9. BÖLÜM~VAZGEÇİŞ~
🌹
"Yüreğimde başkaldıran, durduramadığım o his, kaderimin her bir dalını yanlışa, kalbimin en ucra köşelerini ise utanç duygusuna hapsetmişti."
***
Hayat bazen öylesine bir duruma getiriyordu ki insanı, sanki dünya yerle bir olsa, kalbindeki ağırlık kadar ezilmeyecekti bedeni. Öylesine büyük bir yük hissediyordu ki kalbinde, bedenini kilitleyen, adım atacak gücü bile çekip alan bir ağırlık gibi binmişti yüreğine. Atan her ritimde ağrısı git gide şiddetleniyor, daha çok belli ediyordu ağırlığını. Sancısı, her ritimle birlikte bedenine akın ederken parmak uçlarına kadar ince bir sancı yayılıyor, karıncalandırıyordu her yerini.
Neydi bu his?
Hissettiği bu duygu neydi böylesine düşüncelerini yerle bir eden? Alt üst ettiği kalbinin ritmini nasıl bu hale gelebilmişti? Midesindeki o herkesin dilinde gezinen kasılmaları, krampları nasıl geçirecekti?
Yanlıştı.
O'na dair her şey yanlıştı.
Yanlışı bilen tarafı ise suskundu.
Ona hiçbir yol göstermezken, öylece izliyordu kaderinin çetrefilli yollarından zorla ilerleyişini. Ayaklarına çöken ağırlık her bir adımını daha güç hale getirirken, yorgunluğunu nefesinin aksayan düzeninden anlıyordu. Gözlerine sinen dinginlik, göz kapaklarına an be an yerleşen görüntüleri göstermek istercesine kapanmak için savaş veriyor, direniyordu ona karşı.
Bedeni, aklına savaş açmıştı Dila'nın.
"Her şeyi aldığımıza göre, bir yerlere oturup bir şey mi içsek?"
Sesin geldiği tarafa, Mehmet'e baktı genç kız. Saatlerdir aldıkları listeyi eksiksiz tamamlamış, arabaya yerleştirmişlerdi. Şimdi ise beklenti dolu gözleri ile ona bakıyor, cevap bekliyordu umutla.
O bilmese de zaten bir şeyler içmek için çıkmışlardı.
"O-olur, içelim."
Naif sesi öylece yüzünü güldürürken, heyecanını izledi Dila.
Kalbine çöken durgunluk ile uzunca baktı karşısındaki adamın mutluluğun konduğu yüzüne.
Düşüncelerine engel olmak istedikçe daha çok beynini işgal eden şeyler vardı nedenini bilmediği. Aklını allak bullak eden her detay bir bir gözlerine seriliyor, hiçbir şeye odaklanmasına izin vermiyordu sanki. Bir kukla gibi alışverişi yapmış, şimdi de onunla bir şeyler içecekti.
"O vakit araba burada dursun. Biraz yürüyelim, nasıl olur?"
Usulca başını salladı.
Önlerindeki uzun caddeye baktı. Pazar yeri gibi kurulan dükkanlar, süslü birçok eşyanın ev sahipliği yaptığı bi meyve pazarıydı burası. Meyveden daha çok tezgahları süsleyen değişik figürlerde eşyalar, hafif esen rüzgarda ses çıkaran rüzgar çanlarına eşlik ediyordu.
Adımlarını yavaşça caddeye yöneltti. Yanında varlığını hissettiği adamın heyecanı kadar bir heyecan hissetmese de, terleyen avuç içlerini stresle sildi eteklerine.
İlk kez bir erkekle böylesine dışarda yan yanaydı.
Utanarak etrafında göz gezdirdi. Deli gibi bağıran manavcılar ürününü satmak için boğazlarını patlatıyor, sürekli yeni bir meyve keserek kalitesini göstermeye çalışıyordu.
Zaten hayatında hep o örnek olarak gösterilen ama sonra kaderi çöp olan meyvelere üzülmüştü. Kıpkırmızı içi olan bir kapruz gördü. Düşüncelerine gülerken buldu kendini. Herkesin iştahını açan kapruz, gün sonunda sırf ortadan ikiye kesilip millete reklamını yaptığını için manavcı tarafından çöpe atılacaktı. Hiçbir kıymeti, güzelliği kalmayacak, öylece bir kenara fırlatılacaktı.
Sessizce bir nefes aldı.
"Nasıl hissediyorsun?"
Yanlış.. Alamamıştı.
Bakışlarını, yanında onunla heyecanla sohbet etmeye çalışan adama çevirdi. Üzerindeki ceketini arabada bırakmıştı. Üzerinde beyaz bir gömlek, siyah bir kumaş pantolon vardı. Ne zayıf, ne kalıplıydı. Ona heybetini veren boyuydu.
Ama O daha uzundu.
Aklına gelmesi bir anda avuç içlerini terletirken, titreyen göz bebekleri Mehmet'e döndü. Ona bakan kahve gözleri, yeşil hareleri bir bir gözünde canlanlandırırken, ne olduğunu sorguladı.
Ne olduğunu, ne hale geldiğini sorguladı.
Bu hissettiği farklı heyecan neydi? Nefesinin hızlandığını hissetti. Dudaklarının derisine konan kuruluk, boğazına kadar ilerlemeye başladığında yaşadığı bu hissin anlamını sorguladı Dila. Nasıl böylesine bir duruma düştüğünü, yanlışın tam ortasında kendini nasıl bu kadar kaybedebileceğini düşündü. Kalbi deli gibi çırpınıyor, saatlerce yüzen bir yüzücünün kalbi kadar ritmini şaşırmış, atmayı unutmuş gibiydi sanki.
O, yanlıştı.
O, hataydı.
O, pişmanlık olacaktı Dila'ya.
Bakışlarını hızla çekti Mehmet'ten. Ona bakarken bile başka bir adamın yüzü gözünün önünde canlanıyor, onun yerine kendi kalbi kırılıyordu. Bilse halini, ne derece üzüleceğini, gözünde nasıl bir vaziyete geleceğini düşünemedi. Gözlerini hızla açıp kapattı ihtiyaçla. Kendine gelmeliydi. Kendine gelmeli, yanındaki adama olan adımlarında sabit olmalıydı.
Doğru olan O'ydu.
Pişman olmayacağı kişi O'ydu.
"Nasıl hissetmeliyim ki?"
Gülümsemeye zorladı kendini. İyi davranmalıydı. O nasıl ona böylesine güzel hissettiriyorsa, Dila da onu mutlu etmeliydi.
"Bilmem. Ben-"
Gözleri buluştu usulca.
İki gencin gözlerinde peydah olan heyecan, asıl yanlış olandı.
"Ben çok farklı hissediyorum Dila. Bunun adı ne bilmiyorum, nasıl tarif edeceğimi zaten hiç bilemedim. Dilime olanca kelime dolanıyor ama hiçbiri hissettiğim şeyleri dökemiyor dilimden. "
Uzunca baktı Mehmet'e. Ne demeliydi ki? Böylesine açık konuşması her ne kadar onu utandırsa da içinde onu rahatsız eden şeylerin yanında, rahat da hissediyordu.
Olması gereken, yolunun doğru olduğu adamın dudaklarından dökülenler, ferahlatıyordu içini.
Diğer tarafına suskun kaldı Dila.
"M-mehmet-"
"Senden elbet bir cevap bekliyorum Dila ama sen ne zaman hazır olursan o zaman istiyorum. Lütfen acele etme benim için. Sonuçta bu konu ikimizde bundan sonraki hayatı için önemli bir konu. İyi düşünerek karar ver olur mu?"
