16.BÖLÜM PLAN

* BU HİKAYEDE Kİ TÜM MULTİMEDYA GÖRSELLERİ İNDİGOYU TEMSİL EDER. İNDİGO ADINI HİNDİSTAN'DA Kİ BİR AĞAÇTAN ALMIŞTIR VE EN ÖNEMLİSİ İNDİGO MAVİNİN BİR TONUDUR.

Mete anlatıcı olmaktan zevk alıyor gibiydi. Konuşurken bana bakmasa bile karşımızda ki aynı bizim kaldığımız eve benzeyen eve dalgın gözlerle bakıyordu. Aklı anlatacaklarlarıyla dolu olduğu her halinden belliydi.

"Tesla'nın bir lafı vardır bilir misin?"

Ona baktım ve kendimi tutamayarak gülmeye başladım. Bana baktı. "Ne oldu şimdi?"

"Ben asla öyle bir insan olamadım Mete. Yani büyük düşünürlerin sözlerini ezberden bilen, her şeyden anlam çıkaran derin biri olamadım."

"Kendine haksızlık etme. Bence oldukça derin bir karaktersin."

Derin karakterleri severdim açıkçası. Birçok şeyden anlam çıkaran, şu tutkularının peşinden koşan, onlar için çok özel anlamları bulunan şarkıları ve kitap sözleri olan ulaşılmaz insanlardan bahsediyorum ama ben asla öyle olamamıştım. Daha sonra Pelin'le anlaşma nedenimizin bu olduğunu fark ettim. İkimiz de sıkıntılarımızı içselleştirmek yerine sanki onlar bize ait değillermiş gibi kaçan iki insandık.

Bundan memnun muydum? Hayır. Kendimle ve kendime ait olan tüm bu dürtülerle karşılaşmak isterdim. O suya elimi sokmak, korkularımı koynuma almak... Belki o zaman insanlardan bu kadar izole ve yabani büyümezdim. Kaçtıkça hepsi bileğime bağlı halata daha da düğüm attı. Kolaya kaçayım derken aslında ayağıma sıkıyordum. Annemin yası bana ağır geliyordu ve bunun bir kısmını öfkeye pay etmek istiyordum. Bundan dolayı onun aldattığı ve annemi hayata küstürdüğü için babama kızmak o kadar işime geliyordu ki.

"Ne oldu?"

Mete kaşlarını çatarak merakla yüzüme bakıyordu. Ağlayacaktım neredeyse. Bu kadar hassas olmaktan nefret ediyordum. "Boş ver beni," dedim bakışlarımı kaçırarak. "Ne demiş senin şu Tesla, söyle bakalım."

Mete anında tekrar anlatıcı olma keyfine büründü. "Evrenin gizemini anlamak istiyorsanız enerji, frekans ve titreşim yasaları ile düşünün."

"İyiymiş," dedim başımı sallayarak.

"Hiçbir şey anlamadın değil mi?"

"Kusura bakma ama anlamadım." Güldük.

"Aslında o kadar da komplike değil. Hatta bana göre enerji, frekans ve titreşim, üçü de aynı şey. Üçü de senin en derininde."

Ona soru sorarcasına baktım. Açıkladı.

"Bir ruhun var. Ruhunun altında da eterik bir beden. Tamamen enerjiden bahsediyorum. Aslında biz tamamen enerjiyiz."

"Bu yaşam enerjisi gibi bir şey mi?"

Şöyle bir düşündü ve başını salladı. "Evet, aslında öyle de denebilir. Bu enerji ne kadar sende aktive olursa o kadar hayat dolu ve yaşama tutkun olursun."

"Benden o kadar uzak bir şeyde bahsediyorsun ki." Bunu nasıl söyledim bilmiyordum ama Mete bana üzülerek baktı.

"Bu kadar üzüleceğin ne oldu gerçekten Aydan?"

Annemi konuşmaya henüz hazır değildim sanırım. Başımı iki yana salladım. "Beni boş verelim olur mu?"

İç çekti. "İçine atıyorsun. Bu hiç iyi değil."

