İZİN
Hadis 2: Ebû Ya'lâ Şeddâd İbni Evs (radıyallahu anh) tarafından rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi ise nefsini duygularına tâbi kılan ve Allah'tan dileklerde bulunup durandır."
(Kaynak: Tirmizî, Kıyâmet 25. Ayrıca bk. İbni Mace, Zühd 31)
^
İki yıl sonra; Hicri 20 Safer 857
Gecesini ayrı, gündüzünü ayrı bir sevdiği baharın gelişi bir yana dursun, aylardır beklediği o gün nihayet gelmişti. Sabahın ilk ışıkları ile insanların yoğunlukta olduğu liman ve çevresinde yarışmanın kayıtlarının alınmaya başlandığı duyurusu belli aralıklarla yapılmaya başlanmıştı. Ve Mehmet, her gün olduğu gibi bugün de demirci dükkanında babasına yardımcı olduğu sırada yarışmanın kayıtlarının alındığını kulaklarıyla duymuştu. Duyar duymaz gün içerisinde şehrinin tanımadığı yüzlerle dolup taşacağını, ortalığın iyiden iyiye karışmaya başlayacağını tahmin etmişti. Bu nedenle hazır ortalık sakinken babasından izin almaya niyetlenmişti. Yarışmayı kazanamasa ve bu uğurda kendini feda da etse en azından kalenin içerisine girmeli ve kale ile ilgili kritik bilgilerin babasına iletilmesini sağlamalı diye düşünmüştü. Bunu, atalarının topraklarında tekrar adaletin sağlanması için yapmalı diye de devam etmişti düşüncelerine. "Bunu bereketi bol olan bu topraklarda doğan ama sırf kale dışında doğdu diye açlıktan ölen halk için yapmalıyım." demişti içinden, kendi kendine. "Bu benim insan olmamın bana yüklediği bir yükümlülük ve bu uğurda taşın altına bedenimi de koymak zorunda olsam bunu tereddüt etmeden yapacağım, yapmalıyım, yapmak zorundayım." diye de eklemişti sözlerine. Lâkin bu düşüncelerine rağmen işleri bahane ederek yarışmaya katılmak istediğini babasına söylememişti. Çekinmişti ondan, reddetme ihtimalinden...
Aslında hazırlıklıydı Mehmet, sabırlıydı. Ve dahi bir o kadar da azimliydi. Hem de ne azim... Öyle ya, ilk yarışmanın yapılmasından bu zamana kadar geçen iki buçuk senede hem işlerini aksatmadan yarışmanın içeriğine dair türlü bilgiler toplamış, hem de yarışmayı duyduğu ilk andan itibaren, gece gündüz, yağmur çamur demeden, bulduğu her fırsatta zihnini ve bedenini geliştirmeye büyük bir iştahla devam etmişti. Ve bunu her gün çarşıda demirci dükkânı bulunan babasına akşama kadar yardım etmesine rağmen yapmıştı. Sahi bu bir azim göstergesi değil de neydi? O halde neden halâ babasından çekinmişti ki? Neden halâ ona yarışmaya katılmak istediğini rahatlıkla söyleyememişti?
Yarışmaya giren kişilerden toplayabildiği bilgilere göre, ilk yarışma çok kanlı geçmiş, yarışmaya katılanların yarısından fazlası ölmüştü. Ölümlerin yüksek çoğunluğunun temel sebebi, yarışmacıların altın ödülüne aldanmaları, yetenekli olduklarını zannetmelerinden kaynaklanmıştı. Yarışmada kılıç kullanımından hançer kullanımına, at kullanma becerisinden çoklu düşmana karşı becerilere kadar birçok alan ile ilgili yarışma yapılmış, yarışmacılar birbirleri ile ölümüne çarpıştırılmıştı. Evet çarpıştırılmıştı ama bu durum onun söyleyememe sebebi değildi. O halde sebep çok daha farklı bir şeydi.
