17.BÖLÜM KARANLIK
* BU HİKAYEDE Kİ TÜM MULTİMEDYA GÖRSELLERİ İNDİGOYU TEMSİL EDER. İNDİGO ADINI HİNDİSTAN'DA Kİ BİR AĞAÇTAN ALMIŞTIR VE EN ÖNEMLİSİ İNDİGO MAVİNİN BİR TONUDUR.
Yüzüne baktım, o kadar. Ağzımdan hiçbir şey çıkmadı. Ona o kadar öfkeliydim ki sanki yanında söylediğim her laf hiç var olmamış gibi etkisiz kalacaktı. Normalde de kendimi çok güzel ifade ettiğim söylenemezdi zaten ama tüm bunlardan daha öte beni kızdıran şey buraya kadar geldi diye onunla gideceğimi düşünmüş olmasıydı. Gerçekten dışarıdan bu kadar basit mi görünüyordum?
Sadece Işık değil diğerleri de dikkatli bir şekilde yüzüme bakıyordu. Bir şey yapmam gerektiğini biliyordum ve ben de yaptım. Özge'ye bir omuz atarak onu yana ittim ve kapıyı Işık'ın suratına kapadım. Özge bir binayı havaya uçurmuşum gibi suratıma baktı. "Kızım sen salak mısın ? Ne yapıyorsun, onun kim olduğunu bilmiyor musun?"
Öfkeyle güldüm. Sanki Işık'ı burada tek tanıyan oydu. "Tanıyoruz herhalde. Hastaneyi onunla havaya uçurduğumu unuttun sanırım. Ayrıca onun evinde de kaldım, iyi tanıyorum yani," dedim meydan okurcasına. Gerçekten Aydan, erkekler için kavga eden liseli kızlardan şu an ne farkın vardı ama olsun, yine de amacıma ulaşmıştım.
Özge bozulmuş gibiydi. Yutkundu. "Hadi ya" dedi şaşkınca.
Karen kıkırdadı. "Yalnız bu kadar yakışıklı olduğunu söylememiştin."
Abigail resmen ona tısladı. "Sen önüne bak bücür."
Bu ne ya? Birden Işık paylaşılamayan olmuştu. Mete de Karen'ın yaptığı iltifattan çok memnun değil gibiydi.
Kapı tekrar vuruldu. "Açmayın sakın."
Özge bana ters ters baktı. "Bak eve yeni geldin. Sınırları zorlama istersen." Dedi ve bana dik dik bakmaya devam ederken kapıyı açtı. Daha ne olduğunu anlayamadan Işık çoktan içeri dalmıştı bile. Suratıma dehşetle baktı. "Gerçekten demin kapıyı suratıma mı kapadın sen?"
"Evet," dedim bir omzumu silkerek.
Öfkeli bir gülme sesi çıkardı ve inanamayarak kendini işaret etti. "Benim suratıma?"
Gerçekten bu çocuk kendini ne sanıyordu? İndigo ya da her ne ise bu beni ilgilendirmiyordu. Bundan sonra herkese hak ettiği gibi davranacaktım.
"Evet, senin suratına." Dedim üzerine basa basa.
İnanamayarak yüzüme bakmaya devam etti. "Gerçekten şımarıksın."
Duyduklarıma inanamadım. "Şımarık mı?"
Özge araya girdi. "Biz de kahvaltı hazırlamıştık. Katılsana sen de."
"Hazırladınız mı? Ben hazırladım." Dedi Karen heyecanla. Özge onu duymazlıktan gelerek Işık'ı kolundan çeke çeke içeriye sürükledi.
"İnanamıyorum ya," dedim ayaklarımı yere vura vura. "Gerçekten bunun burada ne işi var?"
Karen koluma girdi ve sanki bir aşk filminin içindeymişiz gibi "senin için gelmiş işte," dedi hülyalı bir tonda.
"Onun çok da umurundayım ya," dedim söylene söylene.
Diğerlerinin peşinden içeriye girdiğimde Işık sofranın başına kurulmuş ve sanki bir haftadır aç kalmış gibi önünde ki her şeyi ağzına tıkıyordu. Bunun iğrenç gözükmesi gerekmez miydi? Ama gözümde hala sevimliydi. Özge bir yanında oturmuş hayran hayran onu izlerken kendime geldim. Acaba ona bakarken ben de mi öyle görünüyordum? Abigail ise her zaman ki gibi soğukkanlılığını koruyarak uzaktan ama gözleri Işık'ın üzerinde olacak şekilde oturuyordu.
Işık arkaya yaslandı ve karnını okşadı. "Ohhh, çok acıkmışım."
Özge heyecanla "beğendin mi?" diye sordu.
Karen kulağıma fısıldadı. "Benim yaptıklarımın üzerine konuyor, şuna bak."
Gerçekten Karen şu an derdin bu mu yani?
O sırada aşağıya David ve Isaac indi. Işık'ı görünce şaşkınlıkla birbirlerine baktılar.
David, Işık'ın Özge ve Abigail tarafından büyük ilgi görmesinden rahatsız gibi görünüyordu. Isaac yine umursamaz bir haldeydi. Abigail'in yanına geçti.
David, "bu kim?" diye sordu kabaca.
Özge ona kibar olmasını ima eden göz hareketleri yaptı ama David'in gözleri sadece Işık'ın üzerindeydi. Işık ona umursamaz bir bakış attı. "Adım Işık ve şu an açım."