Nasıl böyle iyi düşünebiliyordu?
Neden bu kadar iyiydi?
Bu hali, daha çok üzüyordu istemsizce Dila'yı.
Söylediklerinden akan iyimserlik, kalbini sıcacık yapmıştı genç kızın. Böyle bir adamla bir yola girecek olmasının yanında hissettiği sıcaklığı sorgulamadan edemedi. O'na ne gözle baktığını bilmiyordu ama çok güzel geliyordu gözüne kalbi ve çok güzel düşünceleri vardı.
Kıyamadı Dila.
Sıcacık gülümsedi Mehmet'e.
"Halam aslında bu konu için gönderdi bizi. Bu hafta sonu ailem gelecek. Eğer uygun olursa, halam ailelerin tanışabileceğini düşünüyor-"
Utanarak yanında baktığında gördüğü kalabalık, bir anda şaşkınca gözlerini araladı genç kızın. Telaşla etrafına bakarken arkasını dönmesiyle birkaç adım uzaklıkta şaşkınca ona bakan kahve gözleri gördü.
Donmuş gibi görünüyordu tıpkı.
Hızla birkaç adım atarak yanına gitti.
"M-mehmet? Iyi misin? Ne oldu birden?"
Gözleri, uzunca kendi gözlerine bakarken, hala ne olduğunu anlamaya çalışıyordu Dila. Yüzünde ufacık bir mimik bile oynamazken, usulca koluna dokundu.
"Konuşur musun lütfen? İyi misin?"
Bir anda gözleri gözlerinden koparken, ne olduğuna baktı Dila. Farklı davranıyordu.
"A-ailen mi geliyor? Bu hafta mı?"
Usulca başını salladı. Hala hareketlerine bakıyor, anlamaya çalışıyordu. Yüzüne çöken beyazlık ile daha çok telaşa kapılırken, ne yapacağını bilemediği için sadece izlemekle yetindi.
"Bi' sorun mu var?"
Hızla başını sallayışını izledi.
"T-tabiki de bir sorun yok, ben sadece biraz-"
Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı.
"Biraz heyecanlandım sanırım."
Duydukları ile şaşkınca bir gülüş bıraktı dudaklarından. Dudaklarına dönen bakışları farketmeden gülmeye devam etti içinden kopup gelen istekle. Onun bu hali o kadar komiğine gitmişti ki kendini durdurma gereği duymadan gülmeye devam etti yüzünde güller açarak. Yüzünün her bir ayrıntısını inceleyen, izledikçe yüreğine daha çok işlediğini bilmediği adama karşı güldü Dila.
"Hey-canlan-dın mı?"
O kadar gülmüştü ki kendini durduramıyordu sanki. Sesli gülüşleri sessizliğe yaklaştığında yüzündeki aydınlık ifade ile baktı ona derince bakan adama.
"Ö-özür dilerim bir an tutamadım kendimi."
Uzunca bakıyordu kendisine. Gözünü bile kırpmayışı ile birlikte sessizce yutkundu. Gözlerini yeni yeni hissettiği utançla kaçırırken ellerini önünde birleştirdi birden.
"Ş-şey, gidelim mi?"
Dudaklarına konan gülümsemeye baktı Dila uzunca. Ardından sessizce başını sallayışını izledi.
Uyuşmuş gibi görünüyordu.
Eliyle önünü göstererek yürümeye başladı. Başını önüne eğerek hızla yanında ilerlemeye başladı genç kız. Nasıl kaybetmişti kendisini öylesine? Utançla gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Ne yaptığının farkında bile değildi. Şimdiye kadar bir şeyi yapmadan kaç sefer düşünür, ona göre hareket ederdi. Şimdi ise anlık gelen duygularına karşı gelemiyor, dur diyemiyordu. Ne hissediyorsa ona göre yöneliyordu.
Kendi benliğinden çıkıyordu.
O.. Böyle değildi ki çünkü.
Başını iki yana sallayarak düşüncelerinden hızla koptu. Değiştiğini hissediyordu. Ne yönde bilmiyordu ama iyi hissettiğini pek söyleyemezdi. Çok başka işlere bulaşmış, bir anda kendini ciddi bir yolun içinde bulmuştu. Sessizce nefeslendi. Nasıl ilerleyeceğini, ne yöne sapacağını elbet kaderi biliyordu lakin yanlış tercihler yapmaktan korkuyor, hayatında kötü şeyler yaşamaktan, pişman olmaktan çekiniyordu.
Mutlu olmak istiyordu.
Her kız gibi sevdiği adamla evlenmek, onu seven, sayan bir eşe sahip olmak istiyordu. Yuvasını kurmak, çocuklarla süslemek istiyordu ama nasıl olacaktı hiç bilmiyordu. Elbette oluruna bırakacaktı her şeyi ama içinde bir yerlere takılan şey, bir kanca gibi takıldığı yerde izler bırakıyor, hiç iyileşmeyecek gibi bir yara açıyordu günden güne.
Bir insan daha önce hissetmediği bir şeye nasıl bir isim verebilirdi ki?
Sorsa kime soracak, anlatsa kime anlatabilecekti ki? Arkadaşı bile olmamıştı bu zamana kadar. Onun bütün derdi kendi içinde, bütün sırları kendi kalbinde saklıydı. Bu yaşına kadar annesine bile anlatamadığı her şey kendi içinde kabuk bağlamış, zamanla iyileşmeye yüz tutmuştu.
Alışmıştı buna.
Bu alışkanlık onu daha çok suskun yapmış, kimsenin gözüne bakamayacak kadar kırık yetiştirmişti hayata karşı.
Zamanla aşar mıydı bilmiyordu ama zordu. Bu denli zayıf hissetmek, korku içinde yaşamak çok kötü hissettiriyordu. Yine de hiçbir zaman haline isyan etmeden yoluna bakmış, eline avcuna gelenle ailesini geçindirebilmişti.
Özlediğini hissetti.
Annesini, Yusuf'unu.. Geleceklerine bile sevinemeden kendini yine bambaşka bir olayın içinde bulmuş, ağası sayesinde kurtulmuştu.
O'nun sayesinde..
Eğer sevdiği olduğunu söylemeseydi olacak olanları düşündü genç kız.
Korkardı.
Bir ağa ile evlenmekten, göz önünde olmaktan, dilden dile dolaşmaktan korkardı O.
"Buraya geçelim mi? "
Birden duyduğu ses ile hızla irkilirken, gözlerini hızla Mehmet'e çevirdi. Şaşkınca başını sallayarak onayladı onu. Girdikleri yer şirin bir çay bahçesiydi. Önünde ufak bir göl, içinde yüzen çeşit renkte ördekler, kazlar vardı. Gölün etrafından gülümseyerek geçti içindeki tüm sıkıntıya rağmen.
Böyle yerlere çok nadir gelirdi. Yusuf'u gezdirmek için arada çıkar, suya dokunabileceği, kendini iyi hissedebileceği yerlere götürürdü kardeşini. Başını çevirerek Mehmet'e baktı. Hala boş masalardan birine oturmamış, ilerlemeye devam ediyordu. Usul adımlarla takip etti onu.
Ne konuşacaktı?
Nasıl konuşacaktı?
"Bu masa biraz köşede. Rahatsız olursan diye uzak bir yere geçelim dedim."
Anlayışlı haline gülümseyerek baktı Dila. Başını usulca salladı nazik hareketine karşı. Yavaş adımlarla masaya ilerleyip etrafına bir göz attı hızla. Fazla kalabalık değildi mekan, daha doğrusu etraftaki masalarda pek bir kimse yoktu. Derin bir nefes alarak rahatça oturdu masaya. Mehmet'de karşısına hızla otururken, hemen el kaldırıp garsonu çağırdı. Bir süre sonra yanlarına gelen garson ile bakışları kesişti karşısındaki adam ile.
