SEVME

Kanatlimelek ve Wribuse ye güzel yorumları ve beni destekledikleri için teşekkürler.

Yine dayanamadım ve yazdım.Oyların ve yorumların artmasını beklersem çok geç olucağını sonunda fark ettim.Ama tek bişey istiyorum okuyan kişilerde yorum yapsa nasıl olur acaba?

Neyse okuyanlara iyi okumalar 😄

Anıl'dan

Düşüne düşüne kafayı yemiştim. Ona doğru döndüm ve

"Gitmeyeceksin değil mi?" dedim tereddütlü çıkan sesimle.

Gerçi ben nasıl karışabiliyorsam?

Kaşlarını kaldırmış yüzüme bakıyordu öylece.

"Niye?" dedi şaşkın ifadesiyle.

"Evine çağırdı Güneş, gidicek misin?" dedim sorarcasına.

Sırtını sıraya doğru yasladı ve sesli bir şekilde nefesini dışarı verdi.

"Tek olmayacağız başkaları da var" dedi hafif sinirli tavrıyla.

"Olabilir ama bu seni evine çağırdığı gerçeğini değiştirmez" dedim inatlaşarak.

Sabır dilenircesine başını yukarı kaldırdı. Ardından uyarırcasına,

"Anıll" dedi gözlerimin içine bakarak.

"Üzgünüm Güneş yapamıyorum umrumda değilmiş, hiçbir şey yokmuş gibi davranamıyorum "dedim içimdeki acıyı, hüznü biraz olsun görebilmesi için.

"Benim için de kolay değil. Ama her şeye böyle karışıcak mısın?" dedi aklındaki soruyu sormuş olmanın rahatlığıyla.

"Kıskanıyorum işte neden anlamıyorsun?" dedim, ardından bir şey demesine izin vermeden konuşmaya başladım.

"Seviyorum işte "diyerek gözlerimi başka bir tarafa çevirdim.

Bir şey söylemeden yüzüme bakıyordu. Daha sonrasındaysa fısıldar gibi

"Sevme" dedi sinirle.

Ağlıyor muydu emin değildim. Yüzümü ona doğru çevirdim ve kaşlarım çatık şaşkın ifademle ona bakmaya başladım.

"Sevme beni, ben senin sevgini hak edecek bir şey yapmadım!" dedi gözünden birkaç damla yaş düşerken.

Elimle gözünün hemen altından düşen gözyaşını sildim. Bir şey söylememe imkan tanımadan ayağa kalktı ve sınıftan çıktı.

Ders başlamıştı ve geri dönmemişti. Bir an yanına gitmeyi düşündüm ama yalnız kalması gerekiyordu.

Kafamı sıraya yasladım ve onun yokluğunun boşluğunu hissetmemeye çalıştım.

Güneş'ten

Bu durumu beni fazlasıyla üzüyordu. Bu kadar çok sevmesi, düşünmesi ne biliyim işte ben hak etmiyordum. O çok daha farklıydı.

Aslında gelip geçici bir şeydi bunu da fark etmiyordu. Biraz düşündüm ve ondan tamamen uzaklaşmaya karar verdim. Arkadaş bile kalamıyorduk madem, ona acı çektiremezdim.

Buse'ye geliceğimi çoktan söylemiştim. Ama bir yandan da hiç gitmek istemiyordum.

Mutfağa girip ağır hareketlerle, tabi birde yerlerini zar zor bulduğumu saymazsak, kahveyi anca yapabilmiştim.

Kahvemi alıp oturma odasına girdim ve koltuğu kaplarcasına yayıldım. Elime de o gün kızın elinde gördüğüm kitabı almıştım. Okumaktan çok bakıyordum çünkü artık bir anısı vardı.

İlk sayfayı açıp inceledim. Aşkın imkansız halinden bahsediyordu. Bir bakıma bizi, yani onunla beni anlatıyordu bana göre.

Kaç defa okuyup ağladığımı hatırlamıyordum. Ama bildiğim tek bir şey vardı o da şuan tekrardan okusam yine ağlardım.

