3.BÖLÜM ENERJİ

* BU HİKAYEDE Kİ TÜM MULTİMEDYA GÖRSELLERİ İNDİGOYU TEMSİL EDER. İNDİGO ADINI HİNDİSTAN'DA Kİ BİR AĞAÇTAN ALMIŞTIR VE EN ÖNEMLİSİ İNDİGO MAVİNİN BİR TONUDUR.

Süper kahraman olma hayalimden bahsetmiş miydim?

Evet, sanırım bunu konuşmuştuk. Bu sevdamdan dolayı sürekli Marvel filmleri ve fantastik ögeler içeren animeler izlerdim. Özellikle bu animeler beni en canımın sıkkın olduğu anlardan çekip alırdı. Pelin'le her Cuma yaptığımız "anime parti"lerini asla unutamam. Genellikle benim evimde olurduk. Mısır patlatır, canımızın isteğine göre ya kola ya da portakallı gazoz alırdık ama mutlaka menümüzde jelibonla leblebi olurdu ve sabaha kadar bir anime sezonunu arka arkaya izleyerek bitirirdik. Sonra hayatıma Alp girdi. İçimde ki çocuk daha da derinlerde saklandı. Pelin işe girdi. Hayatta ki yönüm değişti ama şimdi zayıf bacaklarını saran siyah pantolon ve siyah kravatı ve ortasında büyük bir göz işareti olan kemeriyle sıra dışı bir şekilde içeriye giren adama bakıyordum da gerçek bir anime karakteriyle karşılaşmış olabilirdim. Onlar gibi zayıf ve simsiyah saçları vardı ki bu saçlar oldukça çoktu. Teninin beyaz ve saçının siyah olmasıyla Alp'e benziyordu ama bunların dışında hiçbir ortak yönleri yoktu.

Işık'ın burnu birçok kadının estetikle sahip olduğu bir burundu. Küçük, kemersiz, ve kalkık olan kayık bir burundu. Dudakları geniş ama inceydi. Ağzı bu kadar büyükken gülümseyince nasıl görünecekti gerçekten merak ediyordum. Gözleri ise küçük ama etkileyici bir şekilde açık ela rengindeydi. 1.80 boylarında olmalıydı ama hiçbir şey yüzü kadar güzel olamazdı. Bir kadın olsaydı eğer tüm erkeklerin onu afet bulacağı kesindi ama bu şekilde de kadınları radarına aldığı çok belliydi.

Ah, kendimi tokatlayabilirdim. Kendine gel Aydan ! Bir süper kahramanın böyle bir kritik noktada bu tepkiyi vermesi beklenemezdi ama Işık'ın sorusunu da havada bırakamazdım.

Mağrur bir şekilde gülümseyerek elimi kaldırdım çünkü onu en çok merak edenin ben olduğuma emindim. Işık dikkatli bir şekilde gözlerini kısarak bana bakarken çenesini hafifçe yukarı kaldırarak dudaklarını seksi bir şekilde aralayarak gözlerinde gururunun okşanmasıyla oluşan bir keyifle beni inceledi. En azından bana öyle geliyordu. Ardından sadece bir anime karakterinin gülümseyebileceği büyüklükte gülümsedi ve arkasından sanki demin gülümseyen o değilmiş gibi nerede olduğunu anlamış olacak ki ciddileşti. Kendine gelerek boğazını temizledi ve beni görmezden gelip önümden geçti. Gururum kırılmış mıydı? Her neyse, bu konuyu daha sonra da konuşabiliriz sanırım.

Işık tam da göz çukurları olmayan kadının önünde durdu. Dudaklarım takdir edercesine büküldü. Şimdi Işık'ın sırtı bana dönüktü ama duruşundan gözlerini o kadına diktiği belli oluyordu. El kol hareketlerinden rahat bir şekilde takım elbisesini düzelttiğini fark ettim. O sırada göz çukurları olmayan kadının yüzünün renginin attığı dikkatimden kaçmadı. Tekrar hipnotize olmamak için başımı çevirdim.

"Harsky Uynfso Nuasi"

Işık alaycı bir tonla kadına ismini söylerken kadın gergince konuştu. Işık'ın sesi kulağıma ince geliyordu.

"Sadece Harsky'ı tercih ederim." Derken kadının sesinin titrediğini fark ettim.

Işık'ın cevabı ise bir kez daha gönlümü fethetti.

"Öyle mi? Ben de Uynfso'yu tercih ediyorum." Ah, ne çok isterdim elimde insanları kızdırmak için böyle laf cambazlığı gibi bir özelliğe sahip olmayı. Anlaşılan Işık bu konuda oldukça iyiydi.

Harsky ah pardon Uynfso konuştu. "Neden geldin Işık?"

