ULA - FİNAL
Hadis 39: Âişe radıyallahu anhâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu söyledi:
"Biriniz yemek yerken besmele çeksin. Şayet yemeğe başlarken besmele çekmeyi unutursa, hatırladığı anda 'baştan sona Bismillah' desin." [Kaynak: Tirmizî]
^
3 yıl sonra...
Sever'in öldürülmesinin üzerinden üç yıl geçmişti. Bu üç sene içerisinde çeşitli hadiseler vuku bulmuştu. Sever'in ölümünün üzerinden geçen ilk senede, Alakurt ve Alarcın'ın aynı anda iki erkek çocuğu olup adlarını Orhan ve Alagöz, Mehmet ve Gök Sultan'ın ilk kız çocukları doğup adını Rukiye, Hau ve Eçine'nin bir kız çocuğu olup adını Ayça, Şifa ile Hadisci'nin bir erkek çocuğu olup adını Behlül Dânâ koymuşlardı.
Bu yıl son olan önemli olay ise Fatih Sultan Mehmet Han tarafından gönderilen, büyük fetih zamanının geldiğini müjdeleyen mektup olmuştu. Bu mektuba göre iki üç sene içerisinde fetih olacağı, şimdiden hazırlıklara başlanılması yazılmıştı. Böylelikle Fatih'in fetih plânları resmiyet kazanmıştı. Kazanmıştı ama ne yazık ki Salih Efendi bu fethi görememiş, öleceğinin yakın olduğunu anlayınca yerine Mehmet'i, oba beyi seçmişti.
Mehmet'i bey seçmesinin ardından geçen beş ayın sonunda, yani İstanbul'un fethinden tam yedi yıl sonra, 1460 yılının ikinci ayında Salih Efendi aniden fenalaşarak hakka yürümüştü. Onun ölümü obayı yasa boğmuş, hatta ölümünün ardından obada beş gün boyunca yas tutulmuştu. Bu süre içerisinde aralıksız Kuran okunmuştu. Beşinci günün sonunda ise İrice ile Hüma'nın ikinci erkek çocuğu doğup adını Salih koymuşlardı.
1460 yılının üçüncü ayından 1461 yılına kadar, Trabzon Rum İmparatoruna cevaben Fatih Sultan Mehmet Han bizzat sefere çıkmış, soranlara Tuğrabozan'a gidiyoruz demişti. Paşalar Tuğrabozan'ın ne olduğunu anlamasa da belli ki hakkı çiğneyen biri diye düşünüp Fatih Sultan Mehmed'e bir daha bu konuda soru sormamışlardı. Donanmadan tam üç yüz gemi de denizden sefere çıkmıştı. Fatih Sultan Mehmet, kara yolundan gelip İmparatoru hiç tahmin edemeyeceği anda yakalamayı planlamıştı.
Şimdi ise tarihler 1461 yılının ocak ayını gösteriyordu ve beş senenin ardından nihayet ilk defa Trabzon Rum İmparatorluğu topraklarına ayak basmıştı Mehmet. Dahası onun önderliğinde obasının erleri, yıllar sonra tekrar onu gördüğüne sevinen, kale dışındaki bulunan halkın desteğiyle birlikte yoğun bir hücum yaparak padişah olan Fatih Sultan Mehmet Han adına Trabzon Rum İmparatorluğuna saldırıp İmparator destekçileriyle savaşıyorlardı. Mehmet, Trabzon kalesinin planlarını yıllar içerisinde çizerek açıklarını tespit etmişti. İmparator bunu bildiğinden dolayı Mehmet ve ordusunu İmparatorlukta gördüğü andan itibaren, özel muhafızlarına bir an evvel onları yok etmeleri talimatını verdi. Mehmet İmparatorun bu emri vereceğinin farkındaydı. İmparatorun her yıl yarışmada en yeteneklileri seçip özel muhafızlarına kattığını biliyordu. Savaşa onların da dahil olmasıyla savaş çok çetin bir hale bürünecekti. Ama Mehmet'in obasının dışında, Müslümanların adaletini bilen diğer gayrimüslim ahali de yıllardır bu fethi bekliyorlar, fakirlikten çok kötü durumda olmalarına rağmen kadın erkek hepsi kendi imkanlarıyla kuşatmaya destek oluyorlardı.
