KAVUŞMA
(Hadis 22, 23, 24 hikâyede...)
Hadis 25: Ömer İbnü'l-Hattâb radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Bir kimse geceleri okuduğu zikir ve duasını okumadan veya tamamlayamadan uyur da, sonra onu sabah namazı ile öğle namazı arasında okursa, gece okumuş gibi sevap kazanır." [Kaynak: Müslim, Tirmizî]
Hadis 26: Âişe radıyallahu anhâ'dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Biriniz namaz kılarken uyuklayacak olursa, uykusu dağılana kadar yatsın. Çünkü uyuklayarak namaz kılarsa, Allah'tan bağışlanma dileyim derken belki de kendine beddua eder." [Kaynak: Buhâri, Tirmizî]
^
1 saat sonra.
Namazlar kılınmış, tesbihatlar yapılmıştı. Hemen akabinde çocukların neşeli sesleri çadırı süslemişti; bir o yana bir bu yana koşturup kimi Mehmet'in hançerlerine, kimi Gök Sultan'ın güzelliğine sözler sarf etmişlerdi. Kimileri de Salih Efendi ile Hadisçi'nin ders dolu hikâyelerini büyük bir iştahla dinlemişlerdi.
Şimdi ise gür sesiyle besmele çekti Hadisçi. Anında sesler kesiliverdi. Çadırda bulunan herkes hızlıca Salih Efendi ile Hadisçinin önünde bağdaş kurarak oturdular.
Herkesin hazır olduğunu gören Hadisçi, tok bir sesle konuşmaya başladı;
"Bugün sizlere farklı farklı hadisler okuyacağım. Bunlardan ilki sıcakların gelmesiyle birlikte sık gördüğüm su içme adabında yapılan yanlışlıklardan dolayı. Tirmizi hadisinde rivayet edilen odur ki İbn-i Abbas (r.a) rivayet etmiştir. Alemlere rahmet Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyuruyor ki:
"Suyu devenin içtiği gibi bir nefeste içmeyiniz; iki veya üç nefeste içiniz. İçerken besmele çekiniz, içtikten sonra da Allah'a hamd ediniz."
Bir diğer Buhari ve Müslim hadisinde ise Ravilerden Ebu Katade (r.a)'ın rivayetine göre:
'Allah'ın Resulü, su kabının içine solumayı yasakladı.' demiştir. Bu hadislerden de görülüyor ki su içmenin bir adabı vardır. Aceleyle nefes alamayana kadar kana kana su içip bir kısmını yere dökmek hoş değildir. Rahat rahat içilmesi daha münasiptir.
Son olarak, Tirmizi'de rivayet edilen;
"Üç şeyi geciktirmeyin. Vakti gelince namazı, hazır olunca cenazeyi ve denk birini bulunca bekârı evlendirmeyi." hadisinde bahsedildiği gibi, gönülleri denk olduğuna inanan iki bekârın birleşmesini Allah'ın izniyle yarın yapacağız. Duyan duymayan tüm ahaliye tekrardan iletelim. Allah hepimizden razı olsun." dedi Hadisçi. Besmele çekip sekiz kez salâvat getirdi. Tekrar besmele çekti. Asr suresini okudu. Sure sonunda eline neyini aldı. Mutluluğu söylemesi için üfledi ona. Lâkin öyle bir içten üfledi ki neye, orada bulunanların yüreği mutluluktan istemsizce coşup sel oldu. Bu sel öyle bir seldi ki ahalinin her birinin gözlerinden gözyaşı olarak dışarıya taştı. Her biri bu taşkını eliyle silip geçmişte yaşadıkları zorlukları düşünerek şükretmeye başladılar.
Çadırdaki şükür ve hamd seslerini, yüzlerdeki mutluluğu gören Salih Efendi, ağrılarını unuttu. Keyfi yerine gelmişti. Birkaç gün sonra obadan ayrılacaklardı ve her şeyin yolunda olması onu neşelendirmek için önemli bir sebepti.
