4. BÖLÜM~ GECENİN YANGINI~

"Zaten kader böyle değil miydi? Ansızın olan her şey, bir başlangıca gebe olurdu.."

Yanlış başlangıçlara..

***

1 HAFTA SONRA...

Dila, telaşla yaptığı tatlının şerbetini döktü. Eli ayağı birbirine girmiş, yaptığı topuz, her yerinden fırlamıştı sanki.
Nefesiyle önüne gelen saç tutamlarını üfleyip her yerinde gezdirdi kızgın şerbeti. İnşallah yetişirdi. Yetişemezse yiyeceği azarı, alamayacağı parayı düşünmüştü. Daha da telaşlandı. Geç kalmıştı. Düğün başlamıştı. Yemek merasimine daha geçilmese de anca şerbeti yerini bulur dinlenirdi diye düşündü heyecanla. Koca koca tepsilerle baklava yapmış, beli yanı kopmuştu bir haftadır ağrıdan.

Hızla şerbetini döktüğü baklavaları köşeye çekip üzerine bez kapattı dinlenmesi için. Dolaba attığı vişne hoşafını da çıkarıp bardakları hızlıca tepsilere dizmeye başladı. Sırayla doldurmaya başladı hepsini. Her şey hazır olsundu. Sonra aceleye gelir, herkes şaşırırdı ne yapacağını diye düşündü.

Hoşafları da doldurduktan sonra tepsileri masaya dizdi. Etrafına bakıp yapması gereken başka bir şey var mı diye düşündü. Derin bir nefes alıp kendini sandalyeye bıraktı yorgunlukla.

Ölmüştü bir haftadır.

Her gün sabah akşam Cihadoğlu konağına gelmiş, yardım etmişti halasına. Bir yandan da sevinçliydi aslında. Tarlaya gitmekten kurtulmuştu. Ellerine baktığında artık iyileşiyordu.. Hafif izleri kalmıştı yaraların ama acıtmıyordu canını. Bir haftadır ayaklarına kara sular inmişti lakin. Ağanın evlenmesi böyle bir şey demekki, diye düşündü şaşkınca. Konak dolup taşmıştı bir haftadır adamla, insanla. Koca Mardin'e kurbanlar kesilip dağıtılmıştı. Ellerini anlına götürüp ovuşturdu sıkıntıyla. Parayı da gönderememişti daha. Eli mi değmişti? Başını kaşıyacak zamanı bile olmamıştı ki. Mehmet'le olacak olan buluşmaları da kalmıştı.

İyi olmuştu.

Uğraşacağı en son şey bu meseleydi. Uzak durmak en iyisiydi. Gözlerini ovuşturdu Dila yorgunca. Uyku akıyordu gözlerinden. Halası da kendisi de çok yorulmuştu bir haftadır. Her gün gelmiş ya dolma, ya tatlı yapmışlardı. Ucu ucuna anca bitirmişlerdi işleri. İç çekti usulca. Bir bardak buz gibi şerbeti öylece içti, yanmıştı içi. Koşuşturmaktan karnını bile doyuramamıştı. Tekrar doldurup tekrar içti dila kana kana.

Onu kapıdan izleyen yeşilleri, hala farkedememişti yorgun zümrütleri.

Baran ağa, gidemiyordu. Kala kalmıştı mutfağın kapısında öylece. Bir haftadır baktığı kıza, sessiz sedasız yine bakmıştı. Bakışları, bakış olmaktan çıkmıştı bir haftadır.

Yanmıştı Baran Ağa.

Bir haftadır ne söz geçirebilmişti kalbine, ne uyabilmişti mantığına.

Öylece izlemişti uzaktan zümrüt gözlü kızı. Yapsa ne yapacaktı? Cayamazdı düğünden. Teyzesine sözü vardı onun, tutacaktı sözünü. Evlenecekti kızıyla. Çaresizlikle nefesini bıraktı hole. Gözlerini çekti güzel kızdan.

Tutacaktı kendini. Bu günaha girmeyecekti. Ne kendine yapacaktı bunu, ne karşısındaki güzele yapacaktı. Bir haftadır, sanki herkesi ezip geçebilecek kadar öfke doluydu gözleri.

Yakmıştı önüne çıkanı acımadan. Herkes nasiplenmişti gazabından. Derin bir nefes alarak bakışlarını gelen adamına çevirdi hiddetle.

Mehmet, bir umut Dila'yı görme umuduyla mutfağa yöneldi. Kapıda ağasını görür görmez önünü ilikledi saygıyla.

"Ağam emrettiğiniz gibi bütün çevre köylere, kapı kapı dolaşılıp erzak, et dağıtıldı. Camii de mevlüdünüz okutulacak bir saat sonra. "

Baran Ağa, mutfağa bakmaya çalışan Mehmet'in hareketlerine baktı öylece. Diyecek bir sözü yoktu. Ansızın karşısına çıkan bu kız, geç çıkmıştı.

"Tamam, çıkalım yetişelim namaza."

Mehmet, hemen kenara çekilip yol verdi ağasına.

"Buyrun Ağam."

Baran, hızla uzaklaştı mutfaktan. Bir daha da yaklaşmamaya yemin etti o an. Ya kendini yakacaktı bu yolda, ya da teyzesini..