"Bana mı soruyorsun?" dedi iki kolunu yanlara açarak öfkeli bir tonda. "Beni siz çağırdınız."

"Bir kaza olmuş," dedi Uynfso tiz bir sesle.

"Düğme kazayla basılamayacak kadar önemli," dedi büyük bir ciddiyetle.

"Biliyorum ama küçük hastamız bunu anlayamayacak kadar yeni."

İşte tekrar Işık'ın radarına girmiştim. Uynfso'ya teşekkür mü etmeliydim? Işık omzunun üzerinden bana bakarken bir kaşı kalktı. "Oh merhaba," dedi yine o yüzünün tamamını kaplayan gülümsemeyle.

"Selam" dedim tekrar elimi kaldırarak.

Sonra tekrar Uynfso'ya döndü. İki elini takım elbisesinin ceplerine soktu. " Bu hastanenin sahibi sensin Uynfso." Evet, şu an o tatlılığı tamamen gitmişti. Sesi yine öfkeli geliyordu. Nasıl bu kadar hızlı mod değiştirebiliyordu? Bu da bir çeşit yetenek olmalıydı. Benim depresyonlarımın iki hafta sürdüğünü baz alırsak bana göre bu gerçekten başarılı bir özellikti. Uynfso çekinerek boğazını temizledi. "Bir daha olmayacak."

"Olmasa iyi olur," dedi Işık her kelimeyi gereğinden fazla sakince söyleyerek. "Yoksa biliyorsun, hastanede bir sorun olduğunu düşünmeye başlarım."

"Sorun mu?" diyerek gergince bir kahkaha attı Uynfso. "Ne sorunu olabilir ki? Yıllar önce düzenimizi kurduk, biliyorsun. Hayatından memnun olmayan her insana istediği gibi ruh göçü yaptırıyoruz. Bundan asla şüphen olmasın. Anlaşma anlaşmadır. Çiçeği bulana kadar devam edeceğiz."

"Hayatından memnun olmayan insanlara mı?" diye lafa atladım elimde olmadan. Çiçek kısmına henüz gelmemiştim bile. Işık tekrar bana döndüğünde bu sefer ayaklarımdan saç diplerime kadar süzüldüğümü fark ettim. Başını indirip kaldırırken gözleri ise dikkatle irileşmişti. Beni inceledikten sonra sonunda gözlerimde durdu. Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken elimden geldiğince sakinliğimi korumaya çalıştım.

Kaşları şüpheyle çatılırken sordu. "Kendi rızanla burada değil misin?" diye sordu başını hafifçe sola yatırarak.

"Ne rızası?" diye kalakaldım. Dudakları yine seksi bir şekilde aralanarak bana doğru yürümeye başladı.

"Doğduğun yerden memnun musun?" diye sordu şüpheyle.

"Bu nasıl bir soru? Tabii ki de."

"Yaşadığın yıldan?" diye devam etti aynı şekilde.

Hiç düşünmemiştim bunu ama tam tersini düşündüğümü de hiç hatırlamıyordum. "Evet."

Göz bebekleri koyulaşırken daha da dikkatli bir şekilde gözlerini kısarak sordu. "Annenden?" diye sordu ağzını hızla açıp kapayarak.

Neredeyse gülecektim. "Ben olmaktan daha çok."

Başını anlarcasına sallarken bir soru daha sordu. "Kadın olarak doğmaktan?"

"Bununla bir problemim yok," dedim kollarımı açarak.

Gülecekmiş gibi oldu. Ardından ciddileşti ve samimi bir itirafta bulundu. "Buradan da anlaşılıyor ki alıkonuldun."

"Alıkonuldun mu?"

"Aslında öyle değil..." diyerek Uynfso lafa girerken Işık ona öyle bir bakış attı ki söylemeyi umduğu tüm lafları yutmak zorunda kaldı.

"Patron! Patron!" diye heyecanla içeriye dalan ufak tefek gözlüklü bir kızla neredeyse odada ki gergin hava dağılıyordu.

"Hey, sakin ol," dedi Işık iki kaşını da kaldırarak. Heyecanla yerinde durdu kız. Işık ise ona tepeden eğlenceli bakışlar atıyordu. Kız işaret parmağını siyah çerçeveli gözlüğünün ortasına bastırarak gözlüğünü düzeltti ve nefes nefese konuştu. "Neler olduğuna asla inanamayacaksınız," dedi büyük bir heyecanla başını iki yana sallayarak.

Işık ise eğlenircesine başını aşağı yukarı sallayarak, "eminim öyledir" dedi ama yine de kızın heyecanına karşı oldukça temkinli görünüyordu. Gülümsemeden edemedim.

"Hastanenin bodrum katında bir enerji açığı tespit ettim," deyince Işık hesap soran belirgin bir öfkeyle Uynfso'ya baktı ama Uynfso hemen itiraz etmeye hazırdı.