Vakit geceye iyice yanaştığında yavaş yavaş tüm ahali birbiri ile helâlleşip bulundukları çadırdan ayrıldılar. Herkes gibi İrice ve Hüma da oradan ayrılıp ayrı ayrı çadırlarına uyumak üzere gitmişlerdi fakat ne İrice ne de Hüma heyecandan gece geç saate kadar uyuyamadılar. Onlar için sonraki gün büyük bir gündü. Birbirlerine kavuşacaklardı. Nasıl uyuyabilirlerdi ki? Hüma, İrice ile birlikte olmanın, onunla aynı yemeği yemenin hayallerini kuruyor, İrice de hanımı olacak Hüma'ya tam üç senelik ak örgüyü saklamasından sonra kavuşacak olmanın mutluluğunu yaşıyordu.
Sonraki sabah, sabah namazına müteakip Hüma, üç saat kadar istirahat edip kalkmış, Alarcın, Ayla ve Eçine'nin başlamış olduğu hazırlıklara yardımcı oluyordu. Buna karşılık İrice ise namazın ardından yatmış, vakit öğle olmasına rağmen halâ kalkmamıştı.
İrice'nin kalkmadığını gören Adsız, artık uyanması gerektiğini düşünüp ona seslenmeye başladı. Bir iki seslenmeden sonra kalkmadığını gördü ve tam o anda aklına bir fikir geldi. İrice'yi yıllardır en çok endişe ettiği şey ile kaldıracaktı. Bu nedenle heyecanlıymış gibi yaptı. Hızlıca nefes alıp vererek:
"İrice kalk. İrice. Ak örgün kayıp kalk. Allah Allah ne yapacağız ak örgü masanın üstünden nereye kayboldu." dedi, sesli sesli.
İrice, ak örgü lafını duyar duymaz hemen sol göğsünü, ak örgüyü sıklıkla koyduğu yeri yokladı. Ak örgü yerinde yoktu. Korkuya kapıldı. Kalbi hızlıca atmaya başladı. Ani bir hızla yataktan fırladı.
"Ne, nerede. Çabuk bulalım." dedi. Hızlıca döşeğini karıştırmaya başladı. Fakat bu sırada düşünüp kendi içinde çıkarımlar yapınca olayı anladı. Sakinleşti. İçten içe sinirlense de başına gelen bu durum ona da komik gelmişti. Adsız'ın gülmesi eşliğinde sözlerine devam etti. "Adsız, Adsız." dedi, 'ı' harfini uzatarak. Akabinde, kavuşmanın mutluluğu doldu kalbine. Adsız'ın gülmesine eşlik etti.
"Öğleyi bulduk garındaşım. Halâ uyanamadın. Bugün o gündür ki kutludur senin adına. Sabrettin, bekledin, kavuşuyorsun gönlünün sultanına." dedi Adsız.
Mahcup bir ses tonuyla İrice;
"He ya garındaşım. Heyecandan sabah namazına kadar uyuyamadım. Namazı kılınca da bir uyku çöktü üzerime." dedi.
Bu esnada dışarıdan önce Hau'nun, ardından Alakurt'un sesi duyuldu:
"Erler, gelmeye müsaade var mıdır?"
"Kutlu genç halâ çadırunda mıdur?"
Sesleri duyan Adsız;
"Çadır sizindir müsaadeye ne hacet. Buyrun gelin." dedi.
Hau ile Alakurt duydukları sözlere icabet etmek amacıyla çadırdan içeriye girip selamlarını verdiler. Adsız ve İrice de onların selamlarını aldı. Hau, İricenin yüzünden yeni kalktığını anlayıp ona;
"Gece çok mu çetindi?" dedi, hafif bir gülümseme ile.
"He ya öyleydi. Namazdan sonra ancak uyuyabildim." dedi İrice.