Kendini heba etti çaresizlikle. Teyzesinin hatrına koca Mardin'i yakar, yıkardı. İki günlük kız için teyzesini ne üzer, ne kırardı. Üzülmemesi gerekiyordu onun. Ellerinde büyüdüğü, her düştüğünde annesinden önce dizlerini üfleyen kadındı o. Nasıl kıyardı güzel kalbine. Hızla konaktan çıkıp arabalara bindi herkes. Bir sürü araba, komvoy şeklinde camiye gidiyordu. Dolup taşacaktı bugün her yer.

Bugün, Baran Ağa evleniyordu.. Elinde lokumu, tatlısıyla dizilmişti herkes yollara. Korumalar herkesin elindekini alıyor, koyuyordu arabaya sığdığı kadar. Sıkıntıyla iç çekti Baran. Nasıl olacaktı aklı almıyordu lakin olduracaktı.

Başka çaresi yoktu bu saatten sonra..

****

Dila, bir yandan şerbetleri dağıtıyor, bir yandan da oynayan kalabalığa bakıyordu. Kimse, sığamamıştı koca konağa. Sokaklar dolup taşmış, yemekler yetişmemişti.

Son gelen misafirlerin de şerbetini doldurduktan sonra reyhani dansını eden gençlere, sözlülere baktı Dila.

Daha Havin gelin ile Baran Ağa etmemişti reyhani havasını. Merakla herkes onları beklerken tatlılar yenmiş, buz gibi içeçekler içilmişti yaz sıcağına karşı.

Halasına bakındı Dila. Onu diğer hizmetlilerle köşede beklerken gördü. Hemen yanına adımlamaya başladı hızla.

"Dila'm bitti mi yavrum şerbetler? Var daha demi vallah yandı herkes akşamın sıcağında. Masaları kontrol edin de biteni doldurun."

Halasına kafa salladı Dila hemen.

"Baktım hala. Sürahiler dolu daha. Bitmemiş."

Hatice, başını sallayıp etrafa bakındı. Mehmet'le göz göze geldi. Acıdı genç delikanlıya yaşlı kadın. Gönlü ondan yanaydı lakin kim geri çevirirdi bir başka ağayı. Dila, varacaktı el mecbur Serhad ağaya. Derince iç çekip yeğenine baktı Hatice.

Gönlü Mehmet'e vardı bilinmezdi lakin inşallah varmamıştır diye düşündü kederle. Başı önünde eğik, tepsiyi tutuyordu minik ellerinde.

Dila tekrar başlayan reyhani havasıyla kaldırdı eğik başını. Hâlâ yoktu beklenen kişiler. Herkes söylenmeye başlamış, görmek istediklerini belirtmişlerdi ama bir türlü ortaya Havin gelin ve Ağa çıkmamıştı. Hava değişti. Oyun havaları çalmaya başladı. Halaylar çekildi. Zılgıtlar inletti bütün Mardin'i.

Gece bittikçe Havin daha da sabırsızlaşıyordu. Bir an önce ağa karısı olmak, bunu herkese, göğsünü kabarta kabarta göstermek istiyordu. 24 yaşında bir genç kızdı. Güzeldi. Gençliğinin verdiği birçok hata yapmıştı ama artık kurtulacaktı her şeyden. Baran'ın ne kadar iyi bir koca olacağını biliyordu Havin. Samet defteri onun için kapanmıştı artık. Ne kadar kendine engel olmak istese de olamadığı günlerin pişmanlığını yaşıyordu elinde olmadan.

Başını iki yana sallayarak derin bir nefes aldı ve yanına baktı. Yoktu Baran. Gelmemişti. Biliyordu, gelecekti ama istemiyordu. Görüyordu bunu Havin. Annesi sayesinde ağa karısı olacaktı. Dini nikah kıyılmıştı birkaç saat önce. Resmi nikahın gününü erkene alamamışlardı. Bir hafta sonraya kalmıştı.

Bir şey olmaz dedi Havin içinden. Bu geceyi atlattıktan sonra, hiçbir şey olmazdı. Olmayacaktı. Aklı zehirdi Havin'in. Ne yapar eder kurtulurdu bu işten de.

Zülal'in gözleri akşamdan beri oğlunu arar dururdu lakin hala gelmemişti. Ya caydıysa, diye geçirdi içinden. Eyvahlar olsun, dedi. Ablası bu rezalete ne dayanır, ne de ayakta durabilirdi. Üzüntüsünden perişan olurdu. Daha dikkatli bakındı kalabalığa. Sonunda kalabalık gençlerin arasında görmüştü onu. Serhad'ıyla ayakta bir şey konuşuyorlardı. İkisinin de yüzlerindeki ciddi ifade, kalbini çarptırdı yaşlı kadının. Yanlarına yürüdü hızla. Herkesin içinde yeri Serhat Ağa'nın yanı değil, eşinin yanıydı. Hemen koluna asıldı oğlunun Zülal telaşla.

"Oğul sen ne edersin burada. Herkes sizi bekler görmez misin?"

Baran, anasının sesiyle ona çevirdi sinirli bakışlarını. Alev çıkıyordu gözlerinden.

Orman gibi gözleri, yangın yeriydi bu gece.

"Odaya çıkarın."

Zülal, duyduklarıyla daha bi şaşırdı.

"Oğul daha oyununuzu etmediniz. Herkes bekler."

Baran Ağa, hırsla dişlerini sıktı. Anasından kolunu çekti.

"Size, odaya çıkarın dedim ana."

Zülal anladı oğlunu. Bir aksilik yapmasın diye kabul etti hemen. Başını sallayarak Havin geline yürüdü usulca. Nasıl olacaktı, nasıl geçinecekti böyle? Hışmı, bir türlü yüzünden çekilmiyordu oğlunun.