"Olamaz. İmkansız bu."

"Aman Tanrım! Sen nasıl bir ucubesin böyle."

Işık, Uynfso'ya dikkatle bakan kıza döndü. "Sakın ona bakma Su." Dedi Işık baba gibi uyarır bir tonda.

Sanırım Işık da kadının hipnoz gücünün farkındaydı. Peki ya o zaman o neden ondan etkilenmemişti ki? Bilmediğim neler dönüyordu burada?

Su bu gizemden dolayı daha da heyecanlanmış bir hale bürünmüştü. "Neden ki? Ona bakarsam ne olur?"

Işık gözlerini devirdi. "Bir kere de sorgulamadan beni dinlesen?"

Su hemen başını eğdi. "Tamam patron."

Işık'ın elleri yine cebindeydi.

"Uynfso, bana her şeyi anlatman için sana son bir şans veriyorum. Bu da eski günlerin hatırına. Biliyorsun, yoksa benim öğrenmem asla işine gelmez."

Uynfso öfkeyle inledi. "Kızma ama elamanın gerçekten mankafalı. Bu söylediği imkansız."

"Hey," diye Su tam kendini korumak için atılmıştı ki Uynfso'yu resmen havada gördük. Işık Uynfso'yu boynundan tuttuğu gibi inanılmaz rahat bir hareketle havaya kaldırmıştı. Bunu öyle bir rahatlıkla yapmıştı ki, sanki biz de denesek başarabilirmişiz gibi geliyordu.

"Ortağım hakkında düzgün konuş." Bağırmıyor ama sesi bağırmaktan daha etkili bir tonda çıkıyordu.

Su göğsünü gerip çenesini havaya kaldırarak göz çukurları olmayan kadına küçümser gibi bir bakış attı. Onun yerinde olmak ne şahane olurdu ? Acaba Işık'la aralarında nasıl bir bağ oluşturmuşlardı da onu böylesine kolluyordu? Bu cevap için bankada ki tüm birikmişimi hiç düşünmeden ortaya koyabilirdim.

Uynfso ayaklarını sallayarak çırpınıyorken bir an da odada bir inleme sesi yayılmaya başladı. Işık da ben de etrafa bakarken bu sesin Su'dan geldiğini neredeyse aynı anda fark ettik. Sonradan çıkan sesle Işık'ın Uynfso'yu resmen yere attığını fark ettim. Su gözlerini Uynsfo'ya dikerek resmen ayakta orgazm geçiriyordu.

Işık'ın küçük bulduğum gözleri bu sefer Su'ya bakarken irileşmişti. Ne yapacağını şaşırmış gibi bir hali vardı. Hemen ardından rahatsız bir tavırla kaşlarını çatarken yüzünde oluşan memnuniyetsizlik son derece belli oluyordu. Anlaşılan utanmıştı. Bunun bir erkeğe yakışacağını hiç düşünmemiştim.

Uyfso'ya döndüğünde sakin ama oldukça emrivaki bir tonda konuştu. "Bakışlarını başka yöne çevir." Uynfso gözlerini Su'dan çekmeyerek, "bizi rahat bırakırsan neden olmasın ki?" dedi donuk bir sesle. Bu kadın gerçekten korkunçtu. Su terden sırılsıklam bir halde yorgun düşerken inlemeleri artık bana acıyı çağrıştırmaya başlamıştı.

"Bir şeyler yap," dedim çaresizce. Işık bana döndüğünde sanki burada olduğumu unutmuş gibi bir hali vardı.

"Oradan bakınca gerçekten yoga yapıyor gibi mi duruyorum?" diyerek iki kolunu açarak bana çıkıştı. Gerçekten, bu durumda benimle mi tartışıyordu? Gerçekten!

"Benimle tartışmayı kes! Ortağın gerçekten acı çekiyor."

Tekrar Su'ya baktığında rahatsızlık dolu bir ifadeyle başını çevirdi.

"Ona şimdi yardım etmelisin! Hemen!"

Bu sefer bana öyle bir dikkatle baktı ki beni gerçekten gördüğüne bu sefer emin oldum. İşte bu an Işık'ın beni gerçekten fark ettiği ilk andı. Sanki birinin iyiliğini düşünmem en garip şeymiş gibi şaşkın bakışlarla bakıyordu bana. Artık tanışmaya başlıyorduk. Belki Işık'a sorsanız ilk karşılaşmamızı bu an saydığına şahit olabilirdiniz ama tabii ki o asla özel hayatını birine açmayacağı için bunu ondan duymanız biraz imkansız görünüyor. 