David sinir bozucu bir şekilde güldü. "Burası aş evi mi?"
Mete'nin öyle bir bakışı vardı ki. Birazdan kavga çıkacak der gibiydi ama tam tersine Işık hiç oralı olmadı. Rahatça arkasına yaslandı ve kırmızı dudaklarını şişirdi. Ona peruk takıp makyaj yapsak Dünya'da ki tüm kadın mankenleri sollardı kesin. Ah, ben ne saçma sapan şeyler düşünüyorum böyle?
"Şöyle bir düşünelim," dedi Işık kendi kendine konuşur gibi. "Sizin gibi aç insanlar buraya toplandığına göre evet, aş evi olma potansiyeli var."
"Bana bak," dedi David bir adım atarak.
"Sakın!" dedim kendimi kaybetmiş bir halde. Işık'ın kılına zarar vermesine izin veremezdim. Bir anda sessizlik oldu ve David de dahil herkes bana şaşkınca baktı. Bir kişi hariç. O da Işık. O daha çok bir kaşı havaya kalkmış benden gördüğü ilgiyle eğleniyor gibiydi. Durumu toparlamak için devam ettim. "Buranın başkanı o. Ters düşmek istemezsin."
"Sen karışma oro..." der demez böğürme sesleri geldi çünkü Işık sandalyesinden fırladığı gibi David'i yere sermişti. Üzerine oturarak iki eliyle boğazını sıkıyordu. "O cümleyi tamamlamaya kalkarsan öldürürüm seni, duydun mu!"
Mete ve Özge araya girerken Karen korkudan donmuş haldeydi. Yardım istemek için Isaac'a baktım ama sadece sırıtıyordu. Göz göze gelince kalktı ve merdivenlere giderken "bunu çoktan hak etmişti. Sen de biliyorsun," dedi. Ne olursa olsun Işık'ın katil olmasına izin veremezdim.
"Işık dur!" diye bağırdım. "Öldüreceksin onu."
O zaman durdu ve ilk defa görüyormuş gibi bana baktı. Ne yapacağımı bilemeyerek ben de ona baktım. David yattığı yerden öksürüyordu. Işık'dan bakışlarımı kaçırarak kendime geldim ve donmuş halde duran Karen'a koştum."
"İyi misin?" Ama bir tepki vermedi. "Karen cevap ver," dedim yalvarırcasına.
Arkamda hızlı bir nefes alışveriş duyunca Mete'yi fark ettim."Kahretsin, eski anıları canlandı," dedi.
"Anıları mı?"
Başını salladı. "Bana yardım et. Onu odaya çıkartalım."
"Hayır, edemez. Çünkü benimle geliyor."
Öfkeyle ona döndüm. "Işık yeter! Daha ne kadar zorlaştıracaksın işleri? Sen zaten seçimini yaptın." Özge ve Abigail ise tüm bunların suçlusu benmişim gibi bana bakınca daha da öfkelenmiştim.
Işık sabır diler gibi gözlerini kapadı. "Bu maskaralık senin yüzünden. Benimle geliyorsun ve seçme şansın da yok."
Mete, Karen'a sarılırken Işık'a baktı. "Bize bu evi verirken huzur istediğimizi söylemiştim sana. Şimdi lütfen git Işık."
Abigail araya girdi. "Hem de neden onu istiyorsun ki? Geldiğinden beri Aydan'ın bir işe yaradığını görmedim."
Işık sanki konuşulan hiçbir şeyi duymuyordu. Yüzüme öfkeli bir şekilde baktı. "Gelmezsen yemin ederim Fitzgerald'ın bağırsaklarını koparırım."
Cümlenin şaşkınlığını üzerinden atmam sanırım bir otuz saniye sürdü. "Harika gidiyorsun gerçekten, devam et," dedim.
Işık başını çevirerek kendi kendine konuştu. "Gerçekten ben niye seni ikna etmekle uğraşıyorum ki?"
Başımı salladım. "Aynen öyle. Def ol git Işık."
Tam tahmin ettiğim gibi, sonunda vazgeçmişti işte.Başımı salladım. "Aynen öyle. Def ol git Işık."
Ama beni belimden tutup omzuna attığında kurduğu cümlenin bambaşka bir anlam içerdiğini anladım.
"Sen...ne yapıyorsun?"
Özge ve Abigail'in bana attığı nefret dolu bakışlar altında Işık beni hızla kaçırdı ama sorun şuydu ki geç kalmıştı. Evden çıkarken son gördüğüm şey Karen'ın perişan suratıydı. Dışarıya adım attığımızda, "bu yaptığına adam kaçırma derler yalnız," dedim.
"Hı-hı, öyle bebeğim."
Amacı beni çileden çıkarmaksa şu an gayet başarılıydı. Sırtında sarkan ayaklarımı hızlı hızlı çırptım onu yıkmak ister gibi ama hiç oralı olmadı. Kalçasına tekme attığımda bile bize bakan kalabalığın arasından doğal bir tavırla yürüyüp geçti.
"Kalçamı ezmeye mi çalışıyorsun sen? Değişik fantezilerin var gerçekten," dedi alaycı bir tavırla.
"Bana bak," dedim ama omuzlarının gülerek kalkıp indiğini fark ettim.
Aynı alaycılıkla devam etti. "Ama sana kötü bir haberim var. Şu an ayaklarının dibinde ki bu kalça tüm evrenin en sıkı kalçası. Duyuyor musun beni? Benim kalçam, seninkinden bile sıkı. Onu öylece deviremezsin."
