HAK

Hadis 11: Ebû Hüreyre'den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

''Sadaka, malı eksiltmez. Allah, affeden bir kulunun ancak şerefini artırır. Allah için alçak gönüllü davrananı, Allah Teâlâ yüceltir.'' [Kaynak : Müslim]

^

"Gelen fırtına bizlere zorluk çıkarmak için değil, takamızı limana daha hızlı yanaştırmak içinmiş meğer." diye geçirdi içinden.

Sakinliğiyle bilinen o, aldığı haber karşısında adeta bir çocuk gibi heyecanlıydı. Yüzü gülümsüyor, onu ve oğlunu tebrik eden herkes ile tek tek ilgileniyordu. Yerinde de duramıyordu. Bir an önce herkes gitsin, ortalık sakinleşsin istiyordu. Çünkü içinde büyük cümleler gizliyordu o. Yılların yorgunluğunun bir anda silinip gitmesine vesile olan oğluna aktaracağı tebrik dolu büyük cümleler...

Dakikalar sonra nihayet herkes işinin başına dönmek üzere demirci ocağından ayrılınca içten içe durumuna şaşırdığı babasına sordu:

"Ata. Seni daha önce hiç böylesine heyecanlı görmemiştim. Hayır olsun başka güzel bir haber mi aldın?"

"Beni böylesine heyecanlandıran sensin kurt oğul. Tuğrabozan lâkabına kavuşarak düşmanına bir zamanlar buranın Türk yurdu olduğunu itiraf ettirmiş oldun. Biliyordum; burada yaşayan, bu şehri kadime ismini vermiş olan atamıza takılan 'Turabozan.' lâkabını unutmadıklarını, putlarının adını vererek bizlerden kalan bu ismi yok etmeye çalıştıklarını biliyordum. Var ol kurt oğul. Var ol ki asırlardır atalarımız tarafından dilden dile anlatılan kahraman Turabozan'ın o kutlu lâkabı,  senin sebep olmanla birlikte tıpkı Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğdu; Tuğrabozan olarak yeniden hayat buldu. Bu durum bu hakir için fethin en net habercisi oldu, içime hiç olmadığı kadar umut doldu. Şevkim arttı, zihnim tazelendi. Senin gibi bir evladı bana nasip eden rabbime şükürler olsun. Hamd-ü senalar olsun."

"Var olasın ata. Var olasın ama bir Türk Beyi oğlunun davranışları..."

"Düşmanlarımız plânlarını o kadar sinsi işliyor ki dostlarımızın gönüllerine de ulaşmayı başarıyor. Onları kendince işliyor. Sen bunlara takılı kalmayasın. Zamanla o da hatasını anlayacaktır. Hem bak bilmese de hak tarafından iyi bir duruma vesile kılındı.

Öte yandan böyle söyledim diye de bir durumu sakın ha sakın atlama. Zulmün ırkı, dini, mezhebi, meşrebi, soyu ve dahi sopu yoktur. Zulüm zulümdür ve bunu yapan kardeşin dahi olsa cezası haktır. Sen de iyi bilirsin ki bizler düşmanı nerede görürsek görelim onunla savaştığımız için 'Çepni.' olarak anıldık. Bu nedenle hak olmayan ister kandaşımız olsun ister dindaşımız. İster şahımız olsun, ister şeyhimiz. İsterse de içten içe bize hakmış edası veren, kurnaz hamleleri ile sevimli görünen daimî düşmanımız olan nefsimiz. Bizler her birimiz Tuğrabozan'ız oğul. Hak olmayan padişahın tuğrası bile olsa bozarız. "

Burada bir kez daha 'İyi ama hak nedir ata?' dersen. İnananlar için Kur'an ve sünnettir elzem. Peki ya inanmayanların hükmü? diye eklersen, insanlığın gerektirdiği hükümlerdir elzem. Hükümleri sorar, irdelersen, görürsün ki sünnetlere benzer.

Hak olmayana gelirsem, birazcık misal versem; merhamet değil zalimliktir derim, cömertlik değil cimriliktir. Kısacası insana değer vermemektir.