Aslında sebebi çok iyi biliyordu Mehmet. Çünkü ölümlerin geriye kalanlarını araştırdığında bu sonuca ulaşmış, zihninde babasından ret yeme ihtimali oluşmuştu. Bu sonuç yarışmada bazı yarışmacıların Müslüman olduklarının tespit edilmesi ve türlü hileler ile öldürülmesiydi. Evet, bu durum onun için önemli bir durum değildi, o bu yola doğar doğmaz baş koymuştu zaten. Lâkin hedefleri uğruna girmeye niyet ettiği bu ölümcül yolda asıl sorun o öldükten sonra baş gösterebilir, araştırmalar sonucunda obası tehlikeye altına girebilirdi. Bu ise on yıllar boyu süren emeklerin hiç olması sonucunu doğurabilirdi ki buna sebep olmak hiç ama hiç istemezdi. Sonuç onu bir adım dahi çalışmaktan alıkoymamış olsa da o ihtimallere dahi yer vermek istemiyordu. Bu nedenle mevcut olan bu durumu babası ile konuşmasındaki en büyük engel olarak görüyordu.
Vakitler öğleyi gösterdiğinde, babasının ona verdiği işleri bitirmiş, bir yandan yanındaki ekmekten yerken diğer yandan yarışmaya kayıt yaptırmaya gelenleri izliyordu Mehmet. İzledikçe tahmin ettiğinden çok daha fazla kişinin önceden şehre gelerek yarışma duyurusunu beklemiş olduğunu gözleriyle görüyordu. Çünkü yarışmanın kayıtları, liman önündeki hanların arkasındaki toprak yolun en sonunda yer almakta olan kalenin, denize en yakın olan giriş kapısı önünde yapılacaktı. Ve bu yere gidilmesi için her şekilde hanların arkasından geçmekte olan toprak yoldan ve yol kenarlarında bulunan dükkanların önünden geçilmesi gerekliydi. Mehmet'in babasının dükkânı da hanların arka tarafındaki yolun orta kısmında kaldığından dolayı yarışmaya gelen büyük çoğunluk Mehmet'in bulunduğu dükkânın önünden geçmek zorundaydı. Bu sayede önceden gelmiş çoğu kişiyi ve sonradan gelen her kişiyi izleme şansı vardı. Bu onun için güzel bir fırsattı ve o da bu fırsatı olabildiğince değerlendiriyor, daha ilk saatlerden gelen onca kişiye gözleri ile şahit oluyordu.
Yarışmanın kayıt tarihini günlerdir limandaki ürkütücü gemilerinde bekleyen ve duyurudan saatler sonra gemilerinden çıkarak adeta şehir bizim havalarıyla önüne gelen herkese sataşıp kahkahalar ata ata kale önüne doğru ilerleyen, ihtişamlı, bir o kadar da korkutucu silahlara sahip, iri vücut yapılarıyla Ceneviz korsanları, adeta kraliyet ailesindenmiş havası veren parlak zırhları ile Gürcü savaşçıları ve kıyafetlerinden çok etrafına bakmadan sessizce yürüyüşleri ile yetenekli olduklarını belli eden isimsiz savaşçıları gördükçe yarışmaya katılmayı babasına söyleme isteği gönlünde katlanarak büyüdü Mehmet'in. Sonunda yarışmaya katılmak istediğini babasına söylemek adına en ufak bir fırsat kollamaya başladı.
Derken babası Salih Efendi, elindeki işi yapmayı bitirip oturmak üzere oğlunun yanına döndüğü sırada beklediği o anın geldiği kanısına vardı. Yarışma ile ilgili konuşmak için söze giriyordu ki birden içeriye gri kapüşonlu kıyafetiyle bir kız girince istemsizce ona dikkat kesildi.