"Hoşgeldiniz efendim, ne alırdınız?"
Gülümseyerek ona bakan adama bakmaya devam etti.
"Çayın yanında bir şey ister misin?"
Hızla başını iki yana sallayıp, ellerini stresle masanın üzerinde birleştirdi.
"Hayır, teşekkür ederim."
"O halde bize iki çay kardeşim."
Garson başını sallayarak hızla yanlarından ayrılırken, bakışlarını göle çevirdi Dila. Ördekler ve kazlar o kadar fazla olmasa da küçük gölü dolduracak kadar güzel bir görsel şölen sunuyordu insanların gözüne. Korkuluklara sarmalanan sarmaşıklar, yemyeşil içini açıyordu insanın.
Yeşil.
Koyu yeşil gözleri aklına geldi genç kızın.
Yakınına geldiği her saniye içinde kaybolduğu koyu ormanları, öylece göz kapaklarına sinmiş gibi, gördüğü her şey de onu anımsatıyordu kalbine.
"Nasılsın?"
Gözleri önce göldeki dalgalanmayı izledi. Ardından korkuluklardan sarkan çocuklara baktı. Yavaşça bakışları ona en içten gülümsemesiyle bakan adama çevirdi.
Nasıldı?
Ne haldeydi?
Verecek olduğu cevap, ne kadar doğruydu?
"İ-iyiyim.-"
"Sen nasılsın?"
O da ellerini masanın üzerinde birleştirip, gözlerini bir saniye olsun kırpmadan ona bakmaya devam etti.
"Ben-"
Derin bir nefes çekti içine.
"Ben çok iyiyim Dila."
Gülümseyerek başını eğdi. Heyecanı o kadar güzeldi ki, o kadar güzel bir insandı ki onun beslediği derin duyguları görmezden gelemiyordu genç kız. Kim böylesine kısa sürede bu radde de bir sevgiye sahip olabilirdi ki?
"Demek bu haftasonu ailen geliyor? Ne kaldı ki, 2 gün sonra.."
Başını salladı sakince.
"Evet, gelecekler."
"Şimdi bizim burda konuşacağımız konunun neticesinde, ailelerin tanışmasına mı adım atacağız?"
Kahve gözlerinin parlayışına baktı.
Adım atacaklardı.
"S-sanırım öyle olacak gibi.."
Durgun sesi, ne kadar düzeltmeye çalışsa da kendinden bağımsız yine çıkmış, karşısındaki adama her tonuyla geçmişti.
Bakışlarının durgunlaşmasını izledi usulca. Gelen çay servisi ile aralanan dudakları yavaşça kapandı.
Sadece izledi Dila.
An be an kırdığı adamın gözlerinden geçen duyguları izledi.
Giden garson ile bakışlarını önündeki çay bardağına, kenarındaki şekerlere çevirdi.
"Bu konular nasıl konuşulur, nasıl bir sonuca varılır pek bilmem ben Dila. Hayatımda hiç bu tür şeylere adım atmışlığım yok. Heyecanım, telaşım bundandır, mâzur gör lütfen. -"
Çayından bir yudum aldığını gördü göz ucuyla.
Bakamıyordu yüzüne.
Baktığı an içine batan şey an be an büyüyor, allak bullak ediyordu anlam veremediği kalbini.
"Madem bu masada biz bir sonuca varacağız, lütfen düşüncelerini söyle bana? Gönlün razı mı bu işe?"
İşte gelmişti o korktuğu soru.
Gözlerini bardağından çekmeden derin bir nefes aldı. Bakışları önce masadaki ellerine, ardından yüzüne tırmandı genç adamın. Geriye dönmeyecek, doğru bildiği yoldan gidecekti. Olanca gücüyle bakışlarını kahve bakışlar da tutmaya çabaladı. Bütün cesaretini diline topladı Dila.
"Mehmet benim için en doğru olan kişi s-"
"Afiyet olsun."
İçine batan kanca, delik deşik etmişti kalbini.
Öylesine bir darbe indirmişti ki yüreğine, hissizlik diline vurmuş, odaksız bakışları Mehmet'e öylece takılı kalmıştı bomboş bir şekilde.
"A-ağam, hoşgeldiniz."
Karşısındaki adamın hızla yerinden kalkışını, saygıyla ellerini önünde birleştirmesini izledi boş gözlerle.
Peşindeydi.
Bırakmayacaktı.
Bedenine zorla hükmedebildiğinde yerinden kalkabilmişti. Başını öylece eğdi önüne. Sadece bekledi diyeceği sözleri, vurguları..
"Ağam biz alışveriş listesini beraber almaya çıkmıştık Dila'yla. Gitmeden de bir çay içelim dedik."
Bakışlarını usulca saygıyla durumlarını anlatan adama çevirdi genç kız.
O'na bakmayacaktı.
Bakmayacaktı değil mi?
Usulca döndü bakışları onu yakıp kül edecek olan yeşil karası bakışlara.
Gözlerinde gördüğü cam kırıkları öylesine batmıştı ki yüreğine, şaşkınca soluklandı Dila.
Bakışlarında gördüğü başka duyguların başkaldırışları ona öylesine net geçmişti ki, ne olduğunu anlayabilmek için daha uzun baktı yeşillerine.
Tâki yeşiller ondan kopana kadar.
Bakmaya devam etti. Dumura uğrayan kalbini sakinleştirmek için derin bir nefes almak istese de, ne alabilmiş, ne de kalbini sakinleştirebilmişti. Hali, öylesine farklı bir boyuta geçmişti ki, gözlerini gözlerinde tutmayışı bile ellerinin boşalmasına, ciğerlerindeki nefesinin son kırıntılarını dışarı salamadan boğazına takılmasına neden olmuştu.
Rahatlaması gerekmiyor muydu?
Neydi bu his?
Bedenini ele geçiren sancı, neydi böylesine içini yakan?
Burnunun ucu sızladı. Gözlerine hücum eden gözyaşlarını zorla göndermeye çabaladı geri. Neden bir anda duygusallaştığını sorgulamadı Dila bu sefer.
Bedenini her sorguladığında, cevaplarının canını daha çok yakacağını biliyordu çünkü.
" Mesele, yorgunluk çayından fazlası gibi görünüyor Mehmet?"
Mehmet'in başını önüne eğişini, sol eliyle ensesindeki saçları karıştırmasını izledi Dila.
"A-ağam biz Dila ile tanışma yolundayız. Allah nasip ederse ailelerimiz tanışacak bu hafta. O yüzden son kez bir konuşmak istedik de."
Karşısındaki adamın açıkça dudaklarından dökülenler ile şaşkınca ellerine baktı. Alacağı tepkiye şimdiden yüreği ağzına gelirken, gözlerini kapattı usulca. Bağıracak mıydı? Kızacak mıydı?
Belki de işinden olacaktı Mehmet. Vicdan yükünü daha şimdiden yüreğinde hissederken, ellerini sıktı korkuyla.
Fakat duyduğu şeyleri hiç hesap etmeyen kalbi bir an için duraksadı.
"Mutluluklar o halde."
Dudaklarından çıkan sözler, kime aitti?
Başını şaşkınca kaldırdı eğdiği yerden. Gözleri hızla yeşil gözlere dönerken ona bakmayan adama şaşkınca bakmaya devam etti. Bir anda böyle değişmesi şaşkına uğratmaktan daha öte bir duyguya sürüklemiş, soluğunu kesmişti sanki genç kızın.
