• 1 • / MİSAFİRE VEDA

  Güneşin selam vermekten pek hoşlanmadığı memlekette, hafif çiseleyen yağmur etkisini sürdürmekteydi. Yılların getirsiyle buna alışmış olan köy sakinlerinin bunu umursadığı yoktu. Aksine yağmurun kokusu onlara her daim huzuru çağrıştırmaktaydı. Fakat havada ayrılığın kokusu olduğunda hüzün bulutları da ortamdaki yerini almakta gecikmiyordu.

  Ayrılık, giden için de kalan için de zordu. Ne o İstanbullu kız ayrılmak istiyordu geç keşfettiği yeşil cennetten ve bu içten aileden, ne de bu aile kısacık bir zamanda benimsedikleri o kızın eve dönmesini istiyordu. Ama her şeyin bir sonu olduğu gibi, bu maceranın da sonu gelmişti işte.

  Bahçedeki kalabalıkta bir kişi hariç herkes yerini almışken, çok geçmeden o da elinde bir koliyle kapıda görünmüştü. Ağırlı hayli fazla olan koliyi arabanın bagaj kısmına koyduktan sonra kollarını rahatlamaları için birkaç defa silkeleyip hafif bir sinirle babaannesine döndü.

" Çay sergisi* ediyi gibi koli doldurmişsun bobane. Bendeki da can yani."

"Kiz buralara gada geldi, yağ peynir geturmeden mi gitceydi İstanbul'a. Zaten hala fasulyenun harci gibi duriyi. "

  Geldiğinden beri yedirdikleriyle kızın üç kilo almasına sebep olmamışcasına, hâlâ çelimsiz gözüktüğüne kara vererek sağlıklı beslenmesi adına, peynirinden yağına, taze fasulyesinsen mısır ununa kadar her şeyin eksiksiz olduğu bir koli hazırlamıştı babaanne. Kesinlikle takıntılı olduğu bir nokta varsa o da yakındaki hiçbir canın aç olmaması gerektiğiydi.

  Kız, sanki aldığı üç kilo onda daha fazlasıymış ve önünde kocaman bir göbek varmışcasına karnını işaret ederek,

" Emriye teyze pes yani. Önümdeki göbeği görmüyor musun. Ne bulduysan ağzıma tıktın, dana gibi oldum resmen." diye hayıflandı. Yaşlı kadın eğilip yanaklarını sıktı biraz acıtarak.

" Asil şimdi oldun fistuk gibi. Anca bira kariya benzedun."

  İkisinin de konuyu kapatmaya niyeti olmadığını gören Halil, babaannesinin arkasından kollarını sallayarak kıza susması için bir işaret verdi. Kolundaki saati gördüğünde artık yola çıkmalarının vaktinin geldiğini kavrayarak kıza seslendi.

" Asya vakit az. Artik vedalaşsan iyi olur. Ahali tutun gözyaşlari."

  Bu sözün üzerine önce gülüştüler, sonrasında sarılma töreni başladı. Asya hepsine sarıldıktan sonra gence dönerek,

" Haydi Halil, çıkalım o zaman." dedi. Halil sesine alaycı bir hüzün katarak söyleyeceği sözleri dramatize etmeye çalıştı.

" Ah Asya ah! Sen gidince en çok neyi özlerum biliyi misun?"

  Herkes suratına merakla bakarken daha fazla dayanamadı.

" Şu hayatta ismimi doğri diyen bir sen vardun, aha şimdi gidiysun. Bağa şimdi kim 'Halil' dicek. Kendi anam bile 'Helil' diyi. Adumi unutmama habu gada kaldi. " derken bir yandan da işaret ve baş parmaklarıyla ufak bir aralık göstermişti.

  Yakında duran babası, eliyle kafasına hafifçe vurup geniş arabanın şöfor koltuğuna, Halil'in yan tarafına doğru ilerledi. Ona göre Halil de, Helil de aynıydı.

  Gerisindeki kalabalığa bir bakış atıp yolcu koltuğuna geçti Asya. Burası ciğerlerinin oksijeni olmuştu adeta. Hiç bırakmak istemiyordu. Elinden gelse etin tırnağa yapıştığı gibi yapışıp hayatının kalanına burada devam edebilirdi. Aradığı huzur, güven, saadet bu topraklarda bolca mevcuttu.

  Arabanın tekerlekleri yol üzerinde sabun gibi kaymaya başladığında gözleri camda olanların manzaralarındaki çam ağacı görüntüleri de gittikçe bulanıklaşmaya başlamıştı. İçerideki sessizlik rahatsız edici bir boyuta geldiğinde elini radyonun düğmesine atarak bu duruma müdahe etmişti Halil. Şansına çıkan parçanın hüzünlü oluşu ortamın havasını iyice bozmuştu.

  Yolun sessizliği ayrılığı daha da çağrıştırınca ortalığa renk katmak için konuşmaya başladı Yasin Bey. Aklına gelen ilk fıkrayı, adeta yaşıyormuşcasına bir heyecanla anlatırken sadece Asya değil, belki de bu fıkrayı yirmi defa dinlemiş Halil bile aynı heyecanla kulak kesildiler. Fıkrayı iyi anlatabilmek bir yetenekti ve Yasin Bey bu işte oldukça yetenekliydi.

  Yeşilin her tonuyla bezeli yolu kısa bir süre içinde bitirip merkeze varmışlardı. Geliş yolunun aksine kalabalık olan merkezde güç bela ilerleyerek otogara giriş yaptılar. Asya'nın bineceği otobüs az ileride duruyordu. Bu da demek oluyordu ki son vedalarını etme vakitleri gelmişti.