Kız, başındaki kapüşonunu çıkarıp dükkânın içini incelemeye başladı. O kapüşonunu çıkarır çıkarmaz karşısında bulunan gök mavisi gözlü, ay yüze sahip, bir yetmiş boyunda, giyim kuşamından Müslüman olduğu belli olan bu kızı gören Mehmet'in gönlüne sevgi tohumu ekildi. Daha önce yaşamadığı, mutlu hissettiren yeni bir duygu hissetti. Bu duygu öyle güzel bir duyguydu ki adeta kıza baktıkça su ve toprak misali gönlündeki sevgi tohumunu büyütüyordu.
Aslında Mehmet'in güzellik algısı yoktu. Ona göre İslam'a bağlılık ve karakter ön plandaydı ama bu düşüncesine rağmen, daha önce pazarda görmediği bu kız neden ona çok farklı gelmişti bilmiyor, istemsizce kıza bakmaya devam ediyordu.
Bir müddet kıza bakakaldıktan sonra yaptığının onu rahatsız edeceğini düşünüp bakmayı bırakıyordu ki kızla göz göze geldiler. Çok kısa süren bakışmaya müteakip ikisi de utanarak gözlerini başka tarafa çevirdi.
Kız hemen kendini toparlayıp Salih Efendi'ye:
"Bana bir kılıç yapmanızı istiyorum." dedi. Cebinden bir kâğıt çıkardı. Oğlunun bakışlarından biri geldiğini anlayıp arkasına dönen Salih Efendi'ye kâğıdı uzatıp sözlerine devam etti: "Kâğıtta yazdığı şekilde bir kılıç yapabilir misiniz?"
Salih Efendi, kızın uzattığı kâğıdı alıp on saniye kadar sessizce inceledi. Kâğıda bir kılıç çizilmiş, ne şekilde yapılacağı tek tek açıklanmıştı.
"Yapabilirim elbet. Yapabilirim yapmasına da ne için lazım bu kılıç?" dedi Salih Efendi.
"Babama hediye edeceğim." dedi kız.
"Peki ne zaman hazır olmasını istiyorsun?"
"Uzak yoldan adınızı duyduğum için geldim. Fazla vaktim yok. Bu yüzden en hızlı şekilde ne zaman teslim edebilirseniz. Ücreti mühim değil." dedi kız, acelesi varmış gibi hareketler yaparak.
"Böyle bir kılıç en hızlı yarın akşama hazır olur kızım." dedi Salih Efendi.
"Bu gerçekten çok iyi olur. Çok teşekkür ederim. Emeğinizin karşılığı olarak şimdilik bir miktar altın vereceğim, geri kalanını da kılıcı alınca." dedi. Cebinden yarım kese altın çıkarıp masanın üzerine koydu. Salih Efendi, bir şey söyleyemeden hızlıca oradan ayrıldı kız. Kızın gitmesiyle altın kesesinin içerisine kâğıdı koyup, keseyi çalıştığı tezgâhın altına koydu Salih Efendi.
Kızdı kendine Mehmet; istemsizce kıza bakakaldığı için kendine kızdı. Sonra toparladı aklını, babası ile konuşmaya başladı;
"Ata, iznin olursa yarışmaya katılmak istiyorum. Kazansam da kazanmasam da bize katkısının çok büyük olacağına eminim."
"Olmaz Kongius." dedi Salih Efendi, Mehmet'in herkes tarafından bilinen takma adını söyleyerek. "Bu çok riskli."
"Bunu yapmak zorundayız ata. Her geçen gün onca kişi açlıktan ölüyor. Biz ne kadar yardım etmeye çalışsak da yetmiyor. Daha fazlasını yapabilecekken oturup ölümleri seyretmek zoruma gidiyor." dedi Mehmet. İlk zamanlar sadece fetih aşkıyla yanıp tutuşurken sonralardan kazandığı altınlarla halka daha fazla yardımı da dokunabileceğini, onlara umut olabileceğini kavramış ve niyet etmişti; kazanırsa altınlardan halkın en muhtaç olanlarına da pay verecek, kibre kapılmadan onlara elinden geldiğince destek vermeye devam edecekti.