Bitmiş miydi?
Vazgeçmiş miydi?
"İşini bitir, şirkete gel."
"Başüstüne ağam."
Yüzüne bir kere bile bakmadan arkasını dönüp giden adamın arkasından baktı Dila. Sessizliğini, kaç gündür üzerine çöken durgunluğu düşündü elinde olmadan. İlk gördüğü, ilk tanıdığı adamdan eser bile kalmamıştı.
"Ucuz atlattık, kızacağını düşünmüştüm."
O' da öyle düşünmüştü.
Bakışları hala giden adamın arkasında takılı kalırken çekmek istedi gözlerini.
Çekmek istedi.
Bakmak istemedi ona.
Lakin bilmiyordu ki düşündüklerini yerine getiren bedeni çoktan kontrolden çıkmış, sapmıştı çok başka yollara.
Zümrütleri titreyerek bakmaya devam etti ardından. Bir anda göz göze geldi bakışları, yeşillerle. Başını hızla tekrar sabitleyerek, daha uzun ve dikkatli baktı ağasına. Bakışı, öylesine zayıftı ki, hissetti Dila.
Bittiğini, sona erdiğini hissetti.
Birkaç saniyeyi bile geçmeyen bakışmaları hemen kesilirken tekrar arkasını dönüp giden adama bakakaldı genç kız. Başını usulca önüne indirdi. Gözlerinin hareleri titreyerek masadaki bardaklarda, süslemelik çiçeklerde dolandı.
Dudakları öylece ne diyeceğini şaşırmış gibi aralanırken, nefes almak istedi. Dakikalardır tıkanan ciğerlerini ferahlatmak, göz pınarlarına dolan damlaları engellemek istedi alacağı nefesinin verdiği güç ile.
"Dila.. İyi misin güzelim?"
Güzelim.
-İlk göz ağrım..-
Duyduğu ses ile birden başını kaldırırken, kalbinin atışını boğazının dar kemerinde hissetti. Onun güzelim deyişinin yanında bile kulaklarında çınlayan ses öylesine yerle bir etmişti ki kalbini, tutunacak bir yer aradı bedenini sabitlemek için. Kemiklerini sızlatan kalbinin ritimleri öylesine ağrıtmıştı ki sol yanını, masaya dayanarak soluklandı sessizce.
Ne yaşamıştı biraz önce?
Bu duruma gelecek ne görmüştü gözlerinde? Bakışlarındaki neydi böylesine nefesini kesen? Kalbi ne heyecandan, ne de korkudan patlayacak noktaya gelmişti..
Nedenini, hiçbir zaman kabul etmeyeceği sebepler aklının, fikrinin, kalbinin en ucra köşelerine dolmaya başlamış, zümrüt gözlerinin parıltısını söndürmüştü bir anda.
"Dila otur istersen, iyi görünmüyorsun."
Telaşla sesi kulaklarına çok uzaktan gelirken, kulaklarından uğuldayan çok başka bir ses tınısı vardı.
- Mutluluklar.
-Mutluluklar.
"M-mehmet ben,-"
Naif sesi, her an ağlayacak hissinin verdiği güçsüzlük ile kısık çıkarken, karşısındaki adamın ondan tarafa gelen adımlarını son dakika farkedebilmişti.
Sevmediği bir adam, nasıl doğru yol olurdu bir insana?
Olmazdı..
"Mehmet ben istemiyorum."
Başını kaldırarak kısaca bir bakış atıp kaçarcasına çantasına uzandı.
"Ne istemiyorsun Dila, anlamadım?"
Başını itiraz edercesine iki yana salladı Dila.
"Ben, hazır değilim böyle bir şeye. Lütfen yoluna bak olur mu?"
"Dila ne diyorsun sen?"
"N-ne olur zorlama."
Dolan gözlerini gizlemek istercesine başını çevirerek hızla çıkışa yürüdü.
Ağlayacaktı.
İçinden kopup gelen bu istek, gözlerini sızlatacak derece de doldurmuştu tuzlu gözyaşları ile.
Burnunu çekti ihtiyaçla. Dudaklarının arasında bekleyen hıçkırığı salmamak için sıkıca bastırdı dudaklarını birbirine. Arkasından bağıran adamı bile görmeyen gözleri, duymayan kulakları ile hızla yolun karşısına geçti. Korna sesleri bir bir yükselirken karşı kaldırıma kendini zor atmış, ona bakan Mehmet'e dönmüştü dolu gözleri ile.
Ona bakan gözleri öylesine şaşkındı ki, haline üzüldü Dila.
Onu, böylesine bırakacağı için parçalandı masum kalbi.
Başını çaresizce iki yana salladı. Önünden geçen bir dolmuşa hızla el kaldırarak zar zor attı kendini boş cam kenarı bir koltuğa. Dudaklarına hapsettiği hıçkırığı hızla kendini dışarı bırakırken arkası kesilmeyen kısık ağlamaları birbirini takip ederek yakmıştı yüreğini. Gözlerinden damla damla akan gözyaşlarını tutmadı Dila.
Ne söylediklerine ağlıyordu, ne de arkasında bıraktığı adama..
Kalbinde hissettiği bu darlık, göz kapaklarına yapışan olanca yanlış görüntüye ağlıyordu Dila.
Yanlışa susayan tarafı öylesine bastırıyordu ki duygularını hiçbir şeye ne yönelebiliyordu, ne de odaklanabiliyordu. Aklından hiç çıkmayan adamın yanlış adam olması, vicdanına yüklediği ağır darbelere maruz kalmasına sebep oluyor, kendini günden güne daha kötü, zayıf hissetmesine neden oluyordu.
Bir ağaydı.
Herkesin dilindeydi.
Evliydi.
Olmaması gereken her şey, kaçtığı her şey bir bir önüne çıkarken nasıl bu histen kurtulacağını düşündü.
Kurtulmuştu değil mi?
Gözlerinde gördüğü kırıklar, vazgeçişler onu kurtarmalıydı bu histen.
Başını usulca vurdu cama. Kendine gelmeliydi. Aklı, kalbi, düşünceleri kendine gelmeli, ona dair ne varsa silip atmalıydı bedeninden. Vurgun yiyen bir gemi gibi dağılan vücudu öylece hakimiyetinden çıkmış, savrulmuştu dört bir tarafa sanki. Ne toplamaya gücü varmış gibi hissediyordu, ne de nasıl toparlayacağını düşünmeye. Yaşadığı bu hissi ne kelimelere sığdırabilirdi, ne de telaffuz edecek kadar güçlü bir bedene hakimdi.
Beyninde yankı yapan olanca yanlış düşünce, bedenini öylesine kıskacına almıştı ki, çırpındıkça her bir uzvu kanıyor, yaralıyordu değen her yerini.
Gözlerinin puslu camından uzunca baktı akıp giden yola.
Nefesini titreyerek içine çekti sakinleşmek için. Yanan gözleri, ağrıyan alnı o kadar gücünü kesmişti ki, göz kapakları kapansa her an uyuyacak gibi hissediyordu.
Kapatmamalıydı.
O görüntüler tekrar tekrar canlanmamalıydı gözünde.
Konağın alt sokağında olan ana yoldan geçtiklerini farketmesiyle hızla şoföre seslendi.
"Müsait bir yerde inebilir miyim?"
Aynadan göz göze geldiği şoför ile hızla bakışlarını çekerken, yerinden kalktı yavaşça. Duran dolmuştan hızla kendini temiz havanın kollarına bırakırken, indiği yerde bir süre akıp giden yolu izledi.