Güldüm. Cidden güldüm. Kalçasını mı övüyordu bana?
"Bana göre kalçan değil de şişmiş egonla ön plandasın."
"Ahh,"dedi yine iç çekerek. "Hiç suratıma bakmadın mı sen? Böyle bir surat nasıl olur da egosuz olur? Sen de olsan sen de egolu olurdun. Bu kadar yakışıklı, karizmatik...Ahhhh!"
"Daha devam edersen o sıkı kalçan parçalara ayıracak. Atayım mı bir daha tekme ha? Atayım mı?"
Beni bir anda öyle bir bıraktı ki neredeyse yere çakılıyordum. Acı içinde kalçasını ovaladı. "Beni baştan çıkarmaya çalışıyorsan bu şekilde işe yaramaz."
"Ne?" dedim neredeyse kahkaha atarak. "Tipim değilsin."
"Her zaman öyle derler," dedi bilmiş bir tavırla. Sonra da ilerde ki arabasını gösterdi. "Hadi bin."
Demek arabasını bulmuştu. Kollarımı bağladım. "Olmaz," dedim. "Önce Fitzgerald'ın yerini söyleyeceksin bana."
"Zaten onun yanına gidiyoruz."
Gözlerim büyüdü. "Şaka yapmıyorsun değil mi? Görebilecek miyim Fitzgerald'ı?"
"Ani bir şekilde kör olmazsan evet," dedi birden suratını asarak. Kapıyı açtı. "Gir hadi, saatlerce seninle uğraşamam."
Tam binerken ona baktım. "O iyi değil mi? Yani ona zarar falan vermedin?"
Hayal kırıklığı içinde gülümsedi. "Beni nasıl görüyorsun oradan, kafanın içini merak ediyorum. İnsanlara zarar veren kalpsiz biri miyim ben?"
"Bilemem, seni çok iyi tanımıyorum sonuçta."
Öyle bir öfkeyle nefesini çekti ki geri adım atmadan edemedim. Yüzüme bakmadan konuştu. "Araca bin Aydan çünkü şu an sabrımın sınırlarını zorluyorsun."
"Niye bu kadar kızıyorsun anlamadım," dedim ondan korkmaya başlasam da.
Bana öyle bir bakış attı ki bu korkumu daha da kamçıladı.
"Araca bin dedim," dedi gözlerinden çıkan ateşle. Onu daha fazla kızdırmamak için hemen bindim ama tepkimi gösterirken kapımı sertçe kapadım. Araca bindiğinde o kadar öfkeli görünüyordu ki dikkatini çekmemek için iyice koltuğun içine sindim ama o bunu fark etti ve bana yandan sert bir bakış attı. "Tabii, kork sen benden. Doğru yoldasın çünkü caniyim ya ben."
Ne yapacağımı bilemeyerek önüme baktım ve sonunda gerginliğin sona ermesi için "özür dilerim" dedim.
Yoldan başını çevirmeyerek tekdüze bir sesle konuştu. "Samimi olduğunda bunu bir daha söylersin."
Çaktırmadan ona baktım. Kirpikleri nasıl bu kadar uzun olabiliyordu? Gerçekten bana alınmış mıydı? Ya da onu nasıl görmemi isterdi?
Ya da onu nasıl gördüğüm onun için önemli miydi? Benim için önemli olmuştu. Yani onun beni en çekici kadın olarak görmesini isterdim. Biliyorum, hiç buna uygun hareket edememiştim ama ruhumun bir yanı ona güvenmiyordu. Beni tekrar bırakıp gitmesinden korkuyordum. Su için ya da başka bir kadın için. Bunu onunla paylaşsam benim hakkımda ne düşünürdü acaba? Hoşuna gider miydi?
Dümdüz yolda ilerledik ama araç havalanmamıştı.
"Senin evine gitmiyor muyuz?" diye sordum tepkisinden çekinerek.
"Fitzgerald'ı görmek istemiyor muydun?" diye homurdandı.
"Onun yanına mı gidiyoruz?" diye sordum heyecanla. Bana ters ters bakınca hemen arkama yaslandım.
"Evet, mutlu son," dedi kendi kendine mırıldanarak. En iyisi gidene kadar konuşmamaktı.
Yıkılmış olan hastanenin önünden geçerken indigo renginde ki topraklara kaydı gözüm. Hemen arkasından da Mete'nin Işık hakkında söyledikleri geldi aklıma.
İndigo insan.
Yüzüne dikkatle baktım. Kaşları çatık bir halde tüm dikkatini yola vermişti. Ne olursa olsun bana benziyordu, bize benziyordu. İki kaşı, iki gözü olan bir insandı işte. Sadece fazla güzeldi, o kadar. Belki de ona kim olduğunu sorabilirdim ya da hastanede elektrikleri ona verirken nasıl oldu da mavi ışık yaydığını öğrenebilirdim. Peki ya benim bu cevabı almaya cesaretim var mıydı? Bu biraz daha ertelenebilirdi.
Araba biraz daha hareketlenince taşlı bir yola girdiğimizi fark ettim. Taşlı yol sağa sola doğru kıvrılırken yolun sonunun bir bahçeye açıldığını gördüm. Bahçe küçüktü, ortasında ki evin ise çok değişik bir mimarisi vardı. İki katlı ve her iki katı da başka yöne bakıyordu. Sanki çapraz şekilde üst üste koyulmuş jenga taşları gibilerdi. Duvarlar yerine ise baştan sona camlar vardı. Bu evde mahremiyet aramak zor gibiydi.
