10. BÖLÜM~TEKLİF~


"Mesafe, harlardı kalbimdeki ağır yangını."

Buna izin veremezdim zümrüt gözlü kız.

****

His, farklıydı.

Yaşadığı süre boyunca her türlü histe boğulmuş, her duyguyu en doruklarda hissetmişti kuşkusuz. Yeri gelmişti çok ağlamıştı gözleri sızlayana kadar, yeri gelmişti gülmüştü karnına kramplar girene kadar. Üzülmüştü de, sevinmişti de en derinden. Herşeye rağmen, her defasında ayağa kalkmayı bilmiş, belini doğrultmuştu bastırılan yükün altında. Hiçbir zaman isyan etmemiş, geleni herşeyi ile kabul etmişti. Belki de böyle olduğu için daha ağırları üzerine yükleniyor, bir nevi sınava tâbi tutuluyordu.

Bu sınavda, kalmıştı Dila.

Çırpındığı sürece daha da dibe battığını hissederken, boğulacağını, öylece kapılıp gideceğini biliyordu genç kız dalgalara. Bakışlarının buğusu çözülmeden çevirdi gözlerini gökyüzüne. Ayın ışığı yüzünü, yüzünü çevirdiği her yeri aydınlatırken sessice iç çekti göğsüne batan hislere inat.

Bilmiyordu.

Bu hissin adını, bedenini ele geçirdiği günden bu yana kavurduğu yüreğinde olan şeyleri adlandıramıyordu.

Bilmediği birşeyi hangi insan sorgusuzca kabullenebilirdi ki? Öylece kuşkusuz sarıp sarmalandığı bu hisse kim kendini bırakabilirdi?

Gözlerini kapatarak derince nefeslendi Dila.

"Kızım ne beklersin dışarıda, hava serindir gir içeri hayde."

Başını çevirerek annesine baktı uzunca. Dün gelmişlerdi Urfa'dan. Hanımağasından izin alıp halasının evinde kalan annesinin yanına gelmişti birkaç günlüğüne. Hızla temizlik yaparak kaldığı misafir odasını kardeşine ayarlamıştı. Annesi ile kendisi de salonda olan koltuklarda yatmışlardı. Hala gözlerine bakan annesinin sorgulu ifadesinde göz gezdirdi.

Anlatsa, çözülse yüreği anlar mıydı dilinden?

Yardım eder, yol gösterir miydi ona?

"Anne?"

Bakışları daha dikkatli bakan annesine bakamadı yeşil gözleri. Tekrar bakışlarını gökyüzüne çevirdi.
"Bir haller vardır sende güzel gözlüm? Noldu halan falan mı birşey dedi, canını sıktı?"

'Keşke' dedi içinden.

Keşke halası olsaydı tek derdi..

Başını çaresizce iki yana salladı. Diline dolanan, boğazına düğümlenen o kadar cok cümle, o kadar çok sual vardı ki nasıl ifade edeceğini, nasıl kelimelere dökeceğini bilmiyordu genç kız. Öylece damağına yapışan acı tadı hissetti. Derince yutkunmak istese de boğazında takılı kalan hisler yüzünden duraksadı öylece. Elleri daha sıkı sarıldı eteklerinin serildiği sedir kenarlarına.
"Anne ben dönmek istiyorum."

Başını öylece yere eğdi.

Diyemedi utandığı hislere kapıldığını.

Diyemedi haftalardır kaçtığı bakışları arar olduğunu.

Diyemedi.

"Dön kızım dönmesine de noldu önce onu de hele bana?"

Titreyen dudaklarını zaptetmeye çalışmak boşuna bir çabaydı onun için. Gitmeliydi. Buralardan gitmeli, uzaklaşmalıydı. Ne neden sunacağını bile bilmiyordu annesine.
"Sadece yoruldum anne. "

Birden boynuna dolanarak onu göğsüne çeken annesine karşı koymadı. Gözyaşları bir bir damlarken yanaklarına, öylece titredi sefkatle onu saran kollarda.
"Yoruldum anne. Çok yoruldum ben."

Kısık sesi, içinde çağlayan hislere göre o kadar zayıftı ki ne zaman bu kadar çok kapıldığını, neden böylesine bir durumun içinde kendini bulduğunu bile anlayamıyordu genç kız.
"Güzel gözlüm benim, gidelim. Kıyabilir miyim hiç ben sana ama söyle annene yavrum? Gözyaşlarının sebebi kimdir?"

Kimdi?

Ne için ağlıyordu Dila?

Kim için ağlıyordu?

Hıçkırık, öylece salındı gecenin kör kuyusunda. Ayın parlattığı avlada tek ses iç ceken yüreği iken, derdini derti bilen kadının da iç çekmeleri katıldı ona.

Annesini üzmek istemiyordu ama durduramıyordu içinden dolup gelen hıçkırıklarını.

Her bir hıçkırıkta ağrıdı yüreği. Her bir hıçkırıkta boğuldu gözlerinden akan damlalara an be an. Yarın yine onu görecekti. Yine gözlerine bakacak, ona bakmadığını gördüğünde utanarak çekecekti gözlerini.

Kaç gündür bakmıyordu ona?

Kaç gündür yeşilleri, yeşillerine kapılmıyordu?

Titreyerek bir nefes çekti rahatlamak istercesine. Onu düşünmek, haramdı. Düşünmek, yasaktı.

Ne olursa olsun, o çatı altında herkesin bildiği bir karısı vardı.

Dengi değildi. Bir ağayı düşünmek, ağır gelirdi naif kalbine. Yanında durmak, kırardı tüm kanatlarını. Ona kol kanat germesi bile önüne geçemezdi bu durumun.

O kadar güçlü değildi Dila.

Usulca kalktı annesinin yumuşak kollarından. Çekinerek bir bakış attı. Yüzüne dikkatle bakan, hala birşeyler anlamak isteyen kadının gözleri yaşlıydı.
"Sadece-"

Yalan söylemek, içinde kötü bir his oluşturdu.