Dağılmış gibi hissediyordu.
Bitmiş gibi.
Son bulmuş gibi.
Saçları rüzgarda öylece yüzüne savrulurken, gözlerini dalgınca açıp kapattı. Gözyaşlarının ıslak yolları rüzgarla birlikte kururken, burnunu çekti bir çocuk gibi. Saçlarını yüzünden çekerek arkasını döndü yavaşça. Adımlarını konağa yöneltti. Düşünmeye, ne yöne gideceğine karar vermesi gerekiyordu. Bu memleket ona iyi gelmemişti, biliyordu genç kız. Buranın havası bile ağır, toprağı bile kavruk bir ateşti. İçine çektiği her yüreği yakacak kadar buğulu sıcağı, kavuracak kadar kızgın ateşi vardı.
Ailesiyle geri dönecekti.
Aklına başka hiçbir çözüm gelmezken, başını iki yana salladı çaresizce. Gözleri usul usul tekrar boşalırken, elleriyle hızla temizledi yüzünü.
Ne ağası, ne de Mehmet..
Bu topraklarda kalacaktı.
Gidecekti Dila.
Başka hiçbir şekilde kurtulamayacağı hislere daha çok kapılıyor, sonu olmayan çıkmazlara adım attığını hissediyordu günden güne.
Yanlışa adım adım yönelen kalbine dur diyecekti.
Uzaklaşmalıydı.
Gitmeliydi.
Bitmeliydi.
***
"Güleser abla, bu akşam teyzemler yemeğe gelecek. Hazırlığınızı ona göre yapın."
Duyduğu sese bir an olsun dönüp bakmazken, ellerini hızla beze sildi Dila. Sırtı hala ona dönük, önünde doğradığı domatesleri tencereye attı hızla.
"Tamam ağam. İstediğiniz, arzu ettiğiniz bir şey varsa deyin hele de yapalım."
Domatesleri karıştırmaya, kavurmaya devam etti sessizce.
Bakmayacaktı.
"Yok. "
Sert sesi mutfakta öylece yankı yaparken, ardından söyledikleri ile yine nefesiyle sınanmıştı.
"Havin ile ilgili bir şey belli edilmeyecek. Anlaşıldı mı?"
"Anlaşıldı ağam. Nasıl isterseni-"
"Oğlum?"
Zülal Hanım'ın sesi ile hızla elindeki kepçeyi bırakıp önüne dönen genç kız, başını kaldırmadan beklemeye devam etti.
"Ne yapıyorsun mutfakta hayrola?"
"Teyzeme bir şey belli edilmeyecek ana!"
"Ben tembihledim oğul, sen telaş etme."
İkisinden de ses çıkmazken tencereden gelen ses ile arkasını baktı omzunun üzerinden. Domates suyunu çekmiş, dibine tutmasına saniyeler kalmıştı. Başını kaldırak neden beklediklerine bakmak istedi.
Bakmayacaktı değil mi?
Gözlerinin hedefi, doğrudan yeşil gözlere tutundu ihtiyaçla.
Öyle farklı bakıyordu ki, nedenini öylesine merak ediyordu ki..
Gözlerindeki kırıkları o mu yaratmıştı?
Masum kalbi bunu bile anlamayacak kadar karışmış, telaşla ordan oraya çırpınıyordu lakin elinden gelen hiçbir şey yoktu.
Olmayacaktı.
"Hadi gel oğul divana çıkalım. Rahatça halletsinler işlerini.-"
Ardından onlardan yana dönen bakışlara bile bakamadı Dila. O kadar derin bakıyordu ki gözleri, çekse kıyamet kopacak, zaman bir anda yok olacaktı.
"Hadi Güleser, elinizi çabuk tutun. Ablamın diyet listesine dikkat et tamam mı?"
"Tamamdır Hanımağam."
Hala gözlerine bakan yeşillere bakamadı Dila. Çekinerek arkasını döndü. Yanan domatese hızla bir bardak su koyarak kaynatmaya devam etti sosu. Adım sesleri ile hızla başını omzunun üzerinden arkasına çevirerek baktı.
Gitmişti.
"Anam Hamiyet Hanım beğenmez de şimdi benim yaptığımı kız, napcaz bilmem ki?"
Telaşla ordan oraya koşan kadına baktı Dila. Hamiyet Hanım, akşam üstü arayıp geleceklerini, güzel bir akşam yemeği yemek istediklerini söylemişti. Zülal Hanım öğlenden bu yana menüyü hızlı hızlı anlatarak ordan oraya koşmuştu.
Çok iyi bir kadındı.
Tüm hareketleri o kadar naif ve hoştu ki, dediği tek bir cümleyi bile kaçırmak kayıp gibi hissettiriyordu. Çok gençti üstelik. Eşinin neden öldüğünü merak etse de kimseye sormaya cesaret edememişti, halasına bile.
"Dila yavrum sos bittiyse getir de dökelim sıcak sıcak."
Düşüncelerinden hızla koparak ince ince doğradığı sarımsakları sosa atıp karıştırdı hızla. Ardından altını kapatarak aldı ocaktan. Hemen yemeğe dökerek servise hazır etti.
"Içecekleri dolaba koyduydun değil mi kızım?"
Başını salladı karşısındaki kadının telaşına karşı.
"Koydum abla."
"Allah vere bu akşam kazasız belasız atlatsak, vallah ağzımdan kaçıracağım diye ödüm kopar. "
Gülümseyerek baktı heyecanla kalbini tutan kadına.
"Sen sakin ol, servise zaten ben çıkarım halamla. Sen mutfakta kalırsın."
"Yaşa kızım. Elim ayağım dolaşır zaten benim hemen. "
Güldü yaşlı kadına bütün stresine rağmen.
Bu akşam bir aile yemeği yenecekti.
Evlilikleri, belki de olacak olan çocukları konuşulacaktı.
"Güleser?"
Bir anda hanımağalarının seslerini duymasıyla ikisi de arkalarını dönerken, masaya dayanarak oturan kadına bakakaldı ikisi de. Güleser ablası telaşla koşarken, onun da ondan hiçbir farklı yoktu.
"Hanımım, iyi misiniz? Noldu?"
"Ilaçlarım nerede? Tuttu yine zıkkım ağrı."
Başını telaşla kaldırıp kendisine bakan Güleser ablası, ellerini hızla savurdu.
"Dila kızım koş Baran Bey'in odasından al da gel hele. Bugün çarşıya çıkarken o alacaktı ilaçları."
Daha ne olduğunu anlamadan merdivenlere koşarken buldu kendini Dila. Hızla merdivenleri aşıp üçüncü kata çıktı. Hanımağasının hali o kadar kötüydü ki, ne kimin odasına gittiğinin farkındaydı, ne de aklına gelmişti aldığı kararlar.
Hızla ağasının odasına gidip düşünmeden kapısını çaldı. Ellerini hızla önünde birleştirip beklemeye başladı. İçerden gelmeyen ses ile tekrar telaşla çaldı kapısını. Yine gelmeyen ses ile ne yapacağını şaşırmış gibi bakakaldı kapıya.
Girmeli miydi?
Odasında olsa ses verirdi, demek ki yoktu. Hızla kapı koluna asıldı. Odasına girdiği an duyduğu su sesi ile gözleri şokla aralandı. Geri adım atmak, çıkmak istedi ama hanımının rahatsızlığının aklına gelmesi ile gözleri telaşla etrafta dolandı. Odasında bulunan çalışma masasına, ardından komodinlere baktı. Yatağın sağ tarafında olan siyah renkteki komodinin üzerinde olan eczane poşetini görmesiyle hemen adımlarını oraya yöneltti.