"Tamam," dedi bir omzunu sakince silkerek. Ama geriye dönüp tüm sakinliğine meydan okuyarak iki yumruğunu birleştirip soğan kırar gibi Uynfso'nun başına indirdiği darbeyle kadını bayılttı. Daha ne olduğunu anlayamadan Su da yere, dizlerinin üzerinde düşerek nefes nefese kaldı. Bağlantı kopmuştu. Hemen Su'yun yanına giderek diz çöktüm.

"İyi misin?"

Bana korkarak baktı. "O neydi?"

Işık bizi bırakarak fanusların etrafında çocuk gibi dans ederek gezmeye başladı. İçinde ki her bir parçaya büyük bir ilgiyle bakıyor, gözlerinde yeni bir keşfin heyecanlı tomurcuğunu taşıyor gibiydi. Nasıl olur da ilgisi bu kadar hızlı dağılabilirdi?

"Ne olduğunu ben de bilmiyorum ama eminim onun bir açıklaması vardır," dedim başımla Işık'ı işaret ederek. Işık heyecanlı bir şekilde fanusun içinde ki et parçalarından gözlerini ayırmazken konuştu. "Emin olun, bu et parçalarının ne olduğunu öğrenmek istemezsiniz."

Kabaca boğazımı temizledim. "Bahsettiğimiz bu değil," deyince şaşkınca bana baktı. Yanımda perişan halde oturan Su'yu başımla işaret ettim. "He o mu?" dedi sanki önemsiz bir şeyden bahseder gibi ama tam tersi bu konuyu konuşmaktan çekindiği belliydi. Ellerini cebine sokup düşünüyormuş gibi dudaklarını büktü ve başını sevimli bulacağım bir şekilde iki yana sallayarak konuşmaya başladı ama bunu yaparken gözlerini özellikle bizden kaçırıyor gibiydi. "Anladığım kadarıyla androstenoldan kaynaklı yoğun bir feromon salgılıyor ama yine de bakalım," diyerek dilini- bir dilin bu kadar uzun olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi- dışarı doğru bükerek uzatıp tekrar hızlıca ağzına soktu. Kaşları ciddiyetle çatılırken hızlıca başını aşağı yukarı salladı. İnce ve uzun boynunda ki adem elması yutkunmasıyla resmen dans etti. "Evet, tam da tahmin ettiğim gibi."

Tereddütle Su'ya baktım. O ise utançtan resmen yerin dibine geçmiş bir haldeydi. "Demin ne yaptı o?" diyerek fısıldadım.

"Havadan koku moleküllerini kaptı." Dedi.

"Bunu nasıl yapabilir ki?"

Su yıllardır ezbere bildiği bir gerçeği dile getirir gibi konuştu. "Jacobson organıyla," dedi sakince.

"Jacobson mı?"

"Ah, ben ona vomeronazal demeyi tercih ederim." dedi Işık uyarır tonda işaret parmağını Su'ya sallayarak.

Tekrar konuşan Işık'a bakınca hiperaktiv bir şekilde onu fanusların arasında meraklı bakışlarla dolaştığını gördüm. Işık tekrardan dikkatini fanusların içerisinde ki et parçalarına verirken hızlıca konuşmaya başladı. "Uynfso Zen ırkının yaşayan tek insansı varlığı. Irkının yaşadığı gezegende görme yetisine ihtiyaç olmayacak şekilde bir hayat sürdüler."

"Nasıl olur da görme yetisine ihtiyaçları olmaz ki?" diye sordum şaşkınca.

Işık'ın ince dudakları yine düşünürcesine büzüldü. "Yani, Güneş'in olmadığı ve sadece karanlığın hakim olduğu bir gezegen düşün. Her şeylerini elleri ve zekalarıyla çözüyorlar. Duyma yetileri gelişirken nesillerce gözlerini kullanmadan hatta bazılarının onları yuvalarından çıkarıp yok ederek ilerleyen bir nesil. Sonuç olarak ortaya boş göz çukurları olan ama diğer duyu organları son derece gelişmiş bir nesil ortaya çıkıyor."

"O kadına benzeyen başka insanlar olduğunu düşünmek bile istemiyorum. Irkına ne olduysa iyi olmuş."

Işık yine o müthiş gülümsemesiyle bana baktı. Ağzı kulaklarına varırken, "ben katlettim. Nasıl olmuş?" dedi övülmeyi bekleyen bir çocuk gibi.

"Sen ciddi misin?" diye soru verdim şüpheyle.

Demin gülen o değilmiş gibi yüzü tekrar ciddileşti ve "büyük oranda," dedi. Bir şeyler anlamak için Su'ya baktım ama yorgunca başını eğmişti. Bizi dinlediğinden bile emin değildim. Işık'ın enerjisine ise yetişemiyordum. Bir anda çocuk gibi neşeleniyor ve yine aynı çocuk olup dikkati başka bir şeyle dağılıyordu.

