GÖNÜL OKU

Hadis 20: İbni Ömer (r.a) rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem (s.a.v) söyle buyurdu:

"Gece namazları ikişer ikişer kılınır. Sabah namazı vaktinin girmesinden endişe ettiğin zaman bir rek'at daha kılarak vitri tamamla." [Kaynak: Buharî, Müslim, Tirmizî]

Hadis 21: Câbir radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e:

"Hangi namaz daha faziletlidir?" diye sordular.

"Kıyâmı uzun olan" cevabını verdi. [Kaynak: Müslim, Tirmizî]

^

Akşam karanlığı oba üzerine çökmüştü. Çevreye dinmeyen çekirge sesleri hakimdi. Ara ara kurt ulumaları duyuluyordu. Oba etrafında belli aralıklarla ateşler yanıyor, obanın yeni misafirleri ile gerçekleşmekte olan toy, yirmi dakikadır devam ediyordu.

Gülbahar'ın liderliğinde, kim olduklarını açıklamıştı Gök Sultan. Başlarından geçen hadiseleri bir bir anlatmıştı. Akabinde obanın asenaları, maruzatlarını dile getirmişlerdi. Şimdi ise dakikalardır Salih Efendi, oba ile ilgili problemleri börülerin ağzından dinleyerek onlara gerekli olan cevapları veriyordu ki iş dönüp dolaşıp Mehmet'in aldığı lâkaba geldi.

Börülerden biri söz alarak:

"Beyim." dedi. "Mehmet beyimizin kavuştuğu şanın hikâyesi merak edilir durur. Bizler, bu hikâyeyi bir de sizlerden duymak isteriz."

"Kurt oğlum Mehmet, bugün yüzünü gizlemek suretiyle birinin hayatını kurtarmıştır. Bu icraatını gördüğü tüm düşmüşlere, çocuklar üzerinden gerçekleştirmekte iken bugün bizzat kendi olaya dahil olmuştur. Yaşanan olayda böylesine gizemli bir kahraman çıkması ahaliye umut olmuş, yüzünü gizlediği için çok kısa zamanda çok fazla taklitlisi çıkmıştır. Kendisine durumu anlattığımızda yüzünü gizlemeyi bırakmış, yüzünü açmak suretiyle kahramanlığı kendinin yaptığını açıkça insanlara göstermiştir.

İşin bu raddede kalması, kale tarafından bir göze batma unsuru olarak görülüp durumun başımıza iş açacağı düşünülürken yarışmaya kaydolduğu esnada bir Türk börüsü ile olan tatsız münasebeti sayesinde olay lehimize dönmüştür. Böylece kendisi 'Tuğrabozan' lâkabına kavuşarak düşmanına dahi bir zamanlar buranın bir Türk yurdu olduğunu kabul ettirmiştir.

Türk börüsü henüz göremese de düşmanlarımızın ağına düşmüş, kandırılmaktadır. Kendisine ikazlarımız münasip yollarla iletilmiş olup bundan sonrasını vicdanına bırakmışızdır. Börü ile Mehmet arasında yaşanan münasebet şu hâlde vuku bulmuştur;

Geçtiğimiz günlerde börü, bir başka börüye hırladığını bilmeden, takılmak maksadıyla Mehmet'ten pusatlarını istemiş, ona altın teklif etmiştir. Mehmet ise börünün takılmasına aldanmadan pusatlarını yere atmış, altınlara bakmayarak oradan uzaklaşmıştır.

Bugün aynı börü, Mehmet'in yeni pusatlarını ondan istemiştir. Düşmanımızın oyunlarından olan işlenmiş bir altını, oğlum Mehmet'e fırlatmıştır. Hak ile batılı ayırt eden, tarihini bilen oğlum ise altını tuttuğu gibi tek eliyle ikiye katlamıştır. Belki de burada karşısındaki börünün yapmak istediğini ona yapmıştır. Böylelikle onu şaşırtmıştır. Bu şaşkınlık ile kesesindeki tüm altınları tek tek oğluma fırlatmıştır. Fakat bu altınların akibetinin de diğerleri gibi olduğu görünce kötek yeme lüzumunu kendinde hissetmiş, böyle de olmuştur.

