• 3 • / SORGU SUAL

  Sabahın ayazında, soğuk kendini iyice hissettirirken kapının önüne çıkmış, torunun geri dönmesini bekliyordu Emriye Hanım. On dakikayı aşkın bir süre geçmişti ama ne bir ses vardı ne de bir gelen. Onu bu saatte gönderdiği için pişman olmuştu. Uyku mahmurluğu ve kaygan yolun etkisiyle düşüp  yaralanmasından korkmuştu.

  İçine düşen kurt onu iyice huzursuz edince bir şeyler yapması gerektiğinin farkına vardı. Yatak odasına geri dönüp hâlâ uyumakta olan kocasını dürterek uyandırdı. Yaşlı adam aniden uyandırılmasının etkisiyle panik halinde etrafa bakarken kendindekinin bir eşi panikle ona bakan karısıyla buluştu gözleri. Anlaşılan yine bir şeyler karıştırmıştı ve işler yolunda gitmemişti.

" Sabağun körine gene ne karuşturdun?"

" Akşam sel kiyamet gidiydi ya, ben da dedum beki da arkalar hep kaydi."

" Helil'i mi yoladun bu saate?"

  Haksızlığının etkisiyle sesini çıkarmadan onay vermek amacıyla usul usul başını salladı yaşlı kadın.

" Yolliyali ne gada oldi?"

" On beş dakika var. Iki adumluk yola habu vakte beş defa gidu gelurdi. "

" İlk defa inmedi hoş çayluğa. Bira daha beklasan gelur."

  Emriye Hanım tam kocasına Halil'in yatağına çabucak geri dönmek istediği halde oyalanmasının saçma olduğunu açıklayacaktı ki o esnada kopan bağırtı bütün evi doldurdu. 'Baba' diye haykıran bu sesin sahibi Halil'den başkası değildi.

  Sesi duymalarıyla yataklarından adeta fırlayan Fidan Hanım ve Yasin Bey şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Bu ses oğullarına aitti ama evden gelmiyor, oldukça uzaktan geliyordu. Ne olduğunu anlayamamanın verdiği panikle aceleyle odasından çıkan Yasin Bey koridorda annesini görünce çareyi ona sormakta buldu.

" Helil neredu?"

" Çayluğa"

  Daha fazla beklemedi adam, ayağına bir şeyler geçirdiği gibi yola koyuldu. Oğlunun neden çaylıkta olduğunu sorgulamadı bile.

  Çamurlaşmış dar yolun üstünde seri adımlarla ilerleyen Yasin Bey'in gözleri çok geçmeden oğlunu bulmuştu. Tam birkaç adım daha atmış, ona seslenecekken kulağına ağlayış sesleri doldu. Şaşkınlığı ve tedirginliği iyice artan adam beklemeden oğlunun yanına çöktü. Gözünde nadiren yaş görülen Halil'in bu denli ağlaması normal bir durum değildi.

" Ula nooldi sağa?"

  Seslenmesine karşılık oğlundan bir cevap alamayan adam, onun yüzünü iyice incelediğinde bakışlarının belli bir noktaya adeta kilitlenmişcesine takılı kaldığını fark etti. Tekrardan ayağa kalktıktan sonra oğlunun bakmakta olduğu yere doğru adımladı. Önündeki çaylığın ne gibi bir özelliği olduğunu anlamamıştı. Sadece bir kaç kafulun kaydığı belli oluyordu. Halil bunun için de ağlamaz, sevinirdi.

  Daha dikkatli bakmak için eğildiği esnada gördüğü cesetle, o da dakikalar önce oğlunun verdiği tepkilerle aynı tepkileri vermeye başlamıştı. Önce şokla gözleri büyümüş ardından inanamazca geri geri adımlamaya başlamıştı. Gördüğünün bir kabus olması şu an en çok istediği şeydi. Oysa her şey son derece gerçekti.

  Durmuşcasına yavaş bir şekilde akan birkaç  dakikanın ardından biraz olsun kendine gelmeyi başaran Yasin Bey, hala şok halinden sıyrılamamış oğlunu kendine getirmek için tekrar yanına ilerledi. Omuzlarından sert bir şekilde sarsarken seslenmeyi de ihmal etmiyordu.

