22.BÖLÜM SON DURAK: CEHENNEM
İki kolumu da kaldırdı ve ellerimi başımın üzerinde birleştirdi. Dudaklarımdan boynuma geçti. Boynumdan çeneme kadar dilini gezdirirken artık vücudum bana ihanet ederek kıvranmaya başladı. Nefesim hızlandıkça daha hızlı bir şekilde öpmeye başladı. Boynumdan yavaş yavaş göğüslerimin başladığı yere gelince artık sırtım yay gibi geriliyordu. Sanki bu ona daha da istek veriyordu. Daha da hevesle öpmeye devam etti. Göğüslerime geldiğinde ellerimi bıraktı ve üzerimi çıkardı. Sütyenle kalmıştım. Kendimi şaşırtarak sütyeni bir tişört gibi üzerimden çekip çıkardım.
Artık Işık'a baktığımda onun her zaman ki hallerinin hiçbirini göremedim. Bambaşka bir haldeydi. Bakışları kendini kaybetmiş gibiydi.
Buna rağmen göğüslerimi çok yumuşak bir şekilde öptü. Ses çıkarmamaya çalıştım. Duyulmak istemiyordum. Dudaklarımı birbirine bastırarak sesimi, hazzı içimde yaşamaya çalıştım ve üzerime dökülen Işık'ın uzun ve gür saçlarını okşadım. Bazen onları çektim. Işık sonunda göğüslerimden ayrılıp karnıma doğru yol alırken bu sefer kendimi tutmamın imkanı yoktu. Sesli bir şekilde inledim. Işık başını kaldırarak bana baktı. Gözlerinde tek gördüğüm arzuydu. Dudaklarıma doğru eğildi. Öpüşürken önce kalçamı okşadı, ondan sonra da taytımı ve iç çamaşırımı çıkardı. Pantolonunu çıkarırken onu izledim. Bana tatlı bir gülümseme attı. Bir an eski Işık'a benzemişti.
Tekrar üzerime uzandığında cinsel organını kendimde hissettim. Bu dayanılmazdı. "Işık ben..." dedim nefes nefese.
Başını kaldırdı ve yanaklarımı okşadı. "İyi misin?" diye sordu ama o da hiç iyi gözükmüyordu.
"Sadece çok... Acele mi etsek?" dedim ne konuştuğumu bilemeyerek.
Güldü. "Emin misin?"
Ağlamaklı bir halde başımı salladım. Tekrar dudaklarımı öpmeye başladı. Bacaklarımı iki yana açtığını fark ettim. Yavaş yavaş içime girdiğini anladığım an omuzlarını sıktım. "Dur."
Yüzü kıpkırmızı ve patlayacak gibiydi. "Ne oldu?" diye sordu bitmiş bir halde.
"Bilmiyorum." Gerçekten bilmiyordum. Alp'de hiç böyle bir şey hissetmemiştim. Işık hayatıma girene kadar seks bile gereksiz görünmüştü gözüme.
"Durmamı mı istiyorsun? Bir şey söyle lütfen," derken hiç iyi görünmüyordu.
"Hayır," dedim. "Durmanı istemiyorum."
Ve daha da fazla içime girdiğini fark ettim. Boynum iyice geriye düştü. Artık kimin duyduğu umurumda değildi çünkü bağıracak durumdaydım. "Devam et," dedim kendimi kaybederek.
"Buradayım bebeğim," dedi nefes nefese.
"Sakın durma," dedim korku dolu bir halde.
"Aklımdan bile geçmiyor, merak etme."
Kendimi kaybedercesine omuzlarını sıkarken bir eliyle ağzımı kapattı çünkü tüm evi havaya kaldıracak kadar kendimden geçmiştim. İçimde gidip gelmeye devam ederken hayatımda ilk defa orgazmı tatmıştım. Işık sakinleştiğimi anlamış olacak ki elini çekti ve hızlandığını fark ettim. Onu izlemek çok güzeldi. Yüzü değişti, bakışları değişti, kaşları çatıldı ve o güzel yüzü acı çeker gibi bir hale büründü. Kendini kaybederek ama benim duyabileceğim bir sesle titreyerek boşalıyordu. Kuvvetli sesi yavaş yavaş normale bindi ve son atakta kendini bana iyice bastırdı.