Öte yandan kuşatmaya Alarcın ve Gök Sultan da katılmış, birlikte yetiştirdikleri kadın erlerle beraber ormanın içerisindeki İmparatorluk destekçileri ve başlarında bulunan Hera ile savaşıyorlar, onlara göz açtırmıyorlardı. Bu şekilde merkezdeki İmparator destekçilerinin de kaçacak bir yeri kalmıyor, dahası onlara destek vermek için orman yolundan gelen diğer destekçilerin de ormanda tek tek ölmesi ve bağırtılarının yankılanmasıyla birlikte arkadan gelen diğer destekçilerin korkusundan ormana adım dahi atamamalarına sebep oluyordu...
Biraz sonra merkezdeki destekçiler ve dış muhafızlar iyice azalmaya başlayıp üstüne bir de büyük saygı duydukları Hera, Gök Sultan'ın kılıcının tadına bakınca İmparator'un emriyle kalenin kapıları çan sesi eşliğinde açıldı. Kapılar açılır açılmaz, özel muhafızlar korkutucu silahlarıyla birlikte açılan kapıdan onlara doğru koşmaya başladılar. Muhafızlar onlara koşmaya başladıkları andan itibaren kalenin atış menzilinden çıkmalarını sabırla beklediler. Menzilden çıktıkları an Mehmet'in emriyle hep beraber naralar atarak saldırıya geçtiler. Kısa süreli birbirlerine doğru koşmalarının sonrasında nihayet çarpışmaya başladılar.
Daha savaş başlayalı çok olmamıştı ki İmparator'un özel muhafızları çok hızlı bir şekilde Mehmet'in emrindeki erleri tek tek yerle bir etmeye başladılar. Çok kısa sürede fazla bir kayıp verilebileceğini ön gören Mehmet, hemen erlere bir araya toplanmalarını ve savunmada durmalarını emretti. Aklında bir plan vardı. Ön grup savunmada duracaktı. Mehmet'in anlık 'Savunun' bağırmasıyla erler hemen iç taraftaki obasının okçularının önünü açacak bu arada da iç taraftaki okçular seri ok atışları ile birlikte onları indireceklerdi. Bu sırada Mehmet ve yanındaki erler de oklardan korunmaya çalışanları alt edecekti.
Üst üste iki kez bu şekilde emir vermesiyle başarılı şekilde muhafızların sayısını azaltmaya başardılar. Fakat üçüncü bir sefer emri vermesinin riskli olacağını düşündü Mehmet. Çünkü karşısındaki düşmanlarda iyi eğitimliydi ve sürekli dizilimlerini değiştiriyorlardı. Bu sefer artık ölümcül darbeyi vurmak için farklı bir strateji üzerinden gidip erlere:
"İki yay ve iki ok korusun o hilali." diye bağırdı.
Erler de bu emri duyunca sevindiler. Çünkü onlar talimlerde en çok bu dizilimde uyum halinde oluyorlardı. Şu anda düşmanın konumuna göre de bunun tam zamanıydı. Bu strateji hem savunma hem de saldırı stratejisiydi ki bununla girdikleri en son savaşta kayıpsız başarı elde etmişlerdi. Hemen iki grup er en öne geçerek yay şeklinde durdu. Bu iki yayın arası iki insan açıklığındaydı.
İki grubun tam arkasına da iki grup er ok gibi dizildi. İki okun alt kısımdan bittiği yerin üç insan arkasında, en önde yay şeklinde duran iki grubun hızasını geçmeyecek şekilde boydan boya hilal şeklinde erler dizilmişti. Bu dizilime üstten bakıldığında tıpkı gülen bir insanı andırıyordu. Erler bu şekilde hızlıca pozisyonlarını değiştirir değiştirmez oldukları yerde durmayı bırakıp düşmana saldırmaya başladılar.
Bu esnada Köz ve Tüy'ün onlara karşı savaştığını gördü Mehmet. İkisi de uyum içerisinde karşılarına kim çıkarsa alt ediyorlardı. Bu duruma sinirlenip onların üstüne gitmeye başladı. Tüy ve Köz'de Mehmet'i görünce sanki kaybetmiş oldukları, çok sevdikleri bir eşyayı bulmuşçasına sevinip ona saldırıya geçtiler. Bunu gören Alakurt, Mehmet'in yanına gideceği sırada muhafızlar önünü kesip onunla savaşmaya başladılar. Mehmet'in iki kişiye karşı savaştığını kim görse yanına gitmek istedi ama önü hep muhafızlar tarafından kesildi.