O sırada kulağımın içinde yer alan çınlamayla Su ile resmen aynı anda yerimizden zıpladık. Işık Uynfso'yu bayıltan o vuruşu sanırım fanuslardan birine de uygulamıştı. Yere asitli bir sıvı yayılırken yılan gibi kıvrılan et parçasını eline aldı ve müthiş bir heyecanla onu süzmeye başladı.

Bu manzaradan sonra "Artık buradan çıkabilir miyiz?" diye sordum gergince.

Işık'ın beni duyduğu yoktu. Elinde kıvrılan canlıya yiyecekmiş gibi bakarken," nasıl bir şeysin sen böyle?" diye sordu büyük bir hayranlıkla. Hala sırıtıyordu.

Bu sefer Su sertçe lafa girdi. "Patron ! Kız korkuyor."

Işık'ın ince dudakları yine "o" şeklinde aralandı. Önce Su'ya sonra bana döndü. "Tamam," dedi sakince ama yine gururum devreye girerek beni konuşturdu.

"Hayır, korkmuyorum. Sadece ne olduğundan emin olamadım."

"Korkman gayet normal," dedi Işık elinde ki parçayı sakin bir tavırla yumruğunun içinde sıkarak. Şimdi yumruğunun arasından kan damlaları yere dökülürken midemin bana ihanet ederek bulandığını hissettim ama o tiksintiyi yaşayan ben değilmişim gibi gereğinden sert bir sesle lafa daldım. "Ama korkmuyorum."

Işık tekrar bana bakarken bir kaşı havaya kalktı emin misin dercesine. O sırada Su yavaş yavaş yerinden kalktı. Ben de onunla birlikte ayağa kalktım ama dizlerim gerginlikten titriyordu. Ayaktayken neredeyse dengemi kaybediyordum ama Su beni kıskandıracak şekilde oldukça sakindi ya da çok iyi taklit yapıyordu.

"Uynfso nasıl olur da beni bu hale getirebilir?" diye sordu sonunda benim de merak ettiğim şeyi dile getirerek.

"Sana ona bakmaman gerektiğini söylemiştim." Dedi Işık bu sefer bilgiç bir edayla. Onu dinlemediği için Su'yu suçlu bulduğu belliydi.

Işık'a sen baktın nasıl olur da sana bir şey olmadı diye bağırmamak için kendimi zor tuttum.

"Bana Uynfso'dan hep bahsederdin ama hiçbir zaman böyle göründüğü ve bu etkiyi bıraktığını hiç söylemedin." Su'yun sesinde ki kırgınlığı ben bile fark etmiştim. Sanki aralarında hiç sır olmayacak bir ilişkileri var gibiydi ya da Su büyük oranda buna inanmayı tercih etmişti.

Işık bu sefer tüm dikkatini Su'ya verdi. "Seni onunla hiçbir zaman aynı ortama sokmayacağımdan neredeyse emindim," dedi ona suçlulukla bakarak.

"Sorun değil. Sana asla kızmadım patron. Asla da kızmam biliyorsun ama bana her şeyi anlatacağına söz vermiştin. Böyle söylemiştin." Dedi son derece kırgın bir tonda.

Işık tüm dikkatiyle elinde artık hareket etmeyi bırakmış kanlı et parçasına bakarken görüş açıma yüzünde ki büyük suçluluk ifadesi çarpıyordu. Su ona daha da yaklaşırken şaşkınca konuştu. "Benden daha sakladığın ne var patron?"

Işık isteksizce başını kaldırırken ona üzgün bir bakış attı. "Sadece seni korumak için yeterli olacak şeyler." Dedi sanki daha fazla sorgulamamasını ima eder gibi.

"Beni korumana ihtiyacım yok," derken Su'yun sesinin daha da titrediğini fark ettim. "Sana yıllar önce de söyledim. Ben sana ayak bağı olmayacağım, senin sadece en büyük destekçin olacağım diye."

Işık hemen itiraz etti başını iki sallayarak. Hala gözlerinde bir suçluluk dalgası varla yok arasında kıvrılırken konuştu. "Sen hala bana destekçisin."

"Ama gerçek bir destekçi değil," derken Su'yun gözlerinin dolduğunu fark ettim.

