YARIŞMA (2)
"Seninde yetenekli olduğun söylenemez." dedi, Dalgacı ile Sahtekar'ı ne kadar sevmese de aynı takımda oldukları için onları destelemek adına. Ortam yavaş yavaş kızışmaya başlıyordu. Alakurt ile Hau'da bunun farkındaydı. Sinsi ise adının hakkını veriyor, en arkada durup onların bu hallerine gülüyordu.
Ortamı daha da kızıştırmak adına o da lafa gireceği esnada Aleksandr oraya geldi. Onlara yarışmanın hazır olduğunu kendisini takip etmelerini söyledi. Orada bulunan savaşçılar, birbirleri ile atışmayı bırakıp onu takip etmeye başladılar. Devletin yönetildiği büyükçe yapıtın arka tarafına geçtiler. Bu yer bir stadyum tarzında inşa edilmişti. Savaşçılar bu alana geldiklerinde herkesin stadyum koltuğuna benzer, taştan yapılmış yerlere oturup onları beklediğini gördüler. İmparator ailesi ve soylular için de bu yerde özel bir alan yapılmıştı.
Onların geldiklerini gören seyirciler sevinip haykırmaya başladılar. Mehmet haricindeki tüm savaşçılar da bu bağrışmaya karşılık olarak onları izleyenlere ellerini kaldırarak karşılık verdiler. Mehmet, onların bu hallerini gördükçe, dışarıda onların kanından olan onca insanın çektiği acıları hatırlıyor, bu acıları hiçe sayan, her şeyin en iyisinden yiyen, türlü eğlencelere altınlar harcayan bu insanlara olan sinirini katbekat artıyordu. Ama sabırlı olması gerektiğini de biliyor, bu yüzden sinirli olduğunu kimseye belli etmiyordu.
Süslü koltuğunda oturan İmparator ikinci Manuel de özellikle kale dışında bulunan ahalisinin içinden çıktığını sandığı Mehmet'i takip ediyor, ettiriyordu. İmparatorun hemen yanında kızı Helen oturmuştu. Helen'in abisi yarışmayı izlemek için gelmemişti. Zaten çoğunlukla sınır bölgeleri geziyor, buralara saldıran ve Mehmet'in akrabaları olan Çepniler'den sınırları korumaya çalışıyordu. Böylece babasının aksine dışarıdaki ahaliyi de kazanmaya çalışıyordu. Zaten bunu kısmen de olsa başarıyordu. Helen'in hemen yanında ise Sever vardı. O da savaşçılar içeriye girdikten sonra Mehmet'e nefretle bakıyordu.
İmparator, komutan Aleksandr'a başlasınlar işaret etti. İşareti gören Aleksandr;
"Çan çaldığında herkes en fazla iki kişi olacak şekilde grup olacak. Çok kısa bir süre içerisinde tekrar çan çaldığında gruplaşma bitecek ve muhafızlar içeriden büyük bir kasalarla elmalar getirecekler. Muhafızlar bu getirdikleri elmaları hızlıca havaya atacaklar sizlerde vurmaya çalışacaksınız. Yalnız unutmayın grubunuz iki kişi ise vurduğunuz elma sayısı ikiye bölünerek hesaplanacak. Yayı olmayan savaşçılara yay muhafızlar tarafından verilecek endişeniz olmasın.
Tekrar çan çaldığında ok atmayı bırakıp birbirinizle savaşmaya başlayacaksınız. Yaralama yok. Öldürme yok. Bunları yapanın cezası yarışmadan elenmek. Dolayısıyla özel muhafızlarımıza da katılamamak.