Sonunda içimden çıktı ve nefes nefese yanıma attı kendini. Şaşkınca tavana baktım. Demek orgazm dedikleri şey buymuş. Ben de mastürbasyonu bir şey sanardım.
"İyi misin?" diye sordu gülerek.
Ona baktım. Bu çok utanç vericiydi. Bu kadar kendimi kaybedeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. Yüzümde nasıl bir ifade oluştu bilmiyorum ama Işık telaşlandı. "Ne oldu?"
"Yok bir şey," dedim başımı çevirerek ama peşini bırakacak gibi değildi. Yatakta bir dirseğinden yardım alarak hafifçe doğruldu ve çenemden tutup yüzümü kendisine çevirdi. "Ne oldu dedim."
"Ya bakma bana."
Gülerek kendini tekrar yatağa attı.
"Komik mi?" dedim kendimde ki garipliği hissederek.
Yüzümü alıp kendine çevirdi ve dikkatle baktı. Bu daha da utanç vericiydi. Şoklar içerisinde sordu. "Gerçekten utandın mı? İnanmıyorum."
"Bu konuyu kapatabilir miyiz?"
Sakin bir şekilde gülümsedi. Dikkatlice suratıma baktı. Kim bilir aklından neler geçiyordu. Sonunda dayanamadı ve konuştu. "O kadar tatlıydın ki."
"Ya yeter!" dedim örtüyü başıma geçirerek. Daha çok güldü. "Tamam ama benimleyken kendini kaybetmen doğal, bunu bil isterim."
"Nedenmiş o?" diye sordum örtüyü birden başımdan çekerek.
Soruya şaşırmış gibi tepki verdi. "Bir de soruyor musun? Benden bahsediyoruz şurada?" dedi kendi çıplak bedenini işaret ederek. Başımı çevirdim hemen.
"Saçmalama, bakabilirsin. Gözlerini kaçırmana gerek yok," dedi.
"Şu egoist hallerini hiç beğenmiyorum," dedim konunun değişmesini umarak. Bana doğru döndü ve kolunu göğsüme attı.
"Ama beni yine de seviyorsun değil mi?"
Bir şey söylemek konusunda kararsız bir şekilde yüzüne baktım. Panikle gözleri büyüdü. Yatakta doğruldu. "Seviyorum demiştin."
"Konu bundan daha karışık," dedim hiç düşünmeden.
"Ne değişti şimdi?" diye sordu birden öfkelenerek.
"Janan," dedim sadece.
Bunu beklemediği belliydi. Üzerime çıktı ama bedenini yaslamadı. Kollarıyla tepeden bana o şahane gülüşlerinden birini attı. Kıskanılmanın onu bu kadar memnun edeceği aklımın ucundan bile geçmezdi.
"Bu çok uzun zaman önceydi. Janan burada ilk tanıştıklarımdan biriydi," dedi ve eğilip beni çenemden öptü. "Telaşlanacağın hiçbir şey yok. O konu 20 yıl önce kapandı ama Su unutamadı," dedi birden aklına gelen şeyle neşesi kaçmış gibi. Kendini tekrar yatağa attığında yorgunca elini alnına koydu ve tavana baktı. Ona döndüm. Elimi yumuşak karnına attım. Kolumu okşadı. "Biliyorum. Bir çok şey senin kafanı karıştırıyor. Yaşlarımız, geçen yıllarımız." Cevap vermedim. Sadece onu dinledim.
"Bazen benim de kafam karışıyor. Annemi ya da babamı anımsayamıyorum mesela. Sanki bir rüya gibi hiç yaşanmamış gibi."
"Hiç düşündün mü...yani..."