İşte tüm bunlara şahit olan ve kurtarılan kişi ile gönül bağı olan yarışma kayıtçısı da heyecanı eşliğinde zihnindekini dillendirmiştir; oğlum Mehmet'e Tuğrabozan lâkabını vermiştir." dedi.

Olaydan önceden haberi olan Orhan, söz aldı.

"Anladığımız kadarıyla burada birden fazla durum vurgulanmaya çalışılmıştır. Çalışılmış ama o da hesap edemediği bir durum yüzünden eline yüzüne bulaştırılmıştır ki bu bizim için iyi bir durumdur.

Sebebimiz ve dahi tahminimiz odur ki; karındaşım Mehmet'e Tuğrabozan yakıştırması yapan o kişi, atalarımıza ait olan anlatıları biliyor olmalıdır. Hatta ve hatta tuğralarının ağırlığı gün geçtikçe artan; güçlendikçe güçlenen kandaşlarımız Kayıların başarısını, Karakoyunluların içindeki karışıklıkları da biliyor olmalıdır ki Mehmet'e taktığı bu isimle, nefretini Türklere belirtmiştir; Tuğrabozan, yani Türklerin liderlerine kafa tutan güçlü kişi demiştir.

Öte yandan belirttiği bu nefrette de Mehmet için bir istisna yapmıştır. Gönül oklusunu kurtaran, güçlü ve cesur bu Hristiyan Türk'e olan hayranlığını, onu özünden bir hikâyedeki kahramanın adını koymak suretiyle belirtmek istemiştir.

Hesap edemediği husus, lâkap verdiği kişinin köklerine sımsıkı bağlı olduğudur. Eğer doğru değerlendirilirse bu lâkap kendilerine muhteşem dikenler olarak dönebilme potansiyelli bir lâkaptır. Burada bir kez daha hatırlanmalıdır ki işini bilmeyen itibarsız cahilleri her yöne çevirebilirsiniz. Ama okumuş cahillerle, işte onlarla insanların kültürlerini değiştirebilir, ordularını yönetebilir, ülkelerini onlar içinde yaşarken veyahut yaşamazken başlarına yıkabilirsiniz."

"Sungur oğlumun da dediği gibi düzgün değerlendirmelerimizde değirmende kendi unumuzu eleyebiliriz. Zafer yakındır börülerim, zafer yakın vefakâr asenalar. Azminizi yitirmeyin. Yitirmeyin ki bir bunduk dalı uzunluğu kalmış olan şu hedefimize yaydan çıkmış ok gibi hızlıca erişebilelim." dedi Salih Efendi.

Salih Efendi, sözlerini bitirir bitirmez orada aynı bey tekrar söz aldı.

"Eyvallah beyim. Var olunuz. Beyim bir de bu kutlu günde kutlu bir birleşme olacakmış diye duyduk. Hayır eyleye rabbim. Kim ola ki bu nasipliler?"

Gülümsedi Salih Efendi.

"Nasipliler ya nasipliler." dedi. "Şu anda kendileri bile olacakları bilmez. Öyleyse diyelim de sevince boğulsunlar. Bugün Kıpçak yurdundan gelen misafirlerimizden İrice'nin ak örgüsünün vaadi dolmuştur. Yarın nasipse Hüma'sına kavuşacaktır. Kendilerine geleneklerine uygun bir birleşme hazırlayasınız."

Adsız, bu sözü duymasıyla şaşkınlık içerisinde kalan İrice'nin omzuna tebrik etmek için vurdu. Eçine de Hüma'yı tebrik etti fakat onda da durum aynıydı. Bir şeyler söylemesi için tekrar Adsız, İrice'nin sırtına tekrar vurdu.

Omzuna yediği darbeyle hemen kendini toparladı İrice.

"Sağ olun beyim. Sağ olun." dedi. Heyecanlıydı.

Onların heyecanlı halini gören Salih Efendi, sağ tarafında duran eşi Gülbahar'a bakıp gülümsedi. Önce İrice'yi sonra beylerini teker teker süzdü.

"Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. Allah'a emanetsiniz. Hadisçi, Gök Sultan ve erleri ile Mehmet ve erleri sizlere diyeceklerim bitmedi. Sizler kalın." dedi Salih Efendi.