  Arabanın bagajında yer alan bir bavul ve Emriye Hanım'ın hazırlamış olduğu koliyi alarak otobüsün yanına ilerlediler. O sırada yükleri otobüsün bagajına yerleştirmekte olan muavin son derece sinirliydi ve başından aşağı terler boşalıyordu. Etrafını kuşatan yolcu sürüsü haddinden fazla olan yüklerini yutturmaya çalışıyorlardı.

" Abula zaten bi yolciya iki dane çuval komişim sade sizun yükünuzlan mi kakacak bu araba."

  Asya bu manzaraya biraz şaşkınlıkla baksa da Halil içten içe gülüyordu. Her sene en az bir kere aynı kargaşayı babaannesi de yaşattığı için buna alışıklardı. Onlar işlerini rahatça halledip otobüse yönelmişlerken kızgın adam hala söyleniyordu.

" Tiyze gurbanun olayim o turşiyi al haburdan."

  Asya elindeki biletine bakarak koltuk numarasını teyit ettikten sonra gözleriyle etrafı tarayarak oturacağı yeri bulmuştu. Koltuğu cam kenarındaydı. On sekiz saatlik yolculuğu boyunca bütün yolu doyasıya izleyebileceği anlamına geliyordu bu.

  İçinde atıştırmalıklarının ve yastığının bulunduğu sırt çantasını koltukların üstünde yer alan bölmeye sıkıştırdıktan sonra son defa görüşmek amacıyla araçtan indi. Acele etmesi gerekiyordu çünkü yaşlı şoför birazdan kalkacaklarına dair duyuru yapıyordu.

  Aracın dibinde bekleyen iki adamı görünce durmadan yanlarına vardı. Hüznü ne kadar fark edilse de inadına gülümsemeye çalışan Halil'e son defa sarıldı. Bu çocuk burada bulunduğu sürece bir kardeş olmuştu ona. Ondaki renkli kişiliği ve samimiyeti daha önce kimsede görmemişti.

  Kollarını bu sefer de Yasin Bey için açmış ve ona bir baba şevkatiyle sarılan adama kollarını sıkıca dolamıştı. Tam ayrılacağı sırada cebine bir şeyler sıkıştırdığını fark edince hızlıca başını kaldırıp itiraz etmeye çalıştı. Ağzını açamadan Yasin Bey'in kaşları çatılınca giderek ayak atışmamak için susmayı tercih etti.

  İsteksiz adımlarla ilerleyip yerine geçerken gözleri dolmaya başlamıştı. Arabadaki birkaç çocuğun ağlayış sesleri de onu bunun için teşvik ediyordu. Yerinde oturmuş boş bakışlarla karşısına bakarken kafasının yaslı olduğu camın sallanmasıyla dışarı doğru baktı. Halil dikkatini çekebilmek için camı tıklatıyordu.

  Asya'nın bakışlarının hedefine girdiğini fark edince ellerini sallamaya başladı. Ardında aklına gelen fikirle bir süre durdu. Ellerinin işaret ve baş parmaklarıyla bir dikdörtgen oluşturarak gözünü yaklaştırdı. Ardından kendini işaret edip 'çek' diye bağırdı.

  Onun yaptığı hareketlere önce bir anlam vermese de, sonradan elini kamera gibi yapmaya çalıştığını anlayıp telefonu çıkarmıştı. Halil 'işte bu' dercesine başını sallayınca telefonun kamerasını açıp onu videoya almaya başladı. Halil ise otobüsün hareketlenip görüş açısından çıkışına kadar ona el sallamıştı. Bu hali Asya'nın oldukça komiğine gitmişti. Kaydı bitirdikten sonra gülmesi için videoyu Halil'e göndermişti.

  Doğanın ortasını bölüp geçen asfalt yolda ilerlerken bakışları hırçın dalgaların esir aldığı mavi denizdeydi. Halil de aynı denizi seyretmekteydi. Manzaraları aynıydı ama yolları farklı yere çıkıyordu.

  Dakikalar sonra yıllardır aşina oldukları köy yoluna geçince çok geçmeden evlerinin önüne varmışlardı. İçeri geçip ellerini yüzlerini yıkayıp henüz kurulmuş masaya geçtiler.

  Sessiz bir şekilde önündeki tabakları bitirlerken evin içini sela sesi doldurdu. Herkes duraklayıp seladan sonra kimin isminin duyulacağını beklerken yüreklerini bir korku sarmıştı.

  Sela sonra ererken duydukları isimle babaannesi, dedesi, annesi ve babasının yüzünde oluşan hüznü gördü Halil. Kendisi tanıyamamıştı ama önemli biri olmalı diye düşündü. Ertesi gün cenazeden sonra akşam vakti rahmetlinin evinde toplanan kalabalıkta bütün köylüyü görmesiyle de bu fikri kanıtlanmış oldu.

* * * * *
(okuyun lütfen 😚)

  Herkese merhaba,

Aslında eski kitabıma devam edeceğimi söylemiştim ama napayım tutamadım kendimi. Aslında biraz bölüm biriktirip gelmek istiyordum fakat huyum kurusun ki planlarıma hiç uyamıyorum.

  Bu bölümden bir şey anlamamış olabilirsiniz. Ne diyo lan bu, demiş olabilirsiniz. Anlarım. Çünkü olayımız burada başlamıyor. İkinci bölümün sonunda köfteyi çakacaksınız.

  Anlamayanlarınız olabilir diye düzgün İstanbul Türkçemle(!) bazı cümleleri hemen paragraf yorumlarına yazdım. Dilerseniz direk oradan da okuyabilirsiniz.

*sergi: toplanan çayların döküldüğü kare biçimindeki örtü. Bazı yerlerde telis de denir.

Görüşmek üzere. ♥️

 

 

 

  

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top