"Hayde erler, lokmalanalum. Oradan da Orhan beyimizın yanına geçelım. Gün kutludur yapılacak işler çoktur." dedi Alakurt.
Onların 'olur.' şeklindeki kafa sallamalarını görmelerine müteakip Hau ile Alakurt çadırdan çıktılar. Biraz sonra İrice ve Adsız da çadırdan çıkıp onlara katıldılar. Hep birlikte Hadisçi'nin yanına gitmeye başladılar. Çok geçmeden çadırının önüne kadar geldiklerinde Hadisçi'nin yine çocuklarla oyun oynadığını gördüler.
Sakalı uzun, orta yaşlı bu adamın çocuklarla oyun oynaması, onlara ders verici hikâyeler anlatıp onları dinlemesi Adsız ve İrice'nin tuhafına gitti. Durumu anlayan Alakurt ile Hau onlara gülümsedi. Hadisçi'nin yaptıklarına alışmaları gerektiğini, onun ne kadar iyi biri olduğunu anlatmaya başladılar. Anlata anlata Hadisçi ile çocukların yanlarına gelip selamlarını verdiler.
Orada bulunan çocuklar ile Hadisçi bir ağızdan selâmlarını aldılar. Çocuklara biraz ara vermeleri gerektiğini söyledi Hadisçi. Böylelikle çocuklar tek tek selâm vererek oradan ayrıldılar.
"Hoş geldiniz. Oturun hemen hazır edeyim aşları." dedi Hadisçi.
İçlerinde en aç olan İrice, hemen söze girerek;
"Biz de yardım edelim. Zaten yük oluyoruz." dedi.
İrice'nin sözüyle Hau ile Alakurt birbirlerine baktı, gülümsediler. Çünkü bu sözle birlikte gelmekte olan bir çatık kaş olacaktı; biliyorlardı.
Düşündükleri gibi de oldu. Çattı kaşlarını Hadisçi.
"Ben misafir arayan bir insanım yiğit genç. Siz yük olmayı bırakın, bana misafir olmanızla birlikte üzerimdeki yükü hafifletiyorsunuz. Bu sözleri bir daha duymak istemem bilesin."
"Eyvallah."
Akşamın karanlığı obanın üzerine çöküp, rutin işler bittiğinde, anne ve babasıyla çadırda oturmakta olan Mehmet adına beklediği o meşhur durum yaşandı; söz döndü dolaştı Mehmet'in birleşmesi olayına geldi.
Salih Efendi, oğlunun Gök Sultan'a olan hislerini tahmin ediyordu. Ama aynı zamanda ahlakını da biliyordu. Misafire, misafir olmadan önce gönül bağlamış olsa bile onunla hisleri konusunda konuşamayacağını tahmin ediyordu. Gülümseyerek sordu oğluna;
"Senin gönlünde kimse yok mudur kurt oğul?"
On yıllardır beklediği soru şimdi karşısındaymışçasına bir edayla, tereddüt etmeden konuştu Mehmet;
"Vardır ata. Vardır da nasıl diyeceğimi, ne diyeceğimi bilemem."
Mehmet'in sözleri, ailesini mutlu etti. Mutluluktan gözleri kısılan annesi söze girdi:
"Gönlünde ne varsa dile vur kurt oğul. Endişe etme."
"Allah nasip eder de yarışmadan sağ salim dönebilirsem işte o zaman söylerim diye düşünüyordum ana." dedi Mehmet.
"Böylesine bir durum, hem yarışmada zihnine bulaşırsa problem olur hem de Allah korusun aksi bir durum yaşarsan, gönlü sana karşı boş olmayan kızımı koca bir pişmanlık yumağına atmana sebep olur. Bil ki gönlündeki ok orada kaldıkça daha fazla can yakar. O oku çıkarıp sözlerine vurasın. Vurasın ki aklını kemirip duran düşünceler olmasın." dedi Gülbahar.