Onların yanına gelmek üzere yeltendiğini gören Mehmet, bir yandan Tüy ve Köz ile savaşmaya devam ederken diğer yandan onlara bağırarak savaş düzenini terk etmemelerini söyledi.
Tüy ve Köz çeşitli stratejilerle dakikalardır Mehmet'e saldırıyor, ama ikisi de onu alt edemiyordu. Mehmet de gülerek onları sinirlendiriyordu. Onlar sinirlendikçe daha sert saldırıyorlar ama yine de Mehmet'i alt etmeyi başaramıyorlardı. Tüm kuvvetleri ile Mehmet'e saldırıp başaramayacaklarını anladıklarında birbirlerine Muhafızları işaret ettiler. Niyetleri muhafızları Mehmet'in üstüne salıp diğer erleri öldürmeye devam etmekti.
Durumu anlayan Mehmet, onların arka saflara geçmesine izin vermedi. Dakikalardır savunmada durduğu yeterdi. Şimdi saldırı sırası ondaydı. Var gücüyle onlara saldırmaya başladı. Arada bir iki muhafız da onun saldırısını durdurmaya çalışıyor, lakin Mehmet'in hançerlerinde can veriyorlardı.
Tüy ve Köz onun sadece kendilerine odaklandığını ve hiçbir muhafızın onu durduramadığını görünce bir anlık yüzlerinde korku belirdi. Hemen diğer muhafızlara bağırıp hepsinin önceliklerinin Mehmet'i öldürmeleri olduğunu söyledi. Mehmet ise ikisinin tüm muhafızları yönettiğini anlayınca, istediğini almış gibi gözleri parladı.
Öte yandan Alarcın ve Gök Sultan, Helen'in liderliğindeki seçkin muhafızların yarısının ormana gelmesine rağmen, zorlansalar dahi onlara kılıçları, hançerleri ve yaylarıyla cevap vermeye devam ettiler. Öyle ki uzunca geçen vuruşmanın ardından Serin ve Helen'in, Alarcın'ın elinden, Kan ve Tekgöz'ün de Gök Sultan'ın elinden can vermesiyle birlikte tıpkı İmparator destekçileri gibi seçkin muhafızlarda azalan sayıları nedeniyle onların bulunduğu ormana daha fazla girmeye cesaret edememeye başlayıp, Helen'in ölüsünü olduğu yerde bırakarak merkezdeki muhafızlara destek vermeye gittiler. Aslında Helen'i, gizlice Trabzon Rum Devletine destek veren Akkoyunlular komutanı Sinan Bey, aksi bir durumda rahatça kaçabilmesi için, bir grup özel muhafızla gizlice ormana yollamıştı ama o, kaçmaktansa ölmeyi yeğlemiş, özel muhafızların yarısını alarak ormanda savaşa girişip hırsı yüzünden can vermişti.
Merkezde imparatorun özel muhafızlarının içerisinde savaşan Tüy de Mehmet'i görmüş, ona yakın bir alanda savaşan muhafızların arkasında, yayına taktığı okunu gerip bekliyordu. Mehmet'in en ufak bir açığını yakaladığı an oku atacaktı. Derken istediği oldu ve Mehmet'in boşluğunu yakaladığı an oku attı Tüy. Ok, Mehmet'in bacağına isabet ederek onun hareket kabiliyetini elinden aldı. Bu durumu gören Kalkan kılıç ile Alakurt, hızlıca Mehmet'in yanına gelip, kalkanlarıyla onu korumaya başladılar. Bir yandan da üzerlerine gelenlerle savaşmaya devam ettiler.
Mehmet'in muhafızlar yoluyla yaralanmış olduğunu duyan Sinsi ise, hemen Mehmet'in olduğu yöne doğru savaşa savaşa yürüdü ama, daha Mehmet'in olduğu alana yanaşamadan bir anda karşısında Hadisci'yi buldu. Başta onun yamalı eski püskü kıyafetlerini görüp gülse de sonradan bir iki hamleyle onu öldüremediğini görünce onunla ciddi bir şekilde savaşmaya başladı. Fakat yanına bir anda Sahtekar ve Dalgacı da dahil olunca Hadisci köşeye sıkıştırıp yaraladılar. Sinsi, tam onu öldüreceği sırada imdadına Hau, İrice ve Adsız yetişti. Hemen Hadisci'nin önüne geçip Sinsi, Sahtekar ve Dalgacı ile çarpışmaya başladılar. Başa baş çarpışmaya devam ederlerken Hadisci, Mehmet'e yardım etmesi için Hau'ya, onun yanına gitmesini söyledi. Böylece Hau, savaşarak Mehmet'in yanına gitti. Hadisci ise onun yerine geçip savaşmaya devam etti.