"İdare ettim. Hala da edebilirim merak etme." Dedim aklıma soğuk ayaklar gelirken. Annemin soğuk ayakları. Onun tavandan sarkmış çırılçıplak bedenini unutmak için başımı salladım.

Mete devam etti. "Aslında tek biz de değil. Her şey enerjiden ibaret. Dünya'yı koruyan da buydu ama zamanla onu mahveden bizler olduk. İnsanlar doğalarından saptı, Dünya'nın enerjisi karıştı. Nesnelerin bile enerjisi etkilendi."

Bu enerji denen şey ruhtan bile daha mı önemliydi? Eğer enerji canlılarıysak öyle demektir. Sonunda korktuğum soruyu sorabildim. "Dünya'nın enerjisi düşerse ne olur?"

Hafifçe güldü. "Aslında bu imkansız. Yani Tanrı izin vermez. Tabii ki yakın zamanda kıyameti koparmak gibi bir planı yoksa. Yani bunu dengelemek için muhakkak bir planı var. Hem de her zaman."

Sözlerinde ki gizem beni içine çekmişti. Hala annemin hatırladığım acı hatırası içimi yakarken onu görmezden gelerek Mete'ye baktım. "Ne gibi?"

"Bu enerjiyi dengeleyecek görevlendirilmiş ruhlar göndermek gibi. İndigo insanını yaratmak gibi."

"İndigo insanı?" Yüzüme bakmaya devam edince sordum. "Işık mı?"

"Milyonlarca indigo insanı vardır ama evet, Işık da indigo ama onun farkı ilk olması."

"İlk indigo insan ne zaman çıktı?" diye sordum merakla. Böylece Işık'ın yaşını hesaplayabilecektim.

"Şöyle bir düşünelim," dedi Mete. "Atlantis ne zaman çökmüştü? Milattan önce 9000 yıllarındaydı sanırım."

Bu kadar bilgi artık bana bile fazla gelmeye başlamıştı. Işık o zamandan bu yana var olamazdı değil mi? "Işık kaç yaşında oluyor o zaman?"

Mete yüzüme dikkatle baktı. "Böyle şeyleri düşünmemelisin Aydan yoksa delirirsin. Bu sadece bir teori. Işık asla çıkıp bir açıklama yapmadı bize ki o asla bir açıklama yapmaz. Ama şundan eminim ki Işık ilk indigo insan."

"Ve hepimizin Dünya'ya dönmesine izin vermiyor," dedim bir şeyleri anlayarak.

"Dünya'nın dengesini bozmak istemiyor desek daha doğru. Bir İlahi düzene inanıyor ve ona göre her şey nasılsa öyle oluyor. Dünya'da yine de eril ve dişil enerji dengede."

"Ama Işık İndigo. Madem Dünya'nın enerjisini o yükseltebilir o gitsin o zaman Dünya'ya."

"Artık devir kristal çocukların. Şimdi onlar doğuyor."

İki elimle başımı tuttum. "Bu çok karışık Mete."

Güldü. "İlk günden fazla yükleme yapmayalım. Gel, sana odana göstereyim. Uyu. Yarın yorucu bir gün olacak."

Ona imalı bir şekilde baktım.

"Ne oluyor?"

"Gerçekten Karen'a aşık mısın?"

Mete birden ayağa kalktı. "Bari sen yapma."

"Ne var? Gayet doğal. Neden konuşmuyorsun peki?"

"Bu... Yani bizim için bu imkansız."

"Neden olsun ki?" Cevap vermedi. "İstersen yardımcı olabilirim."

"Hayır," dedi anında itiraz ederek. "Bunu asla yapmayacaksın Aydan." Bunu o kadar sertçe söylemişti ki hemen geri adım attım.

"Tamam, merak etme. Ağzımı bile açmam."

"Sakın," dedi parmağını sallayarak.

"Tamam dedim ya." Ama bu çok garipti. Neden bu kadar aşırı tepki vermişti o an ki aklımda asla anlayamamıştım ve o anda ise öğrenmeye çok uzaktım.