"Kalk kızım odana çıkalım."

Havin, teyzesinin sesiyle bakışlarını bir anda gördüğü simadan çekip teyzesine baktı telaşla. Titreyen gözlerini kayınvalidesinde dolandı..

"Tamam anne."

Hızla kalktı yerinden. Kaçarcasına koştu konağa. Samet bir aksilik yapmaz inşallah diye geçirdi içinden. Bu geceyi mahfederse, ne yaparım, diye düşündü korkuyla. Bakışları bakış değildi. Anlamıştı Havin.

Dila, bütün hizmetlilerin yukarı yönelmesiyle o da takip etti herkesi. Hızla elindeki tepsiyi bırakıp gelin hanımın odasına yöneldi. Hanımağa'sının sesiyle ona döndü Dila hemen.

"Kızlar, odayı bir kontrol edin hele. Bir eksik var mıdır? Kokular sürüldü mü çarşaflara?"

Dila hızlıca başını salladı.

"Hemen bakayım hanımım. "

Havin, telaşla durdurdu onu. Yastığın altındaki bezi, görecekler diye aklı çıkıyordu.

"Gerek yok, başım dönüyor geçelim hemen odaya."

Zülal, başını tutan gelinine baktı. Kafa salladı sadece.

"De hayde o zman. Gelir birazdan Baran'ım."

Havin, heyecanla kafa salladı. Zülal önden, gelini arkasından Baran Ağa'nın odasına girdi. Büyük olan oda, gözlerini kamaştırmıştı Dila'nın. Kocamandı. İki tane daha kapı vardı odanın içinde. Biri lavaboydu besbelli. Diğerini bilemedi Dila. Çok büyük bir odaydı.

"Biz çıkalım o halde kızım. Çarşafını unutma hemi?"

Havin, tedirgince cevap verdi karşısındaki kadına. Bu gece bu işi halletmeliydi. Hər şeyi kurmuş, planlamıştı.

"Tamam ana. Koyarım kenara."

Zülal, usulca başını salladı. Sabahı görebilecekler miydi Allah bilirdi. Herkes çıktı odadan. Havin heyecanla yastığın altını kontrol etti. Pencereye koşup avlaya baktı. Merdivenleri çıkıyordu Baran. Duvağını indirip yatağa oturdu. Beklemeye başladı ne olacağını bilmeden..

Dila, merdivenleri hızla inmeye başladı. Şerbetleri kontrol etmeyi unutmuştu telaşla. Önüne gelen uzun tutamlarını eliyle yanaklarına itti geri. Merdivenlerden çıkan ağasını görünce hemen kenara çekilip, başını eğerek yol verdi. Baran, merdivenin başında, ona yol veren güzele baktı.

Baktı son kez.

Başını geri önüne devirip çıkmaya başladı merdivenleri. Elinden ne bir şey geliyordu, ne de engelleyebiliyordu bu geceyi. Olacaktı olan. Havin karısı, eşi olacaktı. Sözünü tutacaktı teyzesine. Adımlarını hızlandırdı. En üstü kata çıktı Dila'nın yanından geçip giderek.

Bakarsa dayanamayacaktı. Biliyordu.

Odasına yöneldi içindeki dertle. Usulca açtı kapıyı. Girdi odasına. Havin Baran' ı görür görmez kalktı yataktan. Heybetiyle doldurmuştu odayı kocası. İstek varoldu içinde. Bütün her şeyiyle karşılık verecekti bu gece. Sadece en zor kısmı atlatmak vardı onun için.

Baran, kapının önünde bekledi bir süre. Baktı eşi olan kuzenine. Nasıl karısı yerine koyacaktı, nasıl dokunacaktı aklı almıyordu. Mecburdu, olacaktı bu gece. Karşısındaki kadını düşündü. Ona yapamazdı bunu. Teyzesinin emanetiydi o. Baktı duvaktan görünen yüzüne. Usulca yanına vardı karısının. Ceketinin iç cebinden kutuyu çıkardı. Duvağın altından taktı boynuna gerdanlığı.

Davul zurna sesi daha susmamıştı avladan. Gözlerini kapatıp nefes aldı Baran ağa. Duvağını kaldırdı karısının. Havin, gözlerini çevirdi kocasına. Heyecandan kalbi duracak, bir aksilik çıkacak diye ödü kopuyordu. Böyle olsun istemiyordu ama. Hazırlanmalı, kocasının gönlünü hoş etmeliydi. En güzel kokularını sürmek, en güzel geceliğini giymek istiyordu.

"Ağam, müsade edersen hazırlanayım?"

Baran Ağa baktı Havin'e. Başını salladı usulca.

"Ben aşağıdayım. Gelirim yarım saate."

Havin heyecanla kafasıını salladı. Yarım saat ona yeterde artardı bile. Kocasının odadan çıkışını izledi. Çıkmasıyla koştu dolaba gizlediği telefonu almak için. Gördükleriyle korkuyla iç çekti. Samet kaç kez aramış mesaj atmıştı. Hemen mesaj yazmaya koyuldu.

-Yarın, eski harabelerde buluşalım.

Başka türlü durduramazdı onu. Biliyordu. Gidecek, hevesini geçirecekti. Kaç kez gizli iş yapmıştı Havin. Yine yapardı. Bu geceden sonra tek gayesi hamile kalmaktı. Ondan sonra kimse gönderemezdi onu Cihadoğlu konağından.