"Sizi özledim, hepsi bu."

Başını tekrar dizlerinde birleştirdiği ellerine çevirdi. Parmakları sıkıca birbirinine kenetlenmiş, beyazlanmıştı parmak boğumları.
"Bizde seni çok özledik kızım. Telefonun da yoktur ki, Hatice'yi arasam da çok az denk geldik hep."

Başını salladı annesine.
"Hem burda fazla kazandığım falan yok anne, tarlası da gündeliği de aynı. Urfa'da da çalışırım aynı paraya."

Ona anlayışla bakan annesi usulca kollarını ovuşturdu.
"Allah razı olsun Baran ağadan, karşıladı her bir masrafımızı fazlasıyla. Günümüze yetecek para kazansak yeter kızım bundan sonra, açta açıkta değiliz çok şükür."

Uzunca baktı ellerine.

"Öyle, çok şükür."

"Hadi içeri girelim yeter bu kadar ana kız dertleşmesi. Yarın konağa varırız, teşekkürümüzü eder, çıkar gideriz evimize Allah'ın izniyle."

Sadece başını salladı. Yerinde hareketlenerek doğruldu oturduğu sedirde.
"Sen git, geliyordum birazdan."

"Geç kalma, üşüme dışarda."

Üşüyordu.

Kalbi, titriyordu hissettiği soğuklukla.

Annesinin içeri girmesiyle derin bir nefes aldı. Saat gece yarısına yaklaşmış, cırcır böceklerinin sesi doldurmuştu bahçeyi. Usulca uzanarak yastığa koydu başını. Bakışları uzunca dolandı gökyüzünde. Göz kenarlarından akan her bir damla, ondan daha birçok parça alıp götürürken içinin boşaldığını, rahatlamak yerine boşluk hissinin rahatsız edici eksikliğini hissediyordu.

Böylesine üzüldüğü şey, neydi?

O'na dair, ne onu ağlatıyordu?

Nedenini sorgulamaya kalksa sanki dünya kadar yükün altında kalacak, gücü kesilene kadar çırpınacağını hissediyordu en derinlerinde. Kaçtığı şeyler bir bir göz yaşlarına karıştığında usulca kapadı göz kapaklarını.

Yeşil koyusu gözleri, bir bir doldu göz haznesine.

Hızla açtı gözlerini. Her nereye baksa ona dair birşey aklına gelmesini istemiyordu. Nedensizce kaçıyordu bu durumdan.

Sanki kurtulabilecekmiş gibi.

Yerinden doğruldu usulca. Esen rüzgar sırtına salınan koyu kumral saçlarını hafif dağıttığında toplayarak önüne çekti.

Onun saçları da kumraldı.

Saçları, sakalları kumral, gözleri hepsinin ortasında parlayan ay kadar güzeldi. Mizacını yumuşatan yeşil gözleri aklına yine düştüğünde ayaklandı sedirde. Uyumak, herşeyden kaçmak en doğru olandı şu an. Sessizce girdi eve. Kapıyı kilitleyerek yukarı yöneldi. Bakışları önce misafir odasına kaydı. Kapısı açık olan odadan direk kardeşinin huzurla uyuyan yüz ifadesi serildi gözlerinin önüne. Seslendiğinde rahat duyabilmeleri için kapısını açık koymuşlardı. Son kez bakarak serili yatağına adımladı sessizce.

Oturarak gözlerini saate çevirdi. Gece yarısını çoktan geçmiş, sabaha adım adım ilerleyen akrep ve yelkovana baktı uzunca.

Zaman.

Zaman çok çabuk ilerliyordu.

Onun varlığı, bakışları hayatını dolduralı tam bir ay olmuştu.

Üzerindeki hırkasını çıkararak usulca uzandı yerine. Battaniyeyi üzerine çekerek kıvrıldı dar koltukta.

Aylara hapsolmadan, yüreği daha çok ezilmeden gidecekti bu topraklardan.

Bitecekti bu eziyeti.

***

"De haydi kızım, acele et de otobüse yetişelim."

Başını kaldırarak annesine baktı Dila. Kısık sesiyle mırıldandı dlindeki çarşafa bakarak.
"Yetişiriz anne, otobüs daha akşam saatlerinde."

"Saat zaten öğlene geldi yavrum, anca varırız."

Sessiz kalarak katladığı çarşafı koltuk kenarına koyarak arkasını döndü kardeşine bakmak için. Gözlerine denk gelen kahve gözler onu dikkatle inceliyor, birşey anlamak istercesine uzun uzun bakıyordu sanki. Usulca birkaç adımla kardeşinin yanına yürüdü.
"Ablacım?"

Sesi ile birlikte bakışlarını önce ellerine, ardından diğer tarafına çevirdi. Hareketine anlam veremezken, diz çökerek eğildi önünde. Avuçlarını dizlerine yaslayarak okşadı hissetmeyeceğini bile bile.
"Birtanem, noldu neyin var?"

Bakışları, kucağında birleştirdiği küçük ellerine baktı. Anlamayan bakışlarını tekrar yüzüne çıkarırken sessizce bir nefes verdi. Küçük ellerini, elleri arasına alarak öptü usulca.
"Söyle bana Yusuf?"

Başını çeviren kardeşine dikkatle bakarken, gözlerinin dolduğunu farketmesiyle hızla yerinden doğrularak ellerini yanaklarına bastırdı telaşla.
"Bir yerin mi acıyor?"

Başını öne eğerek iki yana sallayan kardeşine anlamsızca baktı. Kalbinin hareketi karşısında kasılması saniyeler içinde gerçekleşirken, usulca okşadı yanaklarını.
"Niye doldu gözlerin, noldu, söyle hadi?"

"L-lavaboya gitmem gerek."

Derdini anlaması ile derin bir nefes alırken sessizce iç çekti. Başını hızla sallayarak tekerlekli sandalyeyi katta bulunan lavaboya sürdü hızla.
"Bunun için ne zamandır çekiniyorsun Yusuf? Böyle ihtiyaçlarını hemen söylemen konusunda anlaşmıştık seninle ablacım."