Mete bana küçük bir oda gösterdi. Kızların giymediği birkaç kıyafeti verdi. Oda oldukça basıktı. Rahatsız edici yatağa oturduğumda açılmayan küçük cama baktım. Işık'ın evinde ki manzarayı özlediğimi fark ettim. Nedense kendimi huzursuz hissediyordum. Sanki yanlış bir şey yapmışım gibi. Elime aldığım yeşil pijamaya baktım. Yavaşça yüzüme yaklaştırdım ve koklamamla çekmem bir oldu. Öğürdüm. Çok ağır kokuyordu. Pijamaları yere attığım yatağı açmadan üzerine uzandım ama aklıma sürekli Işık geliyordu.

 O kafenin ağzında yaşadığımız her şey rüya gibiydi sanki. Bana sarılması, benim için telaşlanması, özür dilemem için beni cesaretlendirmesi ve o güzel yüzü. Aklımdan çıkmıyordu. Rahatsız olarak sırtımı döndüm ve öbür tarafa doğru uyumayı denedim. Onu düşünmemek için Su'yun peşinden gittiğini hatırlattım kendime ama bu bile ona olan öfkemi geri getirmemişti. Sanırım Mete'nin ağzından Işık'ı dinlemek bana hiç iyi gelmemişti. Belki birçok yönden onu çekici ve ulaşılmaz bulmuştum. En sonunda uykuya yenilmeye başladığımda hayallerim de iplerini saldılar.

O gün rüyamda ne gördüm hatırlamıyorum ama çok tatlı bir hisle dolmuştum. Her ne gördüysem gerçekçi olduğu kesindi. Kulağımın dibinde ismim söylense de uyanmak istemiyordum. Ne gördüysem onu hatırlamak istiyordum ama tabii ki bu imkansızdı.

"Aydan hadi kalk."

Gözlerimi yavaşça açtım ve karşımda Karen'ın sırıtan yüzünü gördüm. Hala uykulu bir şekilde ona bakmaya devam ederken omzumu salladı. "Kalk diyorum hadi. Çikolata topları yaptım ama herkes başına çullandı. Gelmezsen bitecek bak benden söylemesi."

Güldüm. "Ben çikolata sevmem ki."

Kahkaha attı. Böyle bir evde, bu insanlara rağmen nasıl pozitifliğini koruyordu anlamıyordum. "İnanmıyorum sana," dedi eğlenerek. "Çikolata sevmeyen insan ha?"

"Ama senin için tadına bakabilirim," dedim yataktan kalkarak.

"Yapsan iyi olur yoksa konuşmam," dedi çocuksu bir edayla. Hemen ardından elimi tuttuğu gibi odadan çıkardı beni. Mutfağa gidene kadar el ele yürüdük. Çok garipti. Pelin'le o kadar yakın arkadaş olmamıza rağmen onunla bile el ele tutuşmamıştık. Açıkçası böyle insanlarla alay ederdik. Fakat Karen o kadar içten ve doğal davranıyordu ki bana elimi çekerek onu kırmak istemedim.

Aşağı indiğimizde Karen "olamaz ya," dedi bir ayağını yere vurarak. "Bitirmişler."

Çok da üzüldüğümü söyleyemeyecektim açıkçası. Tabağın etrafına toplanmıştı hepsi ama Karen konuşunca Diaz başını kaldırdı ve çikolata bulaşmış orta parmağını yalayarak bize rahatsız edici bir bakış attı. Karen tiksinerek başını çevirdi. Ardından artık tüm sabrımın kapılarını yıkan o olay oldu. Diaz yanımdan geçerken kulağımın dibine girdi ve geğirdi. Artık buna da susmamı kimse benden bekleyemezdi.

"Yeter artık!" dedim ateş saçan gözlerle ona dönerek.

Diğerleri direkt dikkat kesilerek bize baktı. Diaz'a kafa kaldırmaya cesaret edeceğimi kimsenin tahmin etmediği her halinden belliydi. Karen "sakin ol" dercesine elimi sıktı.

