2.BÖLÜM: YENİLEME

O KADAR GÜZEL YORUMLAR GELDİ Kİ PERŞEMBE'YE KADAR DAYANAMADIM. TEK SÖYLEYEBİLECEĞİM BU.


* BU HİKAYEDE Kİ TÜM MULTİMEDYA GÖRSELLERİ İNDİGOYU TEMSİL EDER. İNDİGO ADINI HİNDİSTAN'DA Kİ BİR AĞAÇTAN ALMIŞTIR VE EN ÖNEMLİSİ İNDİGO MAVİNİN BİR TONUDUR.

O kadın tarafından yine ikinci anons verildi ve ikinci yemeklerimiz geldi. Yine aynı yemekler. Yoğurt çorbası, yumurtalı ekmek, türlü ve kırmızı elma. Kız yemekleri masamıza koyarken bana doğru eğildi ve elimi tuttu. Ben daha ne olduğunu anlayamadan odayı terk etti. Avucumu yavaş yavaş açarak kağıtta ki notu okudum.

Sırada ki o. Ona yardım et!

Panik içinde başımı yanımda ki yatağa çevirdim. İştahla yemeğini yiyordu yine. Onu sevmiş miydim? Belki. Ama bundan daha çok ona acıyordum. Hiçbir şey anlamadan yenileme odasına gidecekti ve daha da fenası komadan uyanacağını düşünerek buna sevinecekti. Uyanmak diye bir şey yoktu. Asla olamazdı. Evet, ona acıyordum. Bana ne demişti? Organlarımızı korumalıyız. O organlarla ne yapıyorlardı?

"Hey, iyi misin? O kadar kriz geçirdin ama seni hiç ağlarken görmedim."

"Ne?" dedim şaşırarak. "Ben mi?"

"Evet," dedi bir an yemeğine ilgisini yitirerek, "ağlıyorsun."

"Ailemi özledim sanırım," dedim.

Başını salladı anlayışla. "Umarım en kısa zamanda yenilenirsin."

Kes sesini sarışın!

Yüzümde ki öfkeyi fark edince gülümsedi. "Gerçekten ilginç bir kızsın."

Sarışın yemeğini yedikten sonra dolaşmak için odasından çıktı. İçeri geri döndüğünde keyfi oldukça yerindeydi. "Sabah karşılaştığımız yaşlı ihtiyar var ya."

"Ne olmuş ona?" diye sordum telaşla. Açıkçası şu an bu binada meydana gelen her olaya telaşlanmaya uygundum.

"Yenileme odasına gitmiş," dedi gözleri parlayarak.

Bir sonra ki sensin sarışın.

Heyecanla anlatmaya devam etti. "Onun adına çok sevindim, yılbaşına yetişmek istiyordu. Eşine İskandinav turu için söz vermiş," dedi ve kendini yatağa atıp gülerek tavana baktı. "Çok şanslısın ihtiyar, yetişeceksin."

Neredeyse nefesim kesiliyordu. Pencereye baktım. "Sanırım dışarı çıkacağım, hava almam lazım."

"Peki, senin yemeğini yiyebilir miyim?"

"Hah?"

"Yemeğin diyorum. Dokunmamışsın bile."

"Olur," dedim donuk bir halde. Odadan çıktım.

Başımı boş koridora çevirdim. Kimse yoktu. Ekrana baktım, gözleri olmayan kadın gülümseyerek ekranda duruyordu. Bu sadece bir kayıt da olsa çok korkunçtu. Ekrana yaklaştım ve beni ürkütse de gözlerinin olması gereken yerde ki boşluğa baktım. Yakından, çok yakından... Bu transa geçmek gibi bir şeydi. Yaklaştıkça beni içine alıyordu sanki. Rahatsız ediciydi, gözlerimi çevirmek istedim ama beni içine çekiyordu sanki. İçinden çıkamayacağım bir çukur gibi. Sanki sadece siyah değildi, çok saçma ama başka bir renk daha vardı o kara çukurlarda. Bakmak istemiyordum, kaçıp gitmek istiyordum ama beni kendine çekiyordu. Elimde değildi, gidemiyordum. Kara delikler davetkardı. Beni içine almayı isteyecek kadar davetkar. Beni aştığını hissediyordum. Hayır, bu sadece ekran değildi, burada açık bir şekilde bana doğru yayılan bir enerji vardı. İçime doğru yol alan, beni tahrik eden hatta beni ıslatan, azdıran, cinselliğimle oyun oynayan. Hayır, bırak beni! Çek o çukurlarını gözlerimden. Cinsel organımda kalp atışları, beni kesen bir nefes... Hayır, hayır, bırak beni! Bir el... Ah, sonunda bir el sırtımdaydı. Beni çektiği gibi mavi renkle beraber gözümde şimşek çakar gibi bir his oluştu. Beni çeken bedenle yere yığıldığımı hissettiğim anda gözlerime perde indiğini fark ettim ama paniğim esnasında görüş açım yavaşça yerime geldi. Başımı nefes nefese arkama çevirdim.