Sessiz kalan kardeşinin sessizliğine sustu Dila. Biliyordu, utanıyordu böyle ihtiyaçlarını soylemekten ama söylemek zorundaydı. İçine tamamen kapanarak hayattan tüm ümidini kesmesini, herkesi kabuğunun dışarısında bırakmasını istemiyordu.

Sürekli konuşmak, sürekli birşeyler sorarak susmasını önlemeye çalışmakla geçmişti yılları. Sessizce nefeselenerek lavaboya götürdü kardeşini hızla. İşlerini hallederek avlaya sürdü tekerlekli sandalyeyi. Annesi, yanlarında getirdiği küçük el valizini almış, onları almaya gelen Mehmet'e veriyordu çıktıklarında.

Mehmet.

Daha fazla bakmadan hızla kardeşine çevirdi başını.
"Hoşgeldin delikanlı, ben Mehmet."

Yusuf, başını kaldırarak ona gülümseyerek bakan adama baktı kısaca.
"Merhaba, ben de Yusuf."

Başını sallayarak susan Mehmet, koyu gözlerini hızla yanında bakışlarını sürekli kardeşinde tutmaya çalışan kıza çevirdi. Çay bahçesinden kaçarcasına gidişinin ardından ilk kez görüyordu onu. Utandığını, çekindiği düşünmüştü ama yüzüne bakmaması içinde biryerleri ezdi genç adamın.

Bir şey olmuştu.

Nedenini bilmese de hissettiği faklılık bakışlarını daha dikkatli yüz ifadesinde gezdirmesine neden oluyor, anlamaya çalışıyordu neden bir anda böyle olduğunu. Derin bir nefes alarak tekerlekli sandalyenin arkasına geçerek arka kapının yanına yaklaştırdı. Yan tarafına geçerek bir elini bacaklarından geçirdi, diğer elini de sırtına yaslayarak nazikce kucakladı küçük adamı. Dikkatlice arka koltuklara yerleştirerek kollarını ayırdı çocuktan. Kapısını kapatarak tekrar genç kıza döndü göz göze gelme ümidi ile.

Bir baksa anlayacaktı gözlerinde dalgalanan duyguları..

Gözlerinde başkaldıran anlamları çözecekti kuşkusuz.

Gelemedi. Başını önünden kaldırmayan, hızla kardeşinin diğer tarafına dolanan kızın ardından baktı bir süre. Hareketine karşı ne yapacağını, daha herşeyi net konuşmamışken nasıl devam edeceklerini bilmiyordu Mehmet. Başını anlamsızca iki yana salladı. 'Zaman' dedi içinden. 'Zaman her şeyin ilacıdır'.

Zaman.

Kimine ilaç olacaktı.

Kimine zehir..

***

Sessizliğin hakim olduğu araç konağın dar kemerli sokağına giriş yaptığında derin bir nefes aldı Dila. Bakışlarını dakikalardır parmaklarından ayırmıyor, ağrıyan boynuna inat kaldırmıyordu başını eğdiği yerden. Göz göze gelmekten ölesiye korkuyordu. Anlamasından, irdelemesinden delicesine kaçıyordu Dila. Bu yaptığını açıklayacak tek bir kelime dilinin ucuna gelmiyor, gelse bile telaffuzu ölüm olacak gibi hissediyordu saniyelerdir. Gözlerini sıkıca açıp kapattı. Az kalmıştı, gidecekti bu akşam.

Bu akşam, bu topraklar geride kalacaktı.

Duran arabanın ardından indi sessizce. Bagaja yönelerek kardeşinin tekerlekli sandalyesini alan, açarak kapısına götüren Mehmet'e baktı uzunca. Başı usulca eğildi sol omzuna.

Dalgınca baktı O'na..

İyi birisiydi. Gözlerindeki merhameti, vicdanî tüm duyguları görebiliyordu. İçtenliği, samimiyeti her hareketinden belli oluyordu kuşkusuz. Ona davranışı, sözlerini secerkenki uğraşını hep görmüş, hep iyi gelmişti ona, biliyordu Dila.

Bir şeyler eksikti ama.

Ne olduğunu bilememenin duygusu bir anda yüklendi kalbine. Ona dair hissettiği şey neydi?

Bir şey hissediyor muydu ki?

Gözlerini zorla kapatıp açtı başına vuran yüksek sıcağa alışabilmek için. Başı ağrıyordu gözlerini her bir kırpışında. Saplanan ağrının getirdiği olanca düşünce takılıp kalıyordu beyninin her bir köşesine. Bakışlarını daha fazla Mehmet'te tutamadı. Önce yere, ardından son kez konağın heybetine bakmak istedi gitmeden.

İşte o an gördü onu izleyen yeşil gözleri.

Neydi gözlerindeki onu hapseden şey?

Neydi kalbini sızlatan?

Gözlerinden akan, yüzüne yerleşen öfkeye anlam veremedi Dila.

Heybeti, öylesine çok azap barındırıyordu ki genç kız için bir anda karşılaştığı yeşil gözler karşısında nefesini tuttu istemsizce. Gözlerini çekmedi günler sonra gördüğü gözlerinden. Elleri simsiyah takım elbisesinin cebinde öylece izliyordu konağa girenleri.

Uzunca baktı Baran ağaya.

Çarptı kalbi.

***

Oradaydı.

Öylece Mehmet'i izliyordu dalgınca. Bakışındaki durgunluğa anlam veremese de biliyordu Baran.

Zümrüt gözlü kız, mutluydu.

Saatlerce gelmelerini bekliyor, içinde başkaldıran görme isteğine karşı gelemiyordu. Hiçbirşey yapmasa da görmeliydi O'nu. Görmeli, iyi olduğunu anladıkça huzurlu olmalıydı. Derin bir nefes alarak içinde uyanan, hala yerli yerini koruyan öfkesinin koyu dalgasını hissetti. Elinde olmadan hala tek bir bakışını bile kıskanıyor olmak eziyordu içini. Gözlerini çekişini, dalgınca başını kaldırmasını izledi yoğun hislerle.