Diaz şaşkınlıkla kaşlarını kaldırırken gülmeye başladı. "Gerçekten mi?" dedi sonunda ve hayretler içerisinde kendini işaret etti. "Bana kafa mı tutuyorsun?"

Abigail'in "aptal," diye küçümseyici homurdanmasını duydum. Peki şimdi ne olacaktı? Belli etmesem de korkuyordum. Beni kesip bir çuvala koyup arka bahçeye atsalar kimin umurunda olurdu ki?

"Sabrım taştı. Neden uğraşıyorsun bizimle? Bunu yapma."

Alaycı bir şekilde bakmaya devam etti. Arkasının kötü olacağı her halinden belliydi. Devam ettim.

"Seninle tartışmak istemiyorum gerçekten ama herkesin sabrının sonu var."

"Seni affederim," dedi eğlenerek.

"Ne?" dedi öfkeyle Özge. Affetmenin Diaz'ın pek alışkanlığı olmadığı aşikardı. Rahatlamıştım. Karen'ın da rahatladığını sezdim.

"Ama bir sakso karşılığında."

Bu düşünmeden yapılan hareketle bütün salon Diaz'ın yanağına indirdiğim tokatın sesiyle çınladı. Aynı anda Özge'nin şaşkın çığlığı kulağıma doldu. Ben ise şaşkınca Diaz'ın suratına bakıyordum. Bunu gerçekten ben mi yapmıştım? Diaz yanağını tutarken sanki bu yaptığımı idrak etmeye çalışıyordu. Dokunulmazlığı olduğunu düşünüyor olabilirdi ama değildi. Başını yavaş yavaş bana çevirdiğinde hala şaşkındı. 

Karen kolumu sıktı ama yanı anda saç köklerime giren acıyla yere kapaklandım. Diaz beni saçlarımdan tuttuğu gibi yere yatırmıştı. Karen araya girmeye çalışınca ona tokat attığını gördüm.

"Dur!" dedim çığlık atarak ellerimi kaldırıp.

"Şimdi yalvarırsın işte," dedi yanağıma sert bir tokat indirerek. Bu öyle bir şeydi ki hem tokatın acısı hem de o şiddetle yana dönen boynumun acısı birbirine giriyordu. Ağladığımı hatırlıyorum ama ne dediğimi o an idrak edemiyordum. Daha sonradan Karen söylediğine göre "anne" diyormuşum. Kendimi sonunda havada bulunca büyük bir darbeye hazırladım kendimi ama Diaz'dan uzaklaşarak beni havada tutup çeken Mete arkasına aldı.

"Yeter!" diye bağırdı çıldırmış gibi. "Bu kadar yeter!" Ağlayarak Mete'nin sırtına yaslandım. Başımı çevirdiğimde Özge, Abigail, David ve Isaac da şoka girmiş gibilerdi ama yine de hepsinden ölesiye nefret ediyordum. Ölsem kıllarını bile kıpırdatmayacaklardı. Her hallerinden belliydi.

Diaz tehditvari bir tavırla Mete'ye gözlerini dikti. "Ona, bana itaat etmesini öğret Mete. Öğret yoksa bir daha araya girsen bile sikimde olmaz," dedi ve çaprazında ki yemek masasına bir tekme indirmesiyle masa yerinden oynadı. Korkuyla Mete'nin arkasına sindim. Diaz öfkeli çığlıklar atarak evden çıkıp giderken yorgun gözlerle önüme baktım.

Beni burada bıraktın ya Işık, ölsem de seni affetmem .

Hayal kırıklığı ile tekrar ağlamaya başlayacaktım ki vücuduma giren ağrıyla sadece inleyebildim. Dizlerim beni tutamaz halde kendini bırakırken Mete ile Karen aynı anda koluma girdi. Gözümden yavaş yavaş yaş inerken "affetmeyeceğim" dedim. Kalkmak için ayaklarımda ki gücü bulamayınca en sonunda Mete beni kucağına aldı ve bize bakanlara dönerek bağırdı.

"Ne izliyorsunuz? Oyun mu dönüyor burada!"