Su ne kadar hırçınsa Işık bir o kadar sakindi. Ama bu sakinlik asla can sıkıcı değildi. Su'yun öfkesine karşı Işık'ın onu her durumda alttan alan dingin bir yapısı var gibiydi. Belki de nadiren sinirlenen bir tipti ya da sadece sevdiklerine karşı böyleydi ki bu son ihtimal benim canımı biraz sıkmıştı. Işık'ın bana yandan bir bakış attığını fark ettim. Neden olduğunu biraz sonra anladım. Su'ya hızlıca bir bakış attı. Bu baş başa kalınca konuşacakları anlamına geliyordu sanırım. Su da anlarcasına başına sallayınca kendimi bu evrenin en gereksiz insanı hissetmeme neden olacak kadar küçüldüğümü hissettim. Hakkım olmasa da Işık'a kızmak, ne hadle beni görmezden gelebilirsin diye ondan hesap sormak istiyordum. Boğazıma oturan yumruğu görmezden gelirken midem daha da bulandı. Yüzüm buruşurken kulaklarıma gelen inleme sesiyle tekrar şaşkınca Su'ya döndüm ama bu ses bambaşka yerden geliyordu.

Işık başını yana eğerek gözlerini kısmış bir halde, olduğu yerde sıkıntıyla inleyen sarışına baktı.

"Sarışın," dedim gözlerinin araladığını görünce. Rahatlamıştım.

"Aydan," dedi nefes nefese.

Hemen yanına koşup sedyenin kenarına oturdum ve terden ıslanmış sol elini tuttum. "İyi misin?" dedim telaşla. Demin şahit olduğum şeyler bana o kadar yabancıydı ki şimdi sarışınla konuşuyor olmak ailemden tanıdık birini görmüşüm gibi içimi yumuşak ve sıcacık yapıyordu.

"Çok kötü bir kabus gördüm. Kadın olarak tekrar doğmak üzereydim."

Ona öyle bir bakış attım ki gözleri yuvalarından çıkarcasına bana baktı. "Bu kabus değildi, değil mi?"

Başımı maalesef dercesine iki yana sallarken gülmemek için de dudaklarımı sıkıyordum.

"Sorun değil. Ne kadar şapşal olduğumu söyleyerek gülebilirsin."

Gerçekten de gülmüştüm. O da güldü.

"Bence artık ellerimi çözebilirsin."

Çözmeden önce gözlerimi kısarak ona baktım. "Gerçekten adın Fitzgerald mı?"

"Ta kendisi," dedi göz kırparak.

"Peki söylesene bana nasıl oluyor da bir Fransız olup neredeyse benim kadar güzel bir Türkçen olabiliyor?"

"Aslında tam tersini ben de sana soracaktım."

Başımı irkilerek geriye attım ve ona sorgulayıcı bir bakış attım. "Sakın bana Fransızca konuştuğumu söyleme."

Kocaman bir kahkaha atarak "hem de çok seksi bir şekilde." Dedi.

"Aptal," dedim elimi yumruk yapıp koluna vurarak. Sonra aklıma doktorların bana iğne yapmadan önce ki konuşmaları geldi. "O iğne mi yoksa?" diye sordum Fitzgerald'a.

Fitzgerald başını yana eğerek bana son derece yorgun bir bakış attı. "Güzelim, artık şu bağları çözsen mi diyorum?"

Bağları çözerken elimde olmadan tekrar güldüm. "Demin bana Fransızca güzelim mi dedin yani?"

"Evet ve sen de şimdi bu cümleyi Fransızca kurdun."

"Kulağa bunun nasıl Türkçe geldiğini bilemezsin" deyince birbirimizin tam gözlerinin içine baktık ve o kısa sessizliğin ardından tekrar kocaman bir kahkaha ağzımızdan fırlayarak çıktı.

Fitzgerald serbest kalarak bileklerini ovalarken sedyede doğruldu ve bana anlamlı bir bakış attı. Ne olduğunu anlayamadan kaşlarımı çattım. Fitzgerald her zaman olan ukala ses tonuyla konuştu. "Tam bu sahnede kız adamı öper."

Kollarımı bağlayarak ona kendimden emin bir bakış attım. "Avucunu yalarsın."

Bu sözler üzerine kadın olacağını öğrendiği zaman ki gibi hayretler içerisinde kalmıştı. "Avucumu mu yalarım?"

Elimi önemsiz dercesine salladım. "Türkçe'de bir deyim işte. Boş ver."

"Sohbetinizi bölmek istemem ama Uynfso kendine gelmeden buradan gitmek zorundayız," diyen Su'yun sesini duydum.

Fitzgerald şaşkınca ona baktı. "Sen de kimsin? Seni hiç bu hastanede görmedim."

"Başınız belaya girmeseydi hala da görmeyecektiniz zaten," dedi Su kollarını bağlayarak ciddi bir ifadeyle.

Fitzgerald'a döndüm. "O ve Işık bize yardım ettiler Fitzgerald."

Işık tekrar dilini bukalemun gibi asidin içerisine uzatıp sıvıyı yalarken bir anda durdu ve kocaman bir gülümsemeyle Fitzgerald'a elini sallayarak, "oh merhaba," dedi ağzını yuvarlayarak. Ardından ağzını şapırdatarak yüzünü buruşturdu. "Bu çok acı."