Güneşin vurduğu yüzü, ay gibiydi.

Öyle parlıyordu ki güzelliği gözünde kendine engel olamadı Baran. Her seferinde kaçırdığı gözlerini bu sefer ayırmadı yandığı zümrütlerden. İçine akan ılık duygunun varlığını hissetti kalbinde.

Günler olmuştu yeşil sarmaşıkların dolandığı gözlerine bakmayalı.

Baktıkça aldığı karardan pişman oluyor, zorla da olsa dibine sokulamamak için zor tutuyordu kendini kaç gündür. Olduğu yerden uzaklaşmak nafileydi. Aklında sürekli yer edinen düşünceleri halini hal olmaktan çıkarmış, çoktan bulandırmıştı beynini. Yine de duracaktı. Tek bir adım bile yaklaşsa üzülen kız ile arasına gereken duvarı örecek, sesini çıkarmayacaktı. Ona seslenen adama çevirdiği bakışlarıyla çekildi zümrütleri gözlerinden. Sessizce geriye bir adım atarak odasına yöneldi.

Onları görmek, öfkesini harlamaktan başka hiçbir halta yaramıyordu..

Hızla odasına girerek taktığı kravatı çözdü. Boynundan birkaç düğmesini açarak daralan ciğerlerini ferahlatmak istedi. Zaptetmeye çalıştığı öfkesini dizginleyememekten korkuyor, onun gözünde tekrar düşeceği durumu tartıyordu beyni. Haftalar öncesinde gözünde geldiği konumu biliyordu Baran. Buna rağmen düzelme çabasına girişmiş, onu Mehmet'e güldüğünü gördüğü an boşa çıkmıştı tüm uğraşı.

Başkasıyla mutlu olan bir kadını nasıl isteyebilirdi?

İstese bile, zorla yanında tutsa bile sonrası ne olacaktı? Hergün üzüldüğünü gördükçe kahrolacak, içi içini yemeyecek miydi?

Sevginin, bu kadar zarar verdikten sonra ne anlamı kalırdı ki?

Baran'a göre kalmazdı. Düşünceleri yerli yerine oturdukça onu üzdüğü için beslediği duygudan utanıyordu. Mutlu olması, onu da mutlu etmeliydi. Şimdiye kadar hissetmediği bu duyguya ne leke çalmak istiyordu, ne de kirletmek. Beslediği bu duygu öylesine yoğundu ki, O'na vereceği zararı kendine vermeyi yeğlerdi. Son kez boy aynasından kendisine bakıp aşağı inmek için kapıya yöneldi.

Derin nefesi, anlık bedenini kaplayan öfkesine yetmemişti.

Buna alışmalıydı. Onu başkasıyla görmeye, başkasıyla mutlu olduğunu bilmeye alışmalıydı. Her gece beynine uer edinen ihtimaller onun Mehmet'e her bir bakışında çürüyor, bir bir kayboluyordu zihninin koyu karanlığa hapsolmuş odalarında. Ellerini hızla ensesine atarak ovuşturdu.

Kendine hakim olmalıydı.

Bu yaşına kadar hiçbir zaman öfke kontolü sorunu yaşamamıştı. Her zaman yapıcı, çözüm odaklı biriydi. Dışardan despot herifin teki olduğunu biliyordu ama bir olay karşısında aklına ilk düşen çözüm kavga değil, konuşmak olurdu. Bu yüzden Serhad yerine o seçilmişti aşiretlerin başına.

Dengesi tepetaklak olmuştu.

İçinde ona bakan her gözü gördüğünde yeşeren öfke doğumları nabzını yokluyor, usul usul katlediyordu bütün sakinliğini. Burnundan sertce bir nefes çekti içine. Önüne bakacaktı. İşlerine yoğunlaşacak, kafasını dağıtabildiği kadar dağıtacaktı.

Varlığı, yetecekti.

Yetmeliydi. Onu görmek tek sorundu şimdilik. Farketmese de her hareketini izlemek, her bir göz kırpışına kadar incelemek en zoruydu. Bakmadan duramıyordu. Ne bedeni söz dinliyordu, ne de hakimiyetini çoktan teslim ettiği kalbi. Mutlu olduğu sürece sadece uzaktan bakmak yetecekti Baran'a. Biliyordu, zor olacaktı. Dayanamaması, kendini kaybetmesi an meselesiydi ama yapmalıydı.

Onun için.

Gözlerinden eksilmeyecek olan o ışık için her şeyi yapmaya razıydı bu saatten sonra. Merdivenleri beyninde onu yiyip bitiren düşünceler eşliğinde indi. Koridorun başında konuşan halasını ve onu gördüğünde göz ucuyla süzdü hızla. Üzerine giydiği dizlerinde biten yeşil rengindeki eteğinin üzerine beyaz bir badi giymiş, saçlarının önlerini arkasında tel toka ile tutturmuştu.

Nasıl yapacaktı bu işi ama..

Aması yoktu. Yapacaktı.

"Hatice abla misafirlerimiz nerede?"

"Misafir odasındalar ağam."

Arkasını dönmeden önce yakalandığı zümrüt gözlere takılmadan çevirdi başını. Baktıkça boka batacaktı, biliyordu. Ellerini cebine yaslayarak girdi misafir odasına. Annesinin yanına geçerek iliklediği takım elbisesinin düğmesini çözerek oturdu yerine. Bakışlarını hızla zümrüt gözlerini nereden aldığını apaçık belli eden annesine çevirdi.

Aynı gözler, annesindeydi.

Derin bir nefes alarak soluklandı Baran.

Derince soluklandı.

***

Göğsünün ağrısını hissetti tıkanıp kalan ciğerlerine her bir hava girdiğinde. Soluk borusuna saplanan ince iğne uçları kanattı aldığı her bir soluklarını. Günlerdir susturduğu duyguları bir anda patlak vermişcesine diline dolanıyor, elini ayağını birbirine sokacak kadar bir heyecan yüklüyordu bedenine.