Rahatlamış tavırla gülümseyen bir suratla karşılaştım. Şaşkınlıkla güldüm. "254.569, beni kurtardın," dedim bir hamleyle ona sarılarak. Kolları yavaş yavaş sırtıma değdi. Demin gerçekten o rakamları söylemiş miydim? Vay be.

Ondan ayrıldığımda nefes nefese konuşmaya başladım. "Bana her şeyi anlatmalısın." Sonra bir an onun durumunu düşündüm. Dili yoktu ki. Yüzüne üzülerek baktım. "Affedersin," dedim özür dilercesine. Gülmeye başladı, ben de. Deli gibi güldük ama daha çok bilinçsiz bir gülmeydi bu. Sarhoş gibi. Kendimi susturmaya çalıştım. "Gerçekten 254.569, her şeyi bilmem gerekiyor."

Sadece elimi tuttu ve yerden kalkarken beni de kaldırdı.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum cevap alamayacak olsam da. Yüzünü bana döndüğünde üzülerek başını iki yana salladı. "Bir çaresi olmalı," dedim çaresizliğin bana yaptığı darbeyle titrerken. "Bu kadar acımasız olmamalı her şey. Vardır bir çaresi. Her zaman vardır," dedim sonlara doğru sesimin kısılmasına engel olamadan. Göz tabakasının üzerinde ki ıslak tabaka dikkatimi çekti. Kim bilir nasıl acılar çekmişti? Onu ağlattığım için ömür boyu kendimden nefret edebilirdim. "Affedersin," dedim tam olarak neden dilediğimi bilemeyecek kadar kendini kaybetmişlikle. Koridorda attığı adımlarıarkasından çaresizce izlerken 14 Kasım'ı ve annemi düşündüm.

Aynı gün mü öldük anne? Ne önemi vardı bilmiyorum ama merak etmeden de duramıyorum. Kaderimiz bir miydi? Hep birdi de ben mi göremedim acaba? O merdivenlerin başından düşerek kaza mı geçirdim yoksa ben... intihara mı kalkıştım?

Çaresizce dizlerim hastanenin soğuk duvarlarına çarptı. Bir yolu olmalıydı, olmak zorundaydı. Benim için hatta buradaki herkes için bir ışık olmalıydı. Dün gece gördüğüm işareti tekrar düşündüm. O büyülü ışığa bir daha ulaşmak için gözlerimi kapatarak ellerimi avuçlarımı birleştirerek göğüs kafesime yerleştirdim. Bir daha o ışığı, umudu görmek istiyordum. Kadere inanamazdım belki ama işaretlere insansam fazla mı çelişkili olurdum acaba? Annemden sonra ilk defa bir şeyi görmek için bu kadar yana yakıla istek duyuyordum. O ışığı görmek istiyordum. Dudaklarım hiç olmamış bir şekilde kararlılıkla açıldı. Bu benim hayat felsefem değildi ama söylemeden de edemezdim. "Eğer varsan," dedim ve durdum. Kaşlarım çatıldı. "Özür dilerim, bazen inanmak da gerçekten zorluk çekiyorum," dedim başımı çaresizce sallayarak, "ama sen de bana hak ver. Bazı şeyleri aklım almıyor. Annemi benden hem de o kadar acımasız bir şekilde almanda ne gibi bir hayır olabilir ki? Ve madem bu kadar hayırlıysa benim neden içim kavruluyor? Tamam, belki de varsındır ve biz senin adaletini göremeyecek kadar körüzdür. O zaman bana bir daha ışığı gönder. Öyle bir gönder ki çekip alsın beni buradan. İşte o zaman sonsuza dek sana inanırım." Bundan sonra söylenmiş tüm laflar tamamen banaydı. "Hazırım. Işığı görmeye hazırım." Derin bir nefes alarak en kararlı halimle açtım gözlerimi. İnanamayarak etrafa baktım. Yine o boş koridordaydım ve ışık namına hiçbir şey yoktu.