Ellerindeki telefon titreyince hemen banyoya koştu. Kapıyı kitleyip kısık sesle açtı telefonu konuşarak.

"Vaayy, açıldı telefonum sonunda. Daha girmedin mi kocanın koynuna Havin gelin?"

Havin, sinirle telefona tısladı.

"Kes sesini Allah'ın belası. Ne istiyorsun daha? Gelecem dedim ya."

"Yetmiyor Havin, yetmiyor.. Bana beni sevdiğini söylemeden, benim koynumda daha mutlu olduğunu demeden bu telefonu kapatmayacam. "

Sarhoştu. Aklının yerinde olmayışı, yayık olan kelimelerinden belliydi. Sabırla iç çekti Havin.

"Bende seni seviyordum ama artık ağa karısıyım ben Samet. Senin devrin bitti. İyi günler geçirdik tamam ama bitti artık. Unut beni. Git başkasını bul artık. Birazdan kocam gelecek, hazırlanmam gerek. Yoluna bak bu saatten sonra."

Hızla kapattı telefonu. Hemen üzerine en beğendiği kırmızı geceliğini giydi. Kokularını sürdü. Gözlerine hafifce çekti sürmesini. Son kez aynadan kendine bakıp odaya girmek için kapıya yöneldi.

Ne Havin, kapının dibinde, gözleri geceyi kavuracak kadar yanan Baran Ağa'ı bekliyordu..

Ne de Baran Ağa, Havin'den bu ahlaksızlığı..

Tiksinerek baktı karşısındaki yarı çıplak kadına Baran. İyi ki de gelmişti odaya silahını almak için. Kendi silahıyla tek şarjör mermiyi ardı ardına boşaltacak, geceyi başlatacaktı. Adet yerini bulmalıydı. Oyununu oynamamıştı. Bunu yapayım, diye düşünmüştü lakin gece daha başlamadan bitmişti onun için.. Çekti gözlerini önündeki ahlaksızdan. Baktıkça, elinden bir kaza çıkacaktı, biliyordu.

Gözleri, yakmıştı Havin'i. Bakışları korkuyla titredi. Duymamasını diledi. Titreyerek konuştu bir çare.
"A-ağam."

Baran, fırtınadan önceki sessizliğiyle yaklaştı Havin'e.

"Üzerini değiştir."

Havin, ağladı. Yalvardı.

"Ağam, yanlış anladın yemin ederim. Ben etmedim, zorla oldu. Yemin ederim sana. Namusumun üzerine yemin ederim. Yalvarırım etme bunu. Yalvarırım. Ben tem-.."

Sözünü kesen kollarına yapışan kuvvetli ellerdi.

Baran hırsla çekti kendine Havin'i.
Sesi, felaketi, depremleri andırıyordu. Yakacaktı Mardin'i. Havin'i. O her boku yediği adamı..

"Olmayan namusuna, şerefine mi yemin ediyorsun Havin?"

Tiksinerek itti onu elleriyle. Dokunmak bile midesini bulandırıyordu.

"Yazık.. Ama sana değil, teyzeme yazık. Yüz karasısın sen onlara."

Havin, hıçkırarak ağlamaya başladı.
Ne yapacağını, ne düşüneceğini şaşmıştı aklı. Bir anda kollarına satılan kuvvetli eller ile banyoya fırlattı onu.

"Üzerini değiştir, yoksa öyle çıkacaksın bu odadan. Hoş, utanman arlanman olmadıktan sonra, çıplak bile çıksan sesin çıkmaz."

Havin, bi çare giydi üzerine dolabından bir kıyafet alıp. Gözlerindeki sürme akmıştı ağlamaktan. Ne yapacağını düşündü. Aklına ne bir şey geliyordu ne de elinden.. Baba evine gittiğinde olacakları düşündü. Abisi yaşatmazdı, vururdu. Ağladı Havin.

Haline, cahilliğine ağladı. Çıktı yavaş adımlarla banyodan. Kollarına sarılan, kuvvetli kollar, yakıyordu canını. Tutundu elleriyle Baran Ağa'ya.

"Annem nasıl dayanır Baran. Nasıl üzülmez? Yapma bunu nolursun."

Duymadı onu Baran ağa. Tiksinti, başkaldırmıştı yüreğinde. Eğer dokunmuş olsaydı, en çok da kendinden tiksinecekti Baran, buna emindi. Hızla çıkardı odadan. Merdivenlere savurdu öfkeyle.

****

"Dila yavrum, tatlıdan kaldı mı koyda yiyelim. "

Dila, daha bir haftadır tanıştığı, halasının iş arkadaşı olan Gülsüm teyzesine baktı gülerek. Kalktı ayağa.

"Var Gülsüm abla. Koyayım hemen. Şerbet de içer misin?"

Gülsüm, yorgunca başını salladı.

"Pek iyi olur valla."

Dila, tezgaha yönelerek tabak çatal aldı. Diğer masadan tatlının ağzını açıp koydu birkaç kesme baklava. Gülsüm ablasının önüne koyduktan sonra dolaptan şerbeti çıkarıp bir bardak doldurdu. Onu da önüne koyup geçti masaya geri.

Bir anda konaktan bağrışma seslerinin yükselmesiyle ikiside şaşkınca başlarını kaldırıp göz göze geldiler. Mutfağa telaşla giren halası, korkuyla konuştu.