Derin bir nefes almak istedi.

Gözlerini gözlerinden çekmeyen adama bakmak istedi kendine engel olamadan. Günler sonra ona baktığını görmek, göz pınarlarını sızlatacak kadar yoğun bir duygu seline kapılmasına neden olmuştu. Titreyen dudaklarını stresle ısırdı. Sızlayan göz kapaklarını ihtiyaçla kırpıştırdı bi' çare.
"Dila, gelmiyor musun içeri?"

Mehmet'in sesini duymasıyla başını bir anda hızla ona çevirdi. Ona gülümseyerek bakan adama ufak bir şaşkınlıkla bakarken bakışlarını tekrar hızla verandanın balkonuna çevirdi onu görebilmek için.

Göremedi yeşilleri.

Dalgınca bakışlarını karşısındaki duvara sabitledi. Yaşadığı onca şey gözünün önüne gelirken neden böyle olduğunu, neden bir anda böylesine yön değiştirdiğini anlamak istemedi genç kız.

Böylesi, en doğru olandı.

Çaresizce soluklanıp başını iki yana salladı. Kabullenmeliydi bunu. Onu gördüğünde hissettiği heyecanı en başından beri kalbinde filizini çoktan atmış bekliyordu. Ondan korktuğu anlarda bile hissettiği heyecanı aklına geldi.

Elinde değildi hiçbir şey.

Ilk kez yakınlaştığı, ona böylesine davranan ilk erkeğe karşı ne yapacağını, ne hissedeceğini bilemeyecek kadar acemiydi kalbi.

Usulca hareket ettirdi adımlarını. Ona bakan Mehmet'e bakmadan girdi konağın büyük tahta kapısından. İçeriye girerek seslerin geldiği misafir odasına adımladı. Kapısına vardığında gördüğü divanda oturan Zülal Hanım ve Zilan Hanım annemle sohbet ediyor, kardeşi ise onları sessizce izliyordu oturduğu yerde.

Ayakta bekleyen halasının yanına gitti usulca. Onu görmeyen halasının koluna dokundu varlığını hissettirebilmek için.
"Hala?"

Bakışlarını ona çevirerek dikkatle bakan halasına bakarak kolunu çekti geri.
"Biraz konuşabilir miyiz?"

Kısık sesi, utandığını belli edecek kadar yalındı.

Her şeye noktayı koymalıydı bugün.

Başını sallayarak önden giden halasını takip etti adımları. Ellerini stresle önünde birleştirdi.
"Ne oldu, hayırdır?"

Derin bir nefes alarak tam konuşacağı sırada duyduğu ses ile aldığı nefes kaldı içinde öylece.
"Hatice abla misafirlerimiz nerede?"

Kalın, baskın sesi bir anda holü doldurduğunda gözlerini kaldırmadı yerden.

Sesi, yalındı..

"Misafir odasındalar ağam."

Adım sesleri uzaklaşırken buna güvenerek bakmak istedi ardından. Bedeninin kontrolünü elinden kaybederken sessizce nefeslendi bakışlarını ona çevirirken.

Bakışı, bitirdi Dila'yı.

Saniyeler içinde gözlerine değip geçen yeşil hareleri ondan koparken, arkasını dönüp gidişini izledi öylece. Çekemedi heybetli bedeninden.

Çekmek istemedi son kez göreceği adamdan son bakışını..

"De hele ne diyeceksen, çay servisi isterler birazdan."

Hala bakışlarını misafir odasından içeri giren ve geriye boşluğunu bırakan o ağır histen çekemedi.
"Kız duymuyor musun beni?"

Dalgınca önüne döndü tekrar.
"Hala ben-"

Derin nefesi, kaç gündür olduğu gibi rahatlatmadı içini.
"Ben annemlerle dönüyorum bu akşam."

Ona hayretle bakan halasına bakmadan utanarak çekti bakışlarını.
"Ne oldu birden, nereye böyle alelacele?"

"B-bir şey olmadı."

Olmadı.

Olmamalı.

"E hani Mehmet'le söz diyordunuz?"

Bakışlarını kaldırarak halasına baktı tekrar.
"Ben-"

Diyeceği şeyler yalan değildi.

"Ben, böyle bir şeye daha hazır hissetmiyorum kendimi hala."

Ona garip bir ifade ile bakan halasına uzunca baktı.
"Çocukla gez toz, sonra hazır değilim de. Ne ara böyle bir kız oldun çıktın sen Dila? "

Duyduklarını bir an idrak edemedi.

Hayretler içinde baktı halasına.
"Ne dersin sen hala? Ne biçim sözler bunlar?"

"Duyarsın dediğimi. Daha kaç gün önce sözü konuşmaya çıkıp gitmedin mi oğlanla? Şimdi gelmiş hazır değilim dersin, madem çıkıp gezmeyi biliyorsun elaleme karşı, evlenmeyi de bileceksin!"

Şaşkınca halasına bakakaldığında dilinin dolandığını, kelimelerin öylece düğümlendiğini hissetti.
"H-hala sen-"

"Ne ben? Çıkıp gezmene izin verirken iyi de, böyle konuşunca mı kötü oldum? Çocuğun sana yandığı bellidir, bırak gezmeyi yüzüne gülsen ümit beller. Ki çoktan umutlanmıştır bile. Birde gelmiş ne dersin daha? Ananla konuş, abim gelsin söz müdür, nişan mıdır yapalım, gideceksen öyle git nereye gidiyorsan."

Dondu Dila.

Duydukları karşısında buz kesti bedeni.

Giden kadının ardından şaşkın bir soluk bıraktı dudaklarının arasından. Duyduklarının netliği öyle barizdi ki ne yapacağını şaşırdı kısa bir an. Bakışlarını uzunca dolandırdı parkede. Aralanan dudakları vermesi gereken cevabı hapsetmişti bir daha çıkmamak üzere.