Salih Efendi, oğlu Mehmet'in yarışmaya katılmayı ne kadar çok istediğini biliyor, bu nedenle özellikle onun hareketlerini gözlemliyordu. Gözlemlerine göre evet, oğlunun belli bir yeteneği olduğu aşikardı. Fakat yine de onu böyle bir yarışmaya göndermenin tehlikesi de büyüktü.
Sessizce alnındaki teri sildi. Oğlunun hemen yanında duran post bezeli, tahtadan yaptığı iskemleyi aldı. Onun karşısına koyup oturdu. Derin bir nefes alıp verdi oğlunun gözlerine bakarken. Çoktan kılıcın kınından çıkmış olduğunu gördü.
"Aç yatanlara yetişememek, zulümlerin hepsine engel olamamak benim de zoruma gidiyor. Kalenin içerisinde sefa sürenler kalenin dışındaki bu insanları düşünmüyor, ağır vergiler alarak adeta halkına eziyet ediyor. Aldığı vergilerin karşılığı olarak güvenliklerini de sağlamıyor bile. Ah oğul Ah... Her ne kadar sana gitme desem de biliyorum büyüdün, kanın kaynıyor..." dedi Salih Efendi. Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra sözlerine ekledi; "Anlaşılan artık kılıç kınından çıkmış. Artık önünde durmayacağım. Katılmak istiyorsan katıl. Yalnız, akşam obaya döndüğümüzde sana bir şeyler vereceğim. Onları almadan yarışmaya katılma. Kendine çok iyi bak ve ne olursa olsun hedeflerimizi unutma. Sonunda ölüm de olsa..."
Babasının olumlu sözleri karşısında bir anlık şaşırdı. Çünkü ona göre kolayına izin vermeyecekti, izni koparma işi oldukça uzun sürecekti.
Kısa süreli şaşkınlığın sonrasında içi sevinçle doldu. Gözleri bir anda parlamaya başladı. Sarıldı babasına, sımsıkı sarıldı. Yüzünü kara çıkarmayacağını söyledi ona. Dükkânın önünden geçenleri daha bir dikkatli incelemeye başladı.
Babasından aldığı cevabın heyecanı eşliğinde günün geçmesini dört gözle beklerken akşama doğru, Mehmet'in daha önce çarşıda görmediği, sakalları gür, sert bakışlı, heybetli mi heybetli bir adamın bir anda ortaya çıkarak dükkanlarına doğru yürümeye başladığını gördü. Herkesten farklı olarak bu adam pazarda yankılanan sesler arasında gözlerini babasına dikmiş yavaş yavaş dükkâna doğru gelirken, babasının da aynı şekilde ona baktığını gördü. "Acaba babam ile bu adam bir yerden tanışıyor mu?" diye geçirdi içinden. Olacakları izlemeye başladı.
Biraz sonra adam, dükkânın önüne gelince gür sesiyle:
"Buraların dürüst ve mahir demircisi Salikos sen misin?" dedi.
"Evet, adım Salikos." dedi Salih Efendi.
"O halde bana dört nal veresin."
Cevap vermedi Salih Efendi. Nalları bulunduğu yerden almak üzere harekete geçmişti ki sözlerine ekledi adam;
"Efendi, maharetli bir demirci olmak için ne kadar uğraştın?"
"Kendimi bildim bileli maharetli bir demirci olmak için uğraşıyorum." dedi Salih Efendi, nalları alırken.
"Bakalım ne kadar iyisin?" dedi adam. Mehmet'e bakıp sözlerine ekledi; "Şu arkadaki oklardan iki tane getir hele..."
"Kongius." dedi Mehmet, adamın sözünü tamamlayıp. Arkasında bulunan oklardan iki tane çıkartıp adama getirdi.