"Eyvallah ana." dedi Mehmet. Haklıydı annesi. Gerek yarışmanın akıbeti gerekse de gönlünün refahı için bir an önce konuşmak gerekliydi.
Mehmet, içinde kaldığı düşünce kuyusunda yoğrulurken çadır dışından erlerden birinin sesi duyuldu; çadıra girmek için izin istedi er. Salih Efendi izin verince içeriye girerek selam verdi.
"Beyim birleşme adına tüm söyledikleriniz hazırdır." dedi.
Böylelikle Salih Efendi, Gülbahar ve Mehmet ile çadıra geçerek Hüma ile İrice'nin nikahının kıyılmasına şahit oldular. Hediyeler verildi, aşlar yendi, Kur'an okundu, her yaşa uygun börü ve asena oyunları oynandı. Çoğunluğunun dertlerini unuttuğu, birçoğunun evlenenlerle birlikte tekrar evlendiği bir gece yaşandı.
Gece olup herkes çadırlara dağılmaya başladığında Gök Sultan ile konuşmak adına uygun bir an bekledi Mehmet. Bekledi, bekledi. Sabırsızlık içerisinde döndü durdu etrafta. Sonunda Gök Sultan, Eçine ile birlikte çadırdan çıktı. Mehmet, onun Eçine ile birlikte çadırdan çıktığını görünce bir anlığına kalbindekileri söylemekten vazgeçmeyi düşündü. Fakat sonra içinde bulunduğu bu zor durumdan bir an önce kurtulmanın daha doğru olacağı kanısına vardı.
Gök Sultan, Mehmet'in tek başına çadırın dışında bir köşede oturduğunu görüp Eçine'ye işi olduğunu, birazdan geleceğini söyledi. Eçine'de onun Mehmet'e baktığını görünce üstelemeden onayladı. Yanından ayrıldı.
Eçine'nin yanından ayrılmasıyla birlikte Gök Sultan, Mehmet'e doğru ilerlemeye, onun kendine doğru geldiğini gören Mehmet'te, heyecanlanıp Gök Sultan'a doğru ilerlemeye başladı. İkisi ortada buluşur buluşmaz söze girdi Mehmet;
"Umarım arkadaşlarının istediği şekilde bir kutlu gün olmuştur."
"Çok beğendiler. Allah hepsinden razı olsun dediler."
Gülümsedi Mehmet. Gülümsedi gülümsemesine de kalbindeki cümleleri diline dökemediğini fark etti. Adeta Gök Sultan'ın gözlerinde kilitlenip kalmıştı.
Bir müddet sessizlik hakim oldu etrafa. Sonunda toparladı kendini Mehmet. Tam gönlündekileri söyleyeceği sırada Gök Sultan girdi söze;
"Sizin de gönlünüzün murat eylediği bir güzel olmadı mı?"
"Benim gönlümün murat eylediği güzel karşımdadır Gök Sultan. Daha önce yaşamadığım hislerin yüreğimde hasıl olmasını sağlayan karşımdadır." dedi Mehmet. Artık itiraf etmişti gönlündeki hisleri. Sonunda gönül okunun saplanıp gönlünde açtığı yaranın akmakta olan kanlarını durdurmuştu.
Duyduğu cümleler karşısında Gök Sultan'ın kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Bedeninin her zerresine, Mehmet'i kirli elbiseler ile gördüğü o ilk anın heyecanı doldu. Bu tarifi mümkün olmayan güzellikteki anın gerçekleşeceğini hissetmiş olmalı ki gün boyunca bir örgü bile örmüştü.
Mehmet'i daha fazla bekletmemek adına gülümsedi Gök Sultan. Gülümsemesi Mehmet'in endişeli gönlünü açıp içerisine heyecan dolmasına neden olduğu sırada Gök Sultan da cebinden örmüş olduğu ak örgüyü çıkardı.