İşte bu da sana son sözümdür kurt oğul. Soyunu da idarendekileri de bu bilinçle yetiştir. Yetiştir ki bir zaman gelir düşman başımıza kalın çoraplar örerse bu çoraplar nefsini alt edebilecek soy ve din bilincinde olan torunlarımız ve dahi yakınlarımız için pusat parlatmaktan öteye geçmesin. Geçmesin ki nesiller boyunca bu topraklar bir daha hiç işgal edilemesin, dünyevi çıkarların peşine düşünülüp yitilmesin."

Babasının sözleri karşısında etkilendi Mehmet.

"Eyvallah ata." dedi. Salih Efendi'nin sağ elini öptü.

Gülümsedi Salih Efendi. Dokundu oğlunun omzuna sol eliyle.

"Hayde bakalım işimize devam edelim." dedi.

Biraz sonra Mehmet'in gönlüne gönül okunu saplayan mavi gözlü kız girdi dükkândan içeriye. Bu sefer üstünde siyah kapüşonlu kıyafet yerine badem renkli, çeşitli işlemelere sahip bir kıyafet vardı.

"Kolay gelsin." dedi. İstediğim pusat hazır mı?"

Arkası dükkân girişine dönük olan, görünüşte pusatları parlatan ama aklı tamamen biraz önceki sesin sahibinde olan Mehmet, sesi duyar duymaz istemsizce arkasına döndü. Böylelikle yine bir anlığına göz göze geldiler. Utandı Mehmet. Kıpkırmızı kesildi.

"Sağ ol hanım kızım. Hazır hazır." dedi Salih Efendi. Mehmet'e baktı. Onun kıpkırmızı kesildiğini görünce gülümsedi. Sözlerine ekledi Salih Efendi. "Oğul arkanda duran sandıktan hanım kızımın kılıcını getir."

"Tamam baba." dedi Mehmet. Arkasında duran sandığı bir hamlede kaldırarak babasının önünde duran tezgâha koydu. Sandığı açtı.

İçten içe Mehmet'e baktığı için kendine kızan kız, sandığın ardında hayâl ettiği kılıcı görünce gözlerine inanamadı. Biraz önce yaşadığı durumu tamamen unutmak adına, siyah kabzalı, geniş ağızlı kılıcı eline almak suretiyle incelemeye başladı. Salih Efendi, kılıcı hayâl ettiğinden de güzel işlemişti. Mutlu oldu. Kılıcı yerine koydu. Salih Efendi'ye dönüp:

"Gerçekten de dedikleri kadar mahir bir demirciymişsiniz. Elinize sağlık hayâl ettiğimden daha güzel olmuş." dedi.

"Sağ ol kızım. Kendimi bildim bileli bu işle yoğrulup duruyorum. İşimi severek yaptığım için öyle diyorlardır."

"Aynı zamanda naif olduğunuzu da söylemişlerdi. Kesinlikle övgüyü hak ediyorsunuz." dedi kız. Cebinden bir kese altın çıkararak masanın üzerine koydu.

Salih Efendi, altının fazla olduğunu görür görmez:

"O kadar altın ederinden çok fazla. Bunu kabul etmem." dedi.

"Bu kılıcı sizin kadar hızlı ve düzgün yapabilecek birisine daha önce rastlamadım. Hakkınızdır. Eliniz dert görmesin." dedi kız. Bu sefer bakmadı Mehmet'e. Hızlıca toparladı sandığı. Eline sonra, hızlıca oradan ayrıldı.

Sandık elinde pazardan geçerken yine aklına Mehmet geldi. İstemsizce ona baktığı için kendi kendine tekrar kızmaya başladı. Bu kızgınlıkla birlikte pazarın sonunda atını bağladığı yere kadar vardı. Atının yanında bulunan adamlarına toparlanmaları için işaret etti. Bu esnada onun geldiğini gören ve yüz ifadesinden bir şeylere kızdığını anlayan adamlarından, en iri yapıya sahip olan İrice, atından inerek:

"Sizleri böyle sinirlendiren her kimse söyleyin Gök Sultan. Derhal gereğini yapalım." dedi.

"Kendi kendime kızıyorum İrice. Kendi kendime. Haydi babamı daha fazla meraklandırmayalım. Hiçbir yere uğramadan doğru obamıza gidiyoruz." dedi Gök Sultan. Elindeki sandığı ata düzgünce yerleştirdi. İki hamlede atına binip adamlarıyla birlikte oradan ayrılarak obasının yolunu tuttu.

