TUZAK

Hadis 16: Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Pazartesi ve perşembe günleri ameller (Allah'a) arz olunur. Ben, oruçluyken amellerimin arz olunmasını isterim. " [Kaynak: Tirmizî]

Hadis 17: Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Ümmetimi (veya insanları) zora sokmaktan endişe etmeseydim, onlara her namaz vaktinde misvakla dişlerini temizlemelerini emrederdim." [Kaynak: Buhâri, Tirmizî]

^

Babasına hediye olarak vermeyi düşündüğü kılıcı, atıyla yarım günlük mesafede bulunan, namı duyulmuş olan demirci Salikos'a yaptırmıştı. Mutluydu. Aynı zamanda küçük bir çocuk heyecanı barındırıyordu bünyesinde. Babasına kılıcı verdiğindeki o ilk tepkisini hayâl ediyor, bir an önce obasına varmak istiyordu.

Kıpçaklara mensup olan Gök Sultan'ın annesi, ağabeyi ve dört küçük kardeşi, Gürcü – Komnenos iş birliğinden doğan baskınlar sırasında öldürülmüştü. Bu baskının güçlü sebeplerinden biri, Komnenos buyruğu altına girmeyi reddeden babası olmasına rağmen, ailesinden geriye kalan tek varlığı olan babasında suç bulmamıştı Gök Sultan. Aksine etrafı Gürcü - Komnenos ateş çemberi ile sarılmış olmasına rağmen düşmanlarına karşı sergilediği dik duruşu takdir etmiş, o gün, babasına destek olabilmek üzere tıpkı Tomris Hatun gibi dimdik durmaya ve düşmanlarından intikam almaya yemin etmişti.

İçten içe, Müslümanlığından ödün vermeyen ve Komnenoslar'a paralı askerlik yapmayı reddeden babasına yaptırmış olduğu kılıcın, soydaşı olmasına rağmen Hristiyan olan bir demircinin elinden çıkmış olması canını sıkıyordu. "Öyle ya..." diye bir ses yankılanıyordu içinde. "Ailen düşmanlarının buyruğu altına girmeyi reddettiği için öldü. Sen ise gittin, düşman buyruğu altına giren birine, sırf işini iyi yapıyor diye kılıç yaptırdın. Ya baban beklediğinin aksine sert bir tepki verirse? Ya sana geçmişi hatırlatırsa?"

Yavaş yavaş içindeki sesler yükselip mutluluğunu ondan almaya başlayınca söyledi Gök Sultan, kendi kendine:

"İşi ehline veriniz."

Kaynağı hadise dayanan bu sözle bastırdı içindeki sesleri. Derken bu sefer başka sesler yankılanmaya başladı yüreğinde;

"Ya o demircinin oğlu?" dedi bu ses. "Ona olan istemsiz bakışların, kendisine umut vermiş olabilir mi? Nefret ettiğin düşmanlarına, bir dal parçası uzaklıkta gördüğün kişiler içinden birinin yüreğine, sevgi tohumu ekmiş olabilir misin?"

"Belli ki yol yordu." diye geçirdi içinden. Sürmekte olduğu atını durdurdu.

"Burada bir müddet dinlenip yolluklarımızdan yiyelim." diye seslendi Gök Sultan, onun durduğunu görüp atlarını durduran, ona her daim yoldaş olan erlerine. Atından indi.

Bunun üzerine yanlarında bulunan erleri de tıpkı Gök Sultan gibi atlarından indiler. Hep birlikte atlarını toprak yolun kenarlarında bulunan otlara bağladılar.

"İrice ile ben at sürerken atıştırdık Sultanım. Size afiyet olsun. Biz etrafta dolanıp güvenliği sağlayacağız." dedi Adsız.

"Eyvallah." dedi Gök Sultan.

Gök Sultan'ın cevabını duyan Adsız ile İrice oradan uzaklaşmaya başladı. Gök Sultan ise yanında bulunan diğer iki eri, aynı zamanda en yakın arkadaşları olan Hüma ve Eçine ile atlarına yükledikleri yolluklardan aldı. İçinde türlü sesler devam eder, yüzünde düşünceli bir ifade barındırırken uygun gördüğü bir çimenlik alana oturdu.

Hüma, Eçine ile ellerindeki yollukları çimenlik alana tek tek yerleştirirken Gök Sultan'ın düşünceli yüz ifadesini gördü. Yollukları yerleştirmeyi bitirip Eçine ile oturunca sordu:

"Sizi düşünceli görürüm Gök Sultanım. Bilmediğimiz bir durum mu vuku buldu?"

"İstemsizce kılıcı yaptırdığım kişileri ve yaşadıklarımızı düşünürüm Hüma. Düşüncem içimde türlü sesler olarak belirir, canımı sıkar."