Yatağın etrafından dolanarak hızla eline aldığı poşete bakmadan gerisin geri kapıya yöneleceği sırada kesilen su sesi ile bakışları bir anda odada bulunan diğer bir kapıyı buldu. Boğazına yerleşen kuruluk bir anlık hareketlerini hızla keserken ıslak adım seslerini işitti.
Görmemeliydi.
O'nu odasında görmemeliydi.
Kendine geldiği an kapıya koştu hızlı adımlarla. Hızla ardından kapatırken ardından duyduğu kapı açılma sesi ile sesli bir nefes bıraktı geniş hole. Saçlarını stresle yüzünden çekerken hızla merdivenlere koşup görüş alanından çıktı her ihtimale karşı.
Mutfağa inip poşeti hemen yaşlı kadına uzatırken bile nefes nefese kalan ciğerlerini sakinleştirmeye çalışıyor, aldığı hızlı ve düzensiz soluklar yüzünden ağrıyan göğsüne basınç yapıyordu eliyle hafifçe.
Saniyeler içinde kurtulmuştu.
O'nu gördüğünde hissedeceği düğümden son an da kaçmıştı.
Gözlerini kapatarak sakinleşmeye çalıştı.
"Dila, yavrum iyi misin?"
Gözlerini açarak ona bakan iki kadına baktı Dila. Başını usulca sallayarak kaybolan sesini bulmaya çalıştı bir çare.
"K-koştum da biraz, ondan oldu."
Nefesini düzene sokmayı az biraz başarabildiğinde gelen araba sesleri ile bütün kadınların başı kapıya yöneldi.
"Ay geldiler."
Telaşla kapıya koşan Zülal Hanım'a bakarak, hızla onu takip etti Dila. Avlaya çıkıp halasının yanına durdu. Bakışları konağın kapısına heyecanla dokunuyor, geri dış kapıya yöneliyordu.
İnmeyecek miydi?
Bir anda başını çevireceği sırada onu gördü.
Gri bir takım elbise giymişti. Siyah gömleği, siyah kuşaklı deri saati, siyah parlak ayakkabıları vardı.
Islak ama buna nazaran düzenli duran kumral koyusu saçları, teninin üzerine güzellik katan kirli sakalları vardı.
Gözlerinin buğusuna baktı genç kız.
Yemyeşil gözlerini çevreleyen kırıklık, ışığı sönen ormanlarına baktı.
Baktı Dila. Ne yaptığını bile farketmeden baktı konağın ağasına. Uzunca baktı günler önce ona neler yaşatan adama. Bütün yoğun duyguları günler içine sığdıran, kaçtığı en büyük duyguyu ise aylara, belki de yıllarına sığdıracak olan O adama baktı.
Gözleri, kabullenmişlikle kapandı genç kızın.
Bakışlarını önce ellerine, ardından eteğinin pilisesine indirdi. Baktıkça içinde kaybolduğu bu durum yüreğini dağlıyor, acısına acı katıyordu an geçtikçe. Kaybolduğu bu bilinmezlik her dakika içine almakla beraber, bırakmayacak kadar kuvvetli bağlarla sarıyordu dört bir yanını.
"Hoşgeldiniz, sefalar getirdiniz abla."
Bakışlarını hissettiği tüm kırık duygulara rağmen kaldırıp gelen yaşlı çınara baktı Dila. Göz göze geldiği bakışlar ile bir an da şaşkınca soluklanırken, ne yapacağını bilemediği için gözlerini kaçırdı hızla.
"Artık sık sık geliriz Zülal. Malum bu sefer de oğlum için nasip ararım."
Zülal Hanım, ablasının bakışlarını takip ederek ayakta bekleyen güzel kıza baktı. Ardından bu konuya açıklık getiren oğluna baktı kadın. Ellerini öylece cebine yerleştirmiş yere bakıyor, bir şeyler düşünüyordu. Çenesinin seğirmesine an be an şahit olurken bu akşamı kazasız belasız atlatmayı diledi Allah'tan.
"Gelmişken seninle konuşacağım çok konu var zaten abla. Divana çıkalım. Muhabbet kahvemizi içerken anlatırım sana."
Yaşlı kadının garip bakışları kardeşini bulurken, nedenini anlamadı dediklerinin.
"Hayrola Zülal? Kötü bir şey mi oldu?"
Telaşlı sesi ayakta bekleyen herkesin dikkatini çekerken, Zülal hızla ablasının kolunu okşadı.
"Tabiki de yok abla. Hadi çıkalım, öyle konuşuruz."
Dila, stresle ellerini sıkarken bakışlarını babetlerinden kaldırmıyordu. Onun hakkında konuşacak olmalarına ayrı telaş ederken, hakkında alacakları başka kararları deli gibi merak ediyordu.
"Peki öyleyse çıkalım bakalım. Havin'im nerededir?"
Zülal hala aşağı inmeyen yeğenine ne diyeceğini bilemezken, bakışlarını konağın iç kapısına çevirdi.
"Hazırlanamamıştır daha. İner birazdan.-"
"Hoşgeldin anne."
Gelen Havin geline baktı Dila.
Baktı uzunca.
Kocasının koluna girişine, başını omzuna yaslayışına baktı.
Koluna dolanan ince elinin üzerinde parlayan alyansına, güzel diğer yüzüklerine baktı.
Titreyen kirpiklerini hızla çekti onlardan. Onları böyle görmek iyi geliyordu Dila'ya.
Kapılmıyordu.
Hissettiği, hissedeceği o derin yangınlara adım atmaktan uzaklaşıyordu.
Derin bir nefes alıp verdi. Bakışlarını önüne gelen tatlı paketine çıkardı bir anda. Şoförlerden birkaçı alınan hediyeleri hizmetlilere verirken hızla ellerini açıp aldı büyük süslerle kaplı kutuyu. Mutfağa yöneleceği sırada göz bebeklerine yansıyan itme hareketi bir anda hareketlerini öylece durdurmuş, dikkatle bakmasına neden olmuştu.
Koluna sarılan parmakları, teyzesi arkasını döner dönmez itmişti Baran ağa.
Hırsla koluna yapıştığı Havin'in kulağına eğilerek sinirle tüm öfkesini ona kusmuştu.
"Eğer böyle bir hareketi annene güvenerek tekrarlarsan, gözümün hiçbir şey görmediğini sana kanıtlarım Havin. Beni sakın zorlama!"
Yanlarından hızla geçen kıza yan gözle bakarken, tuttuğu kolu hızla itti tekrar.
"Umarım anlamışsındır beni!"
Ceketini düzelterek konağa girdi yavaş adımlarla. Mutfağın önünden geçerken ne kadar başını çevirmek istemese de, bedenine söz geçirememenin cefasını yine çekmiş, bakmıştı usulca. Koşuşturan kadınların arasında tezgaha öylece dayanarak nefeslenen, saçlarını ferahlamak istercesine boynundan uzaklaştıran kıza baktı Baran.
Bakmayacaktı.
Başını çevirip önüne döndü. Kendine verdiği tüm sözleri bir bir tutacak, bozmayacaktı kararını. Adımlarına devam edip divana çıktı hızla. Arkasından gelen adım seslerine bakmak için omzunun üzerinden geriye baktı.
Elinde ağzına kadar dolu olan tepsiyle merdivenleri çıkmaya çalışıyordu.
Hızla çıkışına baktı. Tepsidekileri kontrol ediyor, iki basamak çıktıktan sonra durup dizine yaslıyor, kayan tabakları düzeltiyordu.
Halini, onu görmeyen bakışlarındaki telaşı izledi Baran.