Böyle bir şey beklemiyordu halasından.

Başını kaldırarak uzunca baktı etrafına. Kilitlenen bedenini çözmek için nafile bir çabaya girdi. Adımlarını ne yöne atacağını bilememenin getirdiği sersemlik ile yürüdü odasına.

Gidecekti.

Başka hiçbir şey aklından geçmezken halasının söylediklerini nasıl sineye çekeceğini düşündü. Böyle düşündüğünü hiçbir zaman anlayamamıştı. Dilinden dökülenlerin ağırlığı altında acıdı yüreği.

Ümit vermiş miydi?

Gözlerini bitmişlikle açıp kapattı. Vermişti. Onunla konuşmuş, heves etmesini sağlamıştı istemeden. Başını çaresizce iki yana salladı. Elinden ne birşey geliyordu bu durumda, gelse bile yapacak ne cesareti, ne de gücü kalmıştı. Küçük valizine olan az çok eşyasını yerleştirerek çekti fermuarını.

Başka bir yol gelmiyordu aklına gitmekten başka.

Eline aldığı valiz ile kapıya yöneleceği an aklına saniyeler içinde dolan anılar ile öylece durdu adımları.

-Eğer kalbe söz geçseydi Dila, bırak beni yakıp kavuran bedenine yaklaşmayı, seni bu topraklardan sürgün ederdim be ilk göz ağrım. Eğer kendime hakim olabilseydim, şu an kollarında değil, yatağımda karımla başka şeyler yapıyor olurdum. O yüzden boşuna çırpınma kollarımda. Mabedime aldığım tek kadınsın sen. Gönlüme, yüreğime aldığım, içimi yangın yerine çeviren tek kadınsın. Ne seni başkasına yâr ederim, ne de başkasının sana yâr olmasına izin veririm.-

İzin vermişti..

Sessizce iç çekti boş odada. Sarfettiği onca cümlenin netliği bir anda kaybolmuştu sanki. Bir anda vazgeçmişti. Nedenini sorgulamak istese de yapmayacaktı.

Bu eziyetten kendi de kurtulmuştu, O'nu da kurtarmıştı.

Yavaş adımlarını tekrar hareket ettirerek kapıya ulaştı. Kavradığı kapı kolu ile öylece yandı parmak uçları.

-Yaktın beni Dila. Sen beni yakıp küle çevirdin. Kendim olmaktan çıktım ben. Yıllardır yapmam dediğim şeyleri yaparken buldum kollarında kendimi. Asıl sen neden yapıyorsun bana bunu güzelim?

Neden yapıyordu Dila?

Kendi de bilmiyordu ki..

Gözünden akan gözyaşı yanağını ıslatırken kapı kolunu çevirerek çıktı odadan. Geri de bıraktı bir bir aklında yer edinen hatırları. Kalbinde ona en doğrusunu yaptığını fısıldayan ses kaybolmuş, onun yerine ince ince sızlayan acıları bırakmıştı. Koridorun başına valizini koyarak usulca sildi yanaklarını.

Yavaşça misafir odasına yürüdü. Neşeli sesin sahibi Zülal Hanım'ken, ona eşlik eden de kendi annesiydi.
"Dila'yı çok güzel yetiştirmişsiniz maşallah, yok mudur hayırlı bir kısmeti?"

Zülal Hanım'ın sorduğu soruya dalgınca bakarken, kardeşiyle göz göze geldi kısa bir an.
"Vardır da istemedi Dila bunca zamandır. İstediği biri olursa niye olmasın ki hanımım."

"Hayırlısıyla yuvasını kurar inşallah ne diyelim o halde."

Annesiyle göz göze geldi.

Anneydi O.

Anlamıştı ne demek istediğini.

"Bize müsaade hanımım, otobüs birkaç saat sonra kalkacak."

Yerinde doğrularak kardeşine yürüdü hızla. Kimseye bakmadan kapıya sürdü tekerlekli sandalyeyi.
"Zülal Hanım sizin içinde bir sorun olmazsa birşey rica edebilir miyim?"

Annesinin naif sesi kapı avlasını doldururken, kardeşini bahçede bırakarak valizini almaya girdi içeri hızla. Geri geldiğinde bakışlarını yakalayan yeşil gözlerin bomboş ifadesiyle karşılaştı.

Donmuştu bakışları.

Şaşkındı.

"Apar topar nereye böyle anlamadım ki ama ben şimdi? Bir kusurumuz mu oldu?"

Gözlerini, koyulaşan gözlerinden çekemedi.

"Yok hanımım olur mu öyle şey, estağfirullah. Yusuf ablasıyla vakit geçirmek istiyor biraz, onu çok özledi. "

Gözlerinden kopmayan yeşil gözler, yangın yerine dönmüştü günler sonra ilk kez.

"E kalsaydınız biraz daha?"

"Yok gidelim biz, her şey için Allah razı olsun. Ne desem, ne yapsam yaptığınız bu iyiliği ödeyemem, hakkınızı helal edin."

"Helal olsun, artık iyileşince de görmek isteriz Yusuf'u?"

Annesinin, kardeşine yürüdüğünü gördü.
"Inşallah Allah'ım o günleri de gösterir."

Bakışlarını çekerek Zülal Hanım'a döneceği sırada halasının sesi ile öylece kalakaldı.
"Gidersiniz iyi hoş da, daha dün Dila Mehmet ile söz işini konuşuyordu. Sana demedi mi kızın Fatma?"

Son saatleri zehir olacaktı, anlamıştı.

Ona dönen bakışların hepsinden çok canını yakan orman yeşili bakışlardı.

Alevli yangınlardan kalan köz kırıntıları yakmıştı içini.

"Dila? Bahsetmedin bundan hiç annem?"

Bakışlarını zorla çekti ona yoğunca bakan gözlerinden. Gelen ilk soru annesindendi. Şaşkınca ona bakan kadına bakamadan başını eğdi utançla.
"Ann-"

"Hangi Mehmet?"