Bu işten sonra aranızdan üç kişi kalana kadar savaşıp diğerlerini pes ettireceksiniz. Son üç kişi kalınca çan üç kez çalacak. Dördüncü kez çaldığında alana atılacak olan kütüklerden taşıyabildiğiniz en büyük kütüğü alıp alanın diğer yanında bulunan kırmızı bayrağın tam altına koyacaksınız. Bununla da kalmayacak kütüğü koyduktan sonra sadece alanda bulunan iki hançeri alıp bu kütüklere saplayacaksınız. Hançerler farklı renklere boyanmış olacak. Bunlardan size en fazla katkısı olanlar sırasıyla kırmızı boyalı, mavi boyalı ve sarı boyalı olacak. Unutmayın en büyük kütük ve kırmızı boyalı hançer en fazla getirisi olanlar. Tabi kütüğü taşıyıp hançerleri de bulabilirseniz...
Hançerleri kütüğe saplayan ilk kişinin ardından çan çalacak. Bu andan itibaren daha hançeri kütüğe saplama ile uğraşmayın bu size olumsuz geri dönüş sağlar. Çan çalınca bitmiştir. Bunları yaptıktan sonra tekrar çanın çalmasını bekleyeceksiniz. Çan çalınca hepiniz bir grup olacaksınız. Üstünüze daha önce seçilen özel savaşçılar gelecek. Bu savaşçıları da ağır olmayacak şekilde yaralamak serbest. Ama öldürmek yok. Unutmayın. Bu savaşçılar imparatorun özel savaşçıları. Onları asla ama asla öldürmek yok. Zira öldürmek ölümünüze yol açabilir. Onların yoğun saldırısından da kurtulabilir, pes etmezseniz bu alandaki işiniz bitiyor. Kalıyor son bir şey. O da mat oyunu. Bu oyunu da daha önceki performanslarınıza göre başarılı olan ilk üç kişi sırayla oynayacak. Bununla birlikte gününüz son bulacak ve yarın geriye kalan bu üç kişi arasından en iyisi seçilecek. Sorusu olan?" dedi.
"Diğer yarışmacılara ne oldu?" dedi Tek göz.
"Onlar ayrı yarışacaklar. En büyük ödülleri özeller sınıfına girip muhafızlara katılmak olacak. Sizin ki ise altınların yanı sıra özel muhafızlara katılma ve alabildiğine şöhret sahibi olma." dedi.
Dinledikleri karşısında canı iyice sıkılan Köz;
"Başlayacak mı artık?" dedi.
Köz'ün sözleriyle Aleksandr, imparatora baktı. İmparatorun işareti ile ilk çan çaldı ve yarışma başladı. Hau ve Alakurt ile Dalgacı ve Sahtekar haricinde kimse grup olmadı.
Biraz sonra kale muhafızları da elmaları, yayları ve okları getirdiler. Elmaların gelmesinin ardından ikinci çanda çaldı. Yay ve ok ihtiyacı olanlar hemen yay ve okları alarak çanın çalınmasıyla birlikte muhafızların havaya attığı elmaları vurmaya başladılar. Bu yarışmada Mehmet oklarını kenara koyup kendi siyah tüylerle bezeli, göz alıcı yayını çıkardı. Getirilen oklardan alıp hızlıca havaya atılan elmaları vurmaya başladı. O bu işlemi o kadar hızlı yapıyordu ki Tüy, daha önce kendinin çok iyi yay kullandığını iddia ederken Mehmet'i gördükten sonra morali bozulmuş, bir daha bu konuda ağzını açmamaya yemin etmişti.
Mehmet, yay kullanmasının Tüy'ün moralini bozduğunu anladı. Bu duruma okunu atmaya devam ederken gülümseyerek cevap verdi;
"Sen bana bakıp moralini bozma. Ben babama yardım etmemden arta kalan zamanımın çoğunu iki silahta usta olmaya harcadım." dedi.
"Onca diyar gezer yarışmalara katılırım senin gibisini görmedim. Hep kendimi en iyi zannederdim." dedi Tüy.
Bu esnada tekrar çan çaldı. Adeta çanı bekleyen Tüy hemen kılıcını çıkararak Mehmet'e saldırmak üzere yeltendi.