"Eyvahlar olsun, eyvahlar olsun. Bu da mı gelecekti başımıza Allah'ım?"

Dedikleri korkuyla kalbinin atmasına sebep oldu Dila'nın. Birine bir şey olma ihtimali yedi beynini. Hemen ayaklanıp hole çıktılar.

"Oğlum ne edersin dellendin mi sen? Yapma dur."

Zülal hanım, oğlunun koluna yapışmış elinden yeğenini, gelinini almaya çalışıyordu. Dila korkarak baktı Baran ağanın öfkesine. Gözleri kızarmıştı öfkesinden. Elleriyle eteklerinden tutundu korkuyla. Ne yapacağını bilemez bir şekilde öylece bekledi halasının arkasında.

Baran Ağa, öfkeyle savurdu elleriyle tuttuğu Havin'i holün ortasına. Tekrar baktı karısı olacak kadına.

"Koynuma soktuğunuz haini geri götürüyorum evine."

Bağırarak sarfettiği cümleler ile herkes korkuyla, en çok da şaşkınca iç çekti. Zülal, başını çevirip çalışanlara baktı. Gülsüm, Hatice ve yeğeni dizilmiş kocaman gözlerle onları izliyordu. Kederle kalbi çarptı yaşlı kadının. Döndü öfkeden deliye dönen oğluna.

"Oğlum ne dersin sen? Ne olur bir sakin ol. Konuşalım dur hele."

Ateş gibi yan gözleri anasına döndü.

"Konuşulacak bir şey yoktur ana. Bu durumda ne yapılır en çok sen bilirsin."

Zülaal, Havin'e döndü bir umut. İtiraz etsin, açıklasın istedi. Oğlunun üzeri daha giyinikti. Lakin gelini üzerini değiştirmişti. Aklı almadı kadının.

"Çarşafın nerdedir kızım?"

Havin, korkuyla çevirdi gözlerini cevap vermeden.

Baran Ağa güldü sinirle. Gülüşü, çok şey barındırıyordu.

Ya bu konağı yakacaktı, ya da nikahına aldığı ahlaksızı. Teyzesi aklının bir köşesinde kalakaldı öylece. Öfkeli bakışları Havin'i buldu öylece.

"Ulan hangi cesaretle benim koynuma böyle girecektin Havin sen? Ne yapacaktın? Konuşsana lan? Hangi yürekle kalkıştın sen bu işe?"

İnletti Baran ağa koca Mardin'i. Davul zurna sesinden kimse duymamıştı lakin onu. Herkes müjdeli haberi beklerdi dışarda.

"Yalvarırım etme Baran. Annem dayanamaz."

"Ananı sen düşünmedin de ben mi düşüneceğim ha?"

Ağlayarak teyzesine baktı Havin. Ablasına en çok o kıyamazdı. Zülal çaresizce izledi oğlunu; öfkesini, hışmını..

"Sen nerden bilirsin oğul? Daha damatlığınla durursun?"

Baran Ağa çevirdi bakışlarını. Bir anda çakıştı gözleri zümrüt gözlerle. Baktı uzunca ona titreyen gözbebekleriyle bakan güzel kıza. Bir anda öfkesi sönerken durulan yeşilleri annesini buldu.

"Sor yeğenine ana. Ne haltlar yediğini bir bir anlatsın telefonda nasıl anlattıysa."

Zülal, şaşkınca baktı duyduklarıyla karşısında iki büklüm olan kıza.

"Havin kızım, ne ettin sen?"

Havin hıçkırarak konuşmaya başladı.

"T-eyze ben p-işmanım. Y-emin ederim. "

İnanmasını istedi Havin. Teyzesinin yufka yüreğini bilirdi. İnansın, arka çıksın istedi. Kollarına asılan ellerle, daha çok ağladı.

"Seni bilirim Havin. Kimseye boşuna gözyaşı dökme. Bundan sonra bırak bu konağı, bu Mardin'e adım dahi atmayacaksın. Teyzemin hatrına Serhad bilmeyecek bu işi, yoksa öldürmekten beter ederdi seni, bilirsin."

Dila, bakamadı ağanın hışmına. Çekti korkarak gözlerini. Hala şaşkındı. Nasıl böylesine bir hata yapmıştı Havin gelin? Şaşkınlıktan nefesini bile tutmuştu Dila.

"Yalvarırım yapma Ağam. Annemi düşün ne olur."

Zülal, çaresizce baktı oğlunun gözlerine. Baran bakmadı anasına. Çoktan anlamıştı çaresizliğini. Kızının günahını kendi ödemeyecekti Baran.. Ne kadınlığını, ne kendini istiyordu Havin'nin. Hırsla itti kolunu. Bir anda yanan gözleri, çalışanları buldu.

"Odamı boşaltın. Bu pisliğe dair tek bir şey bile görmek istemiyorum!"

Hareketsizce duran hizmetlilere ateş püskürdü Baran Ağa.
"Hemennn!"

Bir anda harekete geçti Hatice ile Gülsüm. Dila hala korkudan adım atamamıştı bir gıdım. Gözleri, telaşla titredi. Halası, Zülal Hanım'ın yanına koştu telaşla.

"Hanımım nereyi hazırlayalım?"

Zülal, sinirli bakışlarını yıllardır yanında çalışan Hatice'ye çevirdi. Sinirliydi Havin'e. Nasıl böylesine bir terbiyesizlik yapar, yüzlerini yere eğerdi. Bizi düşünmedi, hasta annesini, abisini de mi düşünmemişti bu kız?