Eçine de görmüştü Gök Sultan'ın bu durumunu. Ama sormaya cesaret edememişti ona. Hüma'nın sorması ile cesaret gelmişti yüreğine. Kendi kendine konuşmasını duymuştu Gök Sultan'ın. Söyledi ona:

"Sultanım endişe etmeyiniz. Yolda giderken söylediğiniz gibi; İşi ehline veriniz."

"Eyvallah." dedi Gök Sultan. Hüma'ya baktı. İrice'yi işaret etti.

"Halâ söyleyemedi."

Kaşlarını çattı Hüma.

"Söyleyemez Sultanım, söyleyemez. Bilir çünkü suçunu."

Gülümsedi Gök Sultan. İrice'ye, yanına gelmesi için adıyla seslendi;

"İrice."

Gök Sultan'ın sesini duyan İrice koşarak yanlarına geldi.

"Emredin Gök Sultan."

"Anlatmak gereken bir husus var mıdır?"

Bunun üzerine İrice, terlemeye başladı. Bir müddet cevap veremedi. Sonunda kendini toparlayıp:

"Önemli bir husus vardır. Vardır da nasıl anlatacağımı bilmemem." dedi.

Kaşlarını çattı Gök Sultan:

"Anlat." dedi, sert bir ses tonuyla.

"Hüma hanımdan aldığım ak örgü. Sürekli çadırımdaki sandıkta saklardım. Bu sabah aradım aradım bir türlü bulamadım. Kendisi mi aldı diye Hüma hanıma söylediğimde çattı kaşlarını. Ateş ateş baktı gözlerime. Sonra hiçbir söz söylemeyip uzaklaştı yanımdan." dedi İrice.

"Demek yanında bulundurduğun ak örgüyü çadırına koydun. Üstelik bir de kaybettin öyle mi?" diyerek hiddetlendi Gök Sultan.

Alnından akan terler birbiri ile yarışırken kalbi de hızlıca atmaya başladı İrice'nin. Sessizce durdu Gök Sultan'ın karşısında. Biraz sonra bacakları titremeye başladı.

"Su, Sultanım ben. Ben..."

"Kes." dedi Gök Sultan aynı hiddet ve çatık kaşlarla. "Törene bağlılığın bu mudur İrice? Hatunun olacak kişiye verdiğin söz bu mudur?"

İrice'nin haline dayanamadı daha fazla Hüma:

"Sultanım." dedi. Mahcup şekilde başını öne eğdi.

Cebinden kırmızı nişanlı bir ak örgü çıkardı Gök Sultan.

"Bu muydu arayıp bulamadığın?"

Ak örgüyü Gök Sultan'ın elinde gören İrice, tahmin ettiği gibi çıkınca olumsuz düşüncelere kapıldı.

"Sultanım..." dedi. "Bir anlık gaflete düştüm yanımdan ayırdım ak örgümü. Ne ceza verirseniz verin haktır. Yalnız gördüğünüz gibi ak örgüm de temizdir. Son zamanlarda sandıkta saklamanın daha iyi olacağını düşünerek böyle bir duruma kapıldım. Ondan önce her istendiğinde yanımdan, zırhımdan çıkarıp gösterdim sizlere. Kavuşmamın süresi uzamasın, Hüma hanım kırılmasın Gök Sultan. Ben sözümün eriyim her türlü cezaya razıyım." dedi.

Gülümsedi Gök Sultan.

"Cezanı çoktan verdim bile. Yüreğine işlenen bu korkuyu sakın ha sakın unutma İrice. Hüma hatuna iyi bak." dedi. Birkaç saniye sessizce durduktan sonra sözlerine ekledi;

Ak örgünün vadesi dolmuş, temiz tutulduğu görülmüştür. Buyruğumdur; obaya gidince aşlar pişsin, tamburlar çalsın. Kutlu birleşme nihayete varsın." dedi Gök Sultan.

Beklemediği bu sözler karşısında önce şaşırdı İrice. Sonra heyecandan dolayı kalbi hızlı şekilde atmaya başladı. Yerinde duramaz oldu.

"Var olunuz Gök Sultan. İzninizle." dedi İrice.

Gök Sultan, eliyle izin verdiğini işaret eder etmez bir o yana bir bu yana baktı İrice. Sağ tarafında engebeli bir ormanlık alan gördü. Koşarak ormanlık alana girdi. İçindeki bağırma isteğini burada 'Allah Allah' nidalarıyla gerçekleştirmeye başladı. Biraz sonra sakin şekilde ormanlık alandan geriye döndü Gök Sultan'ın yanına döndü.

"Sultanım..." dedi. "Affediniz ama tuzak kurdunuz bana. Benim gibi iri yapılı, bakışlarıyla korku salan namlı bir eri adeta ürkek bir ceylana çevirdiniz."

Gök Sultan, onun bu sözlerine gülerek;

"Bizden kız almak kolay mı? Hem de cesaretiyle nam salmış Hüma hatunu. Neyse, yolumuza kaldığımız yerden devam edelim. Malum; artık sizin de benim gibi heyecanınız peydah oldu." dedi.