"Burası kimin evi?"
"İn hadi," dedi sadece. Neden cevap vermiyordu ki? Ona dik dik baktım. "İn," dedi tekrardan. Artık onunla tartışmaktan yorulmuştum. Işık beni beklemeden önden gidince arkasında koşturdum ama ayağıma takılan taşla neredeyse yere çakılıyordum.
Işık arkasına bakmadan konuştu. "Yerlerde taş olabilir. Dikkat et. Ağzın burnun kırılırsa uğraşamam."
"Sağ ol ya."
Evin kapısına geldiğimizde tahta bir tümsek bizi karşıladı. Kapının yanında ki iki saksı ve içinde ki beyaz zambaklar çok hoş duruyordu. Böyle bir şeyi Işık'ın düşünmediğinden emindim. Cebinden anahtarını çıkardı. O kapıyı açarken ben de yanında gergince bekledim.
Kapıyı sonuna kadar açtı ve ciddiyetle bana baktı. "Gir hadi. Seninki içeride."
Başımı salladım teşekkür edercesine. Adımı atmamla koltukta gergince oturan Fitzgerald'ı gördüm. "Sonunda," dedim kahkaha atarak. Fitzgerald başını kaldırdı ve beni fark eder etmez ayağa kalktığı gibi bana koştu. Ben de ona.
"Yatak arkadaşım, her şeyim."
Işık, Fitzgerald'ın konuşmasına homurdandı. Yanaklarından öptüm ve ayrılır ayrılmaz ellerimi yanaklarına koydum. "İyisin değil mi?"
"Sen geldin, şimdi iyi oldum," dedi gözleri dolu dolu. Ah, benim duygusal adamım.
İçeriye birinin girdiğini fark edince başım o tarafa döndü. Bu, Su idi.
"Selam," dedim zoraki bir şekilde gülümseyerek. Beni karşısında görmekten dolayı pek memnun olmamış gibiydi. "Sana da," dedi yarım ağzı ve kendini koltuklardan birine attı. Ayakta dikilen Işık'a yandan bir bakış attı. "Demek bundan dolayı apar topar evden çıktın."
"Sorma, başıma bela oldu," dedi o da. Onu öldürebilirdim. Neden böyle yapıyordu ki? Beni buraya zorla getiren o değil miydi?
Fitzgerald, "hadi gel. Odama çıkalım," dedi.
"Tamam," dedim beni elimden tutup yukarıya götürmesine izin vererek ama Işık araya girdi. "Bir dakika, bir dakika, nereye?"
Ona boş boş baktım. "Odaya."
"Tamam ama kapı açık kalacak," dedi tehditkar bir tavırla.
Fitzgerald'la şaşkınca bakıştık ama en sonunda kendime gelip konuştum. "Neden?"
"Ben böyle istiyorum da ondan."
İç çektim. "Hadi yürü Fitzgerald."
Yukarı çıkarken "onun nesi var?" diye sordu.
"Ne gibi?" Konuşurken her zaman ki gibi el eleydik.
"Ne bileyim, bir garip davranıyor."
"Aman, her zaman ki hali."
Odaya girdiğimizde önce ki kaldığımızdan daha küçük bir yatak gördüm. Onun dışında da pek bir şey yoktu zaten. Kapıyı kapadık ve yatağa yan yana oturduk.
"Ne zamandır buradasın?" diye sordum.
"Senin gittiğini fark ettiğimizden beri işte. Işık'ı görmen lazımdı. Resmen çılgına dönmüştü. O kadar öfkeliydi ki sana bir şey yapmasından korktum."
Tatlı Fitzgerald'ım benim. Omzunu okşadım. "Merak etme, o bana bir şey yapamaz."
"Bence de. Zaten asıl sorun Su'da."
"Neden öyle dedin şimdi?"
"Diyorum sana, o hain, Aydan. Işık da sandığımız kadar akıllı değil sanırım, o ne dese inanıyor ama sığınakta da söyledi. Hastane havaya uçmadan önce tüm o klonları parçalara ayırmış hem de acı çekeceklerini bile bile."
Elimi kaldırdım. "Bir dakika. Su mu yapmış yani?"
Başını salladı. "Neden şaşırdın ki?"
Çünkü ben Işık yaptı sanıyordum! Peki neden ona sorduğumda ben yapmadım demedi ya da kendini savunmadı? Neden böyle yapıyor? Yorgun bir şekilde Fitzgerald'a baktım. "Yani sen şimdi Su'yun Ufyso'yla işbirliği yaptığından emin misin?"
"Kesinlikle," dedi ve sonra durup dikkatle yüzüme baktı.
"Ne oldu?"
"Hiç," dedi gülümseyerek. "Seni çok özledim."
"Bende," dedim onun yanağını okşayarak. Fitzgerald ne kadar çok beni öpmeye kalkışmış olsa da onu yaramaz, küçük erkek kardeş olarak görüyordum.
Çıkan gürültüyle ikimiz de zıpladık. Bu Işık'dı. Baskın yapar gibi birden kapıyı açmıştı. Bir şey arar gibi ikimizin de suratına tek tek baktı. "Ne yapıyordunuz siz?"
Aynı anda şaşkınca cevap verdik. "Konuşuyorduk."
Emin olmak ister gibi tekrar suratımıza baktı. Sonra da başını çevirdi. "Neyse ben acıktım."