"İndigo olmamayı mı? Başta çok yüklenmiştim kendime. İndigo olmak aslında sorun değildi, birçok insan bu ruhla yaratılmıştır ama ilk olmam ve böyle bir misyonu yüklenmem, evet. Yıllarca isyan ettim belki de. Janan beni isyandan çıkardı ya da depresyondan, bilmiyorum. Adı artık her neyse."
Keşke onun yanında o sırada ben olabilseydim ama henüz doğmamıştım bile.
"Ama sonra kabul ettim. İnsanın kendi fiziksel özelliklerini kabul etmesi gibi bir şey bu da. Benim fıtratım buydu. İçten gelen bilgelikle köprü olmak. Ne Cennet ne Cehennem. Tam burada, bu anda olmak."
Ağlamamak için sıkıyordum kendimi ama içim parçalanıyordu resmen. Çektiği onca sıkıntıyı, acıyı, etraftan gördüğü nefretti hissedebiliyordum.
"Annenle baban neredelerdir şimdi?"
"Küçük bir aileydik. Annem, babam ve iki abim. İlk vefat eden ben oldum. Burada eceliyle ölen ilk ve tek insanın yani. Babamın tüfeğiyle oynuyorduk en küçük abimle." Devamını soramadım. O da anlatmadı.
"Babamın tüfeği olduğu için ya da o an ki üzüntüleriyle beni koruyamadıkları için muhtemelen çok büyük azap çekmişlerdir. Küçük abimin ise yaşadığını acıyı hayal edemiyorum ama güzel haber," dedi gülümseyerek. Ona baktım. Gözleri dolmuştu ama mutlu gibiydi. "İntihar etmediler. Buraya hiç gelmediler. Ecelleriyle öldüler. Demek ki bir şekilde yaşamanın yolunu buldular. Harika değil mi?" diye sordu bana keyifle bakarak ama benim yüzümde sadece ona duyduğum endişe vardı.
"Ne zamandır ağlamıyorsun?"
Başını çevirdi hemen.
"Ağlamalısın Işık. Gerçekten bunun acısını hiç mi yaşamadın? "
Cevap vermedi.
"Ben yanındayım. Bana ağlayabilirsin."
Dudakları büzüldü. Kaşlarını çattı. Sanki bir yeri acıyordu. "Bu," dedi sesi titreyerek.
"Biliyorum, canını yakıyor," dedim aklıma annemin gelmesiyle. Onu öptüğüm alnının son kısmı. Tek et parçasının yok oluşu.
Onu kendime çektim. Göz yaşları çıplak omzumu ıslattı. Sessiz sessiz iç çeker gibi ağlıyordu. Daha da sıkı sarıldım. O da kollarıyla beni sarmaladı. Öyle ne kadar kaldık bilmiyorum.
Işık'ın ıslattığı omzum hafifçe kaşındı ve bu beni gülümsetti. Bana beni sevdiğini ya da Janan'a karlı hislerinin artık bittiğini söylemesine gerek yoktu. Omzumda ağlaması, kalkanlarını indirmesi, yüzyıllık yalnızlığına benimle son vermesi, bunları ilk benimle yaşaması zaten benim için yeterliydi. Bana kimseye açmadığı hazinesini açmasıyla bana bin kez beni sevdiğini söylemiş oldu. Sürekli düzeltip durduğu o gür saçlarını öptüm ve yanağımı başına yasladım. Çocuk gibi omzunu okşayarak sevgi gösterdim. Gösterdikçe, o bana açıldıkça ben de coşkuyla doldum.
Benden yavaş yavaş ayrıldı ve derin bir nefes çekti. Bana bakarken utanmış gibiydi. "Bu aramızda kalabilir mi?"
Güldüm. "Tabii ki."
"Akşam yemeği birazdan hazır olacak. Herkes aşağıya insin!" diyen Özge'yi duyduk. Işık'la gülmeye başladık.
"Bu kızın tiz sesi beni deli ediyor," dedi tekrar bana sarılarak. Kollarının arasından sıyrılınca hemen suratı asıldı.