Bunun üzerine yolculuklarına kaldıkları yerden devam ettiler.

Hava kararmasına bir saatten az bir süre kalmaya başladığında nihayet obaya vardılar. Obaya vardıklarında onları Gök Sultan'ın üvey annesi Boylan karşıladı.

Boylan, elli iki yaşındaydı ve Gök Sultan'ın erken yaşta ölen annesinden sonra babasıyla evlenmişti. Bu evlilikten bir de erkek çocukları olmuştu.

Gök Sultan'a küçük yaştan beridir sistematik biçimde kötü davranmıştı Boylan. Kendi çocuğunu ondan üstün tutmuş, onu yıldırmak, kendini geliştirmesini engellemek için elinden geleni yapmıştı. Fakat yine de onu ne yıldırabilmiş ne de obadakilerin onu sevmesinden koparabilmişti.

"Hediyeni Konstantiniyye'den mi aldın? Nerede kaldın sen?" diye bağırdı Boylan.

"Sana da iyi günler." dedi Gök Sultan. Boylan'ın sözlerini umursamadan babasının çadırının önüne doğru at sürmeyi sürdürdü.

Çok geçmeden çadır önüne gelince attan indi. Babasına yaptırdığı kılıcı attan aldı. Atı, obadaki erlerden birine emanet ettiği sırada Boylan'ın hizmetçisi birden ortaya çıkıverdi ve:

"Sultanım, babanız sabahtan beri bir lokma koymadı ağzına. Sizi kayboldunuz sanıyor. Ona erleri ile birlikte dedikse de inanmadı. Madem kaybolmadı, gelsin yemeğimi de getirsin dedi bizlere." dedi.

"Tamam şu sandığı içeriye koyup geliyorum. Sizler aşları hazırlayın." dedi Gök Sultan.

Destur alarak çadırdan içeriye girdi. Selam vererek sandığı yere koydu.

Selâmını aldı babası Ahmet.

"Kızım nerelerdesin? O elindeki ne? Kimse bir söz söylemiyor nereye gittiğinle ilgili. Sabahtan beridir dert edip durdum seni." dedi.

"Sana hediye almak için gittim baba. Hediyeni vereceğim ama önce yemeğini ye." dedi Gök Sultan.

Dışarıda bulunan hizmetçiye seslendi:

"Getir bakalım yemeği."

Boylan'ın hizmetçisi çadırdan içeriye girerek yemeği Ahmet'in önüne koydu. Gök Sultan'ın 'Çıkabilirsin.' sözü eşliğinde çadırdan çıktı.

Ahmet, önüne koyulan yemeklerden bir iki lokma kadar aldıktan sonra;

"E hadi bak yiyorum. Merakta bırakma insanı getir bakalım neymiş hediyem?" dedi.

"Hani küçüklükten beridir hayalini kurduğun ama bir türlü yaptıramadığın o pusat var ya..." dedi Gök Sultan. Sandığı yerden alarak içini açtı. İçindeki kılıcı babasına gösterdi.

Babası Ahmet, kılıcı görür görmez heyecanlandı. Yemeği bırakıp ayağa kalktı. Kılıcı eline alarak incelemeye başladı.

"Kabzasında bulunan gümüş yaldızlı geyik boynuzu işlemeleri, kılıcın ucundaki püskül, ucunun eğikliği... Her ayrıntısı tam olarak bana anlattığın gibi baba."

"Kızım bu kılıç hayâl ettiğimden çok daha güzel olmuş. Beni çok mutlu ettin. Allah razı olsun." dedi Ahmet.

"Âmin, cümlemizden." dedi Gök Sultan. Cebinden İrice ile Hüma'ya ait olan ak örgüyü çıkardı. Sözlerine ekledi; "Bu arada baba, İrice ile Hüma'nın ak örgüsünün vadesi doldu." dedi.

"Öyle mi?" dedi Ahmet. Kılıcı incelemeyi bırakıp Gök Sultan'a döndü. Elinde bulunan ak örgüyü görünce yüzündeki tebessüm ile çadırdan dışarıya çıktı. Tam konuşmaya başlayacaktı ki fenalaşarak yere yığıldı.

Birkaç saniye sonra Boylan'ın sesi hâkim oldu obaya:

"Erler koşun. Hekimlere haber verin. Koşun beyiniz yere yığıldı."

Sesleri duyan Gök Sultan, tam ne oluyor diye çadırdan çıkıyordu ki çadır girişinde Boylan karşıladı onu. "İşte beyimizi zehirleyen hain burada. Yakalayın bu haini ve hemen kafese atın." dedi Boylan.