"E iyi, ne yapalım yani," dedim.
"Kalk, yemek yap bana."
"Pardon? Uşağın mıyım ben senin?"
"Ben sadece kahvaltıdan anlıyorum," dedi savunmaya geçerek.
"Su yapsın o zaman."
"Anlamıyor musun, senin yapmanı istiyorum." Dedi itiraz ederek.
"Sabır ya," dedim.
Fitzgerald, "tamam, ben yardım ederim sana," dedi.
"Hayır," dedi birden Işık. Suratına baktık ama ne açıklama yapacağını bilmiyor gibiydi. "Olmaz çünkü...ee, Fitzgerald'ın benimle işi var."
"Ne işi?"
Işık sonunda patladı. "Bana baksanıza, ne hakla bana bu kadar soru sorabiliyorsunuz? Ev sahibi ben değil miyim? Ben ne dersem o, şimdi beni takip edin."
Gözlerimi devirdim. Işık gerçekten bir insanın sabrını nasıl zorlayacağını iyi bilen tiplerdendi. İsteksizce ona katıldık. Beni mutfağa soktu önüme tavuk butu olduğunu umduğum eti koydu. Sote yapmamı istiyordu. Hemen ardından da Fitzgerald'la bahçeye çıktı. Hırsımı tavuklardan çıkardım. Bıçağı her indirdiğimde Işık'dan öcümü aldığımı hissediyordum.
"Kolay gelsin."
Bir sen eksiktin Su. "Sağ ol," dedim arkamı dönmeden. Yanıma geldiğini fark ettim. Ben tavukları keserken o da tam karşımda tezgaha yaslandı ve kollarını bağladı. "Duyduğum kadarıyla bağımsızlarla kalmışsın."
Başımı salladım sadece.
"Berbat insanlar olduğunu duymuştum."
"Mete ve Karen hariç öyleler."
Birden heyecanlandı. "Onlarla konuştun mu?"
"Evet?" dedim ona ne var dercesine. "Onlarla kalıyorum sonuçta değil mi?"
Hemen toparladı kendini ve aynı soğukkanlılığa geri döndü. "Işık bu hafta içinde evine döneceğimizi söyledi. Hani şu Gezegende ki ev."
"Biliyorum, orada kaldım," dedim son derece soğuk bir tavırla.
Başını salladı. Benimle sohbet etmek için mutfağa gelmiş olamazdı. Bomba geliyordu. "Ee, biz gidince sen nerede kalacaksın?"
Al işte. Işık'ın bizi terk edip gitme planı var mıydı bilemezdim ama bu ihtimal bile beni öfkelendiriyordu. Birden bıçağı tezgaha bıraktım ve ona sertçe baktım. "Fitzgerald'la kalacak bir yer buluruz biz, sen merak etme. Ki Mete de bizi yanında ister ama benim aklım sende kaldı açıkçası."
"Ben mi? Benim neyim varmış ki?"
"Bilmiyorum, uzun bir süre Unfyso'nun yanında kaldın. Ürkütücü olmuş olmalı." Tam tahmin ettiğim gibi eli ayağı birbirine dolandı. Bunu Işık görmeliydi. Benim bir şeyler bilip bilmediğimden emin olamıyor gibiydi.
"Daha ürkütücü şeyler gördüm. Komaya girmeden önce."
Bunu söylemesini beklemiyordum. O da benim gibi bir şekilde buraya gelmişti. Bunu unutuyordum.
"Bilirsin, intihar kimse için öylece verilecek bir karar değil."
"İntihar mı?" diye sordum. "Ben intihar etmedim, nasıl herkesi katarsın." Bu konu sıkmıştı artık.
Dibime kadar yaklaştı. "Etmedin mi? Etmediysen nasıl olur da arafta sıkışıp kalırsın. Yoksa kendini mi kandırıyorsun? Arafa girmen için komaya girmen şart değil. Unutma burayı iki tür insan paylaşır. Bir, ruhu arafta kalmış intihar eden ruhlar ki onlar senin benim gibi hastanede gözlerini açarlar ve fişleri çekilene kadar buradadır. İkincisi ise intihar eden ama komaya girmeden ölen insanlardır. Onlar ise burada ki hastanede gözlerini açmak yerine bu dünyada cehenneme doğarlar ve büyürler." Anlattıklarıyla hayretle bürünen suratıma baktı ve omzunu silkti. "Neyse, kolay gelsin," dedi keyiflenerek.
Ben sadece merdivenlerden düşmüştüm. Bu intihar olamazdı ki ama sonra Işık'ın söylediği şey aklıma geldi. Annemin intihar ettiğini öğrenince çok şaşırmıştı. Bu annemin de mi burada olduğu anlamına mı geliyordu? O komaya girmemişti. O zaman burada doğmuş, büyümüş ve sıkışıp kalmış öyle mi? Hayır, şu an bunu düşünmek istemiyordum.
Kendi kendime, "kafanı karıştırmasına izin verme," dedim ve işime devam devam ettim. O gün dans eden dört kadından biri bana tanıdık gelmişti ama kimdi neden hatırlamıyordum? Annemi görmüş olsam bunu unutmazdım değil mi? Yoksa yavaş yavaş hafızam mı siliniyordu. Bu düşüncelerimi sol işaret parmağımda oluşan sızı böldü. Elimde ki bıçağı fırlattım. Kanın çok hızlı aktığını fark edince hemen başımı çevirdim. Elimi kesmiştim, evet. Canım da acıyordu ama bundan daha da fenası kanı görmekti benim için.