"Plan yapıp aşağıya inmemiz gerekiyor bir şey anlamamaları için."
"Olur," dedi "Sen önden git o zaman. Ben beş dakika sonra inerim."
Sırtımı döndüm ve yavaşça kalktım. Yine de tüm çıplaklığım ile onun karşısında durmaya hazır değildim. Yatakta oturdum ve kalkıp kıyafetlerime nasıl ulaşacağımın planını yapmaya çalıştım. Bir anda sırtıma kondurduğu öpücükle hazırsız yakalandım. Gülümseyerek başını yana yatırdı ve eğilerek aşağıdan suratıma baktı. "Ne oldu?" diye sordu sevimli bir şekilde.
"Alışmaya çalışıyorum."
Güldü.
"Komik mi?" dedim aksi bir şekilde. Sanki daha fazla gülecekti ama kahkahasını bastırmaya çalışırcasına dudaklarını birbirine bastırdı. Sonra eğlenerek " seni giydirmeme yardım etmemi ister misin?" diye sordu.
"Hayır," diyerek yerimden sıçradım.
Bana eğlenerek baktı ve iki kolunu havaya kaldırdı. "Bir duam daha kabul oldu."
"Bana bak," dedim elime geçen bir yığın kıyafeti suratına fırlatarak. Suratına gelir gelmez acı bir ses çıkardı.
"İyi misin?" diyerek telaşla koştum. "Işık!"
"Yok bir şey, sanırım ceketin fermauru kaşıma geldi."
Kaşına dokundum. Acıyla yüzü buruştu. "Özür dilerim," dedim kendimi tam bir suçlu gibi hissederek.
"Önemli değil," dedi bakışları sakinleşip bana dikkatle bakarken. Tekrar şehvetinin uyandığını fark ettim.
"Işık gitmem lazım," dedim.
"Tamam," dedi hemen. "Seni engellemiyorum ki," dedi daha çok kendi şehvetini inkar edermiş gibi ama beni bırakmadı da. En sonunda cesaretini topladı ve hafifçe kalkarak dudaklarımı öptü. "Hadi şimdi git."
"Tamam ama bakma."
Gözlerini devirdi. "Merak etme. Bir daha kaşım yarılsın istemem."
"Ya Işık!"
"Şaka yapıyorum, hadi," dedi ilgisizmiş gibi bir tonda. Sırtını dönünce rahatça giyinebildim. Sonrasında yanına oturdum, eğildim ve yanağından öptüm. "Kimse görmeden çık tamam mı?" diye sordum emin olmaya çalışarak.
Sinirli bir şekilde iç çekti. "Tamam, hadi git artık."
Yanağına kocaman bir öpücük kondurdum. Saklamaya çalışsa da gülümsemesi gözümden kaçmamıştı. Fazla mutlu görünmemek için yüzümü ifadesiz tutmaya çalıştım.
Diana ve Gereg sofranın bir köşesinde el ele hiç konuşmadan oturuyorlardı. Onlar Işık'ın yaptıkları ya da yapmadıkları yüzünden acı çekerlerken benim onunla bu kadar güzel vakit geçirmiş olmam vicdanımı rahatsız ediyordu ama ben kötü niyetli bir insan değildim ki. Işık da değildi. İç çekerek mutfağa doğru gittim. Su beni görünce yine keyifle gülümsedi. Herkesin tabağını tek tek hazırlıyordu.
"Herkes sana kendi işini yaptırırken nasıl olur da biraz olsun öfkelenmezsin?"
Gülümseyerek omzunu silkti. "İntihar etmeden önce yani tamamen hayattayken vaktimin çoğunu mutfakta geçirirdim," dedi ve durdu. Elinde ki kaşıkla gözleri bambaşka bir anıya odaklanmış gibi dalıp gitti. Sanki artık yanımda değildi. Her nereyi hatırlıyorsa oradaydı. "Yemek hep benim için en büyük terapi olmuştu. Bilmiyorum belki de kaçıştı. Ablamla mutfağa sığınır, sabah akşam yemek yapardık." Birden gülmeye başladı. "Aslında daha çok ben yapardım, ablam yanımda lak lak etmeyi severdi." Ben de güldüm.