Böylelikle, Boylan'ın tarafında olan erler hemen Gök Sultan'ı yakaladılar. Gök Sultan, etrafta toplananlara kendisinin bir şey yapmadığını, yemeği Boylan'ın hizmetçisinin yaptığını söylese de dinletemedi. Çünkü Boylan, erlerin dörtte üçünü altın vasıtasıyla kendine bağlamayı başarmış, sonunda oba dengelerini kendi lehine çekmişti.

Ahali, Gök Sultan'ın böyle bir hainlik yapmayacağını söylese de dinletemedi erlere. Kafese götürülürken Gök Sultan, yüzündeki sinsilikten bu plânı Boylan'ın yaptığını anladı. Gözünden gözyaşları dökülürken sinirlendi. Erlerden kurtulup parçalamak istedi Boylan'ı. Ama yapamadı, kurtulamadı ellerinden. Bu esnada yerde yatmakta olan babasını kontrol eden hekimin sesi ilişti kulağına;

"Beyimizi kaybettik."

Duyduğu bu ses, tüm gücünü çekti aldı ondan. Kendinden geçti. "Baba." diye haykırarak ağlamaya başladı. Sarılmak istedi ona ama yapamadı. Ahalinin üzgün bakışları eşliğinde götürüldüğü kafese kilitlendi. Oturdu. Sessizce ağlamasına devam etti. Ta ki Boylan'ın oğlu Dumrul, kafesin yanına gelip gülmesine kadar sürdü bu ağlama.

Dumrul'un gülüşü ile birden kesti ağlamayı. İçindeki kor, gülüş ile birleşince bedeninin her zerresinde intikam ateşini hissetmeye başladı. Gözleri kan çanağı olmuş bir biçimde baktı Dumrul'a. Tuttu kafesin parmaklıklarını. Sıkı sıkı tuttu.

"Yer gök var oldukça..." dedi. Derin bir nefes alıp verdi. "Bu can, bu tende bulundukça. Korkun benden, korkun intikam kokusunu almış bu kurttan. İşte şimdi Tomris'i uyandırdınız, işte şimdi sonunuzu kendi elinizle hazırladınız." dedi.

Korktu Dumrul, Gök Sultan'ın bu tavrından. Çadırdan dışarıya çıktı. Erlere seslenip Gök Sultan'ın bağlanması emrini verdi. Oradan uzaklaşmaya başladı.

Aradan saatler geçip de sabahın ilk ışıkları oba üzerine doğarken üç er geldi Gök Sultan'ın kafesinin önüne. Sıkıca bağlanmış kafes bağlarını açarak içeriye girdiler. Rahatsız olmuştu Boylan. Töre gerekmeksizin Gök Sultan'ın infaz edilmesini ve intihar süsü verilmesini istemişti.

Onların geldiğini gören Gök Sultan dedi hiddetlenerek:

"Demek babamı öldürdüğü yetmiyor, töreyi de ayaklarının altına alıyor. Ve siz de gerçekten benim yaptığımı düşünürsünüz öyle mi? Soruyorum vicdanınıza; Boylan'ın, Dumrul'u bey yaptırmak için her yolu deneyeceğini bilmez misiniz?"

Erlerden biri üzgün bir şekilde;

"Biliriz Gök Sultan. Biliriz bilmesine de Boylan hatun ona karşı gelenlerin çoğu için ölüm emri verdiriyor. Üstelik herkese susmaları için altın dağıtıyor, zenginlik ve gücü vadediyor." dedi.

"Bırakın beni. Onun hakkından gelmek benim hakkımdır." dedi Gök Sultan, dişlerini sıkarak.

"Sizi bıraktığımızı anlarsa bizleri perişan eder sultanım. Üstelik sizi destekleyen erlerin çoğunluğu kararını değiştirmeleri için kafeslerde tutuluyor. Kalanlar ise korkusundan sizi destekleyemezler. Boylan nereden bulduğu bilinmez bir er ve maddi güce sahip." dedi aynı er.

"Çok konuştun Seyit. İşini bitir şunun. Bitir ve bağlılığını kanıtla." dedi erlerden en cüsseli olanı.

"Güle güle Gök Sultan. Yazık oldu güzelliğine." dedi hiç konuşmayan üçüncü er, gülerek.

Böylelikle kim hain kim vicdanlı anladı Gök Sultan. Bağlı geldikleri erler üzerine gelirken aniden bulunduğu yerden fırladı. Bağını gece çözmeyi başarmıştı. Tek tek vurdu erlere. İkisinin hükmünü verdi; anında etkisiz hale getirdi. Seyit'i ise bayılttı. Onun kılıcı ile kınını alarak gizlice ona en yakın olan kafesin bulunduğu çadıra girdi.

Çadır içerisine girdiğinde içeride iki er olduğunu gördü. Onlar fark edene kadar ikisinin de bayılmasını sağladı. Hemen kafesleri açıp elleri ve ağızları bağlı olarak bulunan İrice ile Adsız'ı oldukları yerden kurtardı. Tam konuşmaya başlayacaktı ki:

"Sultanım bilirim." dedi Adsız, kurtulur kurtulmaz. "Bu fakiri açta bırakmayan hatunun, babasına kıyamayacak kadar merhametli olduğunu bilirim."