Sol kolumu olabildiğince kendimden uzak tuttum ve peçete bakmaya başladım. Aslında parmağımı suya tutmam lazımdı ama kanı akıtacak bir şey yapmak istemiyordum. Sadece peçeteyle üzerini sarmak ve hiç olmamış gibi devam etmek istiyordum.
"Ne tembel kızsın sen. Bir yemeği yapamadın."
Bir sen eksiktin Işık.
"Tamam, birazdan hızlanırım," dedim hemen gitmesini umarak ama güldüğünü duydum.
"Kolunu o şekilde tutarak ne yapmaya çalışıyorsun?"
"Hiçbir şey. Artık gider misin?"
Ama ne olduğunu anlayamadan onu yanımda buldum. "Eline ne oldu?" diye sordu şaşkınca. Yere baktığımda kanın damladığını gördüm. Kusacaktım. "Yok bir şey," dedim kendimi tutarak ama bileğimi tutunca çığlığı bastım. Suratıma şaşkınca baktı. "Sakın dokunma," dedim panikle.
"Ne yapacaksın? Kesik parmakla mı gezeceksin?"
"Kesik deme!" dedim içim kalkarken.
"Kaç yaşındasın sen? Üç mü, dört mü?" diyerek parmağımı tam musluğa yönlendiriyordu ki bağırdım.
"Olmaz."
Bana eğlenerek baktı. "Bak bunu ileride sana karşı kullanırım, beni tahrik etme."
"Ben kan göremem," dedim utanarak çünkü bu utanılması gereken bir şeydi. En azından babam böyle derdi.
"Söz veriyorum canını yakmayacağım," dedi ciddi bir tonda ve elimde ona güvenmekten başka bir çare olmadığını kabul ettim. Parmağımı suya tuttuğunda su darbelerinin arasında kesik parmağımı hissetmek içimi daha da kaldırdı. Ben de bunun büyük bir acı olmadığını elbette biliyordum ama orada bir kesiğin ve akan kanın olduğunu bilmem benim için yeteri kadar büyük bir felaketti. Su kesilince tuttuğum nefesi bıraktım. "Bitti mi?"
Parmağımı peçeteyle sararken ters ters baktı bana.
"Ne var? Herkesin bir eksi yönü vardır," dedim kendimi savunmaya geçerek. Bana öyle bir dikkatli baktı ki o an kendimi bilmesem Dünya'nın en çekici kadını olduğumu düşünürdüm. Bir eliyle parmağımı tutarken diğer eliyle de önüme gelen saçlarımı çekti. Bakışlarımı kaçırdım çünkü attığı bakışlar beni gereğinden fazla heyecanlandırıyordu. Bu bakışı nerede görsem tanırdım. Bu gerçek bir sinyaldi. Yani öpüşme sinyali. Ayrıca o filmlerde gördüğümüz gibi kendini zorlayan bakışlardan da değildi. Bu bakışı ne zaman Alp'de görsem aradan otuz saniye geçmeden dudakları ustalıkla benim dudaklarımı bulurdu.
Peki ya Işık'ın şu an beni öpmesi ne anlamına geliyordu? Belki ona olan duygularımın aynısını taşımıyorsa da en azından beni beğendiğini gösterirdi bu değil mi? Bu da bir adım.
"Ne?" dedi birden gülerek. Başımı şaşkınca kaldırdım. Mutfakta hala ikimiz vardık. Yüzüme şaşkınlıkla bakıyordu. Her ne olduysa çok şaşırdığı belliydi.
"Ne var?"
"Neden kızardın sen?" diye sordu gözleri eğlenmiş bir şekilde büyürken.
"Kızarmak mı? Nereden çıktı şimdi bu?"
Kaşları büyük bir hayretle kalkarken kendini tutamadı. "Yoksa seni öpeceğimi falan mı sandın? Fırsatçı," dedi ağzı kulaklarında.
"Ne? Ben mi?" dedim sanki demin bunları düşünen ben değilmişim gibi ama Işık'ın bakışlarından inandırıcı görünmediğim gayet açıktı. Elimi elinden çektim. "Tamam, teşekkür ederim. Bu kadarı yeterli."
"Parmağını sarsaydım? Daha bir şey yapamadım ki." Bunu söylerken yüzüme dikkatle bakıyor ve tepkilerimi ölçüyor gibiydi.
"Ölmem herhalde. Teşekkür ederim yine de."
Kahkahasını bastırıyor gibi görünüyordu. Sırf bana ayıp olmasın diye gülmediğine emindim. Bu çocuk gerçekten sinirlerimi hoplatıyor. O sürekli özenle düzelttiği gür saçlarını bozmak istiyordum. Kaçmak gibi gözükmemesi için yavaş adımlarla mutfaktan çıktım ama ateşin her yerime bastığını hissediyorum. Öfkeli şekilde mırıldandım. "Sen ne ara bu kadar aptal oldun Aydan? Yoksa hep mi böyleydin de ben mi fark edemedim?"
Başımın tepesinde pıt pıt atan ses tüm dikkatimi dağıttı. Başımı kaldırdığımda tavanda ki ampulün ışığının sönüp durduğunu fark ettim.
"Bunun nesi var böyle?"
"Ne bileyim ben," dedi koltukta oturan Su ters bir şekilde.