Tavana baktım. "Çok teşekkür ederim gerçekten," dedim sinirli bir tonda ve ayağa kalkmak için duvardan destek aldım bir elimle ama o sırada duyduğum topuk sesleri beni olduğum yere çiviledi. Böylesine büyük bir sessizliği bıçak gibi kesen darbeler resmen korkumu şahlandırıyordu. Panikle etrafıma bakındım, odamdan çok uzaktaydım. Hemen yanımda ki herhangi bir odanın kapısını açarak daldım. Kapıyı korkuyla kapatırken arkamdan gelen sesle sıçradım. Başımı çevirdiğimde orta yaşlı arda iki kişinin yataklarını birleştirdikleri yerde sarmaş dolaş halde buldum. Sanırım hiç uygun olmayan bir zamanda gelmiştim. Onlar bana ben ise onlara şaşkınca bakıyordum.

"Eee," dedim ne diyeceğimi bilemeden sonra da kocaman bir şekilde gülümsedim. "Bana hiç aldırmayın, hemen gideceğim." dedim ama hala bana ürkerek bakmaya devam ediyorlardı. Ne yapacağımı bilemeyerek gülümseyip kapıyı aralayarak koridora baktım.Gördüklerimle gözlerim neredeyse yuvalarından çıkıyordu. "Bu, o." dedim nefesim kesilircesine. Gözleri boş çukur olan kadın. Gözlerimin tekrar onu çukurlarına amaçsızca daldığını fark ettiğim anda başımı eğdim. Ama onun ne yaptığı görmeden de rahat edemezdim. Tekrar başımı kaldırmaya cesaret ettiğimde onun Yenilenme odasına girdiğini gördüm.

"Ne var orada?" dedim kendi kendime.

"Affedersiniz. Sorun nedir?"

Başımı çevirdiğimde yataktaki yarı çıplak adamı gördüm. Onları neredeyse unutmuştum. "Sorun yok," dedim gülümseyerek. "Ama birazdan olabilir,"deyince ikisi de şaşkınca birbirine baktı. Tam odadan çıkmak için dönmüştüm ki aklıma gelen düşünceyle iki şaşkın çifte döndüm. "Siz ne zamandır buradasınız?" diye sorunca birbirine sarılmış çift aynı anda cevap verdi. "Üç ay." Sonra adam devam etti. "Karımla bir arkadaşımızın düğününden ayrılıp evimize dönüyorduk," dedi ve hemen ardından suçlulukla başını eğdi. "Sanırım alkolü fazla kaçırmışım."

"Ah, Arthur," dedi karısı kocasının yanağına elini koyarak. "Sana kaç kere söyleyeceğim kendini suçlamayı bırakmanı. Arabayı kullanacağını bile bile seni uyarmayarak ben de en az senin kadar suçluyum," dedi ve kocasına sarılarak konuşmaya devam etti. "Hem ben halimden memnunum. Kira sorunumuz uzun bir süre boyunca askıya alındı." Arthur karısına gülümseyerek dudaklarını karısının dudaklarına kondurdu. Tam ateşli bir öpüşme başlayacaktı ki boğazımı temizledim. İkisinin de beni unutmuş olduğu belliydi. Utanarak bana baktılar.

"Bölüyorum ama siz yine de bu hastaneden bir çıkış yolu bulursanız çıkmayı deneyin olur mu?"

"Neden ki?" dedi ikisi de.