Bir tarafta Mehmet, diğer tarafta Hadisci, yaralı olmalarına rağmen ikisi de buna aldırmayarak savaşmaya devam ediyordu. Derken az ilerde erlerinin, Tüy ve Köz'le çarpıştığını gördü. Henüz o ikisi ile hesabı bitmemişti Mehmet'in. İkizkılıca Tüy ve Közü işaret ederek onlara giden yolu erlerle açmasını söyledi. Kalkankılıç ve Alakurt'a da oldukları yerde savaşmaya devam etmelerini, ne olursa olsun yanına gelmemelerini tembihleyerek ağır ağır Köz ve Tüy'ün yanına gitmeye başladı. Ok atabileceği uygunlukta bir mesafe kadar ilerleyip sırtından yayını alarak okunu gerdi. İstese ikisini de vurabilirdi ama vurmamayı tercih ederek oku Tüy'ün ayaklarının tam önüne attı. Bunu gören Tüy hırslanarak ona doğru gelmeye başladı. Bu esnada Köz de erlerin fazlalaşmasıyla onlarla baş edemeyeceğini anlayıp muhafızları erlere saldırtarak oradan kaçtı.
Aradan çok geçmeden, özel muhafızlara destek vermek için kaleden iki bölük adam daha çıkarak onlara katıldı. Onların içerisinde Hileci ve Deli de vardı. Fakat kısa süre içerisinde Hadisci'nin Sinsi'yi ve Deli'yi, Hau ve İkizkılıç'ın da önce Hileci'yi, sonrasında yeni bölüğe komutanlık eden Köz'ü öldürmeleriyle birlikte erler, hep bir ağızdan daha kuvvetli naralar atmaya başladılar. Bu naralar Mehmet'in de acısını unutturup kalbine fetih suresinin düşmesini sağladı. Sureyi okumaya başlayıp Tüy'e sağ gösterip sol hançeriyle saldırdı ve Tüy bu saldırıyı savuşturana kadar onun boğazını kesti.
Artık savaş alanını içerisinde en iyi gösterilen Tüy ve Köz ölmüştü. Bu ise muhafızların bir hayli canını sıkmıştı. Fetih suresini sesli okuyan Mehmet'in sesini duyan erleri de sureyi duyduğu yerden itibaren sesli şekilde sureye devam etmeye başlamışlardı. Bu sayede dilden dile yayılan fetih suresi kısa sürede tüm naraların yerini almıştı. Fetih suresi bittiği esnada, Dalgacı ve Sahtekar da daha fazla İrice ve Adsız'a dayanamayıp oracıkta can verdiler.
Dakikalar sonra savaş alanında Fatih Sultan Mehmet Han görününce naralar iyice artmaya başladı. Fatih Sultan Mehmet, savaş alanında kadın erkek demeden farklı dinlere mensup kişilerin ortak bir hedefte birleşip canla başla savaştıklarını görünce onların cesaretine hayran kaldı. Zaman kaybetmeden askerlerine kalenin düşürülmesi emrini verdi. Onun emriyle birlikte kalenin dışında imparator adına savaşanlardan geri kalanlar çok geçmeden alt edilip kaleye doğru saldırıya geçildi.
Fatih'in emrini duyan Mehmet'in obası da o gelince onun dediğine uyarak en önden kaleye saldırmaya başladılar. Kaleden atılan top atışları ile birlikte ağır kayıplar verdiler ama kısa sürede kalenin kapılarını yıkmayı başardılar.
Mehmet, kalenin zaaflarını iyi bildiği için kalenin içerisine girip doğruca muhafızların bulunduğu iç kaleye kadar savaşa savaşa geldi. Burada Sinan Bey'in ordusuyla, Fatih Sultan Mehmet'in adına savaşan ordu karşı karşı geldiler. Fakat Fatih'in ordusu, Çepniler'in de desteğiyle karşı konulamaz derecede güçlü ve büyüktü. Bu yüzden çok kısa bir sürede Sinan Bey'in savunduğu iç kale de düştü. Kalede onlara karşı koyan herkes etkisiz hale getirildi. İmparator sonunun geldiğini anladı. Daha fazla direnmesinin yersiz olduğunu anlayıp teslim oldu.