Mehmet onun böyle yapacağının farkında olduğu için ona gülümseyerek cevap vermişti. Hemen hançerlerini belinden çıkararak Tüye karşılık verdi. Mehmet ile Tüy'ün çok kısa süren çarpışmasının akabinde Tüy'ün arkasından gizlice gelen Köz onu yere serip pes etmesini sağladı. Onun bu hareketi Mehmet'in hiç hoşuna gitmedi. Köz'ün onla savaşması için gardını indirip ona bakmaya başladı. Fakat Köz, ona ve hançerlerine bakıp başka yere gitti. O gidince Mehmet, olduğu yerde durup Hau ile Alakurt'un ne yapacağını beklemeye başladı.
Sinsi adının hakkını verip herkesten uzak olmak için alandan koşarak uzaklaşırken Köz de onun bu halini görüp peşine düştü. Sinsi, savaşçılar içerisinde en hızlı koşan kişiydi. Köz'ün onu yakalayamayacağını düşünüp arkasına bakarak güldü. Fakat arkasına bakmasının birazdan pes etmesine sebep olacağının farkında değildi. O arkasına bakıp Köz'e gülerken bir anlığına Köz'ünde ona güldüğünü gördü. Önüne döndüğünde artık çok geçti. Tek göz de onun bu halini görmüş, nereye doğru koşabilir tahmin etmişti. O arkasına baktığı anda da hemen ona yanaşmış ayağını uzatmıştı. Sinsi de onun uzattığı ayağına takılarak yere düşmüştü. Köz, Tek göz'ün Sinsi'yi pes ettirdiğini görünce bu yaptığına karşılık ona dokunmama kararı aldı. Fakat bu sırada Mehmet Tek göz'ün yanına gidip iki hamlede onu serdi ve hemen pes etmesini sağladı.
Öte yandan Dalgacı ile Sahtekar birlikte çalışarak sırayla Serin, Kan ve Hileci'yi pes ettirdiler. Kalkankılıç ve İkizkılıç onlara bir ders vermenin zamanı geldiğini birbirlerine söyleyip göz göze bakıp kafalarını aşağı yukarı hareket ettirip anlaşarak takım oldular. Takım olmalarının ardından çok kısa bir sürede onları pes ettirdiler.
Onların pes etmesiyle Hau ile Alakurt, takım olan Kalkankılıç ve İkizkılıç'ın yanına gelerek önlerinde beklemeye başladılar. Kalkankılıç ve İkizkılıç tam olarak bunu istermiş gibi birbir gözüne bakıp onlara saldırdılar. Kılıç ve kalkan çarpışmaları ardı ardına sürerken bir anlık dikkatsizlik Kalkankılıç tarafından Hau'nun yere düşmesine, dolayısıyla daha yerden doğrulamadan pes etmesine yol açtı. O pes ettikten sonra Kalkankılıç, Alakurt'a arkadan saldıracağı esnada bir anda Mehmet çıkarak onu engelleyip onunla çarpışmaya başladı. Alakurt ise Hau'nun pes etmesine sinirlenip bu sinirle birlikte kalkanıyla İkizkılıç'ı sersemletti. Onu pes ettirmek üzere boğazını kitledi ama İkizkılıç hemen kendini toparlayarak Alakurt'un onu düşürdüğü bu durumdan kurtuldu. Alakurt, bu sefer daha ciddi saldırarak üç hamlede İkizkılıç'ı yere serdi. Pes ettirmek üzere yine İkizkılıç'ı kitledi. Bu kilitten kurtulamayacağını gören İkizkılıç tam pes edecekken Köz gelerek onu kurtardı. İkizkılıç kendine gelmeye çalıştığı esnada Köz de Alakurt'u kitledi. Ama Alakurt'un pes etmeye hiç niyeti yoktu...
Alakurt'un kitlendiğini gören Mehmet, onun ölür ama pes etmez bir yapıda olduğunu biliyordu. Hau yanında durup ona, artık pes etmesi gerektiğini söyledi ama o ölümüne kendini zorlamaya devam etti. Mehmet bu durumu görünce çarpışmasını daha da şiddetlendirdi. Nihayet, bir hamlede Kalkankılıç'ı yere serince hemen Köz'e saldırıp onu kitleyerek Alakurt'un kalmış olduğu zor durumdan kurtulmasını sağladı. Ortada kıyasıya bir çarpışma dönüyordu ve hiçbirinin pes etmeye niyeti yoktu.