İlk defa kimse Mete'ye alaycı cevap vermedi ya da öfkelenmedi. Beni bile şaşırtacak kadar sakin durabildiler. Mete beni merdivenlerden çıkartırken Karen da bizi takip etmeden önce onlara öldürücü bir bakış fırlattığını gördüm.

Yavaşça yatağa bırakıldım. Mete yatağın ucuna oturdu. Yüzü perişandı. "Aydan, inan bana kendimden nefret ediyorum."

Onu rahatlatamazdım. Başımı çevirdim. Kimse umurumda değildi. Hepsinin yanarak ölmesini duygusuz bir şekilde izleyecek kadar berbat haldeydim. Karen da dizlerinin üzerinde yürüyerek ayak ucuma geçti. Mete'nin omzuna dokundu ve ona anlayışla gülümsedi. Sonra bana baktı aynı gülümsemeyle. Karen merhamet içinde yok olurken Mete ise sessizce göz yaşı döküyor ve özellikle bana bakmıyordu.

"Neden böyleler ki?" Sesimin bebek gibi çıkmasından nefret ettim. "Neden bunu yapıyor?"

"Diaz işte," dedi Karen. "Beni ilk seferinde öyle bir hırpalamıştı ki birkaç gün yataktan çıkamamıştım." Peki Karen nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyordu? Aklım almıyordu.

Ona çıkıştım. "Bana kimse böyle davranamaz ama! Bana şu ana kadar herkes kibar davrandı." İkisine de çaresizce baktım ve iki elimi de yatağa vurdum. "Ya ben bunu hak etmiyorum! Etmiyorum işte!" dedim öfkeden kendimi kaybederken. İkisi de kollarımı tutmaya çalışsa da histerik bir şekilde vurmaya devam ediyordum. Mete tüm kuvvetiyle bana sarıldı. Hala titriyordum.

"Keşke buna son verebilsem."

"Verebilirsin," dedim sakince.

"Veremem Aydan. O gitmez. Bizim de sığınaktan başka gidecek yerimiz yok ki zaten orası buradan da beter."

"Benim bilincimi kapatamaz mıyız?" diye sordum birden. Mete şaşkınlıkla benden ayrıldı.

Karen da şaşırarak konuştu. "Sen neyden bahsediyorsun? İntihar gi..."

Sözünü kestim. "Evet, intihar."

Mete, "Aydan..." diye acıyla başlıyordu ki onu susturdum.

"Ya beni eve gönderin ya da beni öldürün," dedim ikisine de ağlayarak.

Mete kafası karışık halde başını çevirince Karen ona bağırdı. "Böyle bir şeye onay veremezsin Mete."

Mete'nin elini tuttum. "Komada ki bedenime dönme durumum hala var mı?"

Mete yüzüme perişan bir halde baktı. "Eğer beyin ölümün gerçekleşmezse yaşamaya devam edersin ama burada bilincin hep açık olur."

"Tamamen nasıl kapatabiliriz?" diye sordum hevesle.

"Aydan," dedi acı çeker gibi. Tuttuğum ellerini sıktım. 

"Babam benden ya bir ömür vazgeçmezse ve fişimi çekemzse... O zaman ne olacak? Ben hep burada mı kalacağım?"

Güç bela başını salladı. 

"O zaman yolu yönetimi neyse yapalım."

Karen ikimize de telaşla bakıyordu. Mete omuzlarımdan tuttu beni. "Eğer seçmeleri kazanırsak parti başkanı olarak ben başa geçeceğim ve o zaman seni evine gönderme hakkım olacak."

"Ama ya kazanamazsan?"

"Kazanamazsak, tamam," dedi başını sallayarak.

"Mete!" dedi Karen bağırarak. "Onu nasıl öldürmeyi kabul edersin?"

"Bu herkesin hür kararı. Böyle bir şeyi kafasına koyduysa zaten yapacaktır."

Mete'ye rahatlayarak baktım. Öyle ya da böyle 10 gün içerisinde bu işkence bitecekti. Uzun süreden beri ilk defa keyifli güldüğümü hissettim. "Bu nasıl olacak peki? Zor mu?"