Yazık, dedi içinden. Çok yazık, dedi. Oğlunun da başını yakmıştı. Koskoca Baran Ağa'yı rezil rüsfa etmişti. İlk kez böylesine bir sinir, hiddet barındıran sesi duyulmuştu bu yıllanmış konakta.

"Bu kattaki misafirlikten birini hazırlayın. Çok bile ama ablamın hatrına her şey."

Baran, anasından duyduğu sözlerle rahatlamıştı. Kadın niyetine yanına sokmamış, razı gelmişti ayrılmasına. Düşünmeye gerek bile yoktu onun için. Tek bir saniye beklemeden baştan beri yapmak istediğini yaptı.
"Boş ol."

Zülal, baktı oğluna. Ne dili vardı bir şey demeye, ne gönlü. Başını yere eğen bu kadına yapması gerekeni yapıyordu.

Havin, kızaran gözlerini ağasına çevirdi. Telaşla ayaklarına tutundu Baran ağanın.

"Dur. Söyleme nolur. Yalvarırım."

"Boş ol."

Havin daha çok ağladı. Fayda eder miydi? O bedeninin kötülüğünü, kirini değil, kalbinin kötülüğünü ödüyordu bu gece. Her şeyi haketmişti.

Baran, gözlerini bir haftadır içini yakıp kavuran zümrütlere çevirdi. Korkuyla, telaşla bakıyordu kendisine. Son sözlerini zümrütlerden çekmeden döktü dudaklarından.

"Boş ol Havin."

Bitmişti.

Havin, konakta kaldığına şükredecekken, daha ilk geceden kocası tarafından boşandığına ağladı. Tek şansını da kaybetmişti.

Baran, ayağını Havin'nin ellerinden kurtarıp anasına döndü.

"Odasından bir dakika değil, bir saniye çıktığını görürsem, yakarım ana bu konağı."

Zülal oğluna, kafa salladı sadece. Tek derdi, ablasına ne diyeceğiydi. Havin bu saatten sonra umrumda bile değildi yaşlı kadının. Ne yüzünü çevirip bakardı, ne de düştüğünde kaldırırdı. Yüzlerini kızartmıştı Havin. Rezil etmişti.

Baran son kez zümrütlere bakıp merdivenlere yöneldi. Odasına çıkıp ne var ne yoksa dolaptan fırlattı yere. Kendi kıyafetlerine kokusu sinen her şeyi attı umursamaadan. Öfkesini, asıl kişisinden çıkaramadı, kıyafetlerinden çıkarmıştı hırsla.

Zülal, holde öylece bekleyen Dila'ya döndü.

"Kızım gel hele."

Dila, koşarak gitti hanımının yanına.
Titreyen sesiyle konuştu.

"Buyrun hanımım."

"Yukarı çık. Çöpüne kadar her şeyi taşı aşağıya. Gülsüm 'le Hatice'yi yanıma gönder, işim var onlarla. İşiniz bitince bir yere ayrılmayın, konuşacağız."

Dila, hızla başını sallayıp, hemen koştu merdivenlere. Hızla ağasının odasına gitti. Gülsüm ablasıyla halası yerden kıayfetleri topluyor, kaçamak bakışlarla deliren ağaya bakıyorlardı. Gözlerini hışmını savuran ağaya çevirdi.

Keşke çevirmeseydim, dedi içinden.

Yanacaklardı.

Kader, çizilmişti çoktan..

Baran, öylece dikilmiş odaya giren kıza baktı bir an. Neydi böyle gözlerini çekmesini engelleyen kuvvet? Bedenini ele alan yangının farklı bir his olduğu anladı o an.

O, hiç yanmamıştı ki..

İlk kez yüreği yangın yerine dönmüş, aklı başından gitmişti Baran'nın. Öfkesinin dindiğini hissetti zümrütler karşısında. Derin bir nefes alıp verdi yorgunca. Cama ilerleyip yaslandı usulca. İzlemeye koyuldu her şeyi unutup zümrüt gözlü kızı.

Onu izlemek, ona en iyi gelen şeydi kısacık zamanda.

Bundan sonra da tek iyi gelen olurdu muhtemelen.

Haline bir kez daha yandı Baran. Ellerini, pantolonun cebine koyup, öylece baktı telaşla yerden kıyafetleri kucağına dizen kıza.

Dila, halasının yanına hızla eğilerek kulağına yaklaştı telaşla fısıldayarak.

"Hala, Zülal Hanım sizi istiyor aşağıya. Ben getirecekmişim kıyafetleri, sizle işi varmış."

Hatice telaşla ayaklandı. Kısık sesle yatağı gösterdi yeğenine.

"Yatağın çarşafını yastığını da sök kızım. Temizle iyice aman diyim. Allah'ım sen koru ağanın gazabından. Delirdi delirdi."

Söylenerek, Gülsüm'ü de alıp çıktı koşarak odadan. Çıktı çıkmasına da, Dila dikilip kalmıştı öylece büyük odada. Titreşen göz bebekleriyle gözünün ucuyla baktı Baran Ağa'ya.

Göz göze her gelişlerinde, kalbi boğazında atıyordu sanki. Hemen devam etti işine. Heyecanını bastırmaya çalışarak topladı yerdeki her şeyi. Doldurabildiği kadar doldurdu kucağını. Ne kadar çok eşyası vardı böyle? Hemen ayaklanıp koştu aşağıya zar zor. Misafir odasına girip dizmeye başladı dolaba. Havin gelin sakinleşmiş, öylece yere bakarak düşünüyordu kara kara. Haline üzüldü Dila.