Fitzgerald hayretler içerisinde bana bakarken elini tuttum. "İnan bana ikisi de çok iyi. Bize yardım ettiler. Onlara güvenebiliriz."

Bir anda Işık'ın boğazından gelen o hırıltıyla başlayıp gittikçe incelen sesini duydum. "Oh, bana güvenmenizi söylediğimi hatırlamıyorum." Yüzünde gerçekten kendine güvenilmesinden son derece rahatsız olunmuş gibi bir ifade vardı. Neden böyle düşündüğünü o an hiç anlamamıştım ama ben onu gördüğüm ilk andan beri ona güvenmiştim ve bu bana özgü değildi. Işık'ı tanıyan herkes ona güvenirdi ve bunun neden olduğunu siz de bilemezdiniz. Onun yanındayken insan kendini koruma balonunda hissederdi. Onunla el ele aç kaplanların arasından geçmek bile sizi korkutamazdı. Onunla bir an bile göz göze gelen ne demek istediğimi gayet iyi anlar.

Ardından daha önce de yaptığı gibi bir eliyle saçlarını düzeltti.

Fitzgerald ne olduğunu anlamadan şaşkınca bana baksa da onun da Işık'a anında güvendiğini gözlerinde görmüştüm fakat sanırım bu onu daha da şaşkınlığa uğratmıştı. Ona güven vermek için tekrar elini tuttum.

Ne olursa olsun gözümü açtığımdan beri Fitzgerald yanımdaydı, ikimiz de kurbandık ve bizi bu durumda birbirimizden daha iyi anlayan olamazdı.

"Patron ne yapacağız?"

Arkama döndüğümde Işık ayağa kalkmış ve kafası karışmış bir şekilde başını kaşıyordu. "Bir bilsem."

"Ama sen her zaman bilirsin," diyen Su'yun çaresiz sesini duydum.

"Biri bana burada ne döndüğünü artık söyleyebilir mi?" diye sordu Fitzgerald ama Işık'ın onu umursadığını pek sanmıyordum.

"Uynfso daha fazla baygın kalamaz." Dedi Işık daha çok kendi kendine konuşur gibi.

"Öldür o zaman onu," dedi Su sanki Işık'ın bu ihtimali es geçmesine şaşırmış bir halde.

"Öldürmek mi?" diye sordum şaşkınca.

"Hayır," dedi Işık son derece dalgın bir halde gözleri yerde yatan Uynfso'da.

"Öldür işte! Neyi bekliyorsun?" dedi Su çıldırmış bir halde.

"Her hata yapan öldürülmez," dedim hayretler içerisinde. Sanırım bu mantıkla etrafımda hiçbir canlı hayatta kalmazdı. Neden onu sadece alıp bir yere kapatmıyorduk ki? Kulağıma değen nefesle irkildim. Bu Fitzgerald'dı.

"Sanırım biz karışmasak daha iyi olur Aydan."

"Doğru," diyen Işık'ın sesini duydum. Bana hak vermesini asla beklemiyordum. Şaşkınca ona bakarken bana üstten bilmiş bir gülümseme attı.

Su bunu yakalamış gibi felaketleri çağırırcasına bir bakış attı bana. Tam ağzını açıp bir şey diyecekti ki Işık bunu fark etmiş gibi araya girdi. "Bodrumda ki enerji akışını hemen kesmemiz lazım." Dedi Su'ya tekdüze bir sesle. Acaba Su'yun onu benden kıskandığını anlamış mıydı?

Su suratı asık bir şekilde cevap verdi. "Bunun için seni kullanmamız lazım."

Işık muzipçe kollarını iki yana açtı. "Ben bunun için buradayım."

Fitzgerald tam da benim merak ettiğim bir soruyu sordu. "Şu an ne yapıyorsunuz?"

Işık ona bakarken yine sıradan bir ifadeyle konuştu. "Ah, çok önemli bir şey değil. Kendimde ki kaynağı kullanarak enerji akışını keseceğim."

Biz anlamsızca ona bakarken Su Işık'a döndü. "Ben de uyarı alarmlarını çalıştırayım o zaman. Kaçamayacak durumda olanları da aşağıda ki sığınaklara yönlendiririm."

"Hayır Su. Seni tehlikeye atamam," dedi Işık uyarır bir tonda.

Su sonunda yumuşamış gibiydi. Ona yandan bir gülümseme attı. "Korkacak bir şey yok. Altından kalkarım. Beni sen yetiştirdin unuttun mu?"

Yetiştirmek mi?

Işık demin bana gülümsediği gibi şimdi de Su'ya gülümsemişti. Tek fark, benim sinirlenmeye hakkım yoktu.