Kendine engel olamadan izledi. Baktı içinin yandığı, daha çok yanacağı güzelliğine.
Bir anda başını kaldırmasıyla göz göze geldiler. Koyulaşan yeşil zümrüt gözlerine baktı. Simsiyah kirpiklerinin çevrelediği sönük hareleri, kırmızı dalların sardığı beyaz göz içlerine baktı.
Ağlamış olma ihtimalini düşünmek istemedi Baran.
Onu son gördüğünde mutluydu. Gözüne serilen, başka adama gülümseyen görüntüleri öylece gözlerini çekmesine, adımlarını hızlandırarak yukarı çıkmasına neden oldu. Bundan sonra gözünün göreceği her yerden kaçınacak, görmeyecekti onu. Gördükçe yüzünü aldığı olanca karardan, düşündüğü onca şeyden cayması an meselesi olacaktı çünkü.
Bunu O'na yapmayacaktı.
"Oğlum Serhad'ımı bir ara istersen, nerde kaldı bilmem ki?"
Teyzesinin sesi ile bakışlarını kaldırıp ona baktı. Annesi ile yan yana oturmuş ona bakıyor, bir cevap bekliyordu.
Nerde kaldığı açıktı.
"Aradım. İşi varmış!"
"Allah Allah, ne işiymiş bu? Dün de tembihledim halbuki."
"Rahat bırakın adamı-"
Divana oturup, kuzeninin arkasını toplayacağı yerde daha çok dağıttığını farketmeden konuşmaya devam etti.
"Özel işleri vardır belki."
Teyzesinin şaşkınca ona dönmesine aldırış etmeden masanın kurulmasını izlemeye başladı dalgınca.
"Özel iş mi?-"
Bakışları şaşkınca kardeşine dönerken, onun da oğlunu izlediğini farketti.
"Hayırdır Zülal, bilmediğim ne vardır?"
Ona dönen bakışlarına dikkatle bakarken, sessizce nefslendi.
"Abla sen Serhad'a uygun birini buldun evet lakin o da gönlüne uygununu bulmuş sanırım."
Şaşkınca kardeşine bakan bakışlarını yeğenine çevirdi hemen.
"Öyle bir şey olmadığını söyledi bana. Siz nerden bilirsiniz?"
"Baran'la konuşmuşlar herhalde. Baran söyledi bana da."
Bakışları, masayı aceleyle kurmaya çalışan kızda dolaştı Hamiyet Hanım'ın. Vazgeçecekti demek bu güzel kızdan. Oğlunun sevdiği kız varken neden bu evlilik işine razı geldiğini anlamadı lakin yaşlı kadın.
"Benim bulduğum kıza razı geldi Zülal bu oğlan. Madem sevdiği vardır, neden razı geldi bu işe?"
Kardeşinin anlamayan bakışlarını gördüğünde, kafasının karışıklığını gözlerinde gördü. Aynı duruma kendisi de düşerken oğluyla konuşmayı, kimin nesi olduğunu öğrenmeyi aklına not etti.
***
"Dila, canım bana bir bardak su versene ya?"
Gelen ses ile başını çevirip Zilan Hanım'a baktı Dila. Hızla başını sallayarak sürahiden bir bardak doldurdu. Masaya, tam önüne koyarak suyunu bitirmesini bekledi.
"Ne bekliyorsun kız?"
Utanarak gözlerini kaçırdı ona sıcacık bakan kızdan.
"B-bitirmenizi."
Gülümseyen güzel yüzüne baktı Dila. Abisi gibi kumral saçları, kahve gözleri vardı. Boyu ne uzun, ne kısaydı tıpkı kilosu gibi. Çok güzel bir kızdı.
"Beklemene gerek yok canım, çünkü onlar gidene kadar burda oturacağım."
Şaşkınca gözlerini kocaman açıp genç kıza baktı telaşla.
"Neden ki?"
Önce burun kıvırmasını, ardından kusuyormuş gibi hareketler yapmasına dudakları şaşkınca aralanınca, ne diyeceğini bilemedi bir an.
"Aramızda kalsın ama teyzemi pek sevdiğim söylenemez."
Fısıltı gibi çıkan sesine, yüzünün şekilden şekile girmesine dudaklarını bastırarak gülme isteğini bastırdı.
"Gül gül, tutma kendini."
Dudaklarından kaçan kıkırtıya engel olamazken, gözlerini kısarak gülmeye devam etti birinin duyacak olmasının korkusuna rağmen.
"K-kusura bakmayın ben bir an-"
"Ay ne kusuru, biz arkadaşız seninle."
Samimiyetine gülümseyerek bakarken mutfağa telaşla giren halasına döndü bir anda.
"Dila kızım çorbalara geçelim, masa hazır."
Hızla başını sallayarak gözlerini Zilan Hanım'a çevirdi.
"Müsaadenizle."
Ona gülen yüzüyle bakan kıza en sıcak gülümsemesini sunarak çorba kaselerine yöneldi. Hızla tepsiye doldurduğu kaseleri dizerek kucakladı yukarı çıkarmak için. Merivenleri bir bir çıkarak herkesin önüne kasesini koydu.
Koyduğu tabağa bir süre bakışını izledi Dila.
Neden bu kadar uzun baktığını anlamak için kaseye çevirdi gözünü. Herhangi bir leke olup olmadığına baktı telaşla.
Neden baktığını anlamayacak kadar masumdu.
Gözlerini mecburi çekerek geri indi mutfağa. Ardından yemekler, tatlılar sırayla servis edilip akşam yemeği sonlandı. Boş tabakları ayakları sızlaya sızlaya mutfağa getirip nefeslendi genç kız. Sıra kahveye, isteyene çay vermeye gelmişti.
Tezgahın üzerindeki bir yığın bulaşığa baktı. Hızla birkaçını temizleyip makineye yerleştirdi. Artan yemekleri bir kovaya biriktirip hayvanların yiyebilmesi için çöp koydukları konteynırın yanına bırakacaktı gündüz vakti. İçine birkaç tane de ekmek doğrayıp ağzını kapattı. Hızla tezgahın altına yerleştirip geri devam etti toplamaya.
"Kızım götür hele kahveleri, kimse çay içmiyormuş. Bir tek ağamız acı bir türk kahvesi istedi. Diğerleri orta şekerli istiyor."
"Tamam hala."
Ellerini hemen silip kahve yapmaya koyuldu. Herkese orta şekerli kahve yapıp, en son sade bir türk kahvesi yaptı. Fincanı tepsinin en köşesine koyup ayırt edebilmesi için, diğer fincanlardan biraz uzaklaştırdı. Ellerini temizleyip kuruladıktan sonra tepsiyi tutup çıkmaya başladı divana.
Önce O'na verecekti.
Bakışlarını Havin gelinin yanında oturan adama çevirdi. Karısının sessizliği karşısında o da sessizce oturuyor, öylece yeri izliyordu dalgınca.
Hali, bilmediği, anlam veremediği daha birçok acıyı yüreğine toplamış, bırakmamaya ant içmiş gibi bağlıyordu görünmez iplerle kalbine.
"Eee Zülal, yakında büyükanne olacaksın, daha ben bile olamadan.."
Hamiyet Hanım keyifle konuşmasına devam ederken, kahvesini vermek için eğilmişti Dila.
Konu, çok başkaydı.
Hissettiği bu şey.. Başka olmaktan çoktan çıkmıştı.
"Nasip abla."
Zülal Hanım'ın dalgın sesi, Havin gelinin heyecanla konuşmaya dahil olması saniyeler içinde gerçekleşmişti.