"Kongius. Güzel isim." dedi adam. Okları eline alıp tek hamlede ikiye ayırdı. Aralarında dörtte bir arşın kalacak şekilde ikisini taş masanın soluna, geriye kalan ikisini de sağına koydu. Bu esnada Salih Efendi, adamın istediği dört nalı masanın üzerine koyunca nalları teker teker alarak eliyle bükmeye çalışıp masada bulunan iki okun tam ortasına 'V' olacak şekilde koydu. Birkaç saniye sonra nalları eline alıp Salih Efendi'nin gözleri içine baktı. Bu işaret onun Kayı habercisi olduğunun işaretiydi.
"Maharetliymişsin Efendi. Nalların yanında uçları boz oklardan da veresin." dedi. Tek hamlede kırdığı okları gösterip sözlerine ekledi; "Ama şunlar gibi olmasın. En iyisinden ver."
Karşısındaki adam bu sözleri sarf eder etmez Salih Efendi'yi bir şaşkınlık kapladı ama kimse görmeden hemen kendini düzeltti. Çünkü adam bu sözüyle birlikte yıllarını istihbarata harcayan Salih Efendi'ye şifreli olarak Kayıların büyük bir savaşa hazırlandığını belirtiyor, ona hangi boydan olduğunu soruyordu. Belli ki Salih Efendi ve obasını savaşa destek olması için davet ediyordu.
"Gök bozu oklardan sadece üç okum kaldı." dedi Salih Efendi, aynı şekilde şifreli olarak karşılık verip. Bu söz 'Üç okların Gökhan soyundanım.' demekti. Fakat Gökhan soyunda da dört ayrı boy vardı. Bu yüzden sıradaki işi kendi boyu olan Çepni boyunun tamgasını yapmak oldu. Masanın üzerindeki okları kontrol ediyormuş gibi yaptı. Akabinde uç kısmına yakın bir yerden birleşen çarpı işareti yapıp, ucu üst tarafa uzanan okun en sonuna da elini koymak suretiyle Çepni işaretini yaptıktan sonra hemen bozdu. Okları adama verdi ve önündeki tezgâhın altına eğildi. Buradan ucu boz bir ok daha alıp adama uzattı. Adam ise cebinden bir kese altın çıkartarak Salih Efendi'ye verdi ve malzemeleri eline alarak oradan ayrıldı.
Adam gidince Mehmet, adamın şifreli bir şeyler anlattığını anlamış bir yüz ifadesi ile babasına dönüp:
"Ata, bir isteğin var mı?"
Bunun üzerine Salih Efendi:
"Yok oğul var olasın. Buraları ben hallederim. Sen, etrafta bir müddet gezip gelenleri süzedur. İşini bitirince de obaya gider, sıkı çalışılmasını söylersin."
'Eyvallah.' anlamında başını hareket ettirdi Mehmet. Yay ile oklarını arkasına, hançerlerini de beline taktı. Babasının yanından ayrıldı.
Oğlu yanından ayrılınca düşünceli bir şekilde işlerine devam etti Salih Efendi. Uzun zaman üzerine Kayılar'dan birisi gelmiş, üstelikte boz ok istemişti. Bu durumun Osmanlının büyük bir savaşa hazırlandığı ve Çepnileri de yanında istemesi anlamına geldiğini anlamıştı. Yoksa bu atalarının bahsettiği o meşhur söz verme olayı ile mi ilgiliydi. Bunu bilemiyor, düşünceler eşliğinde işlerini yapıyordu ki bir anlık gözü adamın verdiği altın kesesine ilişti. Kese içini açma ihtiyacı hissetti. Keseyi eline alıp içini açtı. İçinde bir not olduğunu gördü. Notu kimseye fark ettirmeden büyük bir dikkatle okudu. Okumayı bitirince yüzüne tebessüm hâkim oldu. Notu keseden alıp demirci ocağında yakmak suretiyle işlerine devam etti.