"Biliyor musun, hep bir kardeşim olsun istemişimdir." Bunu sesli söylemek bana garip gelmişti. Sesimin bu kadar arzulu çıkmasını ben bile beklemiyordum.
Bana baktı gülümseyerek. "Her zaman beni kardeşin olarak görebilirsin."
"Biliyorsun asla öz kardeşin gibi olamam."
Başını salladı durgunca.
"Af edersin, seni üzmek istememiştim," dedim hemen.
"Hayır, üzmedin," dedi ciddi bir ifadeyle. "Sadece son zamanlar onu çok düşünüyorum ve galiba..." dedi ve devam edemeden durdu. "Vicdan azabı çekiyorum," dedi gözleri dolmuş bir halde bana bakarken.
"Sorun değil," dedim elimi omzuna koyarak. "Hiç kardeşim olmadı ama kardeşlerin her daim birbirini affedeceğini bilmem için kardeşim olmasına gerek yok bence."
Bu sefer gülümserken acı çekiyor gibiydi. "Senin hayatını elinden aldığını bilsen bile mi?"
Elimi yavaş yavaş omzundan çektim anlamayarak.
"Babam," dedi ve ardından ve sanki bu en yanlış kelimeymiş gibi başını iki yana salladı. "Annemin ölümünden sonra bize bakan adam çok kötü biriydi," dedi. Sonra da nefes alamıyormuş gibi ağzını kocaman açtı ve tavana baktı. Onu ilk defa böyle görüyordum.
"Karen iyi misin?"
Bana baktığında göz yaşları içerisinde kesik kesik nefes almaya başladı. "Bizi hiç hoş olmayan şeyler yaptırırdı." Neyi kastettiğini anladığım anda ona sıkıca sarıldım. "Karen, ben çok üzgünüm."
O da bana sarıldı. "O bununla bir şekilde mücadele edebiliyordu ama ben başa çıkamıyordum ama kendime zarar vererek de onu yalnız bırakamazdım. Önce onun yemeğine zehir kat..."
"Tamam," dedim araya girerek. "Anlatmak zorunda değilsin."
Bende ayrıldığında hemen göz yaşlarını sildi. "Çok saçma sana bunları anlatmam."
"Hayır, değil," dedim hemen. Ben, Işık, Karen ve Diana... Bugün dördümüz de ağlamıştık. Bunun bir anlamı olmalıydı. Dışarıya baktım. Hafif rüzgarın uğultusu kulaklarıma kadar geldi. "Bugün hava garip. Sanki bir şey olacak gibi," dedim.
Karen beni duymuyor gibiydi.
"Onun nerede olduğunu bilmiyor musunuz? Ablanın," diyerek devam ettim.
"O da bir şekilde intihar etti."
Onun yüzüne dikkatle baktım. "Ne oldu?"
"Yemeği bensiz hazırlayabilir misin?" dedim panik olduğumu belli etmeyerek ama tabii ki garipliği fark etmişti.
"Aydan ne oluyor?"
"Şimdilik gitmem lazım," dedim mutfaktan çıkarak.
Işık merdivenlerden inmişti. Bana gülümsedi. Onu kolundan tutup kapıya doğru sürükledim. Evin önüne çıktığımızda benim aksime hala gülümsüyordu. Kollarımı okşadı. "Ne çabuk özledin beni."
Ellerini vurarak çektim. Hemen bozuldu. "Ne oluyor sana?"
"Su, Karen'ın ablası mı?"
Sıkıntıyla başını çevirdi.
"Sana bir soru sordum."
"Ne fark eder ki?"
"Ne mi? Kız buraya geldiğinden beri ablasını arıyormuş. Nasıl olur da onları buluşturmazsın?" Sonra bir anda aklıma gelen şeyle kusacaktım neredeyse. "Onu öldüren Janan'dı. Su ne zaman bu dünyada doğacak ? Nasıl olacak bu?"