  Sanki uykudan uyanmışcasına bir titreme eşliğinde kendine gelen Halil, ürkek bir şekilde bakarken gözleri babasınkilerle rastlaşınca küçük de olsa bir rahatlama hissetmişti. Belki babası ona bu gördüklerinin bir kabus olduğunu ve uyanınca hepsinin geçeceğini söylerdi. O da biran önce uyanmaya çalışırdı. Ama babasının da kendinden geçmiş solgun ifadesi her şeyin gerçek olduğunun kanıtından başka bir şey değildi.

Gerisi nasıl olmuştu, donmuş bilinçleri nasıl yerine gelip de sonunda polisi aramayı akıl edebilmişlerdi ikisi de emin değildi. O anlar zihinlerde bölük pörçük birkaç görüntüden ibaretti sadece. İhbarı alır almaz olay yerine intikal etmek üzere yola çıkan polis birlikleri, vardıkları andan itibaren etraftaki ölüm sessizliğini bir sis bombası gibi patlatıp kasveti her yere yaymışlardı.

  Her sabah altı civarı çevredeki herkeste olduğu gibi çay toplamak amacıyla indikleri çaylıklarında, şimdi olay yeri ekipleri detaylı bir inceleme yapıyordu. Keskin bakışları ve yılların deneyimleriyle gördükleri en ufak bir ipucunu bile atlamamaya çalışıyorlardı. İşleri zordu çünkü dün gece yağan yağmur delil değeri taşıyan bir çok şeyi yok etmişti. Ceset ise çoktan bulunduğu yerden çıkarılıp otopsi için yola koyulmuştu.

  Olay yeri ekipleri dışında ortamda bulunan bir diğer kişi ise Başkomiser Selim'di. İhbarı aldığı gibi kendini burada bulmuştu. Cinayet şube olarak birçok farklı hadise yaşasalar da uzun zamandır böyle enteresan bir ihbar almamışlardı.

  Çevredeki diğer polis memurlarından neler olup bittiğine dair duyum almaya çalışan Başkomiser Selim cesedi bulanın Halil olduğunu ve birkaç küçük detayı daha öğrenebilmişti sadece. O halde yapılması gereken en önemli şey de Halil'i sorguya çekmekti. Öğrendiği kadarıyla şu anda eve çıkmış genci bulmak için çamurlu yolu aşmaya başladı.

  Annesinin kolları altında, kıpkırmızı olmuş ve şişmiş gözleriyle, etrafa boş bakışlar atan gencin daha sormadan Halil olduğunu anlamıştı Selim. Hâlâ hafifçe titreyen bedeniyle bu olayın ondan nasıl büyük bir etki yarattığını gözlemleyebiliyordu. Yavaşça yanına yaklaşıp dikkatini kendisine yöneltmek için seslendi. Çoçuğun bakışları kendisine dönünce ise ona cesedi nasıl bulduğunu sordu. Halil ise olayın aklına gelmesiyle bile dolan gözleriyle komisere tüm bildiğini anlattı.

  Yapılan bu minik soru faslının amacı, görgü şahitlerinin verdiği ifadelerin ilk esnada ve sorgu sırasında değişiklik gösterebiliyor oluşuydu. En ufak bir değişiklik bile katilin ortaya çıkmasında büyük bir rol üstlenebilirdi.

  Saatin biraz ilerlemesi ve etrafın bir nebze olsun durulmasıyla beraber Başkomiser Selim karakola dönmek üzere yola çıkmıştı. Giderken yanına ilk görgü tanığı Halil ve onu bulan babası Yasin Bey'i de sorgu için almayı ihmal etmemişti.
 
  Yol boyunca gözlerini cama dikip amaçsızca dışarıyı izleyen Halil'in zihni bomboştu. Gözlerinin önünden bir an olsun silinmeyen ceset, hayatının bir dönüm noktası olacağının kanıtıydı. Uzun yol bitip sorgu için odaya alındığında sessizliğini hâlâ koruyordu. Başka bir durumda burada olmaktan son derece endişe edecek olsa da şu an verecek hiçbir tepkisi yoktu.