Kim bilir ne yaşamıştı da kendini koruyamamıştı, diye kederlendi içten içe. Hep korkmuştu öylesine bir şey yaşamaktan. Kimseyle yanlız kalamaz, başına bir iş gelecek diye hep diken üstünde yürümüştü yollarda.

Zordu kadın olmak.. Allah'tan insaf etti de baba ocağına gitmedi Havin gelin diye düşündü. Gitseydi ne olurdu Allah bilir? Bir düzine kıyafeti dolaba güzelce yerleştirdi Dila. Dışarda hala eğlence devam ediyordu. Bekliyordu herkes. Lakin daha ne yapacaklarını bilmiyordu Dila. Hemen geri koştu yukarı. Yine cam kenarında bekliyordu ağası.
"Geç kaldın."

Duyduğu sesle, bir anda hareketleri dururken bakışları tedirgince buldu onu. Nefesini tutup baktı ağasına. Sesini bulabilirse konuşacaktı. Kısık sesiyle konuştu en sonunda ellerini önünde birleştirip. Başını yine mabedi olan göğsüne indirdi.

"Anca yerleştirdim ağam. Özür dilerim daha hızlı olurum."

Baran, duyduklarıyla yatışan sinirinin saman alevi gibi tekrar harlandığını hissetti. Hiddetle doğruldu yaslandığı camdan. Neredeyse 15 dakikadır bekliyordu bu kızı. Korktu, çekindi diye düşünürken, O gitmiş, ahlak yoksunu kadının kıyafetlerini mi düzenlemişti? Yanan gözleri, onu yakan gözlere çevrildi sinirle.

Dila, korkuyla bir adım geri attı. Elleri titriyor, aklı çıkıyordu bir şey olmasından. Başını yere eğmiş, işiteceği azarı, sinirini bekledi çaresizce. Gözleri titredi sancıdan.

Ona yaklaşan hızlı adımlarla, nefesini tuttu usulca. Gıkı çıksa, sanki ateş püskürecekti ağası. Daha da küçüldü yerinde mümkünmüş gibi..

Ayak parmak uçlarına denk gelen simsiyah ayakkabılarla kalakaldı Dila.

"Kaldır başını."

Dila, kaldırmadı.

Kaldıramadı.

Çenesinde hissettiği elle dondu o an.  Dokunuşunun verdiği telaşla adımları hızla geriye giderken şaşkınca başını kaldırdı ona dokunan adamı görmek için. Zümrütleri, kocaman olmuştu hareketi karşısında. Utanç, usulca yayıldı yanaklarına.

Baran, ondan utançla kaçan güzele baktı yatışan siniriyle.

Dokunmak..

Başkaydı.

İçi giderek baktı karşısında yanakları al al olan kıza. Daha önce böyle bir kız ne görmüş, ne de görmeye yeltenmişti ama bu ansızın karşısına çıkan kızın halleri hiç beklemediği, ummadığı bir şekilde başka geliyordu gözüne, kalbine.. Tarazlaşan sesiyle konuştu kendinden emin bir şekilde.

"Utanması gereken, başını eğecek olan sen değilsin. Hele ki, hizmet edecek olan, hiç değilsin. Sadece bu odayı temizle. Burdan götürdüğün tek bir kıyafeti katladığını görmeyeyim.."

Dila, hızlıca başını salladı.

"Başüstüne Ağam."

Hemen yere eğilip kalan kıyafetleri toplamaya koyuldu. Bu gece bir an önce bitsin, kurtulsun istedi Dila. Şaşkınca kalakaldı farkettiği şeyle. Az kalsın eli çenesine gidecekti. Dokunmuştu ona.

Şaşkınca iç çekti.

Daha önce yaşamış mıydı Dila böylesine bir şey?

Yaşamamıştı.

Buu topraklarda ne mümkündü elinin erkek eline değmesi..

Değildi.

İlk dokunanın Baran Ağa olması, onu hem utandırmış, hem de yerin yedi kat dibine sokmuştu. Utançla titredi gözleri.

Göz ucuyla bakmaya çalıştı ona. Yine göz göze geldi yatakta oturmuş, kuvvetli kollarını dizlerine yaslamış, onu izleyen adamla. Utançla gözlerini kaçırıp tekrar ayaklandı kucakladığı kıyafetlerle. Hemen aşağıya indi Havin gelinin odasına. Öylece koydu dolaba. Hemen çıktı odadan bir azar işitmemek için. Halası ve Gülsüm teyzesi nereye kaybolmuştu bilmiyordu. Gerisin geri çıktı ağanın odasına.

Yerdeki kıyafetler bitmişti. Dolaba yöneldi orman yeşili gözlerin hapsinde. Kapağı açık olan dolaptan gördüğü bayan kıyafetlerini almaya uğraştı. En üst katta dizili renk renk kıyafetleri gördüğünde ayak parmak uçlarında yükselerek aldı zor şer.

İnce beline, süzülen kumral güzeli saçlarına baktı Baran Ağa.

Unuttuğu bir şeyle sıktı yumruklarını. Hışımla sol parmağındaki gümüş yüzüğü çıkararak sıktı yumruğunun içinde. Lanet etti kaderine, hayatına. Geç çıkmıştı karşısına bu kız. Geç yakalamıştı zümrütlerini.. Geç görmüştü güzelliğini..