Ahaliden kimi yeni misafirlerine baş sağlığı dileyerek kimi de birleşme adına onları tebrik ederek oradan ayrılmaya başladılar. Bazıları da yeni misafirlere hiçbir şey demeyip onların gelmesine endişe ile bakıyor, bu endişelerini Salih Efendi'nin yanına giderek ona söylüyorlardı. Salih Efendi ise bunların yersiz olduğunu, Müslüman olarak birbirlerine yardımcı olmaları gerektiğini söyleyerek onları ikna ediyordu. Böylece onlar da gönüllerindeki sorulara cevap bularak çadırdan çıkıyordular.

Biraz sonra Salih Efendi'nin söylediği kişiler haricindeki tüm ahali çadırdan çıktılar. Bu esnada İrice ve Hüma'da heyecanlı oldukları için çadırdan çıkıp hava almak istediler. İkisi de ayrı yerde oturmasına rağmen aynı duyguları paylaşıyorlardı. Salih Efendi İrice'ye, Gülbahar da Hüma'ya izin verince ikisi de çadır dışına çıktılar. Onların çıkmasına müteakip Salih Efendi, Hadisçi'ye bakarak;

"Bitki işi nasıl gidiyor Hadisçi? Herhangi bir sıkıntı var mıdır?" dedi.

"Hamd olsun görünürde hiçbir sorun yoktur beyim." dedi Hadisçi.

Hadisçi'den aldığı cevaba memnun olmuş bir yüz ifadesiyle dokundu eşi Gülbaharın dizine. Bu dokunmayla Gök Sultan'a baktı Gülbahar.

"Kızım." dedi. "Beyimiz kutlu bir dava amacıyla erlerimizin belli bir kesimi ile birlikte uzak diyarlara gidecek. Mehmet oğlum da buradaki yarışmaya katılacak. Kızım ise tamamen senin obana odaklandı, endişe etmeyesin. Plânlarını mevcut duruma göre yap. Yarana da dikkat edip güzel bir dinlen. Dinlen ki iyileşebilesin. Bir ihtiyacın olursa kızım Ayla ve Alarcın sana yardımcı olurlar."

"Eyvallah, Allah razı olsun." dedi. İçten içe Mehmet'in yarışmaya katılacağı sözü onu endişelendiriyordu. Çünkü babası, obanın en güçlü erlerinden birini yarışmaya yollamış fakat çok geçmeden ölüm haberini almıştı. Sözlerine ekleyip duruma dair birkaç hasbihal etti. Daha konuşmak istiyordu fakat hayâ etti. Sustu.

Bu sözlerin akabinde Mehmet, babasına bakıp konuşmak izin aldı ve:

"Evet girişeceğim iş tehlikelidir. Lâkin bundan daha da tehlikeli olan merkezdeki ahalinin yaşadığı durumlardır. Her geçen gün açlıktan daha fazla insan ölüyor. Yemek için yeri geliyor birbirleri ile kavga ediyorlar. Bir de üstüne Cenevizlilerin baskınları olunca resmen ölümleri için gün saymış oluyorlar. Evet belki imparator bizleri, kandaşlarımızı Müslüman Türk diye sevmiyor, içimize fitne ateşlerini sokuyor. Ama bu ahali onun ahalisi. Suçları ne? Gayri artık bana durmak yakışmaz. Ucunda ölüm de olsa, Allah'ın izniyle kalenin içerisini iyice öğrenmeye bakacak, bu düzeni değiştireceğim." dedi.

"Oğlum tek değildir. İki yiğit eri de kaydoldu yarışmaya. Kafana takmayasın kızım." dedi Gülbahar, yüzündeki tebessümü ve iyimser sesi ile.

Hau ile Alakurt'un da ona söylemeden yarışmaya kaydolduğunu öğrenen Mehmet, onlara ters ters bakmaya başladı.

Salih Efendi söyledi;

"Gülbahar Hatun biz börüler izninizi isteyelim." dedi.

Gülbahar'ın onaylaması ile çadırdan dışarıya çıktılar.