Mehmet, Alakurt'un kurtulduğunu görünce Köz'ü bırakıp onunla savaşması için ayağıyla yere vurmaya başladı. Alakurt'ta hemen kendini toparlayarak İkizkılıç'a saldırmaya devam etti. İkizkılıç'a Kalkankılıç destek vermesine rağmen Alakurt ikisini de yere serdi ve İkizkılıç'ı hemen kitleyerek pes etmesini sağladı. Artık yarışmada sadece dört kişi kalmıştı. Acaba aralarından pes eden kim olacaktı?
İmparator ve ailesi de başa baş giden bu yarışmayı, tıpkı seyretme olan ahali gibi heyecanla izliyordu. Hatta son üçe kim kalacak diye bahis bile yapmışlardı. Helen ilk üç bahsini Öküz, Köz ve Tuğrabozan'dan yana, İmparator Tuğrabozan, Kalkankılıç ve Köz yana Aleksandr ise Köz, Öküz ve Kalkankılıçtan yana kullanmıştı. Sever de Mehmet'ten nefret ettiği için bahsini Köz, Kalkankılıç ve İkizkılıç'dan yana kullanmıştı. Şu an ise İkizkılıç elenmişti. Nefret ettiği Mehmet ile Közün de karşı karşıya gelmesiyle birlikte Aleksandr hariç diğerlerini bahsini değiştirmişlerdi.
Kalkankılıç kendine gelip yerden kalkana kadar Alakurt İkizkılıç'ı pes ettirmiş, onun yerden kalkmasını beklemeye başlamıştı. Bu esnada Köz de Mehmet'in kışkırtmasına kanıp yarışmanın başında kılıcı kırıldığı için İkizkılıç'a işaret ederek ondan kılıç aldı. Kılıcı alır almaz Mehmet'e saldırmaya başladı. Mehmet, hançerleriyle gülerek ona karşılık veriyordu. Ona karşılık veriyorken de hiç zorlanmıyordu. Zaten açığını yakalamıştı. Sakin gibi görünen bu kişi aslında sinirlerine hakim olamayan bir kişiydi. Onu ne kadar sinirlendirirse işi o kadar kolaydı. Onu daha da kızdırmak için Alakurt'a;
"Öküz bunu sen al Kalkankılıç beni daha çok zorluyordu." dedi.
Köz, bunu duyunca iyice hiddetlenip daha sert saldırmaya başladı. Bu arada Kalkankılıç da yerden kalkmış Alakurt'la savaşmaya başlamıştı. O da bu sözleri duyunca;
"Köz şu mide bulandıran sinekle yarım kalan işimi bitirmeme izin ver." dedi.
Artık ikisi de kıvama gelmişti. Biri kibirlenmiş diğeri ise sinirlenmişti. Açıklarını bulup onları pes ettirmek artık çok kolay olmuştu. Halbuki Mehmet, onunla savaşırken bilerek onu pes ettirmiyor, gördüğü kadarıyla onun yetenekli olduğunu düşünüp kalkanıyla daha neler yapabileceğini görmek istiyordu. Zira onun tavırları yarışma başından beri hoşuna gidiyor, onu kazanabileceğini düşünüyordu. Köz ise yetenekli olmasına rağmen başına buyruk hareket ediyordu. Bu disiplinsizlik Mehmet'in sevmediği bir şeydi.