Hala kahvesini almamıştı.
Gözleri, usulca döndü yeşil gözlere. Sadece neden almadığını anlamak için bakacaktı.
Yüreği öyle çok ağzına gelmişti ki, terleyen avuçlarından kayan tepsiyi sabitlemek için hızla bakışlarını kaçırıp tepsiye döndü.
"Hayatım kahveyi beğenmediysen yeniden yapsınlar."
Hayatım.
Titrememek için kendini kastığı bedeni öyle çok sızlamaya başlamıştı ki, sessice soluklanmak, rahatlamak istedi. Gözlerine yansıyan kalın bir el, tepsiden bir fıncan kahve alırken, hızla diğerlerine yönelerek dağıtmaya başladı kahveleri.
"Ellerine sağlık kızım."
Hamiyet Hanım'a tebessüm etmeye zorladı dudaklarını.
"A-afiyet olsun efendim."
Hızla yerinden doğrulup birbirine dolanmak üzere olan bileklerini sabitleyerek yürümeye başladı. Merdivenleri hızla inip mutfağa zor attı kendini.
Hayatım.
Mutlulardı.
Belki de bütün sorunlarını çözmüşlerdi.
Hamiyet Hanım'a karşı yapılan hiçbir şey yoktu belki de.
Çünkü onun duyamayacağı bir köşede oturuyorlardı.
Mutlulardı.
Gözlerinden birer damla yaş aktı çaresizce.
Olması gereken de zaten bu değil miydi?
Hissettiği bu şey, günler önce ona o kadar şeyler yaşatan adama mıydı? Sürekli bakışlarına hapseden adama mıydı? Yukarda karısı ile oturan, ailesiyle vakit geçiren adama mıydı?
Hıçkırığı öylece geceyi delip geçti Dila'nın.
Ardı ardına döküldü dudaklarından sancılı hüzünleri.
Nasıl bu hale gelebilmişti? Nasıl bu utanca adım atabilmişti? Nasıl kendine engel olamamıştı bu raddeye gelene kadar? Küçük avcunu zorla dudaklarına yasladı. Boğuk hüznü, dudaklarına yaslı avcunda yankı yaparken, sessizce iç çekti.
Utanıyordu.
Kendinden, onu gördüğünde hızlanan kalbinden utanıyordu.
Başını çaresizce iki yana salladı. Tutamadığı hıçkırığı tekrar dudaklarından kaçarken hızla çıktı mutfaktan. Koşar adımlarla gittiği dar koridorda gözlerinin neminden bir şey göremezken, hızla odasına gitti. Kapısını kapattığı an yere yığılan bedeni ona öylesine yük binmişti ki, ayakta tutamadı kendini.
İçli hıçkırıkları bir bir kopup gelirken yüreğinden, sancıyan gözlerini sildi koluyla. Dudaklarını duyulmasının korkusuyla ısırırken, elini boğazına götürdü.
Boğulacakmış gibi hissettiren bu duyguya verdiği anlamı diline alamadı.
Alamadı.
Nasıl alabilirdi ki?
Evli bir adama karşı hissettiği bu duygu, utançtan başka hiçbir şey değildi.
Kalbini, kirletmişti bu gece Dila.
Kabullendiği onca gerçekle, gözlerine serilen, kaçtığı onca görüntü ile kirletmiş, bulanmıştı yanlış hislere.
Ağladı Dila.
Kaderine, kaybettiği benliğine ağladı.
Bu gece, kendini yok ettiği, kaderinin dikenli tellerine takılıp kaldığı o geceydi.
***
Mardin.
Sarı renginin hüküm sürdüğü, sevdaları yangın yerine çeviren o derin çukurlarla dolu olan, içine aldığını bırakamayan, bırakmasına izin vermeyen o kederli şehir..
Mardin.
Sevdayı tattığı, kalbine kor alevleri hiç acımadan attığı, yakıp küle çeviren, tek bir toprağında bile onun izini arayacağı şehir..
Mardin.
Gözünde O'nun güzelliğiyle, O'nun varlığıyla, O'nun teniyle can bulduğu şehirdi.
Bu şehir gözüne her serildiğinde aklına gelecek tek kadını kalbine kazımış, sonsuza kadar yarasını yüreğine hapsetmişti çaresiz.
Sessice soluklandı Baran.
Bugün gördüğü o görüntülerden sonra yolunu bir anda çevirmiş, çok başka yollara sapmıştı O'nun için.
O'nun için.
Yanında hissettiği korkuyu, telaşı, kaçışı anımsadı kalbi acıyla. Her yaklaştığında gözlerine akın eden o korku bugün karşısındaki adama karşı yok olmuş, sıcacık gülümsemelere dönüşmüştü. Her yaklaştığında kaçmaya çalışmaları, bugün aynı masaya oturup yollarını cizmelerine dönüşmüştü.
İstediği her şeyi, karşısındaki adama vermişti hiç şüphesiz.
Başını dikip baktı sarı şehire. Gecenin ağırlığı şehire değil, yüreğine çökmüş, nefesini an be an kesmeye yemin etmiş gibi tıkamıştı ciğerini.
Gülümseyen görüntüsü aklına her geldiğinde hissediyordu daha çok bittiğini.
Bu gece bitmişti Baran için. Bu gece yandığı kadın için dönmüştü gideceği yolundan. Beklediği hayallerinden bir bir vazgeçmiş, sonlandırmıştı aklında da, fikrinde de.
Yanında mutsuz olmasını izlemektense, başkasıyla mutlu olmasını izlemeyi yeğlerdi.
Yüzünden eksik olmayacak gülümsemesini görmek için kabul etti her şeyi Baran.
Başkasıyla olmasını, başkasını sevmesini, başkasıyla mutlu olma düşüncesini..
O'na dair her şeyi bir bir kabullendi yüreği sızlayarak.
Çaresizce izledi sarı şehri.
Bu topraklar yüreğine konan ateşe şahitliğini an be an kanıtlarken, yüreğine gömen kadını da görmüştü bu gece. Içinde yeşeren onca umudunu bugün başka bir adama bakışında öldürürken, mutlu olmasını diledi elinden baska hiçbir şey gelmezken.
Sadece mutlu olmasını diledi.
Kiminle olursa olsun, sadece mutlu olsun istedi.
Gözlerini kapatıp başını önüne eğdi Baran ağa. Içine yerleşen acıyı an geçtikçe daha cok hissederken yapamayacağından korktu.
O'na bakmaktan..
O'nu izlemekten..
O'nun olduğu her hayali aklında hala canlandıracak olmasından korktu.
Korkuları, acı verirdi bir insana. Korkuyla yaşamak, her adımında korkuyla tereddüt etmek yanlışa sürükler, geri dönemeyeceği yollara sokardı insanı.
Korkuyordu.
O'nu korkutmaktan..
O'nu üzmekten..
O'nu tamamen kaybetmekten ölesiye kokuyordu Baran.
Bu gece kaderinin yolunu ondan ayırmıştı. Ona çıkan her çıkmazı bir bir silmiş, onsuz olan yollara, yolların getireceği yıllara adım atmıştı.
Bu gece onsuzluğa adım atmıştı yüreği yangın yerine dönen adam..
Zümrüt gözlü kız, bu gece son bulmuştu aklında.
***
Umarım beklediğinize değen, beni daha çok seveceğiniz bir bölüm olmuştur. Hızlı yazılan bir bölümdü. Hatam varsa gözünü kırpın. O srada diğer cümleye geçiverin dhdhdhdh.
-Baran CİHADOĞLU-
-Dila KARAGÜL-
#yürekyangını.
🔥
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top