Salih Efendi, Hadisçi'ye işaret edince diğerlerinden ayrılarak Salih Efendi'nin çadırına doğru yürümeye başladılar. Biraz yürüdükten sonra Salih Efendi, durarak:

"Bugün imam sen olasın Hadisçi. Artık eskisi kadar dizlerim tutmaz oldu. Namazın ardından da hadisleri erken yaşta yuva kurmanın faziletlerine getiresin. Şu dertli neyin ise bugün dert değil neşe çalsın. Gayri misafirlerimizin yaralı gönüllerine tuz basmayalım." dedi.

Hadisçi, Salih Efendi'nin sözlerini hiç sorgulamadan;

"Allah hayırlı uzun ömürler versin beyim. Tamamdır başım gönlüm üzerine." dedi.

Bunun üzerine Salih Efendi kaşlarını çattı.

"Allah haddi aşmayı nasip etmesin Hadisçi. Allah haddi aşmayı nasip etmesin. Namazda görüşmek üzere Allah'a emanet." dedi. Ağır adımlarla az ilerisinde bulunan çadırına yürümeye devam etti Salih Efendi.

Hadisçi ise olduğu yerde durmuş, bu sözlerin ne anlama geldiğini düşünmeye başlamıştı. Acaba ince düşünceli bu adam 'Allah haddi aşmayı nasip etmesin.' derken neyi kastetmişti?

Öte yandan Mehmet, erlerine kaş çatmaya devam ediyor, derin derin düşünüyordu ki bu sessizlik Alakurt'un zoruna gitti. Mahcup bir ses tonuyla Mehmet'e:

"Beyım. Bilirsun bizim senden saklimuz yoktur. Lagun emir büyük yerdendur." dedi.

Akabinde Hau, Alakurt'u destekler nitelikte;

"Beyim gerçekten kusurumuza kalmayasın ama Salih Efendi'nin kesin emri vardı. Eğer sana söyleseydik bizleri affetmezdi." dedi.

Aslında babasının emrinden çıkmamaları Mehmet'in hoşuna gitmişti fakat o çocukluk arkadaşlarına takılmayı seviyordu. Bu sözlerle daha da bir kaşlarını çattı Mehmet. Derken bir müddet sonra kendini tutamayarak gülümsedi ve:

"İyi yaptınız, iyi yaptınız. Söyleyin hele, size ne lakap taktılar." dedi.

Hau gülerek Alakurt'a söylemesi için işaret etti. Alakurt, 'Ben söylemem.' anlamında ona, kaş göz işareti yaptı. Alakurt'un söylemeyeceğini gören Hau:

"Beyim bana, sertçe bakışlarımla birleşince korkutan ellerimden dolayı Pençe, ona da giydiği kıyafetten ve yapısından dolayı Öküz lakabını taktılar." dedi.

Bu cevap Mehmet'in gülmesine yol acınca Alakurt:

"Beyım adil midur beyım. Benum ellere bakasun. Bir de Hau'nun ellere bakasun. Asıl pençe bana demeleru lazum gelür." dedi.

"Şu ellere bak. Asul sana ayuğ demeleru lazum gelur." dedi Hau, Alakurt'u taklit ederek. Güldü.

Alakurt ise kaşlarını çatarak;

"Hele hele bakun hele benı de taklüt eder imiş. Ben ayu isem sende yavrususundur Hau." dedi kurt gibi ulur şekilde 'u' harfini uzatıp.

Diğer taraftan Gök Sultan, zaman geçtikçe Mehmet'e daha da fazla tutuluyordu. Çadırda bulunduğu müddetçe istemsiz bir şekilde onun konuşmalarına kulak misafiri olmuştu. Onu dinledikçe sesinin tokluğu yüreğine huzur vermişti. Vermişti ama ondan etkilendiğini, ortamlarda ondan bahsedilince yüreğinin kıpır kıpır olduğunu ona nasıl söyleyebilirdi ki? Hem babasını, obasını kaybetmişti. Tam canını da kaybedecekken onun gönlüne bir umut tohumu ekmesinin verdiği mutluluğu nasıl ifade edecekti ki ona? Umut tohumu bir yana dursun, o sert bakışlı Gök Sultan, nasıl birini görür görmez kalbine sevgi tohumu ekmişti ki? Zira o, bugüne kadar sert yapısı ve türlü yetenekleriyle bilinirdi. Hiç böyle aciz bir duruma düşmemişti ki.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top