Laf anlatmaktan bıkmış bir halde. "Neyse boş verin," dedim ve çıkmak için kapıya döndüm ama tam o sırada tekrar dönerek kararsız bir şekilde konuştum. "Eğer bir yerlerde ışığı görürseniz ona beni bulmasını söyleyin," dedim. Niye bunu söyledim o an ben bile farkında değildim. Başlarını salladılar ama beni pek anladıklarını sanmıyordum. Başımı dışarı uzatıp koridora baktım temkinli bir halde. Ardından odadan çıkıp koridora adımımı attığım gibi yenileme odasına yürüdüm. Kapı aralıktı ve içeriden hiç ses gelmiyordu. Elimi kapı tokmağına götürdüm ve gözlerimi kapayarak "Yapabilirsin Aydan," dedim. "Orada ne olduğunu bilmen lazım."

Kapıyı aralayarak içeri girdiğimde yüzlerce fanusun karşılıklı bir şekilde dizildiği soğuk bir odada buldum kendimi. İki fanusun arasında upuzun bir koridor indigo ışığının altında yol alıyordu ve içeri giren kadın hiçbir yerde gözükmüyordu. Koridora dikkatle baktığımda koridorun sonunda bir yatak olduğunu gördüm. Yenileme burada mı oluyordu yoksa? Sola dönerek ilk fanusa yaklaştım. Jel gibi bir sıvı içinde yılan gibi kıvrılan kırmızı bir et parçası sallanıyordu. "Sen de nesin böyle?" dedim dehşet içinde. Canlı olmalıydı. Elimi yavaşça fanusun üzerine koydum. Soğukluk avucumu ele geçirirken belli belirsiz bir titremeyi elimde hissettim. Bu yol alan arabanın camındaki titreme gibiydi. Et parçası bir sağa bir de sola doğru hareket ediyordu. Evet, dehşet hissediyordum ama merak da en az o kadar baskındı. Bu yeniliyor muydu? Kessek canı acır mıydı? Ürüyor muydu?

Gelen ayak sesleriyle hemen kendimi fanusunun koyulduğu ince büstün arkasına attım. Daha önce benim başımda duran iki doktor hızlıca odadan çıktılar. Bu odanın büyüklüğünü gerçekten merak etmeye başlamıştım. Odanın içerisinde başka yerlere çıkan koridorlar olmalıydı. Yoksa onların da benim gibi büstün arkasına saklandığını düşünmüyordum. İki dakika olmadan tanıdık bir ses işitmemle buz kestim. Bu sarışının sesiydi.

"Saat kaç gibi gözlerimi açarım? Kendime gelmem ne kadar sürer? Bedenimde hasar yok değil mi? Çünkü bana verdiğiniz her yemeği yedim."

Ama doktorlardan cevap gelmiyordu. En sonunda sedyeyle sarışının odaya getirdiklerini gördüm saklandığım yerden. Yüzünde hülyalı bir gülümseyiş vardı. "Ah sarışın" dedim fısıldayarak. Sedye ilerlerken hala konuştuğunu duyuyordum. Koridor çok uzun olduğu için büstün arkasından kedi yürüyüşüyle yarı büklüm onları takip ettim. Koridorun sonunda ki yatak net bir şekilde görüş alanıma girince durdum. Sarışının sorduğu sorular umursanmadan o yatağa yerleştirilirken etekli siyah takım elbise giymiş bir kadının yatağa doğru yürüdüğünü gördüm. Yüzünü görmeme gerek yoktu, bunun o korkunç kadın olduğuna emindim. Yanında da yine aynı iki doktor vardı. Bir dakika onlar demin zaten sarışını getiren iki doktor değil miydi? Ben mi kafayı yiyordum? Burada ki on doktorun yüzü de aynıydı. Onuz olabilirler mi? İçimden bir ses bunun açıklamasının daha korkunç olduğunu söylüyordu ve sanırım öğrenmesem benim için daha iyi olacaktı.

Doktorlardan biri elinde tuttuğu kağıttan başını kaldırmayarak sordu. "Adın ne?"

"Fitzgerald Chiristien Lefepre."

Vay be, sarışına bak sen.

"Uyruk."

Gururla konuştu. "Fransız."

Adamın bir mimiği bile oynamadı not alırken. Sarışın heyecanla lafa daldı. "Ne zaman kalkarım?"

Kadının not alan doktora baktığını fark ettim. Tükürürcesine konuştu. "Susturun şunu."