İmparator'un teslim olmasıyla birlikte yaralı olan Mehmet, bizzat kendi, gözyaşları içerisinde topallaya topallaya Osmanlı bayrağını Trabzon kalesinde dalgalandırdı. Bayrağın yanına oturdu ve akan gözyaşlarını silip mutlulukla etrafını incelemeye başladı. Atalarının çektiği çilelere değmiş, hayalleri gerçek olmuştu. Trabzon Rum İmparatorluğu fethedilmişti...
Fetihten sonra hemen hemen tüm ahalinin kadınlı erkekli, var güçleri ile savaşmaları Fatih Sultan Mehmet'i etkilemişti ki Trabzon halkına seslenerek, onlara şanlı şerefli manasına gelen 'ULA' lakabını taktı. Hiç kimsenin diline ya da dinine dokunulmayacağını, daha önce alınan ağır vergilerin onda bire düşürüldüğünü, tam bir güvenlikle tüm sınırların korunacağını ve herkese adil davranacağının garantisini verdi. Akabinde paşasına, daha önce İstanbul'un fethinden sonra babasıyla tanıştığı, savaşta üstün başarılar gösteren Tuğrabozan'ın, ihtiyaçları giderildikten sonra huzuruna çağırılması emrini verdi. Onun savaştaki hareketlerini bizzat takip ettirmiş, gerçekten de methedildiği gibi biri olduğunu görmüştü. Bu yüzden onunla tanışmak istemişti. Ama onunla tanışmadan önce ona son bir test yapmaya niyetlenmiş, önceden bilsin diye de paşasına her şeyi anlatmıştı.
Fatih'in emriyle paşası Zağnos paşa, Tuğrabozan'ın ihtiyaçlarının giderilmesini sağlayıp ona, Fatih Sultan Mehmed'in onu huzuruna çağırdığını söyledi. Tuğrabozan, onu onaylayıp toparlanır toparlanmaz Hadisci ile birlikte padişahı ziyaret edeceklerini söyledi. Paşa, başta onun tek gelmesinin daha iyi olduğunu düşündüğünü söylese de, Tuğrabozan'ın Hadisci ile geleceğini yinelemesi üzerine ısrar etmeyip onların toparlanmasını bekledi.
Nihayet Tuğrabozan ve Hadisci zorlanmadan yürüyebilecek bir duruma gelince, Fatih'in huzuruna çıkmak üzere, İmparator tahtının olduğu kale bölümüne, Zağnos Paşa ile beraber ilerlemeye başladılar.
Biraz sonra yeniçerilerle birinin konuştuğunu gördüler. Bu kişi hangi yeniçeri ile konuşsa onun canı sıkılıyor, yüzü ekşiyordu. Mehmet ile Hadisci onların niye bu hale girdiğini anlamamış şekilde birbirlerine baktılar. Bu esnada yanlarında bulunan Zağnos Paşa:
"Az ilerimizde konuşan kişi Vezirdir. Önüne gelene çok bilmişlik taslar. Terbiye edilmesi lazım gelir." dedi.
Zağnos Paşa böyle söyler söylemez, Mehmet ile Hadisci bunun bir test olabileceğini tahmin edip birbirlerine manidar şekilde baktılar ve:
"Padişah uygun görürse Hadisci ile kendisine bir ders vermek isteriz." dedi Tuğrabozan.
Zağnos Paşa, bir müddet duraksayıp düşünür gibi yaptı. Sonrasında tam 'Uygundur.' şeklinde başını yukarı aşağı salladığı sırada bu kişi onları görüp yanlarına geldi. Kibirli tavırlarıyla çok bilmişlik taslamaya başladı.
Onun konuşmalarını bir müddet dinledi Tuğrabozan. Ardından laf arasında Hadisci'ye dönüp:
"Aklıma gelmişken sormak isterim Hadisci." dedi.
Söylediği bu cümle ile birlikte Vezir'e verecekleri dersin ne olduğunu anlayan Hadisci, ciddiliğini koruyarak:
"Seni dinlerim beyim." dedi.
"Nur kalkmaya niyetin var mıdır?" dedi Tuğrabozan.
"Hayırlısı."
"Birin iki midir?"
"İkidir. Takdir haktan."