Hemen ardından İrice;

"Sultanım Hüma ile Eçine hatunu da bağladılar. Sultanım kurtaralım onları." dedi, adeta bir aslan gibi homurdanarak. İrice, sözlerini bitirmişti ki erlerin Gök Sultan'ın kaçmış olduğunu bağırdıklarını duydular.

"Zaman yok kimseye görünmeden çıkalım. Sonra onları da kurtarırız." dedi Gök Sultan.

"Öldürürler Sultanım. Hüma'mı öldürürler." dedi İrice.

Adsız, İrice'ye eliyle vurdu. Gözleriyle zamanı olmadığını söyledi.

"Endişe etme İrice, aklımdalar. Erlerin kılıçlarını alın."

Kendini toparladı İrice. Dostu Adsız ile Gök Sultan'ın emrini yerine getirdi.

"Şimdi..." dedi Gök Sultan. "Ben dikkatleri üstüme çekeceğim. Siz de Hüma, Eçine ve beni destekleyen diğer herkesi kafeslerden kurtaracak, babama aldığım hediye pusatı da bana getireceksiniz. Biliyorum işimiz zor ama biz bundan daha zorluklara göğüs gerdik. Eğer bir aksilikle karşılaşmazsak küçükken talimlerimizi yaptığımız yerde; neşeli dağda buluşalım. İşaretimi bekleyin. Erler peşime düştüğünde emrimi uygulayın."

İrice, itiraz edecekti ki tuttu elinden Adsız. Gözlerine bakarak hazır olmasını söyledi. Bu esnada Gök Sultan da gizlice ahırların bulunduğu alana ilerlemeye başladı. İlerledi, ilerledi. Er sayısı fazla olsa da gözüne kestirdiği bir atın yanına gizlice yanaşmayı başardı. Atı bağlı olduğu yerden çözerek ona: "Hadi yağız at, rüzgâr ol. Ol ki beni zalimlerin eline bırakma." dedi. Ok yiyebileceğini bile bile bir hamlede atın üstüne bindi. Gri uzunca kıyafetinin kapüşonuyla başını örttü ve "Hayy de Hayy. Adıyla." diyerek atını koşturmaya başladı. Atın sesini duyan erler, onun Gök Sultan olduğunu anlayıp hemen atlarına binerek peşine gitmeye başladılar.

Erlerin bir kısmının ormanda, bir kısmının Gök Sultan'ın peşinde, bir kısmının ise Boylan ile Dumrul'un yanında olması dolayısıyla kafeslerin güvenliğini sağlayan erler iyice azalmıştı. Bu nedenle Adsız ile İrice'nin kimselere görünmeden Hüma, Eçine ve kafesteki diğer kişileri kurtarması zor olmadı. Herkesin kurtarılmasına müteakip Adsız, onlara kılıcı almaya gideceğini, Gök Sultan'ın dediği noktada; neşeli dağda buluşmalarını söyleyerek yanlarından ayrıldı.

Bir müddet gözlem yapması akabinde kılıcın Dumrul'un çadırında olduğunu anladı. İşi oldukça zordu ama biliyordu ki Gök Sultan onun için nice zorluğa göğüs germiş, onu zalimlerin elinden, eşkıyaların işkencesinden kurtarmıştı. Şimdi sıra ondaydı; bir an önce kılıcı almalı, başlarına gelen bu musibeti başlarından defetmeliydi.

Kimseye görünmeden Dumrul'un çadırına arkadan yaklaştı Adsız. Çadır arkasında bulunan eri etkisiz hale getirdi. Çadır içerisinde Boylan ile Dumrul'un hararetli şekilde konuştuğu duydu. Beklemeye koyuldu. Beklerken de kılıcı Boylan ya da Dumrul'un almaması için dua etti.

Birkaç dakika sonra Boylan'ın, Dumrul'a kızdığını ve kendini toparladıktan sonra peşinden gelmelerini söyleyerek çadırdan çıktığını duydu. Zamanının oldukça kısıtlı olduğunu anladı. Çünkü bayılttığı erin nerede olduğuna bakılacaktı.

Boylan çıkar çıkmaz bir hışımla çadırdan içeriye girdi Adsız. Gök Sultan'ın hediye yaptırdığı kılıcı Dumrul'un elinde ve arkasının da ona dönük olduğu görünce şeytani bir gülümseme kondurdu yüzüne. O fark etmeden dibine kadar sokuldu. Bir anda diz kapaklarının arkasına, ayaklarıyla vurarak yere çökmesini sağladı. Hemen bir eliyle ağzını kapattı. Hırladı. Büyük bir öfkeyle:

"Kurdu uyandırdınız." dedi. Diğer eliyle kılıcı ondan alarak sağ bacağına bir kesik attı. Kılıcın kabzasıyla ensesine vurarak bayılmasını ve yere düşmesini sağladı. Kılıcı alarak derhal orayı terk etti.