Yüzüme sertçe baktı sadece.
"Sana soru sordum!" dedim sonunda bağırarak.
"Bana bağırmayı alışkanlık edindin artık."
"Bunun hoşuna gittiğini sanıyordum!"
Bakışlarını kaçırdı. "Biraz gidiyor olabilir."
Kollarımı bağladım. "Bana cevap ver Işık. Neden kimse ailesinin yanına gidemiyor burada?"
"Sen annenin yanına gidebildin mi? Hayır. Sen bile annene kavuşamamışsın neden sadece iki günlük tanıdığın için kendini bu kadar harap ediyorsun?"
"Sorun bu mu yani? Ben kendi kuyruğumu kurtaramadım, o zaman kimse de umurumda olmasın."
Gözlerini devirdi. "Onu mu dedim ben şimdi?"
Bir an da kapı açıldı. Özge bizi yanlış bir şey yaparken yakalama umuduyla ikimizin suratına da tek tek baktı.
"Ne var? Ne bakıyorsun?" diye sordu Işık onu tersleyerek.
"Yemek hazır. Gelecek misiniz diye sormak istedim," dedi Işık'ın ağzının içine baka baka.
Bana baktı, "ne yapıyoruz," dercesine.
Omzumu silktim. "Ben yemiyorum. Sen git," dedim basamaklara geçip oturarak.
"Aydan yemiyorsa ben de yemiyorum."
"Ama..." diyerek cümleye başlamıştı ki Işık ona nasıl baktıysa artık, "iyi sen bilirsin," diyerek kapıyı kapadı.
Işık derin bir iç çekerek yanıma oturdu. "İkisi de hastanenin ayrı odalarında gözlerini açtılar," diyerek anlatmaya başladı birden. Ona baktım. Direkt karşıya bakıyordu. "Diana ve Gereg beni terk etmişti," dedi ve kendi kendine ekledi bıkkınlıkla. "Yine terk edilmiştim."
Başımı eğdim. Devam etti.
"Benim de bir yardımcıya ihtiyacım vardı."
"Sen de çareyi hastaneden birini kaçırmakta buldun," dedim ama beni duymamış gibi devam etti.
"Önce yalnız olduğunu düşündüm. Buraya gelirken bir kız kardeşinin olabileceği hiç aklıma gelmedi. Birlikte intihar eden çiftler azdır. Her neyse, İngiliz olduğunu ve adının Emma olduğunu öğrendim ama onu yanımda yetiştirirken ona bir isim verdim. Su. Benimle birlikte çalıştı. Ona enerji, elektrik ve Evren hakkında bildiğim ne varsa öğrettim," derken sesinde olan özlemi anında fark etmiştim. Ona aşk ya da sevgi beslemese bile bu yakınlığı beni kıskandırıyordu. Ben onun nesi olursam olayım Su onun en yakın arkadaşı olacaktı. Ona bir çekim duymuyor olabilirdi ama onu her şeyden çok sevdiği belliydi. Bana ne kadar aşık olursa olsun ben asla onun yerini alamazdım ki.
"Ben onun en yakın arkadaşıydım. Bana her şeyini anlatırdı. Aklına ne gelirse gelsin. Hepsini anlatırdı. Sırlarını, babasının ona yaptığı her şeyi, kızsal mevzularını, ablasını..." Ama bu yine de Karen'ı ondan saklamasının açıklaması olamazdı.
Işık yine ağlayacak gibiydi ama bunu bir daha görmemi istemediğini biliyordum. Ayrıca Su için gözümün önünde ağlamasını da kaldırabileceğimi sanmıyordum.
"Keşke onunla olabilseydin," dedim birden.
Başını iki yana salladı. "Ona hiç o gözle bakamadım ki."
Denemişti yani. Bu düşünceyle yüreğimde acı mürekkep gibi dağıldı.
"Sonra Janan çıktı karşıma."
"Ve ona aşık oldun," dedim.