"Peki ya koyun? Kırkılmalı mıdır?" dedi Tuğrabozan. Hadisci'nin cevap vermekten geri durduğunu görünce ona gülümsedi. Vezire dönüp sözlerine devam etti. "Öyleyse söyle bakalım her şeyi bilen Vezir. Biz az önceden beri ne konuşuruz?" dedi Tuğrabozan.
Etraftaki Yeniçelerin ve Paşanın merakla onun cevabını beklediğini gören Vezir:
"Bana biraz müddet verin cevaplarını bulup Padişah'ın huzurunda sizlere söyleyeceğim." dedi Vezir. Oradan ayrılırmış gibi yapıp onları takip etmek üzere uygun bir yere saklandı. Vezirin tahmin ettiği şeyi yaptığını gören Tuğrabozan da Zağnos Paşa ve Hadisci ile biraz ilerledikten sonra Hadisci'ye Yeniçerilerin olmadığı kör bir noktayı gösterip:
"Sen böyle bekleyesin Hadisci. Ben Padişah'ın yanına varayım. İşimi bitirince beraber döneriz." dedi.
Hadisci'nin tek başına tam isteyeceği bir noktada onu beklediğini gören Vezir, onun yanına gelip aklındaki cevapları tek tek söyledi. Ama Hadisci, hiç birinin doğru olmadığını söyleyince ona cevabı söylemesi için ısrar etmeye başladı. Hadisci inatla cevapları söylemeyince, Padişah'a atacağı havayı düşünüp Hadisci'ye yarım kese altın verdi. Fakat Hadisci, ancak bir kese altın verirse cevapları ona aktarabileceğini söyleyince, Vezir sevinerek ona bir kese altın verdi. Hadisci tek tek anlatmaya başladı.
"O bana 'Nur kalkmaya niyetin var mıdır?' diye sorduğunda aslında bana 'Çocuk yapmaya niyetin var mı?' diye sordu. Ben de 'Hayırlısı.' diyerek cevap verdim. 'Birin iki midir?' diye sorduğunda 'Çocuk için birikimin var mıdır?' diye sordu. Ben de 'İkidir. Takdir haktan' diyerek Tedbiri aldığımı takdirin hak olan Allah'tan olduğunu söyledim." dedi ve sustu Hadisci.
Onu heyecanla dinleyen Vezir, o susunca:
"Ee peki ya diğeri?"
"Bunu söylemekten hayâ ederim. Ama illa da söyle dersen söyleyeyim." dedi.
"Söyle." dedi Vezir.
Bunun üzerine Hadisci:
"Bana 'Peki ya koyun? Kırkılmalı mıdır?' derken de aslında senden bahsediyordu. Çünkü senin her şeyi bilirim diyerek kibre kapılacağını, dahası bunların cevaplarını öğrenmek için bana altın dahi teklif edeceğini tahmin ediyordu. Bu altın keseyi alıp almayacağımı bana sordu ben de cevap vermeyerek senin altınlarına tamah etmeyeceğimi ona söyledim. Şimdi alasın altınlarını da kötü huylarını terbiye edesin." dedi ve altın dolu keseyi ona geri verdi.
Vezir, duydukları karşısında şok oldu. Sinirli şekilde altını aldı. Tam ona bir şeyler söyleyeceği sırada yeniçeriler onun yanına gelerek kulağına bir şeyler fısıldadılar. Duydukları karşısında yüzünün rengi attı Vezir'in ve Hadisci'ye hiçbir şey söylemeden oradan uzaklaştı.
Öte yandan Mehmet, sonunda Padişah'ın bulunduğu kale odasına varmıştı. Fatih Sultan Mehmed'i görüp:
"Allah'ın selamı üzerine olsun Peygamber övgüsüne mazhar olmuş Padişah. Fethin hayırlı ola." dedi.
"Allah'ın selamı senin de üzerine olsun Salih oğlu Mehmet. Methini duydum, savaş alanındaki cesaretini ve yeteneklerini gördüm. Lakin gözüm lâkabını hak edip etmediğini görmek ister." dedi. Yan tarafında bulunan keseyi yanındaki Hızır Bey'e işaret ederek Tuğrabozan lakaplı Mehmet'i gösterdi. Hızır Bey keseyi alıp ona getirince, kesenin içerisindeki altın paraların daha önce Sever'e kızıp bozmuş olduğu paralarla aynı olduğunu gördü. Tereddüt etmeden paraları eliyle ikiye katlamaya başladı.