Hem kitaptaki kavuşamayan karakterler için hemde bizim için ağlardım, aslında artık ben kendi halime her türlü ağlardım.

En nefret ettiğim huyumda, bugün sevdiğim birini birkaç gün sonra veya birkaç yıl sonra unutamamamdı.

Seversem vazgeçemezdim, bağlanmaktan söz etmiyordum bile. Hiçbir türlü aklımdan, kalbimden ne de hafızamdan söküp atamazdım.

Birde o aşk imkansız gibiyse acı çekip hayatının en dibe çökmesini izlemekten başka çaren olmazdı zaten.

Kahvemi çoktan bitirmiş etrafa her zamanki tuhaf ötesi bakışlarımdan atıyordum.

Dışarıdan yaşıyor hatta mutlu, hayatının en büyük kaybını yaşadığı halde her şeyi unutmuş, sevinç dolu, umutlu, güçlü duruyordum ama içimdeki Güneş yok olmuş, küllerinden dahi eser kalmamıştı. Belki de umduğum kadar güçlü değildim.

Veya artık öyle düşünmüyordum çünkü bana güçlü olduğumu hatırlatan sayılı kişiler vardı ki, ben onların sevgisini,içinde beslediği her türlü duyguyu paramparça etmiştim.

Artık güçlü olduğumu söyleyecek kimsem yoktu.

Ne en yakın arkadaşım, ne çalışmaktan yüzümü dahi göremeyen annem, ne de sıkıntılarımla boğduğum arkadaşım.

Gözlerimin dolduğunu henüz yeni anlamıştım. Dışarıya sesli bir şekilde nefesimi verdim ve ayağa kalkarak odama ilerledim.

Üstümde ki şort ve tişörtü çıkarmaya üşendiğimden mi, yoksa buna bile halimin olmadığını anladığımdan mı bilemiyordum ama sadece üstüme uzun bir hırka alıp dışarı çıktım.

Denizin karşısındaki bir banka oturdum ve denizi izlemek yerine yukarda ki her günün aksine daha bir parlak olan yıldızları izlemeye başladım.

Bir şeyi unuttuğumu fark edecek kadar hafızam iyiydi ama bir o kadarda neyi unuttuğumu hatırlayamayacak kadar unutkandım.

Telefonumu çıkarıp Buse'ye gelmeyeceğimi söyledim ve telefonumu tamamen kapattım.

Sanki bir şey engel olmuştu gitmemem için. Bu yüzden burda oturup içimi dökmek beni rahatlatacaktı. Öyle olmak zorundaydı çünkü hep burdayken rahatlardım.

Yıldızları seyretmeye devam ediyordum. Bugün ayrı bir umut dolu, güçlüydüler sanki. Dünden yana daha fazla ve ışıl ışıllardı.

Denize baktığımda her zamanki o kusursuz maviliğini koruyordu.

Artık deniz, eskisi gibi iyi gelmiyordu bana. Maviliği, Anıl'ın gözleriyle yarışabilirdi, önceden verdiği huzursa Güney'le eş değerdi.

Yüzüm sırılsıklam olmuştu, içimde tutmazdım zaten ne sinirimi ne de üzüntümü.

Fısıldar gibi ve aynı zamanda da boğuk çıkan bir sesle ürktüm ve ayağa kalktım. Anıl karşımda durmuş gözlerimin içine bakıyordu.

"Gitmedin?" dedi sorarcasına ve hafif buruk sesiyle ardından da gülümsemişti.

Bu yüzden mutlu mu olmuştu yani?

Şişmiş ve muhtemelen kızarmış olan gözlerimle ona baktım ama bir şey söylememiştim.

Oysa kafasını gökyüzüne doğru kaldırdı ve

"Affet beni" dedi bir kez daha pişmanlık duyan sesiyle.

Bense her zaman olduğu gibi anlamayan ifadelerimle bakıyordum olduğundan yorgun gözüken yüzüne.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top

Tags: