum."
"Bana inanman için ölmemizi bekleyemem. Hadi," dedi bacaklarımı işaret ederek. "İn üzerimden." Doğrulduğumda karnına oturduğumu o an fark etmiştim. Hemen indim. Çıkardığı tüm kıyafetleri kemerine kadar eline aldı ve diğer boşta kalan eliyle elimi tuttu.
"En sevdiğim kısım," dedi göz kırparak. En azından ben göz kırptığını sanıyordum. Hala ışıktan gözlerim yanıyordu ve Işık'ın yüzünün yarısını mavi görüyordum. "Koş!" deyince sanki hayatımın kurtulması için üç dakikam yokmuş gibi onunla birlikte kahkaha atarak hastanenin çıkışına koştum. Hastaneden çıkıp araca doğru koşarken kahkahalarımız birbirine bulandı. Ellerimiz birbirimizin ellerinde terledi. Başım döndü. Onunkinin de döndüğünü hissettim ya da aynı şeyleri hissettiğimizi umdum.
Çok saçmaydı. Biliyorum çok saçma. Etrafımda mor ötesi ışıktan kalma mavi hayali ışıklar, elimde nereden geldiğini hatta insan olmadığından şüphelendiğim birinin eli ve ben onunla ölümden kaçıyordum.
Hastaneden çıkıp araca yaklaştığımızda önce bir ses ve ardından büyük bir gürültü koptu. Üç büyük gürültü arka arkaya koparken Işık hastaneye baktı, "buna bakman lazım Aydan," dedi gözlerinde olan büyük hayranlıkla. Resmen göğe doğru dumanlarını saçan havai fişekler dans gösterisi yapıyordu.
"Vay canına."
Ellerimiz hala bir aradaydı ve romantik bir şekilde bir hastanenin havaya uçmasını izliyorduk.
İşte Su'yun neden Işık'la yaşadığını anladığım an, o kıymetli an o andı.
"Anlıyorum," dedim.
"Hah?" dedi bana bakarak.
"Yok bir şey," dedim boşta kalan diğer elimle koluna sarılarak.
Şaşırarak bana üsten bir bakış attı.
Ah, benim küçük şaşkın ışığım.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top