Kesenin içerisindeki altın paralar bitmeye yakın bir altın paranın diğerlerinden farklı olduğunu fark etti. Üzerine bakınca onun Padişah'ın adına yapılan altın para olduğunu görüp, onu sağ avuç içine alarak elini kalbinin üstüne yapıştırdı. Akabinde kesede bulunan diğer tüm paraları sol eliyle ikiye katladı. Son parayı katladığı sırada Hadisci de Tuğrabozan'ın yanına gelip Padişah'a selam vererek ona övgü dolu sözler söyledi. Bu esnada bir yeniçeri de gelerek padişahın kulağına ikisinin birlikte Vezir'e yaptıklarını fısıldadı. Duydukları ve gördüklerinden hoşnut olan Fatih Sultan Mehmed:
"Sen Salih oğlu Mehmet. Bu zamana kadar Tuğrabozan lakabıyla şanlandın, şereflendin. İki kutlu fetihte de kendini gösterdin. Lakin hiçbir zaman böbürlenmedin. Artık benden de bir lakabı hak eyledin. Buyruğumdur bundan sonra sana Kurtoğlu densin. Atalarının bu topraklarda on yıllardır sürdürmekte olduğu emeklerine karşılık ise emek verdikleriniz, fazlasıyla sizindir." dedi ve orada bulunan askerlerine; "Buyruğumdur tüm ahaliye iletilsin. Gemora'da Çepni obasının işlemekte olduğu yerler onlarındır. Ayrıca obalarına hazineden gerekli yardım yapılacak, merkezde faaliyet gösterdikleri dükkanlar, tamamıyla kendilerine tahsis edilecektir. Şehrin güvenliğinden ise Kurtoğlu sorumludur. Bu nedenle derhal buraların şartlarına ayak uydurabilecek kişilerden bir ordu oluşturulup Kurtoğlu'nun emrine verilsin. Onun öncülüğünde dağlardaki eşkiyalar temizlensin. Ahaliye rahat nefes aldırılsın. Bu kutlu şehrin yeni adı da bundan sonra Tuğrabozan olsun." dedi. Sözleri bitince ne cevap verecek diye Mehmet'e baktı.
"Buyruk sizden, çözmesi bizden. Eyvallah padişahım." dedi Kurtoğlu Mehmet.
Bu cevap üzerine Fatih Sultan Mehmed tekrar askerlerine bakıp:
"Bugünden tezi yok buraya saldırmaya cesaret etmeye kalkacaklara, buraya saldırdıklarında karşılarında Osmanlı İmparatorluğunu en şiddetli haliyle bulacaklarının haberleri gönderilsin." dedi.
Ve söylediği gibi de oldu Padişah'ın. Gemora ile atalarının pazarcılık yaptığı yerler tümüyle Çepni obasına verildi. Trabzon Rum İmparatorluğu'nun yeni adı da Tuğrabozan oldu. Kısa süre içerisinde dağlardaki eşkiyalar bizzat Kurtoğlu ile onun erleri tarafından temizlendi ve bir daha hiçbir zaman Cenevizliler, Fatih'in önderliğinde fethedilen Trabzon Rum İmparatorluğu'na saldırmaya cesaret edemediler. Tam yirmi yedi millet yan yana mutlu, huzurlu ve adil bir şekilde yüzyıllar boyunca yaşamaya devam ettiler...
Zamanla yirmi yedi farklı milletin bulunduğu bu şehirde 'Tuğrabozan' adı değişime uğrayarak 'Trabzon' adını aldı. Bu ad ile de resmi olarak devlet kayıtlarına geçerek yüzyıllar boyunca mutlu serüvenine içinde bulunduğu halk ile devam etti...
^
Hadis 40: Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bir kul, bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse, kıyamet gününde Allah da onun ayıbını örter." [Kaynak: Müslim, Birr 72. Buhârî, Mezâlim, 3; Ebû Dâvûd, Edeb 38; Tirmizî, Birr 19; İbni Mâce, Mukaddime 17]
^
Bir nebze dahi olsun okuyup emek veren, özellikle değerli yorumlarını paylaşan herkese teşekkür ederim... :)
Yorumlarınız hem şahsım hem de kitabın gelişimi açısından çok önemli. Lütfen en az bir yorum da siz yaparak çalışmaya destek olunuz. :)
SON
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top