Çarşıda bu durumlar vuku bulmuşken diğer taraftan derin düşüncelere dalmış bir biçimde, altın haçla süslü tahtında oturuyordu Komnenos kralı Ioannes. Yıllardır imparatorluğu türlü baskınlara maruz kalmış, en sonunda bu baskınlar halkının küçük bir kısmıyla birlikte onun kale surlarının içerisine kadar çekilmesine sebep olmuştu. Kalenin içerisine çekilen kısım refah içerisinde yaşarken dışarıda kalan kısım açlıkla mücadele etmiş, sık sık yağmalanan pazarlarını kendileri korumak zorunda kalmışlardı. Üstelik bu da yetmezmiş gibi sözde onları eşkıyalardan koruyan İmparatorluk askerlerine de düzenli olarak vergilerini ödemişler, ödemeye de devam ediyorlardı.

Aslında Ioannes, kalenin içine çekilmekten memnun değildi ama hayâlleri uğruna buna mecburdu. Çünkü elinde tuttuğu imparatorluk türlü baskınlarla ciddi zararlar görmüş, görmeye de devam ediyordu. Özellikle de yağmalamayı adet edinmiş Cenevizliler şehre her geldiğinde halkı canice öldürüyor, her yeri yakıp yıkıyordu. Aslında halkından da ziyade askerlerinin çoğunu bu baskınlarda kaybediyor, kale dışarısındaki kontrolü yavaş yavaş elinden kaybediyordu. Bu ise onun büyük imparatorluk hayalini adeta bir bıçak gibi kesiyordu.

Durumu tersine çevirmek için yapmıştı plânlarını Ioannes, sabırla ilerliyordu. Plânına göre iki senede bir yapılacak olan imparatorluk yarışmasının ilkini iki sene önce başlatmış, yarışmaya katılan savaşçılara türlü testler uygulayıp, seçkin olduklarından emin olduktan sonra onları paralı askerleri yapmıştı. Paralı asker yaptığı seçkin savaşçıları da hemen oğluyla birlikte İmparatorluk sınırlarında görevlendirmiş, böylelikle karadan yapılan baskınları büyük anlamda kesmişti.

Zamanla plânının düşündüğünden de fazla işe yaradığını görünce ise ikinci yarışmada daha çok seçkin savaşçı toplayabilmek adına halktan alınan vergileri arttırmıştı. Zira hiçbir zaman halk onun umrunda olmamıştı. Sadece seçkin savaşçılar elde edip topraklarını genişletmeyi arzulamıştı. Bu yüzden de tıpkı dedelerinin yaptığını gibi iyi ilişkiler kurmak adına kızlarını güçlü obaların beyleri ve onların oğulları ile de evlendirmeye başlamış, onları içten içe fethetme plânlarını da yürürlüğe koymuştu.

Yapacaklarına dair türlü düşüncelere dalmışken askerinin kapıyı açma sesi ile kendine geldi Ioannes. Asker'in kapıyı açıp eğilerek selam vermesiyle birlikte İmparator, konuşması için eliyle askere işaret edip izin verdi.

İmparator'un izin verdiğini gören orta kilolu, kısa boylu asker;

"İmparatorum yarışmanız için kayıtlar tamamlandı sayılır. Yarın son gün ve görünen o ki daha şimdiden bir önceki yarışmaya göre kayıtlar iki kat arttı. Ayrıca bilmek istersiniz diye düşündüm kalenin dışında bulunan Hristiyan bir demircinin oğlu yarışmayı yazan yazıcının karısının hayatını kurtarmış. Demelerine çok uzaktan hançerini fırlatarak adamı yaralamış. Halk onu bir anda sahiplenmiş. Güçlü ve demircilik konusunda da babası gibi yetenekliymiş."

"Hm. Peki yazıcımız bu gence ne lâkap vermiş?" dedi Ioannes, keyiflenerek.

"Tuğrabozan efendim."

"Ne! Nedendir o?"