"Hiç zor değil," dedi Mete. Karen başını eğdi. "Bu karar kolay alınır. Sen sadece kendi isteğin olduğunu beyan edersin ve bilincini kendin yok edemeyeceğin için iki kişiye emanet edersin."

Karen'la ikisine de baktım. "Size emanet o zaman. Beni siz kurtaracaksınız."

Karen birden yataktan kaldı ve volta atmaya başladı. "Bunu konuştuğumuza bile inanamıyorum."

Ona kararlı bir şekilde baktım. "Eğer katılmak istemezsen anlarım. Sen olmasan da başka birini bulabiliriz."

Karen bana üzülerek baktı. "Aydan bilincini öylece kimseye emanet edemezsin. Ne yapacaklarını bilemezsin ki. Başka bedene aktarabilirler ya da bir yapay zekanın kodlu askeri olabilirsin ya da daha milyonlarca korkunç ihtimal..."

"Bu doğru mu" dercesine korkarak Mete'ye baktım. Başını salladı ama hemen arkasından konuştu. "Merak etme. Sadece ikimiz olacağız." Sonra da uyarırcasına Karen'a baktı. "Değil mi Karen?"

Karen kararsız bir şekilde ona bakarken, "sen olmasan da ben başka birini bulurum." Dedim.

"Olmaz," dedi hemen. "Senin bilincini öylece birine emanet edecek değiliz."

Ona gülümsedim. Doğru kişiye güvenmiştim.

Mete, "ama bunları şimdi düşünmeyeceğiz," dedi. "Önümüzde ki seçimlere odaklanalım."

Birden, "kahretsin," dedim.

İkisi de bana baktı. "Ben Fitzgerald'ı unuttum. Onun nerede olacağına bakacaktık. "

"Harika bir zamanlama," dedi Mete. "Hem Diaz da dışarıda. Bilgisayarının takip komutundan Fitzgerald'un yerini tespit edebiliriz.."

"Ne? Bilgisayar Diaz'ın mı?" diye sordum hayal kırıklığı içinde. Ona ait hiçbir şeye bulaşmak istemiyordum.

"Maalesef," dedi Karen, "Tüm parçalarını o toplamıştı. Hastanelik olmada önce bilgisayar programcısıymış."

Burnumdan soludum. "Onun hiçbir şeyine dokunmak istemiyorum."

"Sen bilirsin," dedi Mete. "Ama Fitzgerald'ın yerini o olmadan tespit edemem."

Çığlık atacaktım neredeyse. Şu kararsızlık beni öldürüyordu. "Fitzgerald'ı yüz üstü bırakamam. Zaten daha önce yaptım."

Karen elimi tuttu. "İstersen senin için ben bakabilirim. Senin gelmene gerek yok."

Karen'la yeni tanışmıştık. Bana böyle yardımsever yaklaşması çok güzel olsa da bundan rahatsız olmuyor değildim çünkü ben onun için asla bu fedakarlığı yapamazdım. Tanrı'm, daha dün tanıştık ve bana böyle yaklaşması üzerime yük oluyordu. Sanki yeni başlayan bir ilişkinin tanıma evresinden bir tarafın diğerine heyecana kapılarak "seni seviyorum" demesi gibi bir şeydi bu.

"Hayır, tabii ki olmaz. O pisliğe seni bulaştıracak değilim."

"Hey, tamam," diyerek araya girdi Mete. "Kimsenin bir şey yapmasına gerek yok tamam mı? Siz sadece etrafı kolaçan edin yeter. Diaz dışarıda ama diğerlerinin Diaz'ın odasında olduğumu fark etmesini istemiyorum. Beş dakika içinde Unfyso'nun hastahane kayıtlarına ulaşmış olurum."

"Hastanenin uçmuş olmasına rağmen mi?" diye sordum tereddütle.

Mete güldü. "Bunlar kağıt üstü bilgiler değil Aydan. Sadece kayıtlı bilgiler. Hadi kalkalım artık."