Köz, Kalkankılıç'ı dinleyerek birden Alakurt'a saldırmaya başladı. İkisi birden Alakurt'a saldırıyordu ama Alakurt, ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar onları savuşturmayı başarıyordu. Kalkankılıç, Mehmet'e dönüp saldırmaya başladığı sırada Mehmet'te bir yandan ona karşılık verip diğer yandan Alakurt'a kaşlarını çatıp bakarak Kalkankılıç'ı işaret etti. Bunu gören Köz, yer değiştireceklerini zannederek Kalkankılıç'a Mehmet ve Alakurt'un yer değiştireceklerini işaret etti. Fakat o bu işareti yaptığı anda Alakurt ve Mehmet onları bir hamlede yere düşürüp pes ettirmek adına silahlarını atarak üstlerine çullandı. Köz ve Kalkankılıç'ı öyle bir kilitlediler ki ikisi de hiçbir karşılık veremeden tesadüfen aynı anda ellerini yere vurarak pes ettiler.
Onların ellerini yere vurduğunu gören muhafızlar şaşırarak bir kez çanı çaldılar. Aleksandr da yarışmanın devam etmesini onlara işaret etti. İşaretiyle birlikte çan ardı ardına iki kez daha çaldı. Son çanla birlikte tüm savaşçılar bir yandan dinlenirken diğer yandan da kütüklerin atılarak dördüncü çanın çalmasını beklediler.
Aradan ne çok kısa, ne de çok uzun, orta kararlı denilebilecek bir vakit geçmiş, tüm kütükler ve boyalı hançerler alana dağılmıştı. Alandaki tüm savaşçılar ise dinlenmişlerdi. Hepsi tetikte bekliyordu.
Nihayetinde bekledikleri çan çaldı. Hepsi birden kütüklere koşup her biri bir kütük alarak kırmızı bayrağın altına getirip hançerleri aramaya başladılar. Kimi geç kimi de erkenden kütükleri getirmişti. Bazıları da kütükle birlikte hançerleri getirmiş, kütüklere saplamaya çalışıyordu. Sinsi kütükleri getirirken en önde ilerlemişti ama Hau onu hançer arayışında yakalamıştı. Başa baş ilerliyorlardı fakat Mehmet hariç hepsi bu değişik cinsteki kütüklere hançer saplama işinde takılmışlardı. Çünkü hepsi kırmızı ve mavi boyalı hançer arayıp bulmuştu ama bunu kütüğe nasıl atacaklarını hiç düşünmemişlerdi. Mehmet'in de önüne kırmızı ve mavi boyalı hançer gelmişti ama uçlarına bakıp onlarla oynandığını, dolayısıyla bu hançerlerin kütüğe saplanmasının imkansız olduğunu gördüğünden iki tane sarı hançer almıştı. Dalgacı ve Sahtekar onun bu haline gülmüş, Hau ve Alakurt da beylerinin niye bunu yaptığına anlam verememişti. Ancak Mehmet'in iki atışında iki hançeri de kütüğe diktiğini gördükten sonra durumu anladılar. Ama artık iş işten geçmiş son hançerin saplanmasıyla birlikte çan çalınmıştı...
Şimdi ise hepsinin en zor gördükleri şeyde sıraydı. İmparatorun özel savaşçıları ile karşılaşmak. Önce muhafızlardan biri gelerek kırılan kılıcına karşılık Köze yeni bir kılıç hediye etti. Kılıç hediyesi ardından alana ok dahil bazı silahlar atıldı ve muhafız alandan çıktı. Muhafız alandan çıkmasıyla birlikte çan çaldı. Çanın çalınmasından hemen sonra, alana girdikleri yerden korkutucu kıyafetleri ve silahlarıyla imparatorun özel savaşçıları onlara doğru koşmaya başladılar. Onların geldiğini gören savaşçılar gardlarını aldılar. Tüy ile Tuğrabozan'da hemen ok alarak yaylarını çıkarıp onlara ok fırlatmaya başladılar. Bunu gören Dalgacı ile Sahtekar haricindeki diğer savaşçılarda onların ilk atışlarının ardından onlara eşlik ettiler. Dalgacı ile Sahtekar iyice hırpalanacaklarını düşündüklerinden dolayı orada bulunanlara kendilerinin yarışmadan çekileceğini söylediler. Fakat Hileci ile Serin'in onları desteklemesiyle bu kararlarından vazgeçip onlara katıldılar.