Bir saat sonra neşeli dağdaydı Adsız. Buluşacakları yerde ondan başka kimse yoktu. Acaba başlarına bir şey mi geldi diye düşünüyordu ki az ileriden İrice'nin gelmekte olduğunu gördü.

İrice onu görür görmez hızlı adımlarla yanına gelip ona sarıldı. Elindeki kılıcı görünce;

"Sorunsuz bir şekilde almışsın, çok şükür." dedi.

"Siz de sorunsuz bir biçimde gelmişsiniz demek isterdim de diğer erler neredeler? Gök Sultan da ortalıkta yok." diye karşılık verdi Adsız.

"Bizi fark edip peşimize düştüler. Bir kısmı bizden ayrıldı. Başlarının çaresine bakacaklarını söylediler. Diğer kısım eli silah tutanlar ise peşlerimize düşenleri oyalamak için bizden ayrıldılar. Onlara, onlarla kalmam gerektiğini söylesem de savaş ne kadar çetin olursa olsun hatunların yanlarında durmamın daha doğru olduğunu söyleyip istemediler. Gönlümü yumuşatmak için midir bilmem ama sonradan bizleri bulacaklarını, şimdilik kaçabildiğimiz kadar kaçmamızı söylediler. Umarım iyidirler, umarım sözlerinde dururlar." dedi üzgün şekilde İrice.

"Gelirler Allah'ın izniyle, Gelirler de asıl endişem Gök Sultan. Peşine oldukça fazla er takılmıştı. Üstelik oklardan nasip almış da olabilir."

"Hüma Hanım da yol boyu Gök Sultan deyip durdu. Ona söyledim sana da söyleyeyim garındaşım. Bahsedilen kişi Gök Sultan. Tilkiden daha kurnaz, kurttan daha çeviktir. Savaşırken izle ne dediğimi anlarsın. Şimdilik saklanıp sabırla bekleyelim." dedi İrice. Aynı esnada uzaktan bir ses ilişti kulaklarına;

"İyi tanımışsın."

Dikkatlice baktıklarında gelenin Gök Sultan olduğunu gördüler. Hüma ile Eçine onu görünce gözyaşlarını tutamayıp koşarak ona sarıldılar. Gök Sultan ise kolundan yaralı olduğunu belli etmeyip acısını içinde tutarak sarılmalarına karşılık verdi. Sarılmaları bitip de İrice ile Adsız'ın yanına gidince Gök Sultan'ın kolundaki kanı fark etti İrice.

"Yaralanmışsın Gök Sultan." dedi.

"Küçük bir sıyrık. Diğerleri nerede?"

"Bir kısmı başlarının çaresine bakacaklarını söylediler. Bir kısmı ise adamları oyalamak için önde kaldılar. Bizi sonradan bulacaklarmış." dedi Eçine.

Kaşlarını çattı Gök Sultan.

"Sultanım hekim gerek kolunuza." dedi Hüma.

"Şimdi sırası değil." diye karşılık verdi Gök Sultan. Adsız'ın elindeki kılıcı gördü. "Almışsın." dedi.

Kılıcı getirdi Adsız. Gök Sultan'a uzattı.

Kınında bulunan kılıcı yere attı Gök Sultan. Adsız'ın uzattığı kılıcı alarak kınına taktı.

"Eyvallah. Bir süre izimizi iyice kaybettirmek için uygun bir yer arayalım. Ortalık sakinleşince ne yapacağımıza karar veririz." dedi Gök Sultan. Hep beraber ormanlık alanın engebeli yerlerinde yürümeye başladılar.

Tam iki saat boyunca yürüdüler. Sonunda tam izlerini kaybettirdiklerini düşündükleri bir anda kulaklarına birtakım sesler ilişince:

"Eyvah! Buldular bizi." diyerek endişeye kapıldı Eçine.

"Sultanım izninizle artık gelenleri oyalama sırası bizde. İzinizi kaybettirecek şekilde saklanın. Biz onları gafil avlamaya çalışacağız. Hakkınızı helâl edin."

Hüma ile Eçine bu sözlere müteakip Adsız ve İrice'ye bakarak ağlamaya başladı. Zamanları olmadığını bilen Gök Sultan:

"Hakkım varsa helâl olsun. Siz de helâl edin." dedi.

İkisi bir ağızdan "Helal olsun." dediler.

Hüma ile İrice birbirinden ayrılmak istemese de içleri sızlaya sızlaya birbirlerinden ayrılmak zorunda kaldılar. Adsız ile İrice seslere doğru ilerlerken Hüma, Eçine ve Gök Sultan'da yolun zıttına doğru kaçarak uygun gördüğü çalılıkların arkasına saklandılar.