"Seni gördüğüm o ilk andan beridir içimde tuhaf hisler var. İlk başta Müslüman olmadığını zannedip sana baktığım için kendime çok kızmıştım. Ama sonra..." dedi. Bir anlığına aklına babasını gelip bir müddet durdu. Anı mahvetmemek adına hemen kendini toparlayıp sözlerine devam etti; "Ak örgüm sanadır. Başkasına yakışmaz." dedi. Ak örgüyü Mehmet'in eline tutuşturup hızlıca oradan ayrıldı.
Ak örgüyü gördüğünden beridir adeta şaşkınlıktan donup kalan Mehmet, Gök Sultan ak örgüyü uzatınca yavaş hareketlerle örgüyü ondan almıştı. Aynı şaşkınlık içinde, Gök Sultan'ın oradan ayrılmasını izlemişti. Sevdiği kız ona ak örgü vermişti. Bu an gerçek miydi? Yoksa hayalden mi ibaretti? Hayır hayır bu gerçekti ve şuan ak örgü tam olarak elindeydi.
Eliyle sıkıca tuttu ak örgüyü Mehmet. Şaşkınlığı yavaş yavaş yerini mutluluğa bırakıyor, bu duygularla çadırına doğru ilerliyordu. Yaşadıkları karşısında o kadar şaşırmıştı ki, onun elindeki ak örgüyü gören bir kaç kişi onu tebrik etmişti ama o hiçbirini duymamıştı bile.
Çadırından içeriye girdi Mehmet. Kalbinin hızlı atışları eşliğinde döşeğinin yanına oturdu. Gülümsedi, kendine geldi. Ak örgüyü sımsıkı tutarak üstünü değiştirdi. Değiştirmesi bitince elinde tuttuğu ak örgüyle yatağına yattı. Böylesine bir anı yaşadığı için şükretti Allah'a, hamd etti. Ta ki uyuyana kadar bu durum böylece devam edecekti, niyeti buydu. Fakat aniden Hadisçi'nin çadıra girmek için izin istediğini duyunca niyetini gerçekleşmeyeceğini anladı. Belli ki önemli bir durum vardı. Yoksa Hadisçi bu saatlerde Mehmet'in yanına uğramazdı.
Çadırdan içeriye girmesi için izin verdi Hadisçi'ye. İçeriye giren Hadisçi konuşmaya başladı:
"Beyim bu saatte rahatsız ediyorum kusura kalmayasın ama çok önemli bir konu var." dedi. Aklındakileri gördükleriyle birleştirip her şeyi bir bir anlatmaya başladı.
Öte yandan Alakurt'un, Alarcın'a sevdiğini bir türlü söyleyememesi canını öyle sıkmıştı ki, hıncını taşlardan çıkarmak amacıyla talimhaneye giderek saatlerdir talim yapıyor, arada bir kendi kendine kızıyordu;
"Ah delu." diyordu sesli şekilde kendi kendine. "Ah delu nerden düştün habu sevdaya. Ne diyecesun dostuğa. Emanet ettuğun bacina tutuldum mu diyecesun? Onun kaşlaruni çatıp sert sert bakişina mi tutuldum diyecesun? Ne diyecesun? Ne olur yani çiksan karşisina şöyle mertce desen. Beyim benim deli gönül tutuldu. Düzgün konuşmayi beceremem ama buni becermişum desen."
Derken birtakım sesler duymasıyla talim yapılan taşlara vurmayı bırakıp etrafına baktı. Gelen çatık kaşlı Alarcın'dı.
"Nedir sana bu saatte talim yaptıran Alakurt. Aklını mı yitirdin?" dedi.
Heyecandan kalp atışını duyan Alakurt ilk başta 'Hiç.' deyip çekip gitmeyi düşündü. Fakat sonra heyecanını bastırıp:
"Aklım zaten yituk idi. Şimdu lazum oldi. Arayrım. Umarum geç olmadan bulurum." dedi.
"Geç oldu geç." dedi Alarcın. Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra sözlerine devam etti. "Gece oldu, geç oldu. Hayde git dinlen, yarın aramaya devam edersin."