Güzellik miydi?

Yoksa güzelliğine gizlenen o farklılık mıydı onu çeken?

Yeşillerini, tekrar çevirdi üst rafa uzanmaya çalışan kıza. Hala kalan kıyafetleri almaya çalışıyor, dolan kucağını daha çok doldurmaya çalışıyordu.

Kalkıp yardım etmek istedi ince belinin gözünün önünden kaybolması için. Ayaklanarak arkasına yaklaştı ince bedeninin.

Sonunda almayı başarmıştı kıyafetleri Dila. Burası sondu. En son çarşafları değiştirecek, bitecekti eziyeti yeşillerin. Kaçarcasına çıkmak için arkasını döndü. Kucağındaki kıyafet yığınıyla çarptı bedenine. Şaşkınca döndü zümrütleri yeşillere.
"Kusura bakmayın, göremedim ben."

Tireyerek konuşan kıza baktı Baran. Boyunun kısa olmasıyla, eğdi başını zümrütleri görebilmek için. Lakin ne mümkündü.

Daha saniyelerce bakamamıştı bu zümrütlere. Kac dakika göz göze gelse de incelemesine fırsat bile vermeden yine kaçırıyordu gözlerini.

Daha önce böyle bir göz rengi ne görmüş, ne de denk düşmüştü.

Tekrar baktı gözlerini kaçırarak özür dileyen şaşkın kıza.

Dila hemen çıktı dolapla onun arasından. Kalbi, duracaktı. Nefesi bile teklemiş, zor soluklanmıştı merdivenlerin başında. Hemen bırakıp geldi geri. Havin Gelin yatmıştı yatağına. Öylece uzanıyordu.

Çok rahat diye geçirdi içinden ister istemez Dila. Düşünmek istemedi fazla. Geri girdi ağasının odasına. Camın önüne geçen adamı görmesiyle hemen yatağa yöneldi.

Gül yapraklarının serili olduğu çarşafları bozmaya kıyamadı Dila. O serpmişti bu yaprakları özenle. O sermişti bu çarşafları halasıyla.

Şaşkınca topladı en üstteki çarşafı. Yastıkları da içine atıp topladı bohça gibi. Gördüğü şeyi bir an idrak edemedi. Baran, daldığı güzellikteki duraksamayı farkettiğinde bakışlarını bütün gece uzak tuttuğu ssüslenmiş yatağa çevirdi.

Çevirmez olsaydı.

Kanlı bez, yastığın altında duruyor, hazırda bekliyordu.

Dila, utançla kızardı. Gözlerini gözlerine çeviremedi bile Baran ağanın. Böylesine bir plan, böylesine bir ince detay kimin aklına gelirdi, diye düşündü Dila. Her şeyi hazır etmiş besbelli diye şaşkınca soludu nefesini. Şimdi korkuyordu asıl ağasından.

Duyduğu öfke dolu sesle hemen başını salladı Dila.
"Çık dışarı."

Hızlıca çıktı odadan. Hemen aşağıya inip çamaşır odasına götürdü çarşafla yorganı. Daha dokunulmasa da temizlenmesi en iyisi diye düşündü kendince Dila. Elindekileri bıraktıktan sonra, yavaş adımlarla çıkmaya başladı merdiveni. Yorulmuştu. Bitmişti. Kara sular inmişti yine ayaklarına. Sonradan yine telaş etti. Yine kızar deyip koşmaya başladı. Hızlıca odanın ne ara kapandığını bilmediği kapısına yöneldi girmek için.

Daha o kapıyı çalmadan kapı hışımla açıldı. Ne olduğunu bile anlayamadan geriye sendeledi bir çığlık atarak. Beline sarılan kuvvetli kol ile zor dengesini sağlarken, şaşkın, utançtan titreyen bakışlarını kolun sahibine, ağasına çevirdi.

Dili lal olmuş, hareket edemez hale gelmişti bedeni.

Baran mı?

İnce beline sardığı kolunu daha da sıkılaştırdı kendinden emin bir şekilde. Kollarındaki güzel, kavurmuştu içini.

İlk kez yakından gördüğü güzel zümrütleri yakından inceledi her bir ayrıntısına kadar. Geceyi aydınlatmak istercesine ışıldıyor, titriyordu göz bebekleri. Boşta kalan tek kolunu da sardı ince beline. Neydi bu his?

Şu yaşına kadar neden haberi yoktu bedenini böylesine yangın yerine çevirecek olan bu duygudan?

Ne yapmıştı daha bir haftadır gördüğü bu kız kendisine?

Hareket edemeyişinden, konuşamamasından anladı Baran kollarındaki ilk göz ağrını..

Ilk göz ağrı..

İlk gördüğü, ilk istediği, böylesine yandığı ilk kızdı o daha rızasını bile almadan.

Kaderine karşı eğilen boynuna karşı çıkmadı..

Ansızın bie sapaktan önüne çıkan bu kızı kollarında görmenin o yoğun hissine gömüldü öylece..

Yanıyordu yüreği..

Yakar mıydı önüne geçeni?

Bilmese de, yakacaktı Baran Ağa.

***
-4300-

Baran Ağa, kollarındaki güzele şükretti o gece.. Bende Baran'ı yazmayı nasip eden Allah'a şükrettim şu an😂😂

Keyifle, heyecanla okumanız dileği ile..

Küçük kutucuktan yorumlarınızı esirgemeyiniz.

Yıldıza da dokunuverin hayrınıza❤⭐

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top