yirmibir - nurullah
Nurullah'tan yardım istemiştik... Aklım almıyordu... Sahiden.
Şimdi içeride, teknik ekiple konuşuyor, onlardan cihazların durumu hakkında bilgi alıyordu. Biz dışarıda, yayın odasının dibindeki bekleme salonundaydık. Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Bir yanım bu işi elime yüzüme bulaştırdığımı ve belki de bu noktada kaçıp gitmemi fısıldarken öteki yanım Nurullah'ı ve geçen gün yanında gördüğüm o kızı düşünüyordu.. Yine.
Atlatmak zordu, atlatabildiğimi düşünmemiştim, atlatamayacaktım işte. Sadece, kendimden dolayı üzgündüm sanırım. Atlatabileceğimi düşünmesem de planlarımda atlatmak, üç beş günde yoluma bakmak falan vardı ama ben hala ettiğim ilan-ı aşkın reddinde kalmıştım, yediğim onca laf, kaba cümleler ve üstüne o kız...
Derin bir nefes aldım ve düşünceleri kafamdan hızla savuşturdum. Karşımda hüzünlü ve endişeli bir yüzle kafasını dakikada bir kapıya doğru çeviren Burcu'ya baktım. Üzerindeki cicili bicili renklerle zıttı şu havası. Ve aslında acıyı da tek çekiyordu, suç ortağı görünürlerde yoktu.
Üzerindeki endişe o kadar baskındı ki oturduğu yerden sol ayağını tir tir titretiyordu. Arada bir bana bakıp gülümsemeye çalışsa da beceremiyordu.
Onu böyle izlemek bana bir yandan garip bir mutluluk veriyordu; çocuğu yaramazlık yapmış ama merhamet dışında kalbinde başka bir duygu barındıramayan bir anneydim sanki şimdi. İçimi gıdıklayan bir his tüm hengamenin ve depresif ruh halimin arasında ona haykıra haykıra gülmem gerektiğini fısıldıyordu bana. Dizlerime vura vura gülmek, içimde biriken kasvet ve endişeyi bu yolla söküp atmak istiyordum zira şu an bekleme odasının karanlık havası da boğuyordu beni.
Burcu'yu ayağa kalkarken gördüğümde kapının da açıldığını fark ettim.
Nurullah çıkıyordu, yanındaki adamla. Diğeri hala içeride olmalıydı. "Tamam.." dedi Nurullah adama. "Haberleşiriz."
Adam kafa salladı ve bana baktı, "En geç iki güne yayınlarınıza kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.. Tabii bir daha çayla mayla girmeyin oraya. Makineler hassas, parçalar pahalı.. Gözünüzü seveyim.."
Adamın cümlenin sonuna doğru yalvarması beni ister istemez güldürmüştü. "Olur abi.." dedim, Burcu'ya baktım.
Adamcağız Burcu'nun kendisine gözü yaşlı bir şekilde baktığını fark etmeden içeridekinin yanına gitti. Fark etseydi nolacaktı, onu düşündüm..
Burcu'ya doğru yaklaşıp sırtını sıvazladım, tabi bunca şeyi ortamda Nurullah'ın olduğunu bilerek yapmaya çalışmak benim için zor olmuştu, bu ayrıntıya ben girmesem de siz bunu hissedebilirsiniz diye düşünüyorum..
"İlklerin ekibisiniz.." dedi Nurullah o arada.
Kafamı kaldırıp yüzüne ve ne dediğine odaklanmaya çalıştım. Yanımda kımıldayan Burcu'yu sessizce 'Sen dur.. Ben hallederim..' minvalinden sırtına vurarak dürtmüş oldum. Nurullah'ın gözlerinin içinde yaşayan anlamları çözebilmek uğruna yine çaba harcamaya koyuldum...
"Ne demek istiyorsun?" diye sordum, gülümsedi.
"Bizde böyle şeyler olmamıştı hiç.. O yüzden ilk aradığınızda ben de endişelenmedim değil.."
Çat diye peşi sıra cevap verdim: "Unutma ki ekibimde ekibinden birçok insan hala var... Benden hoşlanmıyor olmaları senin geçmişteki yanlışlarından beni haberdar etmeyecekleri anlamına gelmiyor.. Bu yüzden sanki hiç hata yapmamışsın gibi üste çıkmaya çalışma. Yanlış bir şey yapmamak uğruna senden yardım almak istedik bizi buna pişman etme." derken sesimin titremediğinden ve planladığımdan fazla yüksek çıkmadığından emin oldum. O ise duruşunu ve ifadesini değiştirdi bir anda.