Gök Sultan, Eçine ile Hüma'ya oldukları yerde saklanmalarını ve savaşa hazır olmalarını söyledi. Kendisi de bir başka çalılığa geçti. Kılıcını çıkardı.

Erlerini ölüme göndermeye razı değildi. Onlara yardımı olsun diye ses çıkaracak, bulunduğu alana gelenleri gafil avlayacaktı. Böylelikle peşlerine düşen erleri de birbirlerinden ayırabilecekti.

Düşündüğü gibi yaptı Gök Sultan; kurt gibi ulumaya başladı. Bu sayede erlerin bir kısmı aralarında konuşa konuşa ulumanın olduğu tarafa doğru ilerlemeye başladılar.

Ormanların arasından ulumanın olduğu yere varan erler, tam Gök Sultan'ı göreceklerdi ki çalıların öteki tarafında; çimenlik alanda bulunan Mehmet, Hau ve Alakurt'u gördüler. Bu sırada Mehmet ise çalılara temkinli şekilde ilerledi.

Mehmet ile arkadaşlarını fark eden Gök Sultan, hemen Mehmet'e doğru döndü. Elinde kılıcı ile çalıların içerisinden sertçe ona baktı. Kılıcını sımsıkı tutuyordu.

Mehmet, karşısındaki bir çift mavi gözü görür görmez tanıdı. Bu gözler, onun içine ateş düşüren kızın gözleriydi. Ne tuhaftır ki kader onları burada birleştirmişti. Evet birleştirmişti ama bu kız burada kimden saklanıyordu?

Tam ona bir şey söyleyeceği sırada ellerinde kılıçları hazır bekleyen erleri işaret etti Hadisçi:

"Beyim misafirlerimiz var."

İşin iyice çığırından çıktığını gören Gök Sultan, ayağa kalktı. Savaşmak üzere kılıcını Mehmet'e çevirdi. Bu esnada kulağında erlerden gelen "Hain burada." sözü yankılandı.

Gök Sultan'ın ayağa kalktığını gören Eçine ile Hüma da hemen ayağa kalktı. Gök Sultan'a destek olmak için Eçine, Mehmet ile erlerine, Hüma ise Boylan'ın erlerine kılıçlarını çektiler. Bu esnada ters istikamette bulunan erler de koşarak o tarafa doğru ilerliyorlardı ki İrice ve Adsız bulundukları yerden çıkıp erlerin önlerini kestiler.

Gök Sultan'ın kolunun yaralı olduğunu, üstelik bitkin bir yüz ifadesi olduğunu gördü Mehmet. Hançerlerini çekti. Gök Sultan'a;

"Dosttur o gelen haktan. Bırakıver, yardım etsin pusatlan." dedi.

Gök Sultan, Mehmet'e güvenmese de duruma göre onları kullanabileceğini düşündü. Eçine'ye onların zararsız olduğunu, Hüma'nın yanına geçmesini söyledi.

Boylan'ın adamlarına baktı Mehmet:

"Hayırdır erler? Neler oluyor?" dedi.

"Bu hain, obamızın beyini öldürdü. Onu bize ver." dedi erlerden biri, Gök Sultan'ı göstererek.

Gök Sultan'a baktı Mehmet. Bu sırada Eçine:

"Yalan söylüyorlar. Gök Sultan, babasını asla öldürmez. Uzak diyarlara gidip elindeki kılıcı ona hediye yaptırmıştı. Tuzak kurdular, bizleri öldürmek istediler." dedi.

"Ee kesin sesinizi. Yabancı, ya Gök Sultan ve onun iş birlikçilerini ver ya da işimize karışma." dedi er.

Er böyle söyleyince, iki tarafın yüz ifadelerine bakıp olayı az çok kendi içinde çözdü Mehmet. Erlerine hitaben:

"Neye niyet, neye kısmet garındaşlarım. Canlı talim vakti geldi, hayde." dedi. Boylan'ın erlerinin üzerine doğru yürümeye başladı.

İki taraf birbirleriyle çarpışmaya başladı. Biraz sonra İrice ile Adsız da bulundukları alana gelerek Gök Sultan'a destek oldular.

Onu yakalamaya gelen erler ne kadar kalabalık olursalar olsun, Mehmet'in etrafını ne kadar sarmalarsa sarmalasınlar, onun soğukkanlı olduğunu ve sadece iki hamlede tek tek hepsinin hakkından geldiğini gördü Gök Sultan. Şaşırdı. O an gönlüne sevgi tohumu ekildi, istemsizce. Hayran kaldı Mehmet'e. Güvenli hissetti yanında.

Dakikalar geçtikte onlara karşı gelinemeyeceğini daha net gören erler, bayılmaktan ya da can vermektense kaçmanın daha iyi olacağını düşündüler. Başlarındaki adamın "Geri çekiliyoruz." diye bağırmasıyla geri çekilmeye başladılar. Biraz sonra oradan uzaklaşıp gözden kayboldular.