Su Işık'a doğru yürürken Işık çoktan kollarını açmıştı bile. Su'ya daha rahat sarılmak için eğilirken dudakları daha da büzüşmüş ve sevgiyle kollarını Su'yun bedenine sarmıştı. Yüzünde bundan keyif alan bir gülümseme vardı.

"Bu kadar belli etme."

Yerimden sıçrayarak arkamda vızıldayan Fitzgerald'a baktım. Kollarını bağlayarak bir kaşını bilmiş bir tavırla yukarı kaldırdı hafifçe gülümseyerek. Ona sadece ters ters bakmakla yetindim. Zira Işık'ı kıskanmadığımı söylesem hiç inandırıcı olmazdım. Neydi onu Su'ya böylesine bağlayan? Ya da onu nasıl yetiştirebilmişti ki? Nereden baksam Işık yirmili yaşların sonu ya da otuzların başında gibiydi.

Su Işık'dan ayrıldığında ikisinin de yüzünde yumuşamış bir ifade vardı. Şu yaşıma kadar hiçbir olayın yüzüme konduramadığı bir ifadeydi bu. Alttan bakışlar atsam da duygularımı dizginlemek hayatımda yaşamadığım kadar en zor dönemini yaşıyordu.

Birbirlerinin ellerini tutarlarken ayrılana kadar kolları uzadı.

"Hallet patron," dedi Su gülümseyerek.

Işık başını salladı. "Merak etme, bende."

"Her zaman sendedir zaten," dedi Su hızlıca kapıya yönelerek ama tam çıkmadan Işık Su'ya ciddiyetle seslendi ve klonları da bodruma götürmesini istedi. Su'yun yüz ifadesinden bundan pek memnun olmadığı belliydi.

Işık sabırla açıkladı. "Onlar sadece beyinleri yıkanmış organizmalar Su. Suçsuzlar. Onları da götür." Su saygıyla başını sallayarak odadan çıktı.

Işık sonunda bana ve Fitgerald'a döndü. İki elini ceplerine sokarak gözleri kısık bir şekilde muzip edayla bizi inceledi. "Evet, artık siz de çıkabilirsiniz çünkü yaptıklarımdan sonra hastane havaya uçacak."

"Kendini nasıl kullanacaksın?" diye sordum hemen.

Işık sormamam gereken bir şeyi sormuşum gibi uyarı dolu bir bakış fırlattı bana doğru ve açılıp bir eliyle kapıyı işaret etti. "Yaşamak istiyorsanız şimdi dışarı çıkın," dedi sert bir tonda.

"Tamam geliyoruz," dedi Fitzgerald. Benim adıma mı konuşmuştu o? Işık sinirleniyor gibiydi ama son kez bize baktıktan sonra tüm heybetiyle çıktı odadan.

Fitzgerald, "neyin var senin?" dedi bana patlayarak. "Hiç mi canının kıymeti yok?"

"Yok galiba," dedim şaşkınca mırıldanarak. Fitzgerald öfkeyle başını iki yana salladı. Tekrar bana baktığında yavaş yavaş yumuşadı. İki elini de omzuma koyup tam gözlerimin içine baktı. "Kurtulacağız Aydan. Sana söz veriyorum. Öyle ya da böyle eski hayatımıza geri döneceğiz."

"Eski hayatımıza mı?" dedim yılmış bir halde ama ne demek istediğimi anlamamıştı. "Evet," dedi bir müjdeyi haber verir gibi.

"Uyanmak istemiyorum," diye bağırsam faydası olur muydu ki? Işık'ın çıktığı büyük kapıya baktım. İçimden bir ses keşke onunla karşılaşmasaydın diyordu. Yüz yüze gelmemize rağmen uzaktan görüp asla ulaşamayacağım bir ada kadar imkansız ve buruk bir his bırakmıştı bende.

"Geliyorum," dedim gülümseye çalışarak.

Fitzgerald sevinerek elimi tuttu. Birlikte adım atarken ayak bileğimde hissettiğim soğukluğun hemen ardından yere düştüm. Benimle birlikte dengesini kaybeden Fitzgerald arkasına bakınca gözleri büyüdü. "Kahretsin!" dedi söylenerek.

"Ne oldu?" dedim yüreğim ağzımda. Ama cevap vermek yerine ayak bileğime bakıyordu. En sonunda ben de cesareti kendi içimde bulunca başımı çevirdim. Klonlardan biri bir eliyle bileğimi tutmuştu. Bedeni hala yüz üstü yatıyordu ama bir şekilde bileğimi tutabilmişti. Etrafıma bakınca diğerlerinde de hareketlenme görünce dehşetle bağırdım.

"Canlanıyorlar!"


Merhaba, Işık ve Su hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top