  Sorgu odasının kapısı açıp içeri giren Başkomiser Selim gencin bakışlarının ellerine sabit bir şekilde durduğunu gördü. Onun geldiğini fark etmeyecek kadar dalgındı. Sandalyesini çekip yerine oturduğunda elini kaldırıp önündeki masaya sertçe birkaç kez vurdu. Çıkan sesle gencin dikkatini çekmeyi başarabilmişti.

" Halil, Halil Yılmaz. Değil mi genç adam?"

" Doğrudur komiserim."

" Kaç yaşındasın Halil?"

" On yedi"

" Cesedi sen mi buldun?"

" Evet"

" Nerede buldun?

" Çayluğa "

" Peki sabahın köründe çaylıkta ne işin vardı?"

" Dün gece çok hayin*¹ yağmur yağdi. Sel gidiydi. Babaannem sabah gelup beni kaldurdi. Çayluğa inup kayan yerler var mi diye bakmami istedi. "

" Neden seni kaldırdı? Evde başka kimler vardı?"

" Eve benden başka dedem, babamlan anam, bi da kardaşlarum var idi. Evun ayak işlerini gelende ben yaparum. Hem beyuk torunum diye hem da o saate babamlarun odasina girmesi pek doğru olmaz diye beni kaldurdi. "

" Anladım. Sen de hiç itiraz etmeden gittin öyle mi? "

" Yo ilkun dedum sabağun körine ne işum var diye ama çok israr edince dayanamadum. "

" Cesedi nasıl buldun? "

" Etrafi incelerken oyana tarafa kafullarun kayduğini gördüm. Ne kadari kaydi diye bakmaya gidince kafullarun altina bir şey tikkatumi çekti. Sonra da zaten cesedi buldum. "

" Bulur bulmaz ilk yaptığın ne oldu?"

" Çok korktum. İnanamadum ne görduğume. Ürkup geri geri geri giderken ayağum kaydi yere düştum. Sonra da dondum kaldum. "

" Babanız yanınıza nasıl geldi? "

" Bir süre olduğum yere hareketsuz kalduktan sora 'baba' diye kuyis ettum*². Ole da çok geçmeden o da geldi. "

  Dikkatli bir şekilde Halil'in verdiği cevapları dinleyen Selim, ilk konuşmalarıyla çelişen bir şey görememişti. Çocuğun tepkileri ve söyledikleri onda hiç suçlu havası uyandırmasa da meslek hayatı ona her şeyin göründüğü gibi olmadığını birçok defa göstermişti. Artık konuyu asıl meseleye doğru çekmesi gerekiyordu.

" Sen maktülü tanıyorsun değil mi?"

" Evet"

" Peki nereden tanıyorsun?" sorusunun gelmesiyle gözleri dolan Halil, Asya'yla tanıştığı o günü tekrar yaşıyormuşcasına anlatmaya başladı.

* * * * *

*¹ hayin: çok şiddetli.

*² kuyis etmek: bağırmak, çığlık atmak.

~ Bir dahaki bölüm tanıştıkları günü anlatacak. Yani sorgu sahnesinden geri dönüp o güne gideceğiz. Sorunun cevabını bu şekilde öğreneceğiz.

Öhöm öhöm...
Öncelikle bu kadar beklettipim için ne kadar özür dilesem az. Yazacağım dediğim halde bir türlü yeni bölüm atmadım. Gerçekten çok özür dilerim çok üzgünüm. Bir ara çok ödevim vardı, bir ara sınavlar olacak dendi hemen çalışmaya başlamaya çalıştım, sonra iptal oldu derken bölüm ortada öyle kaldı. Hani bir köşede de bırakmadım ama ne kadar yazsam da bitmedi. Nasıl belalı bir bölümse ben yazdıkça artacağına kısaldı sanki. En son bugün inat edip bitirdim ve huzurunuza sunuyorum. İçime sindi mi, hayır. Ama daha fazla da bekletemezdim. Zaten yeterince ayıp oldu.

Kalan okuyucularım, eğer buradaysanız hepinizden çok özür diliyorum. Ve hâlâ burada olduğunuz için hepinize çok teşekkür ediyorum. Sizi çoook seviyorum bunu bilin. ♥️♥️♥️♥️♥️😻😻😻

*sanırım ilk önce o mavinin altında ya bölüm atarım, sonra buraya gelirim. Ama belki olmaz yani çok da emin değilim.

  
  
 
 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top