"Sakin ol.. Doğru, herkes yanlış yapabilir ama sizin bu yanlışınız... Radyo için bir ilkti. Bunu demek istiyordum.." Sesinde anlayamadığım bir tını vardı. Sanki, rol yapıyormuş ve bir şeyleri gizliyormuş ve böyle davranmak için ekstra bir çaba harcıyormuş gibi...
Belki de anlamlandırıyordum.
"Anladım. Teşekkür ederiz geldiğin için. Şimdi..." deyip gitmesini isteyeceğim anda beni durdurdu.
"Seninle biraz konuşsak olur mu?"
*-*-*-*
"Annenin durumunu bilmiyordum.." diye cümleye girdi. Konuşmak için radyoya çok yakın, yine kampüsün içindeki bir kafeye geçmiştik.
O iki kahve alıp karşıma geçene kadar benimle neyi konuşmak isteyeceğini düşünüp durmuştum. Ta ki şu girişe dek.
Gözlerimi yumdum, derin bir iç çektim.. "Bana acıdığını söyleyecek ya da hissettireceksen ben daha fazla.."
"Eskiden benimle daha uzun konuşabilmek için özellikle zıt fikirler atardın ortaya." dediğinde ellerim sandalyenin iki yanına abanmış, kalkmak üzereydim ama bir anda donakalmıştım maalesef ki.
Hiçbir şey söylemeden gözlerinin içine baktım. O da direkt bakıyordu gözlerimin içine. Hatta oturduğundan beri hiç ayırmamıştı gözlerini benden.
"Benden bir adım önde olduğunu düşündüm hep. Aslında.. Bir nevi eşitmişiz.." diyerek devam etti.
"Ne diyorum ben.." dedi güldü. Ama bu gülüş öyle alayla ya da benimle oyun oynarmış gibi değildi. Gözleri dolmuştu. "Anneciğin senin gül gibi şakıyan sesine hasret benimse babam.. Kulakları duyduğu halde bana sağır. Bunu bile bir tutmaya, seni geçmeye çalışıyorum yine, bakar mısın halime? İlk günden bu yana yaptığım gibi yine yarışıyorum seninle.."
Anlamaz bakışlarla ona baktım. Gözlerinden dökülen yaşların usul usul süzülmesini izledim yanaklarından, ne yapacağımı bilemedim duyduklarımla. Üstüne bastığım yeri ayaklarımın altında hissetmiyordum sanki, bir bulutun üstünde oturuyor, kendimi her an boşluğa bırakmak için an kolluyordum. Evet, onu dinlerken bunları hissetmiştim zira ne anlamam gerektiğini bilmiyordum.
"Özür dilerim." dedi, "Seni kendine karşı, herkese karşı, tüm bölüme karşı değersiz hissettirdiğim için. Sadece.. Yetersiz hissediyordum, bu bölüme adımımı attığım ilk andan itibaren babamın bana döndüğü sırtını, buralarda bir şeyler başarırsam bana doğru tekrar çeviririm ve babam bana gülümserken onu tekrar izleyebilirim sanmıştım. Ama başaramadım.."
"Ben.." dedim kararsızlıkla. "Bunu bilmiyordum."
"Ben de bilmiyordum şu ana dek.." dedi kıpkırmızı gözlerle. "Yani son zamanlarda bunu artık anladım. Her zaman bu gerçeği ötelemişim, başka sebeplere bağlamışım. Ama yıldım sonunda."
"Bana bunları anlatabilirdin.." dedim ben de dolan gözlerle. "Koskoca üniversite hayatım boyunca vaktim kendimi sana kanıtlamaya çalışmakla geçti. Beni fark edebilmen için uğraştım hep. Ama sonra beni fark etmeni geçtim beni görmediğini söyledin bana. Şimdi.. Bu dediklerine inanmamı mı bekliyorsun? Az önce de söyledim, aslında... Şimdiye kadar sana hiç yaptığım işleri büyüklenerek anlatmadım. Aslında sana yaptıklarımı da anlatmadım. Beni sana anlatanlar hep başkalarıydı. Beni hep başkalarından dinlemeyi tercih ettin. Yok saymayı... Az önce de söyledim.." deyip burnumu çektim. "Kulübü devralırken senin işlerini yok saymadım, radyo ekibini düzenlerken ekibini tamamen bozmadım bile. Benimle çalışamayacak kadar bana bilenenler vardı, gerisi radyoda kaldı. Gidenlerin yerine birkaç kişi yerleştirdim sadece, mecbur kaldığım tek bir sefer dışında kendime ait bir yayın bile koymadım akışa.. Planladığım ve hayalini kurduğum halde yapmadım. Her şey senin bıraktığın gibi kaldı.. Çünkü ben.. Senin verdiğin emeği biliyordum ve bunu yok sayacak son kişiydim. Ama sen.. Sanki seni yok saymışım gibi davrandın ve beni asıl sen hiçe saydın.. Şimdi... Bu tepkin sadece annemin işitme engeli olduğunu öğrendiğin için, öyle değil mi?"