Bir başka şaşkınlık nidâsı da Zülal Hanım'dan koparken gözlerini kapattı çaresizce.
"Bizim Mehmet hanımım, Dila'ya vurulmuş. Niyetini belli etti, bizde uygun görd-"

"Siz?"

Bir anda annesinin ketum sesi avlayı doldururken, başını kaldırarak ona baktı.

Yıllardır her derdine deva olan kadının gözlerindeki güç, annelikti.

"Kim uygun gördü Hatice?"

Sorusunu yineleyen annesi ile Zülal Hanım önce ona, ardından başını çevirerek annesine baktı uzunca.

Burda olmamalıydı.

Onun gözleri önünde olmamalıydı.

"Kızın uygun gördü Fatma. Kaç zamandır konuşuyor Mehmet ile. Siz geldiğinizde de söz kesilecekti güya-"

"Dila?"

Ne cevap verecekti?

Annesinin gözlerine uzunca baktı. Diline gelmeyen sözleri anlasın istedi, gözler karşısında daha fazla utanmamak istedi. Başını usulca iki yana salladı. Dolan gözlerine sebep olan tek şey onun karşısında düştüğü bu durum, bu eziyetti. Utanc içinde kapadı gözlerini.
"Belli ki konuşmaları olumlu neticelenmemiş.-"

Bakışlarını tekrar annesine sabitlerken, ondan başka yere baksa kırılacaktı tüm kanatları sanki. Öylesine bir güç hissediyordu ki annesinden, ayakta durmasını sağlayan tek şey ona inanan, güvenen kadından başkası değildi.
"Dila isteseydi eğer bana dün akşam gitmek yerine, kalmak istediğini söylerdi Hatice. Bize müsaade artık. Her şey için tekrar teşekkürler."

Kardeşinin arkasına geçerek onu dışarı çıkaran annesinin ardından baktı bir süre. Teşekkür etmesi gerektiği tek kişi gözlerinin içine bakıyor, bir cevap bekliyordu sanki. Yavaşça yürüdü koyu yeşiller hapsinde Zülal Hanım'a.
"B-ben her şey için teşekkür ederim. Gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum, bu iyiliğinizi asla unutmayacağım."

Ona şefkatle bakan kadına derince bakarken bir anda boynuna atılan kız karşısında şaşkına soluklandı.
"Ama biz daha yeni arkadaş olmuştuk Dila. Erken bıraktın beni."

Ona sıkıca sarılan kızın beline şaşkınca sarılırken ne diyeceğini bilemedi bir an. Onlara gülümseyerek bakan hanımağa karşısında utanarak çekti bakışlarını.
"Zilan Han-"

"Hala hanım diyor ya, çıldıracağım."

Kollarını ondan ayırarak birkaç adım geri giderek asık suratı ile ona bakan genç kızı gördü Dila. Diyecek birseyi olmadığı için gülümsemekle yetindi.
"Mehmet'in bu kararından haberi var mıdır Dila?"

Halası, yine devam ederken konuşmasına bakışlarını yavaşça ona çevirdi.

Vardı..

Vicdanı bir anda ona sırtını döndüğünde yaptığı haksızlığı tarttı beyninde. Ona öylesine iyi gelen birine tek bir kelime bile etmeden gidecek, yarım bırakacaktı gözlerinde ona her baktığında yakaladığı hisleri. Düşündü kısa bir an. Uzunca baktı halasının ona düz bakan gözlerine.

Kararsızlık belirdi kalbinde.

Cevap veremedi halasına. Utanarak eğildi valizini almak için. Gözlerini onu yakıp kavuran tüm gözlerden kaçırarak kapıya yöneldi. Dışarı çıkarak baktı onu bekleyen annesine. Onu görmesiyle gülümsedi.
Bakışlarını annesinden ayırıp aracın yanında bekleyen Mehmet'i gördü gözleri.

Konuşsa bile ne olacaktı?

İşin daha çok uzayacağını biliyordu. Konuşmanın ardı kesilmeyecek, her nedenini sorduğunda takılıp kalacağını biliyordu Dila. En iyisinin böylesi olduğunu fısıldadı kalbi. Konuştukça sarpa saracak, kurtulamayacaktı bu durumdan.

Adımlarını hızlandırarak arabaya yürüdü. Bir an önce gözlerinin hedefinden çıkmak, bakışlarında boğulmaktan kaçmak istiyordu. Valizini onu beklemeden arkaya koyup kardeşinin yanına bindi. Tek bir duraksamasında takılıp düşecekmiş gibi hissediyordu sanki. Annesinin de öne binerek kapısını kapattığı gördü. Kalbinin hızlı atışının nedenini bilemese de içinde rahatlayan, derin bir nefes alarak soluklanan tarafları vardı.

Gidişi, iyi gelecekti Dila'ya.

İyi gelmeliydi.

Şoför tarafına hala neden gelmediğini anlamazken sabırsızca bakışlarını konağın kapısına çevirdi. Bir anda koca kapıyı hızla açarak dışarı çıkan O'nu gördü. Bakışları keskinliğinden hiçbir şey kaybetmeden hızla bulundukları aracı bulurken nefesini tuttu hızla.

Bakışı, bambaşkaydı.

Filmli camlardan onu görmediğini bildiği için uzunca baktı gözlerindeki yer edinen farklı duygulara. Mehmet'in, yanına giderek saygıyla ellerini önünde bağlamasını izledi. Hızlıca birşeyler söyleyerek araca doğru yürümeye başladı.

Dondu Dila.

Bulundukları araca hızlı hareketlerle binmesi ile ne olduğunu anlamayan bakışları dikiz aynasından sert çehresinin arasında parlayan yemyeşil gözlerini buldu telaşla.

Ne oluyordu?

Derin bir nefes almak istese de mümkün değildi hareketi karşısında. Annesi saygıyla toparlanırken, telaşla O'na döndü.
"Ağam bir şey mi oldu hayrola?"

Bakışları, günler sonra ilk kez bugün birleşiyordu an be an.