"Sever Bey önceden onun iki hançerini zorla almış. Genç sesini çıkarmamış ve kendine başka iki hançer ve yay yapmış. İmparatorum silahlar o kadar güzel ki böyle silahlar Konstantiniyye de bile bulunmaz. Bu silahları gören Sever Bey tekrar silahlarını almak istemiş ve özel yaptırdığı altınlardan birini ona fırlatmış. Fakat genç bunu bir hamlede ikiye katlamış. Sever Bey onun altını bir hamlede ikiye katladığını görünce şaşırmış ve kesedeki diğer tüm paraları da ona fırlatmış. Ama bu genç hepsini aynı şekilde ikiye katlayınca Sever Bey daha fazla dayanamayıp onun silahlarını zorla almak istemiş. Ama Sever Bey ve adamlarını tek başına hançer kullanmadan alt etmiş genç. İmparatorum bu genç çamura düşmüş bir mücevher gibi. Onu ve ailesini bulunduğu çamurdan çıkarıp orduya katalım. Bize çok şey kazandırır." dedi.

"Demek parayı bir hamlede ikiye katlamış. Üstelik Sever'i ve adamlarını da alt etmiş ha." dedi İmparator ikinci Ioannes. "Bizim aptal yazıcı biraz akıllı olup daha düzgün bir lâkap koysaymış keyfime diyecek olmazdı ama aptal gitmiş bir Türk'e Tuğrabozan lâkabını vermiş. Verdiğin lâkabın nerelere gideceğini hiç düşünmemiş." dedi. Birkaç saniye sessizce düşündükten sonra sözlerine ekledi; "Soyunu sopunu araştırdınız mı?"

"Evet İmparatorum. Ailesi yüzyıllardır bu topraklarda. Babadan oğula demircilikle uğraşıyorlarmış. Kimseye kötülükleri dokunmayan sadece işiyle uğraşan inançlı bir aileymiş. Kazandığı paralardan halka da dağıtırlarmış ve sürekli çevresindekilere yardım ederlermiş. Demelerine göre bir gün dükkanlarının önüne bir kişi gelip açlıktan yardım isterken düşüp oracıkta ölmüş. Bu onları çok etkilemiş ve o günden sonra bu genç ölüm pahasına da olsa İmparatorluk yarışmasına katılıp yarışmayı kazanmaya yemin etmiş. Kazanınca da büyük ödülü halkın iyi yaşaması için harcayacakmış."

"Demek inançlı bir aile. Tekrar iyice bir araştırın bakalım kimmiş bu Tuğrabozan. Bir kese altın alıp yaşadığı yere kadar gidin. Her yeri didik didik edin." dedi Ioannes.

"Emredersiniz imparatorum." deyip selamlamasını yaparak oradan ayrıldı asker.

Asker kapıdan çıkarken az ileride İmparatorun kızı göründü. İmparatorun kızının adı Helen'di. Helen, esmer tenli ve açık kahverengi gözlüydü. Kalenin içerisinde herkes onu çok sever, ona babasından ve abisinden daha çok saygı gösterirlerdi.

Asker onu görür görmez "Leydim." diye söyleyip başını aşağı doğru hareket ettirdi. İmparatorun kızı ise onun bu sözü karşısında gülümsemekle yetindi. Doğruca kapıdan içeriye girerek askerlerine kapının kapatılmasını, kapıdaki nöbetçi askerlerin de oradan ayrılmasını söyledi. Askerler emri yerine getirdiği esnada Helen, babasına dönüp;

"Baba, Sever ortalığı birbirine kattı. Her gelene kibirli şekilde davranıyor. Ben bugüne kadar senin hükmüne hep boyun eğdim. Ama bu adamla beni evlendirirsen sana söyleyeyim bununla uğraşamam çeker hançeri keserim boğazını." dedi, adeta sinirden boğuluyormuş bir tavırla.

Kızının sinirli ve sabırsız olduğunu bilen Ioannes, önce güldü. Ardından ciddi bir tavırla kızının gözlerine bakıp:

"Bu evliliğin ne denli önemli olduğunu biliyorsun kızım. Bu son şansımız. Türkler, Gürcüler, Cenevizliler... Etrafımız düşmanlarla çevrili. En azından bu evlilik sayesinde atalarımızın yaptığı gibi Türk obalarını birbirine kırdırır, o arada Cenevizliler ile Gürcüleri halledebiliriz." dedi.

"Ah baba Ah." dedi Helen. Sinirini bir an olsun eksiltmeden bulunduğu yerden ayrıldı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top