Tek kelime etmeden sadece hayır manasında kafasını salladı ve gözlerinde emin olamadığım pişmanlık dolu ifadesini bana doğru maharetle yöneltti.
Kafamı bu çabasına inanmamak için salladım, odaklanmaya çalıştım söylediklerime. İnsanların bizi izlediğini umursamadan konuşmaya çalıştım. "Ekibimde adamların olduğu halde özellikle benim kendi kararımla ekibe aldığım adam senin adamın çıktı. Bunu özellikle yaptığını biliyorum. Kendime duyduğum saygıyı yok etmek istedin, sonra yayınımı sabote ettin, Kimliğini ifşa edebilmek için yayıncımın peşine adam taktığını zaten tahmin etmiştim.. Onu da savuşturunca beni sana duyduğum sevgiden vurmaya kalktın, arkadaşlarımla en mutlu anımızda bulunduğumuz ortama sevgilinle girerek mutluluğumu da yok etmeye çalıştın.. Şimdi.. Bana acımadığını iddia ediyorsun öyle mi?" Masanın üzerinden kollarımla destek alarak ona doğru hafifçe uzandım.
Gözlerimin dolduğunu, kahvemin soğuduğunu es geçtim bu sefer de. Sadece ona odaklandım. O konuşmaya başlarken güçlü durmak zorundaydım.
"Sana acısam burada olmazdım. Kendime acıdığımı bilmeni istemezdim çünkü bu yenilgiyi kabul etmek olur ama... Ortada bir yarış yokmuş. Ben.. Yarışa giremeyecek kadar güçsüzmüşüm, bunu anladım. Annenin durumunu öğrendiğimde sana acımadım. Sadece kendime kızdım. Seni düşman olarak görüyorduysam neden seninle ilgili iyi bir donanıma sahip değildim? Neden bilmiyordum zayıflıklarını? O an şunu anladım, seni düşman bellememişim, düşmanım benmişim. Sana onlarla saldırdığım şeyler aslında benim zayıflıklarımmış. Ben sürekli insanlardan beni sırtımdan bıçaklamalarını bekliyor, hiç beklemediğim bir zamanda çok sevdiğim bir insanın ihanetiyle darma duman olacağımı düşünüp bundan dolayı kimseye bağlanamıyormuşum. Bu arada o gün sevgilimle.. Gerçi artık sevgilim de değil ama..." Son kısımda sesini alçalttı. "Oraya planlı bir şekilde gelmedik. Hatta senin orada olduğunu bilseydim seninle karşılaşmamak için başka bir yer seçerdim. Zaten Buğra sağ olsun orada olduğuma beni epeyi güzel pişman etti..." dediğinde yüzündeki geçmeye yüz tutmuş morlukları yeni fark etmiştim. Buğra'nın yüzünde de ufak tefek sıyrıklar olduğunu hatırladım.
Şu ana dek yüzüne öyle ayrıntılı bir şekilde bakınmadığımı da o an fark ettim. İçime bir pişmanlık oturdu... Sonra pişman olduğum için de pişman oldum..
"Tamam." dedim, haddinden fazla masanın üzerine eğildiğimin bilincinde olarak sırtımı aniden çekmiştim geriye. "Bana bunları neden anlattın o zaman?"
"Bil diye." dedi, gözlerini kırpmadan. Bir tane yaş sağ tarafından hızla yuvarlandı çenesine doğru. "Benimle ilgili her şeye hakimdin. Bunu da bilmeye hakkın olduğunu düşündüm."
Acıyla gülümsedim. "Artık... Seninle ilgili bildiklerimi unutmak istiyorum ama ben. Çünkü birbirine yakınsa insanlar.. Aralarında bir bağ varsa.. Arkadaşlarsa eğer bunlar bir anlam ifade ed..."
Sözümü kesti.
"Senin benim hayatım.." deyip durakladı. Gözlerime uzunca baktı, ardından devam etti. "...da olmana ihtiyacım var Hümeyra."
Tabi bunlar olurken kalbimin ne halde olduğunu az çok tahmin edersiniz. Dizlerimin ne kadar titrediğini, avuçlarımın hayatımda ilk defa terlediğini falan...
Onca duygu durumumun arasında ağzımdan tek bir cümle çıktı.
"Ama benim yok."
Bu cümleyi kurduğuma defalarca pişman olacağımı bildiğim halde, söyledim işte. Çünkü ona burada inanırsam da pişman olacaktım. Birinci pişmanlığın büyüklüğü ikincisinin yanından geçmezdi. Bunu bildiğim için..
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top