Dikiz aynasından tutundu bakışları biribirine. Şaşkınca bakan gözlerine inat sert bakan ifadesine daha büyük bir şaşkınlıkla baktı. Ne yaptığını anlayamıyor, birden böylesine hareketler sergilediğine bir neden bulamıyordu.
"Sizi ben bırakacağım."

Sert sesi, bir anda aracın içini doldurduğunda kardeşinin ona dönen başını farketti. Bakışlarını ondan, aracı kullanmaya başlayan ağasından çekerek, utanarak kardeşine baktı.

Küçük yüzünde yer edinen sorgulayıcı ifade ile bir anda donakaldığında telaşla başını cama çevirerek ellerinu stresle kucağında birleştirdi. Akıp giden yola her baktığında onunla geçirdiği her an aklına düşüyor, düşünmek istemese de, ne kadar kaçmak istese de izin vermiyordu zihni. Haftalar önce araba da ona yakınlaşması beyninin bir köşesinden başkaldırıyor, şu an başını çevirse göz göze geleceği yeşil gözleri silmesine izin vermiyordu.

Baktıkça yanıyordu içi.

Düştüğü bu duruma yanıyordu kederle.

Dolan gözlerini bir çare kırpıştırdı. Sızlayan burnunu oluşturdu nafile bir telaşla. Bugün son bulacaktı, kararı kesindi Dila'nın. Gözlerini kapatarak onun kendisine baktığı hissinden kurtulmaya çalıştı. Günlerdir bakışlarını ondan gizleyen, başını bir kere bile çevirip bakmayan adam, şimdi sanki tekrar aynı yörüngeye kapılmış, geliyordu peşinden.

His, can yakıyordu.

Sıkışan kalbine elini bastırma istediğini geri çevirdi. Derin nefeslerine eşlik eden ağrı saniyeler geçtikçe çoğalıyor, rahatsız ediyordu bedenini. Gözlerini aralayarak sessizce soluklandı. Terminal tabelasını gördüğü an hissettiği duygu akımı bedenini ele geçirmiş, yorgun ruhuna yük gibi binmişti birden.

Neden üzülüyordu?

Sevinmeliydi. Burda kaldıkça yaşayacağı daha acı durumlar olacaktı. Utancından asla sıyrılamayacağı duyguya kapılacak, kendine olan saygısını yitirecekti. Bir anda arabanın içinde yankılanan telefon sesi ile bakışlarını camdan ayırarak ekrana çevirdi. Ne yazdığını göremeden reddetti aramayı.
"Çok sağolun ağam, size de zahmet oldu. Hakkınızı ödeyemeyiz inanın."

Annesinin araç durmasıyla söylediklerine susan adama baktı Dila. İkinci kez karşılaştığı yeşil koyusu gözler ona tutunduğunda direksiyonu sıkan parmaklarının boyumlarını farketti. Titreyen kirpikleri arasında tekrar gözlerine baktığında ona sözsüz çok şey teleffuz ediyor, bakışından akan yoğunluk ile sanki birşey söylemeye çalışıyordu.
"Hadi kızım inelim, daha fazla tutmayalım ağamızı."

Başını sallayarak hızla kapı koluna uzanıp açtı kapıyı. İnerek bagaja yöneldi. Ondan önce gelen, tekerlekli sandalyeyi valizlerin ardından çıkaran adama bakmadan kardeşinin kapısına yürüdü. Kapısını açarak kardeşine sıcacık içinde hissettiği soğukluğa rağmen. Sessizce bir nefes alıp vererek küçük kardeşinin ayaklarından tutarak  dışarı çıkardı. Ardından ellerinden tutarak sandalyeye oturttu. Sandalyeyi kapıdan uzaklaştırarak kapattı aracın kapısını.

Bakışları, her hareketini takip ediyordu sanki.

Göz ucuyla bakmak istedi kısa bir an. Ne yapmış olursa olsun kardeşinin sönen tüm ümitlerine tekrar kanat olmuş, ailesinin ağır yükünü omuzlarından çekip almıştı. Gözlerine değen yeşil gözlerin içinde beliren başka duygulara dikkat edemeden ellerini önünde birleştirdi utanarak. Dilinin ucuna gelen, çıkmak için fırsat kollayan duygulara gem vurmadan serbest bıraktı ilk kez.

Bunu, O'na borçluydu.

"Ben-"

Başını kaldırarak her hissine karışan minnet duygusu ile baktı ona uzunca.

Bakışı, düşünceliydi.

Dudaklarını aralayarak söylemesi gereken tek şeyi söyledi.
"Teşekkür ederim."

Başını omzuna eğerek bakışını sürdürdü. Suskunluğuna karışan düşünceli, dalgın hali canını yaksa da devam etti son cümlesine.
"Bu yaptığınız iyilik çok büyük. Ne diyeceğimi bilemiyorum ama-"

Dudaklarını ıslattı konuşmanın verdiği heyecanla.
"Gerçekten çok teşekkür ederim."

Sustu.

Kalbine vuran ağır sancı ile utanarak başını eğdi tepkisine karşı. Bir cevap vermeyeceğini anladığı an kardeşinin sandalyesine yöneldi usulca. Birkaç adım ilerde bekleyen annesine sürdü.
"Fatma Hanım?"

Sesi ile durdu adımları.

Başını çevirerek omuzunun üzerinden ona baktı. Dudaklarından çıkan sözler ile yeni bir yangına adım attı bilmeden genç kız.

"Oğlunuz için iyi bir doktor ayarlamıştım aslında. Bunu söyleme fırsatı bulamadan gitme kararı alınmış ne yazık ki. Bana soracak olursanız bu şansı kaçırma gibi bir düşünceniz olmamalı. Sizden ricam-"

Bakışı, son dakika planlarıyla doluydu.

"Tedaviye Mardin'de bulunan özel bir hastanede devam etmeniz."

***

Baran CİHADOĞLU🔥

Dila KARAGÜL🍁

..

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top