İmparatorun özel savaşçılarına atılan onca oktan sadece dördü bir kişiyi yaraladı. Bunlar haricindekilerden bu özel savaşçılar kalkanları ile savunarak kurtuldular. Onlar iyice yaklaştığında da içlerinden Serin, Tüy ve Tek göz olmak üzere üçü hançer fırlattılar ama bunlarda hedefi yaralamaya yetmedi. Bunu gören Tüy yayı ve yeterli sayıdaki oklarıyla birlikte içlerinde en hızlı koşan Sinsi ve yayı iyi kullanan Tuğrabozan'a işaret etti. Bu işaretten sonra üçü de alanı kullanıp koşmaya başladılar. Böylece savaşçıların bir kısmı onların peşine gitmiş oldu. Kalanlar ile de Alakurt, Hau, Köz, Kalkankılıç ve İkizkılıç en önde yarım daire şeklinde durup çarpışmaya başladılar. Tek göz, Hileci, Dalgacı, Serin ve Sahtekarda arkadan onları desteklediler.
Çarpışma Dalgacı yaralanana kadar seyrinde gitti. Dalgacı yaralanınca, çok geçmeden Tek göz de koluna yediği okla yaralandı. Fakat diğer taraftan Tüy, Tuğrabozan ve Sinsi göz dolduracak bir uyum yakalamışlardı ve bu sayede savaşçıların çoğunu etkisiz hale getirmişlerdi.
Öte yandan Köz de başlarda hırpalansa da sonradan yakaladığı ivme ile Kalkankılıç ve İkizkılıç'la takdir edilebilecek bir uyum içerisine girdi. İkizkılıç'ın çift kılıcıyla savunma yapması, hemen ardından savaşçıların başlarına Kalkankılıç'ın kalkanıyla vurarak onları sersemletmesine, Köz'ün de dinamik hareketlerle tek tek savaşçıları etkisiz hale getirmesine yol açıyordu. Alakurt ile Hau tarafında ise işler kolaydı. Onlar zaten çocukluktan beridir beraber savaşıyorlardı. Bu yüzden uyum onların göbek adı olmuştu adeta. Arada bir aralarından biri bir şekilde hırpalansa da diğerlerinin anında onu korumasıyla hırpalanan kişi kendini toparlıyordu.
Takımın bu kadar yetenekli ve uyumlu olması Aleksandr'ı şaşırtıyordu. Çünkü o özel muhafızların onları çabuk alt edeceğini düşünmüştü. Ama görünen o ki onlar mükemmel bir direnç sergilemeye devam ediyorlardı.
İmparator ise daha önce olmadığı kadar yetenekli kişilerin bir arada olmasından hoşnut şekilde savaşmalarını izliyordu. Biraz daha izledikten sonra memnun şekilde çanın çalınmasını emrini verdi. Çanın çalınmasıyla imparatorun savaşçıları az önceki hırçınlıklarından eser kalmamış şekilde onları tebrik edip imparatora selam verdiler. Toparlanarak oradan ayrıldılar. Alanda kalan büyük ödül için yarışan savaşçılarda seçilecek bu üç kişinin kim olduğunu oturarak büyük bir yorgunlukla beklemeye başladılar. Bu esnada İmparator, Helen, Aleksandr ve diğer soylular, en başarılı üç kişi kim olabilir diye değerlendirmeye başladılar. İmparatorun ağırlıkta olan düşünceleriyle en başarılı üç kişiyi aralarında seçtikten sonra İmparator ikinci Manuel haykırması için Aleksandr'a izin verdi. Aleksandr büyük bir merak içerisinde bekleyen ahali ve alandaki savaşçılara hitaben;
"Sıraları karışık olarak başarılı olan ve mat oyunu oynayacak bu üç kişinin adını açıklıyorum..." dedi ve bir müddet bekledi. Ardından sözlerine devam edip; "Öküz, Tuğrabozan ve Kalkankılıç." dedi.