Suçlu gibi başını salladı. Alp benim için sevgiyi bilemeyen birinin sevgiyi hissetme çabası gibi bir şeydi ama Işık benden önce bunu hissetmişti. Şimdi ilk olmanın önemini anlıyordum. Onun için ilk olmak benim için paha biçilmez olurdu. Şu an bir şey olsa ve onun için ilk olduğunu öğrensem mutluluk sarhoşluğuyla mucizeme sarılırdım.
"Peki neden Janan'la olmadın?" diye sordum.
"Neyse, bunlar çok anlamsız konular," dedi birden.
"Hayır," dedim sertçe. Şaşırarak bana baktı. "Duymak istiyorum."
"Bence sen acı çekmek istiyorsun."
"Belki de." Dedim meydan okurcasına bir omzumu silkerek.
Pes eder gibi bir bakış attı. "Janan, ben düştüğümde yanımda oldu. Ailemi her özlediğimde ama onunla olamadım."
"Çünkü evliydi."
"Ne?" dedi hakarete uğramış gibi. "Tabii ki değildi. O zamanlar kocası ortaya bile çıkmamıştı."
"Sen onu seviyordun, o seni seviyordu. Neydi o zaman engel?"
"Su'ya bunu yapamazdım. Başkasıyla olma fikrim onu çıldırtıyordu."
"Onun için mi vazgeçtin?"
"Anlamıyorsun," dedi bir anda bana çıkışarak. "Gözünü açtığından beri ben vardım yanında. Beni kurtarıcı olarak gördü. Gerçek bir baba gibi, bazen de sevgili."
"Kusura bakma ama benden bunu anlamamı bekleyemezsin."
"Beklemiyorum zaten," dedi küçümseyici bir tonda.
"Ayrıca seni böyle görmesi çok normal değil mi? Onun ablasıyla arasına girdin."
"Girmedim!" dedi sonunda bağırarak. "Çünkü ablasını görmek istemedi."
"Yalan söylüyorsun," dedim inanmayı reddederek.
"Çünkü komadan uyanırsa yüzde doksan felç kalacağını öğrendi. Uyanmaktan korktu. Onun kendi iradesine girmesine öfkelendi. Çünkü bu dünyada gözlerini açarsa Karen yüzünden yatağa bağımlı kalacağını öğrendi. Onu affedemedi. Ben senin düşündüğünün aksine defalarca onu, onun yanına bırakmayı denedim."
"Ben... bilmiyordum."
"Nereden bileceksin ki? Beni tanıdığından beri suçlamak daha kolayına geldi. Fitzgerald'la tavan arasını açman, Janan'ın kocasının dediği her şeye harfi harfine inanman ve beni iki kardeşi ayırmakla suçlaman. Söylesene, madem bu kadar pisliğin tekiydim o zaman neden benimle yattın?"
"Haklısın, sana inanmakta bazen zorluk çekiyorum."
Kahkaha attı. "Zorluk mu?" dedi siniri bozulmuş bir halde. "Sanki beni sadece bir pislik olarak görüyormuşsun gibi geliyor da bana."
"Sence bu kadarı da ağır değil mi? Su da sonuçta senin arkandan kuyunu kazdı."
"Kazdı! Kazdı çünkü ilk görüşte sana aşık olduğumu anladı! Janan'da olduğu gibi onu ihmal etmemden, bu sefer onu dinlemememden hatta onu terk etmemden korktu !"
Bu itiraf karşısında içimde ona karşı yaptığım suçluluk hissi iki katına çıkmıştı.
"Işık ben," dedim.
Elini kaldırdı. "Sakın devam etme. Ne düşünüyorum biliyor musun? Evimi terk eden insanların senden daha iyi olduğunu. En azından onlar benden nefret ettiler ve kaçtılar ama sen nefret etmene rağmen benimlesin ve bunu bulduğun her boşlukta belli etmekten çekinmiyorsun. Sen de diğerleri gibi yaşadıklarının, acılarının ve buraya gelmenin sorumluluğunu bana yüklüyorsun ama ne var biliyor musun buna artık devam etmeyeceğim," dedi kalkarak.