Ne? Nasıl yani? Kumaş elbisesi içinde kadın yanda ki koridora dalarken doktor telaş içinde ona bakan sarışına aldırmadan yatağın yanından sarkan kumaşı ağzına geçirdi. Bileklerine de kayışı geçirirken sarışının bastırılmış inlemeleri odada yankılanıyordu. Yaralı bir hayvanın sesinden farkı yoktu. İçinde ki hayal kırıklığı ve çaresizlik sanki beden bulmuş ve aynadan yansıyarak bana da tesir etmişti. Acısını hissedip ona yardım edememek beni daha da delirtiyordu. Çünkü küçükken bile bana hangi mesleği istediğim sorulduğunda insanların hayatını kurtaran bir süper kahraman olmak istediğimi söylerdim ve annem dışında hiç kimse bu hayalimi desteklemezdi ama annem bu mümkünmüş gibi beni sürekli gaza getirirdi. İkimiz de aynı şeylerden yakınırdık. İzlediğimiz tüm çocuk filmlerinde baş kahramanlar erkek olurdu. Annem de belki ilk kız kahramanın benim olacağımı söylerdi ama ne yazık ki hayat bu kadar hülyalı değildi. Annem "süper kahraman olmak için mucize bekleme" derdi ama ne yazdık ki büyüdükçe üniversite stresi, iş kaygısı ve yurt dışına çıkmanın yollarını aramak içimde ki süper kahraman olmak isteyen çocuğu bastırmıştı ama şimdi görüyordum ki o çocuk yine canlanmıştı ve sarışını kurtarmamı istiyordu benden. Ama elimde ne özel bir güç ne de bir tılsım vardı. Son zamanlarda yaşadığım en büyük sihir, ışığı gördüğüm o büyülü an olmuştu ve onun da artık bir hayal olup olmadığından şüphelenmeye başlıyordum. Çünkü gerçek olamayacak kadar canlıydı bu ışık.

Doktor kağıtta ki yazıyı okuyarak beni içinden çıkılmaz düşüncelerden çekmeyi başardı. "İrlanda'dan göçmüş Avusturyalı bir kadının rahmine yerleştirilecek. Baba adayı Afgan bir iş adamı. Anne beyaz, bana zenci. Beden kadın. Beden melez." Diğer kalan doktorlar başlarını eğerek, "onaylandı." dedi. Sarışının bastırılmış inlemelerini duyduğum gibi olduğum açıdan büyümüş yeşil gözlerini de görebiliyordum. Biraz önce melez bir kadın olarak bambaşka bir kültürde hayatına devam edeceğini öğrenmişti.

Her zaman duyardım reenkarnasyondan bahsedildiğini ama asla inanmamıştım. Bu Dünya dışında başka dünya olmadığına o kadar emindim ki o ruhların bir yerlere gidip orada değişeceğine dair de düşüncem asla olmamıştı. Ta ki bugüne kadar. O sırada gelen sesle sağa döndüm. Yanımda ki fanusta bekleyen et parçası hevesle kendini cama vuruyordu. Midem kalktı. Hemen başımı çevirdim çünkü o tuhaf şeyin ne işe yaradığını asla öğrenmek istemiyordum. İçimden bir ses o merdivenlerden düştüğüm sırada ölmüş olmayı diledi. Arada kalmak, ailemi, annemi ve tüm anılarımı unutup tekrar var olmak istemiyordum. Hayır! Hem yeni hayatımın nasıl olacağını nereden bilebilirdim ki? Babamdan çok memnun olmasam da onu seviyordum. Şu an da bunu itiraf etmek bana acı gelse de sanırım onu hep sevmiş olduğumu kabul etmeliydim. Nasıl ki sarışının da hayatta sevdikleri olduğu gibi.

Hayır, kabul edemezdim. Belki şu ana kadar olanları düzeltemedim ama şu an burada, bu odadaydım. Sarışın için hala umut vardı. Bir önce ki odada ki aşık çift için de umut vardı. Ben uyanınca belki hayatımın en kötü kısmından devam edecektim yaşamaya. İhanet ve güvensizlikle açacaktım gözlerimi ama en azından işe yaradığımı hissetmiş olacaktım ve bir ömür bu bana yetecekti. Annemin kızı olmak gibi.