Bu sözler üçünü de sevindirmişti. Savaşçıların bir kısmının ise hiç hoşuna gitmemiş, mırıldanmalarına yol açmıştı. Fakat ortalık kızışmadan, daha önce görmedikleri, zayıflığından muhafız olmadığını anladıkları bir adam yanlarına gelerek onları tebrik etti. Hemen ardından da onu takip etmelerini söyledi. Kazanan üçlü de adamın dediğine uyarak onu takip etti. Az önce savaştıkları alandan çıkıp İmparatorun yaşadığı yapıttan içeriye girdiler. Yapıttan içeriye girdikten sonra zayıf adam;
"Öküz beni takip et. Siz bekleyin." dedi. Alakurt, adamın dediğine uyarak onu takip etti. Kalkankılıç ve Tuğrabozan ise olduğu yerde durup onları beklemeye başladı. Bu esnada da sohbet ederek birbirlerini tartarak arkadaşlık bağı kurdular.
Aradan çok fazla bir süre geçmemişti ki ikisi tekrar geri geldi. Alakurt durumunun kötü olduğunu göz işareti ile Mehmet'e bildirdi.
Adam, bu sefer de Kalkankılıç'ı alarak oradan uzaklaştı. Onlar uzaklaşırken bir muhafız gelerek Alakurt'a dinleneceği yeri göstereceğini söyledi. Böylelikte Alakurt'ta oradan ayrıldı.
Mehmet, tek kalarak beklemeye başladı. Alakurt'a nispeten daha uzun bir bekleyişin ardından adam yanında Kalkankılıç olmadan geldi. Mehmet'i alıp sarayın odalarından, içerisinde en fazla muhafız bulunan odaya getirip altından ve gümüşten yapılmış olan satrancı masaya koydu. İkisi birlikte taşları dizmeyi bitirince, adam altından yapılan, Mehmet'te gümüşten yapılan taşlar ile birlikte oyunu oynamaya başladılar.
Mehmet, başlarda iyi oynadığını düşünse de sonradan taşları kaybetmeye başlayınca aslında adamın önceden onun hamlelerini tahmin edip bunlara hazırlandığını gördü. Belli ki adam yıllardır bu oyunu oynuyordu. Ve onun bu adamı yenmesi gerekiyordu. Ama nasıl yapabilirdi bunu? Bir müddet hamle yapmayı düşünüyormuş gibi bunu düşündü. Akabinde önce hızlı düşünüp oynadığı oyunun hızını düşürdü. Daha sonra da her taşı kendi obasındaki kişiler gibi düşünmeye başlayıp onları kaybetmemek için özen gösterdi. Kendini at, Hadisciyi kale, Hau ile Alakurt'u fil, abisi ve kız kardeşini de vezir olarak düşünüyordu. Şah ise anne babasıydı ve onları kaybederse oyun biterdi.
Öte yandan karşısında bulunan taşlar, şu anda içerisinde bulunmuş olduğu kalede bulunan kişilerdi ve o, bu kaleyi fethetmeliydi. Artık oyun gözünde farklı bir yere sahip oldu, farklı düşünmeye başladı. Böylelikle oyunun hızı da epeyce bir düştü.
Aradan saatler geçti. Fakat saatler geçmesine rağmen oyun hala bitmemişti. Yorgunluk Mehmet'in bedenine iyice çökmüş, ama o oyun üzerindeki istikrarını korumaya devam etmişti. Mehmet, sürekli şah çekiyor fakat adam hamlelerinden kurtuluyordu.
Derken yorgunluğu yavaş yavaş onu oyundan çekmeye başladığı sırada tekrar şah çekti Mehmet.
"Bitti." dedi adam kendi kendine.
Adam böyle söyleyince yorgunluktan gözleri kapanan Mehmet, birden gözünü açtı. Oyunu analiz edip onu mat ettiğini görünce;
"Şah mat!" dedi.
Adam nasıl mat oldum diye kara kara düşünürken Mehmet'in sözlerini duyan oradaki muhafızlar da bu sözün karşısında şok oldular. Bu nasıl olabilirdi? Mehmet'in karşısındaki adamı bu oyunda yıllardır kimse yenememişti. Üstelik yorgunluğu her halinden belli olan bu genç, nasıl olabilirdi de bu haldeyken bile onu yenebilirdi?