Neden birileri durduk yerde bana iyilik yapınca kendimi yük altında hissediyor ve karşılığını bir şekilde verme gereği duyuyordum ki? Anlaşılan onlar bunu zaten karşılık beklemeden yapıyorlardı. Bir alt kata inince Mete bir odanın önünde durdu. "Burası."

"Hemen gelmez değil mi?" diye sordum endişeli bir halde. Onunla değil muhatap olmak aynı yerden bile geçmek istemiyordum.

"Asla," dedi Karen bilmiş bir tavırla. Mete de başını salladı.

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?"

Karen'la Mete anlamlı bir şekilde bakıştılar. Karen "çünkü Diaz ne zaman evden biriyle kavga etse ki genelde bu sen gelene kadar hep ben olurdum. Evden çıkıp gider ve birkaç gün dönmez," dedi.

"Sanırım yaptıklarından kaçıyor," dedi Mete.

Karen düşünceli bir şekilde başını salladı. "Babam gibi. Yaptıklarından anında pişman oluyor ve uzaklaşıyor."

Karen'a ağzım açık bir şekilde baktım. Nasıl bunu söyleyebilirdi? Onun gibi bir insanın yaptıklarından pişman olma gibi bir durumu olabilir miydi ki?

"Bence sadece hayvanlık yapıyor,"dedim. "Hadi girelim artık."

Mete'nin kapıyı açmasıyla kapının vurulması bir oldu.

"Dış kapı mıydı o?" diye sordum telaşla.

Karen, "olamaz," dedi. "Bu kadar erken dönmez ki."

Mete açtığı kapıyı hayal kırıklığıyla geri kapadı. "Dönmüş demek ki."

"Olamaz ya," dedim ağlamaklı bir şekilde. Daha ne kadar Firzgerald'ı terk edilmiş halde bırakacaktım?

Mete ve Karen aşağıya doğru giderken yerimden kıpırdamadım. "Siz gidin, onu görmek istemiyorum."

Mete elini uzattı. "Gel, konuşmak zorunda değilsin. Bahçeye çıkarız."

"Evet," dedi Karen heyecanla. "Hem de kafan da dağılır. Zaten bir süre sana bulaşmaz bak, göreceksin."

Omuz silktim. Bahçe güzel bir fikir olabilirdi. Bir idam mahkumu gibi ikisini takip ettim ama kalbim yerinden çıkacak gibiydi Diaz'dan dolayı. Aşırı gergindim ve bana bir adım atması durumunda kendimi nasıl savunacağımı düşünmeye çalıştım. Hayatımda babam da dahil kimseden şiddet görmemiştim ve özellikle böyle insanların hayatımda işi olmazdı ama şimdi kendimi eski erkek arkadaşıyla başı belaya girmiş bir kız gibi hissediyordum. 

O kadar uzaktı ki tüm bunlar bana, suçlusu ben olmasam bile böyle bir işe karışmış olmam bile kendime olan saygımı bana sorgulatıyordu.

Aşağıya indiğimizde Özge'nin kapının ağzına cilveli bir şekilde kalçasını kıvırdığını gördüm. Kusacaktım. O, Diaz'a kur mu yapıyordu? Abigail ise yanında içli içli nefes çekiyordu. Bizi ilk Abigail gördü ve hemen Özge'ye dirsek attı. Özge bana baktı. Beni gördüğü için canı sıkılmış olduğu belliydi. Karen "ne oluyor" dercesine bana baktı ama ben nereden bilebilirdim ki? Özge kapıya döndü. "Geldi," dedi mutsuz bir sesle.

Yavaş yavaş kapıya doğru çekildim. Kapının önüne geldiğimde kapı pervazına bir elini sabırsızca koymuş, siyahlar içerisinde bekleyen onu gördüm.

"Işık?" dedim şaşkınca.

Başını kaldırdığında canının gerçekten sıkıldığı belliydi. Gözlüğünü çok yavaş bir şekilde çıkardı ve öfkeli bir tonda konuştu.

"Beni arkadan koşturmak hoşuna gidiyor değil mi?"


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top