Bir umut etrafıma bakındım bana yardımcı olacak bir şeyler bulmak için. Bulundukları fanusun içinde acıkmış gibi kıvranan et parçalarından başka hiçbir şey gözüme çarpmadı. Sarışını burada bırakamazdım. Gözlerimi kapayarak öfkeyle kendimi azarladım. "Hadi yapabilirsin Aydan, kafayı kullan," dedim. Karşımda yine aynı manzara vardı ama kulaklarımda bambaşka bir ses.

"Süper kahraman olmak için mucizeyi bekleme."

Biri bana seslenmiş gibi başımı sola doğru çevirdim. Haklıydın anne, her zaman haklıydın. Başımı sola çevirdiğimde duvarda bir çıkıntı gördüm. Biraz daha yakından baktığımda bunun bir düğme olduğunu fark ettim. Bu bir suratta belli belirsiz görünen bir sivilce gibiydi. Önemsiz, başa bela ve saklanmak istenen türden. Gözlerimi kısarak butona baktım. "Sen acil durum çağrısı mısın?" diye soruverdim merakla. Sonra da baygınca yatan sarışının bedenine baktım. Sanki beni duyacakmış gibi, "bir yolunu buldum galiba," dedim fısıltı içerisinde.

Keyif içinde "sağ ol anne" diyerek sağ elimi tokat gibi iltihaplı sivilce büyüklüğünde ki tuşa attım. Tuşu sağ avucuma yerleştirmemle havalandığımı fark etmem bir oldu. Fanuslar titriyor, çığlıklar kulağıma doluyor ve alev gibi sıcacık bir rüzgar yüzümü yalıyordu. Şu an tüm oda ayaklarımın altındaydı, doktorlar ise insani olmayacak şekilde sakindi. Sadece birbirlerine bakıyorlar ve paniklemeleri için resmen birinin kendilerine emir vermesini bekliyorlardı. Sert bir şekilde yere düşeceğimi bildiğim için ellerimi yere doğru uzatırken görüş alanıma göz çukurları olmayan o kadın girdi. İşaret parmağı beni işaret ediyor ve ağzı insani olmayan şekilde bir odayı içine alacak kadar açılıyordu. "Sen!" Evet, hedef bendim, suçlu bendim ve yaptıklarımın sonucunu bilemeyecek kadar gözüm kararmıştı ama yere düşerken asla pişman olmadığımı hissediyordum. Asıl denemeseydim pişman olacaktım.

Kollarımdan güç alarak yere düşüşümü yavaşlatırken nefes nefese yanağımı soğuk zemine dayadım. Bu titreşimde bile fanuslar kırılmamıştı. Beni havaya uçuran rüzgar nasıl olurdu da fanusları sapasağlam bırakabilirdi? Öğrendiğim taktirde aklımın almayacağı kadar korkunç şeyler duyacağımı biliyordum.

"Siz, aptallar ! Ne duruyorsunuz öyle. Gidin kızı alın. Birazdan Işık burada olur, çabuk olun !"

Kadının komutuyla 10 doktor da bana doğru gelmeye başladı. Bu sefer kadın daha da çıldırdı. "Onunuzun da gitmesine ne gerek var gerzek klonlar ! Sadece iki kişi !"

Klon mu? Beni kollarımdan tutup kaldıran iki doktora da itiraz edecek durumda değildim. Gözlerimi zar zor açarak ikisine de baktım. "Ben demin ışığı mı çağırdım? Nasıl yani? Gerçek bir ışık mı? Neye benziyor?"

İki aptal doktor da bir anda yere yığılınca yere düştüm. Tüm on doktorun yere düşmesiyle resmen altımda ki zemin sallandı. Kadın çıldırmış bir halde "olamaz" diyerek çaresizce etrafına bakarken bu sefer odanın kapısı iki yana kuvvetlice açıldı ve lacivert takım elbisesi içinde kurtarıcım içeri girdi.

Simsiyah ve gür olan saçlarını bir eliyle yana yatırıp düzeltirken etrafı hızlıca taradı. Ardından elini saçından ayırıp burnunu çekerek günlük bir dilde sordu.

"Beni merak eden kimdi?"


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top