Mehmet'in onu mat etmesi adamın moralini iyice bozdu. Ömrünü adayıp geçimini bu oyunun yarışmalarından sağlayan adam morali bozuk şekilde hızlıca kalkıp oradan ayrıldı. Muhafızlar, adam gittikten sonra hayretler içerisinde onu takdir ederek dinleneceği yere kadar ona eşlik ettiler. Gecenin geç saatleri olmasına rağmen ona en iyi yemekleri hazırlattırarak dinleneceği yere bir masa kurdurup yiyecekleri buraya koydular.
Mehmet, su ve ekmek haricinde ona fazla geleceğini düşündüğü her şeyi muhafızlara dağıtıp onlardan süt istedi. Bu kadar güzel yemekleri aç olmasına rağmen dağıttığını gören muhafızların kanları Mehmet'e ısınıp hemen ona süt getirdiler. Artık onlar da büyük ödülün Mehmet'in hakkı olduğunu düşünüp kendi aralarında bunu konuşmaya başlamışlar, konuşa konuşa Mehmet'in yanından ayrılmışlardı. Onların gittiğini göre Mehmet ise hücredeki çantasından hurma çıkarıp süt ve ekmek ile yiyerek suyunu içti. Beklemeden abdestini alıp namazını kıldı ve gözleri kapanana kadar Allah'a hamd ve şükürde bulundu.
Sonraki gün öğleye doğru bazı sesler duyarak kendine geldi Mehmet. Hemen toparlandığında muhafızların tek tek hücrelerde uyumaya devam edenleri kaldırdığını anladı. Muhafızlar gelmeden kendi kalkıp hücresinde çıktı. Onu gören muhafızlardan biri, imparatorun onları huzuruna beklediğini söyledi. Mehmet, ses çıkarmadan başıyla onaylayıp onu takip etti. Kısa bir süre içerisinde tüm savaşçılar imparatorun karşısına gelip ona selam verdiler. Aleksandr herkesin geldiğini İmparatora işaret edince İmparator konuşmaya başladı;
"Duydum ki dün bir mucize yaşanmış. İçinizden biri bugünkü yarışmaya gerek kalmadan, onca yetenekli kişinin bir arada olmasına rağmen açık ara farkla birinci olmuş. Bu beni ziyadesiyle memnun etti. Yarışmaya gerek olmamasına rağmen ahalinin yoğun ısrarları üzerine bahis için ikinci ve üçüncüyü belirlemek adına bugün arenada son savaş olacak." dedi. Aleksandr'a altın sandığını getirmeleri için işaret etti.
Aleksandr da kapıda duran muhafızlara kasayı getirmeleri için işaret etti. Aradan çok bir süre geçmeden kasayı taşıyan iki muhafız ve yanlarında bir komutan içeriye girip imparatora selam verdiler. Muhafızlar kasayı yere bırakıp oradan ayrıldılar. Komutan ise Mehmet'in gözüne bakıp onun kazandığını işaret ediyordu. Bu komutan, Mehmet'in obasına gelen komutandı.
"Yarışmanın birincisi dün yapılan son oyunu da kazanan Tuğrabozan. Altınlar senindir Kongus." dedi.
Mehmet, duyduklarına inanamadı. Müm bedenini heyecan kapladı. Nihayet yarışma bitmiş, hayalini kurduğu yarışmayı kazanan o olmuştu. Uykusundan kesip yıllardır emek verdiği çalışmalar nihayet meyvesini vermişti. Onun yarışmayı kazanması bir yana cesaret edip yarışmaya katılmasına dahi ihtimal vermemişlerdi. Ama o hem yarışmaya katılmış, hem de onu kazanmıştı. Artık önünde tek hayali, tek gayesi, tek hedefi kalmıştı. O hayal, hedef, gaye ise belliydi... Trabzon Rum İmparatorluğu'nun fethi...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top