Onların uzaklaşmasına müteakip Alakurt ile Hau, İrice ve Adsız ile tanıştı. Birlikte Mehmet'in yanına çıktılar. Onlar gelirken Mehmet, Gök Sultan'ın kolundaki yarayı işaret edip:

"Hadci şuna bir çaren var mıdır?" dedi. Henüz onlara güvenip güvenemeyeceğini bilmiyordu Mehmet. Bu yüzden Hadisçi yerine Hadci demişti.

"Canımızı kurtardınız. Size bir can borçluyuz." dedi İrice.

"Bizler sebebiz yiğit er. Sen, sizleri kurtartana bak." dedi. Hadisçi'ye dönerek sözlerine ekledi; "Hadci..."

"Araya laf girince söyleyemedim beyim. Vardır." dedi Hadisçi. İçinden "Allah'ın izniyle vardır." dedi. Bu kişilerin kim olduğunu bilmediği için tıpkı beyi gibi o da açık konuşamıyordu.

Yanında getirdiği çantayı açıp çantadan bazı bitkiler ile bezler çıkardı Hadisçi. Bunları Eçine ile Hüma'ya verdi. Onlara ne yapmaları gerektiğini tek tek söyledi. Eçine ile Hüma, tam Hadisçi'nin dediklerini yapacaklardı ki Gök Sultan kan kaybından dolayı bayıldı. O bayılır bayılmaz Hüma ile Eçine'yi bir telâş sardı.

Hadisçi, Mehmet'e dönerek;

"Beyim, tedavisini yapıp bir an önce obaya getirelim. Yorgunluk, kan kaybı ve muhtemelen açlığında etkisiyle bayıldı." dedi.

İrice ile Adsız'a baktı Mehmet.

"Belli ki kalacak yeriniz de yok. Arkadaşınızın tedavisini yapın da bizi takip edin." dedi. Hau ile Alakurt'a işaret ederek onlarla birlikte önden ilerlemeye başladılar. Biraz ilerledikten sonra Mehmet, Hadisçi ve Alakurt'a dönüp;

"Alakurt misafirlerimizi Hadisçi ile obaya getirin. Obaya gidene kadar da onları iyi bir tartın. Güvenilir bulmazsanız gözcülerimize işaret verirsiniz gereğini yaparlar. Biz Hau ile şu bitkiden toplayıp size yetişiriz." dedi.

"Tamam beyım. Onları getırup gerı geleyım mı? Ya da er göndereyım." dedi Alakurt.

"Sen Hadisçi ile beraber misafirlerimizle ilgilen. Biz getiririz. Yetmezse Hau, erlerle gelip alır." dedi Mehmet. Alakurt'un yanından ayrıldı. Hau ile birlikte dağlık alanı gezerek bitkileri toplamaya başladılar. Bir ara Mehmet;

"Hau, bu kurt anlattığın kadar varmış." dedi gülerek.

"Beyim sende mi? Alakurt biz giderken nameli nameli bakıp gülüyordu zaten." dedi mahcup bir yüz ifadesiyle. Akabinde ekledi;" Beyim bu arada yaralı hatun, tanıyor gibiydi seni."

"Bize gelip kılıç yaptırmıştı." dedi Mehmet.

Beyinin bu sözleri ardından Hau, bir şeyler söyleyecekmiş gibi yapıp durdu. Bunu fark eden Mehmet;

"Söyle hele nedir o söyleyemediğin?" dedi.

"Beyim sanırım o hatunun kol yarasından daha büyük bir yarası daha oluştu. Hayran hayran bakıyordu sana." dedi.

"Onu ve gönlünü bilemem Hau. Lâkin kendimi, gönlümü ve ona saplanan gönül okunu bilirim. Bu oku çıkarmak zorunda olduğumu bana direten görevimi de..." dedi Mehmet.

"Beyim siz daha iyi bilirsiniz ama gönül oku herkese saplanmaz. Gelip sizi vurmuşsa vardır bir hikmeti."

"Biz hele üzerimize düşen vazifemizi yapalım da. Gerisi nasip kısmet. Şimdi bunun sırası değil. Hızlıca şunları toparlayalım. Zaman kaybetmeden beyimizin yanına gideyim."

Dağ etrafını gezmeye devam ettiler. Mehmet, bitkinin yapraklarını, Hau ise köküyle birlikte dört bitkiyi aldıktan sonra hızlı adımlarla obalarının yolunu tuttular. Aradan çok geçmeden obalarının girişine vardılar. Mehmet ile Hau'yu gören obanın erleri hemen koşup onların elindeki bitkileri ve yaprakları aldılar. Akabinde Mehmet;

"Vakit iyice geçiyor ben beyimizin yanına gidiyorum. Misafirlerimize iyi bakın, akşama genişlice konuşuruz. Allah'a emanetsiniz." dedi. Oradan ayrılarak merkezin yolunu tuttu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top