Öte yandan Mehmet, pazarda tur atıp gelen kişileri gözlemlemeye başladı. Bir yandan da babasının demirci ocağına gelen mavi gözlü kızı arıyordu. Bu etkilendiği kız acaba nereden gelmişti? Acaba yarışmaya katılmak için mi buralardaydı? Hem neden onu bu kadar etkilemişti? Yoksa üzerinde bir tür efsun mu taşıyordu? Kız bir yana dursun, peki babası neden abisine talimleri arttırması için talimat gönderiyordu? Acaba beklenilen o savaş yakın mıydı? diye düşünerek turlamasına devam etti. Tam bu kadar gözlemleme işi yeter diye karar vererek atına binip ailesinin yanına gitmek üzere yelteniyordu ki bir anda önünü Karakoyunlular Beyliği beyi olan Cihan Şah oğlu Sever kesti.
Sever, kahverengi uzun saçlı, yirmi bir yaşında ve oldukça yapılı biriydi. Gösterişli kılıcı omzunda kasıla kasıla pazarda geziyorken Mehmet'in hançerlerini beğenmiş, adamları ile önünü kesmişti. Aslında amacı pazarda gözüne kestirdiği kişileri küçümsemekti Sever'in. Çünkü babası Trabzon Rum Devletiyle anlaşma imzalamış, bu anlaşmalar sonucunda imparatorun kızıyla evlenme şansını yakalamıştı.
"Ben, Karakoyunlular Beyliği'ne beylik yapan kişinin oğlu Sever beyim. O hançerler sende duramayacak kadar güzeller. Hemen bana ver." dedi Sever, gülerek. Mehmet ise onu dinlemeyerek eskimiş kıyafeti ile yoluna devam ediyordu ki Sever'in adamı kılıcı doğrulttu ve:
"Beyimin dediğini duymadın mı?" dedi.
Sever, adamına sakin olmasını söyledikten sonra tekrar Mehmet'e dönerek:
"Üstündeki kıyafet ne? O hançerler ile yay ne? Hançerlere on akçe vereyim de git üstüne başına bir şeyler al." dedi dalga geçer bir yüz ifadesiyle.
"Satılık değil. Yolumu açın." dedi Mehmet, sakin bir tavır içerisinde.
Bunu duyan Sever iyice hiddetlendi ve:
"Buraların yeni beyi benim. Ne dersem onu yap." dedi. Ahaliye dönüp sesini yükselterek: "Buraların yeni beyi benim. Ne dersem onu yapmakla yükümlüsünüz." şeklinde ekledi sözlerine. Cebinden beş akçe çıkararak Mehmet'in önüne salladı. Kılıcını göstererek:
"Eğer beni yenebilirsen seni bırakırım. Yok eğer korkuyorsan yerdeki akçeleri al ve burayı terk et."
Tam hançerlerini çıkarıyordu ki aklına babasının sözleri geldi. Duraksadı. Göze batmaması gerekiyordu. Bu yüzden yaşadığı haksızlığı sineye çekmeliydi. Derin bir nefes alıp verdi. Hançerlerini çıkarıp yere attı. Yerdeki akçelere bakmadan Sever'in kibirli bakışına sakin ve gülümser bir bakış atıp aldırmadan oradan uzaklaştı. Uzaklaşırken de Sever'in adamının: "Bu ecnebiler hep böyle korkaklar beyim. Bunları adam etmek lazım." dediğini duydu ama sesini çıkarmadan yoluna devam etti. Bünyesindeki siniri zor durdurur şekilde etraftaki insanların ona bakması eşliğinde atının yanına vardı. Bir hamlede bindi ona. Obaya gitmek üzere hızlıca oradan uzaklaştı.
Dipnot:
Kâşgarlı Mahmud'a ve Reşîdüddin'e göre Oğuz boylarının damgaları
Dîvânü lugāti't-Türk'te Oğuz boylarının damgalarını gösteren iki sayfa (Millet Ktp., Ali Emîrî, Arabî, nr. 4189, vr. 20b-21a)
Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/damga
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top