"Ne olmuş?" diye içeri girdi hemen Işık. Beni mi dinliyordu o? Tavanı işaret ettim. Yine aynı dikkati bu sefer ampule verdi. "Çok garip. Böyle olmaması lazımdı."
Kolunu tam ampule uzatmıştı ki hemen kolunu yakaladım. Bana şaşkınca baktı. "Kendine zarar mı vereceksin? Madem dokunacaksın elektriği tamamen kesmen lazım."
Sırıttı. "Bana olan telaşın artık beni korkutuyor."
"Gözümün önünde kim böyle canını tehlikeye atsa araya girerim," dedim.
Birden ciddileşti. "Teşekkür ederim ama benim için telaşlanmana gerek yok," dedi ve rahat bir tavırla ampulü çevirdi. Gidip gelen elektriğe parmağını soktu. Onun da aslında yüklü elektrik taşıdığını unutuyordum.
Su da meraklanmaya başlamıştı. "Ne oldu, anlayabildin mi?"
Başını yana eğdi düşünceli bir tavırla ve gözlerini kıstı. "Gerçekten çok garip."
Kapı çalınca Işık ne olduğunu anlayamadan hiperaktif bir şekilde yerinden zıpladı. "Fitzgerald'dır," diyerek kapıya koştu. Onu takip etmek artık yorucu oluyordu.
Fitzgerald içeriye adım attığında elinde poşetler vardı. Işık'a "dediğin gibi senin adını verdim ve hemen yemekleri hazırladılar." Dedi.
Işık sevinçle poşetleri kaptı. Ona hayretle baktım. "E, bana yemek hazırlatıyordun."
"Yapamayacağını biliyordum," dedi yapmacık bir tavırla gülümseyerek. Şaşkın suratıma bakıp her şey normalmiş gibi "hadi, masaya gel," dedi.
Masaya geçip ekmek aralarını elimize aldık ama Işık ampule bakmaktan yemeğe odaklanamadı. Kaşlarını çattı. "Canımı sıkmaya başladı." Dedi "Ne olduğunu nasıl anlayamam, çıldıracağım."
"Her zaman mükemmel olamazsın değil mi?" dedi Su ona göz kırparak. Bu kadar ikiyüzlü olmasına dayanamıyordum. Öfkeli bakışlarımı zapt etmeye çalışarak bakışlarımı çevirdiğimde Işık'a yakalandığımı fark ettim. Su'ya nasıl baktığımı görmüş olmalıydı. Yüzüme dikkatle bakıyordu. Bunu da onu kıskandığıma yoracağanı düşünerek iyice iştahım kaçtı. Ona salakça aşık olduğumu falan düşünmesini istemiyordum.
Esnemeye başlayınca Fitzgerald, "odaya geçelim istersen, uykun geldi," dedi.
"Olur," dedim omzumu silkerek. Kalkıp giderken Işık başını masadan kaldırmadan tekdüze bir sesle konuştu. "Aynı odada kalmak yok."
"Neden?" diye sorduk aynı anda.
Bıkkın bir şekilde bize döndü. "Siz iki salağa kaç kere söylemem lazım bana soru sormayın diye. Ben ne dersem o. Ayrı odalarda yatacaksınız."
"Öyle bile olsa bir nedeni olmak zorunda değil mi?"
Düşünür gibi dudaklarını büzdü. "Belki egomdandır. Birileri bir şeyi isteyince otoritemi ortaya koyarak onu bozmaya bayılırım." Fitzgerald'a döndü. "Sen odana dön. Aydan burada kalacak, onunla işim var."
Tam ağzımı açmıştım ki tekrar araya girdi. "İtiraz mı edeceksin? Git kapı önünde et, ekmeğim daha bitmedi. Rahat rahat yemek istiyorum."
Hırsımı alamayarak dışarı çıktım. Neden bu kadar kötü davranıyordu ki? İşin daha da fenası bu neden ondan soğumama neden olmuyordu? Bu duyguları içimde taşımaktan artık gerçekten yorulmuştum. Yanlış bile olsa içimi dökmek istiyordum. Belki de birinin "böyle hissetmen gayet normal" demesini bekliyordum çünkü bazen ben de normal olmayı bilmeye ihtiyacım vardı. Ağlamaklı bir şekilde kapının önüne çöktüm. Şimdi iki güzel saksı arasında oturmuş önümde serili taş yolu izliyordum.
"Acaba Işık'a olan duygularımı Fitzgerald'a mı anlatsam?" diye sordum kendi kendime ama hemen arkasından vazgeçtim. Gerçekçi olmasa da bana karşı duygusu olduğu açıktı. Bilerek onun canını yakamazdım ama biriyle paylaşmazsam da kafayı yiyecektim.
Belime değen bir şeyle irkildim. Başımı kaldırdığımda Işık'ın sırıtan suratını gördüm. "Neye böyle dalıp gittin?"
Ah, bir bilsen.
"Yok bir şey," dedim hemen önüme dönerek. Yine beni ayakkabısının ucuyla dürttü. Tepki vermedim.
"Kalk hadi. Yemeğim bitti."
"Her şey senin istediğin zaman olacak değil mi?"
"Evet." Ona baktığımda sanki bunu öyle düşündüğü için değil de beni kızdırmak için söylediğini hissettim. Oflayarak yerimden kalktım. İçeri girdiğimde Su yoktu.
"O nerede?" diye sordum.
"Odasına gitmesini istedim."
Ona tereddütle baktım.
"Geç hadi," dedi koltuğu işaret ederek. Merakımı saklı tutmaya çalışarak oturdum. Yüzüne dikkatle baktım. Bir çocuk gibi sevinç ve heyecan içinde bir projeksiyon cihazı kurdu. O kadar mutlu görünüyordu ki ne yapacağımızı sorarak bunu bölmek istemedim. Cihazı çalıştırdı ve bir bilgisayar oyunun başladığını fark ettim.
"Ne bu şimdi?" diye sordum.
"Bilgisayar oyunu," dedi keyifle alt dudağını yalayarak.
"Ben hiç anlamam ki."
"Sen oynamayacaksın zaten," dedi oyun konsolunu coşkuyla eline alırken, "sadece orada oturacaksın."
"O zaman benim burada ki işlevim ne?"
Bana baktı ve kocaman gülümsedi. "Varlığın."
"Ne?"
"Oynarken biri yanımda oturmazsa canım sıkılır."
"Sorunlusun biliyorsun değil mi?" diye sordum gülerek.
Bana baktı ve parmağını dudağına götürdü. "Hişşşttt, başlıyoruz." Sonra birden aklına bir şey gelmiş gibi zıpladı ve bana döndü. "Bak sakın uyuma, yoksa devam edemem."
"Ama uykum var," diye mızmızlandım.
"Olmaz," dedi gözleri heyecanla parlarken. "Uyursan olmaz," dedi ekrana döndüğünde. Onu bütün gece gözümü bile kırpmadan izleyebileceğimi bir bilseydi... Ama sonuçta ben de insandım. Gözlerim istemsiz her kapanışında Işık beni ayağının ucuyla dürtüyor ya da oyunda yaptığı iyi bir hamleyle sevinç nidası atarak beni yerimden sıçratıyordu.
Aradan ne kadar zaman geçti ben de bilmiyordum. Sonunda Işık beni kabaca dürttü. Gözlerimi araladığımda o sevimli suratı suratımın dibindeydi. Heyecanla, "kalk Aydan. Oyun bitti," dedi.
"Ben de bittim ya of," dedim sırtımı dönerek.
Güldüğünü duydum. "Seni taşımamı ister misin?"
"Nasıl taşımak? Bildiğimiz taşımak mı?" dedim birden gözlerimi açarak.
"Kaç çeşit taşıma biliyorsun? Gel buraya," dedi bir hamleyle beni kucağına alarak. Aynı hastahane günü gibi. Sanırım bunu o da hatırlamıştı.
"Umarım bunu alışkanlık haline getirmezsin. Ayrıca bu gecenin böyle bitmemesi gerekiyordu. Sürekli uyuyarak mızıkçılık yaptın. Bana borçlandın."
"Çok zorsun Işık," dedim uykulu bir halde. Onun odasına gelmiştik. Beni yatağına yatırdı. İtiraz etmeden onu izledim. Dolabını açtı ve içinden yer yatağı çıkararak yere attı.
"Başka oda yok muydu?" diye sordum uykulu bir halde.
"Dilinin açılacağı tuttu. Yat hadi."
Gözlerimi yumdum hemen. En azından belli bir süre çünkü tepemde ki ampul yanıp sönmeye başladı. Daha sonra ise komedinde ki lambanın da aynı şekilde olduğunu fark ettim. "Işık?"
"Biliyorum. Sakin ol," dedi.
"Neden böyle olu..."
"Şişt," dedi yavaşça yerinden kalkarak. "Diğerlerine bakıp geliyorum. Sakın yerinden kıpırdama," dedi.
"Beni korkutuyorsun."
"Korkmalısın da. Biraz korku iyidir," dedi yavaşça doğrularak.
"Hemen gel," dedim panikle.
"Sakın kımıldama. Fitzgerald ve Su'yu alıp geliyorum."
Başımı salladım. Nefes almaya bile korkuyordum.
Kapının kapandığını duyduğum an gözlerimi yumdum. Gitmişti ve ne zaman döneceğini bilemiyordum. Kımıldamadan durmam gerekiyordu ama bu zor olacak gibiydi. Yanımda ki masa lambası öyle bir ses çıkarıyordu ki birazdan patlayacak gibiydi. Gözlerimi, cesaret kırıntılarımı üst üste koyup bir dev gibi biriktirerek araladım. Yana korkak bir bakış attım. Lamba bana göz kırpıyordu. Yutkundum. Gerçekten patlayacak mıydı? Başımı yukarıya kaldırdığımda abajurda ki lambanın da can çekiştiğini fark ettim. Işık hemen gelmeliydi yoksa bu ampuller patlayacaktı. Kapıya baktım. Çıksam daha mı güvenli olurdum acaba? Tam kıpırdandım ki dışarıdan daha kuvvetli sesler geldi. Işık tüm kapıları açıp açıp çarpıyor olabilir miydi?
Biri sessizliği böldü.
"Sonunda."
Dondum çünkü bu odada sadece ben vardım ve ben konuşmadığıma göre? Başımı kapıdan ayırmadan dimdik durdum. Nefes alışverişim hızlandı. Hemen kaçsam ne kadar güvende olurdum acaba? Yatağın altının sallanmasıyla sırtüstü düştüm. Deprem oluyordu. Kafamda ki ampulün daha hızlı sallandığını ve yaydığı sisin içerisinde yanık kokusu barındırdığını fark ettim.
"Ne oluyor?" diye bağırdım kendi kendime çılgınca.
Ve ışıklar kesildi.
Bu bölüm size ne hissettirdi? Neleri beğendiniz ?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top