"Işık ben...çok özür dilerim," dedim onun haklı olma ihtimali içimi yakarken.
Hiçbir şey demeden eve girdik. Kapıyı açtığımız an Karen'ı karşımızda bulduk. İkimize de gözleri irileşmiş bir şekilde baktı ve hemen üst kata koştu. Işık'la önce şaşkınca bakıştık. Mete masadan kalktı.
"Neler oluyor? Sizi çağırmaya geldi ama sonra tuhaf davranmaya başladı."
"Siktir!" dedi Işık koşmaya başlayarak.
Mete gözlerime baktı bir cevap alma isteğiyle ama bir şey diyemedim. Ben de Işık'ı takip ettim. Ardından da diğerleri.
İkisini de terasta bulduk. Karen en uçta, aşağıya bakıyordu.
Mete, "hayır!" diye bağırdı.
Işık hemen bize döndü ve susmamızı işaret etti.
Özge'yle Abigail bile korkmuş haldeydiler.
Işık konuştu. "Biliyorum, zor ama tekrar gelecek. Tekrar doğacak ve bir araya gelmeniz için onlarca sebep olacak. Sonsuz zaman."
"Ne zaman peki?" dedi Karen ona göz yaşları içinde bakarak. "Ne zaman doğacak? Kaç yıl sonra?" dedi öfkeli bir tonda.
Işık dürüstçe, "bilmiyorum," dedi. "Ama sizi bir araya getireceğim. Sana söz veriyorum Karen. Milyon yıl geçse bile yapacağım bunu."
"Hep biliyordun," dedi Karen göz yaşları içerisinde. "Onun benim kardeşim olduğunu ama beni her gördüğünde bilmiyormuşsun gibi davrandın. Tam bir pisliksin."
"Biliyorum," dedi Işık. "Özür dilerim tamam mı?" dedi ellerini birleştirerek. "Çok özür dilerim ama Su'ya... Emma'ya ihanet edemezdim. O hazır olmadan sizi yüz yüze getiremezdim."
Karen iç çekti. "Çok mu seviyordun onu?"
Işık başını salladı.
"Biliyor musun?"
Devamını dinlemek için Işık hevesle başını salladı yardıma hazır bir halde. O sırada Mete korkuyla elimi tuttu. Yan yana, Işık'dan on adım gerideydik. Işık da Karen'dan...
"Onun yerinde olsam kendimi asla affetmezdim."
Işık gülümsedi. Başını iki yana salladı. "O zaman kardeşinin senden daha olgun olduğunu söyleyebiliriz."
Karen ağlayarak onun yüzüne baktı.
Işık dikleşti. Karen hemen elini kaldırdı.
Işık iki elini de kaldırarak. "Gelmiyorum. Asla, bak yerimde çakılmış duruyorum ama şunu bil Karen. Su Arafta kendini öldürmedi, o öldürüldü. Janan tarafından ve ona cezasını verdim. Hem de çok fena. Ve şunu da bil, kaç yıl sonra bilmiyorum ama Su daha sınavını tamamlamadı. Buralarda bir yerde yine doğacak ama sen bilerek kendini öldürürsen eğer sınavı reddetmiş olursun. İlahi plandan çıkamazsın Karen. Sadece Cennet, Cehennem ve Araf var. Eğer kalıp karmalarını temizlersen Cennete gidersin. Evet, şu an Cennet'e gidemiyorsun ama kendini öldürürsen Araf'ı da reddetmiş olursun ve gözlerini Cehennem'de açarsın. Bunu istemezsin değil mi?"
Karen manidar bir şekilde gülümsedi. "Biliyor musun? Bence bundan sen bile tamamen emin değilsin ayrıca ben de bunların var olduğuna bir an bile inanmadım," diyerek geriye doğru bir adım attı.
Gözlerim Arafta canına kıyan ilk insanı görmüş oldu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top