"Eyvallah." dedi Alakurt. Başını önüne eğip çadırına doğru ilerlemeye başladı. Morali bozuk biçimde yürüdü, yürüdü. Yerdeki toprağa baka baka yürüdü. Tam çadırından içeriye girecekti ki yanında Mehmet olan Orhan:
"Alakurt." dedi tok sesle.
Alakurt, Orhan'ın sesini bu saatte duymayı hiç beklemiyordu. Bu nedenle duyar duymaz bir anlığına içine korku hakim oldu. Hızlıca kendini toparlayıp sesin geldiği yöne baktı. Orhan'ın yanında Mehmet'i de görünce korkusu iyice yüzüne vurdu.
"E. Emredin beyım." dedi Alakurt, kendini toparlamaya çalışarak.
"Doğruca geri dön. Alarcın'ı kumaş çadırına girmeden yakala. Yakalayamazsan Mehmet ile birlik olup sabaha kadar talim yapacağız seninle." dedi Orhan.
"Hem de ne talim..." diye ekledi Mehmet.
Orhan ile Mehmet'in sözleri karşısında tamamen kilitlendi Alakurt. Şaşkınlıkla karışık korku içerisinde olduğu yerde öylece kalakaldı. Ayakları onu tutmamaya başladı, neredeyse bayılmak üzereydi.
"Ala!" dedi, gür sesiyle Orhan.
"Ala!" dedi Mehmet, gür sesiyle, sondaki 'a' harfini uzatır şekilde.
Gözleri kararan Alakurt, Mehmet ile Orhan'ın kaşlarını çattığını ve ağır adımlarla üzerine geldiklerini gördü. Ayaklarını hareket ettirmek istedi ama beceremedi Bu nedenle adeta küçük bir çocuk gibi yere çömeldi. Derin derin nefes alıp verdi. Orhan ile Mehmet yanına iyice yanaşmıştı ki ani bir hızla Alarcın'ın çadırına doğru koşmaya başladı. Arada bir sendelese gözleri net görmese de tahmin üzeri Alarcın'ı görene kadar koştu, koştu. Nihayet onu görünce:
"Alarcın. Dur Alarcın." dedi. Yere düştü.
Canı sıkkın olan Alarcın, Alakurt'un tuhaf tavırlar sergilemesi karşısında kaşlarını çattı;
"Bre Ala! Ne olur sana? Nedir bu deli dana koşturuşun?"
"Be. Bekle." dedi, derin derin nefes alıp verirken. "Bilesin. Bil. Bilesun ki benim gönlum sendedur. Ben... Ben sana çok uzun süredir ben seni beridir severum ben ama içumdekileri bir türlü söylemezdim. Ben seni sana ben gönlüm. Severum seni. Aka ak aka o, örgü. Ben, talibum." dedi, cümleleri karıştırarak. Olduğu yerde bayılıp kaldı.
Gerek hiç beklemediği bu sözler, gerekse de Alakurt'un yerdeki hali karşısında şaşırdı kaldı Alarcın. Bu sırada Hadisçi'nin yanında olan ve olanlara şahit olan dört erkekten biri olan Hau, Alakurt'un durumunu gördü. Koşarak yanına geldi. Nabzını kontrol etti. "Bayılmış." dedi. Gülmemek için kendini zor tuttu.
"Demek nice cenklere giren er kişi bu he. Bir de asenalarıma laf ederler. Peh." dedi Alarcın. Çadırından içeriye girdi. Girer girmez yüzüne gülümseme kondurdu. "Onca zamandır..." diye geçirdi içinden. "Onca zamandır şunu söylemek çok mu zordu Ala? Şunu söylemek çok mu zordu? Sende gönlümün olduğunu bilmen için daha ne yapmam lazımdı? İşte böyle bayılır kalırsın. Has oldu sana. Has, has..."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top