sekiz - yusuf

Yusuf'la yapılan ilk program oldukça güzel olmuştu. 

Program öncesinde onunla tanışma fırsatı elde etmiş olmam da muhteşemdi. Aslında onun gizliliğe bu kadar önem vermesine duyduğum saygıdan ötürü yüz yüze görüşmeyi reddetmek istemiştim ama Yusuf, programları sürdürebilmesi açısından her şeyin başındaki ismi zaten görmesi gerektiğini söyleyip beni rahatlatmıştı. 

Herkesi radyodan postaladıktan sonra onunla radyoda buluşmaya karar verdik.

Programın anonsları radyoda hafta boyu yapılırken bir yandan hem sosyal medyada hem de fakülteleri donatan afişlerle de duyurulmuş, bölüm içerisindeki bütün meraklı bakışlar benim ve küçük çaplı ekibimin tepesine çevrilmişti. Tabii işin içerisinde Yusuf'un kendi kararıyla kendi sosyal medya hesabında ve radyo programında da bunun duyurusunu yapmasının etkisi vardı, belki bunun etkisi sandığımdan daha büyüktü. Çünkü o program gerçekten geniş bir kitleye hitap ediyordu ve Yusuf'un azımsanmayacak bir ünü ve takipçi sayısı vardı. 

Ona bunun için defalarca teşekkür etmiştim. Mesajlaşmalarımızın arasında, buluşmak üzere beni arayıp yer zaman belirlediğimizde, onu gördüğümde...

İlk karşılaşmamızdaki heyecanımı atlatabilmem adına buluşma öncesi onun bana "N'olur bana bir daha teşekkür etme." deyişini aklıma getiriyordum mütemadiyen. Radyoya ilk ben gelmiştim, programın yapılacağı stüdyonun arkasındaki dinlenme mekanında karar kılmıştık. 

Ona yeri tarif etmiştim, az önce de yolda olduğunu söylemişti. 

Heyecanım katmerlenerek beni tahammül seviyesi diplerde birine dönüştürdü. Zaten sabırsız biriydim. Onun nasıl göründüğünü tahmin etmeye çalışarak zamanımı geçirmeye çabalıyordum. Aslında bu tahmini, onun radyo programını dinlediğim zamanlarda hep yapardım ama bu kez başkaydı.

Sesi direkt benimle temas etmiş, cümleleri direkt bana hitaben yazılmıştı. Önceleri onu ince uzun, esmer, kirli sakallı ve güleç yüzlü biri olarak hayal ederdim çünkü program boyunca sesi güleç yüzlü birinin ağzından çıkıyormuş gibi gelirdi. Sanki hep gülümsüyor gibiydi, bana göre.

Ama şimdi, daha ayrıntılı bir portre çiziyordum. Belki saçları biraz daha uzundu, düzdü. Teni de sandığım kadar kavruk değildi. Ama güleçliği orada bütün heybetiyle duruyordu, yine.

Benim bu hesaplamalarım arasında kapı çalındı ve içeri biri girdi. 

Onu görebilmek için başımı çevirmem ve hafifçe kaldırmam gerekecekti. Ama ben ikisini de yapmadım ve ayağa kalkıp bütün bedenimle kapıya doğru döndüm. 

Bana doğru yaklaşana dek düz bir ifade takınan yüzüne ve ona baktım. 

Evet boyu uzundu ama teni esmer değildi. Saçları düzdü ama uzun değildi, hatta renginin karamele çaldığını bile söyleyebilirdim. Sakallarını kesmişti ama yüzü keskin hatlara sahipti. Gözleri. Sanırım ilk onlar dikkatimi çekmişti ama rengini tam anlayabilmek için onları sona saklamıştım. Gri gibilerdi, yeşil gibi de. Belki de ben bu renk cümbüşlerini ayırt edemiyordum, bilemedim. Ancak her şeyiyle, beklemediğim biriydi. 

Elini uzatırken gülümsedi, gülümsemesinin de yüzüne yakıştığını düşünerek uzattığı ele doğru elimi uzattım ben de.

"Hümeyra..?" dedi sorar gözlerle. 

Kafamı salladım. "Yusuf..?" diyerek onun edasını ve ses tonunu taklit etmeye çalışarak gülümsedim, bu çabama daha geniş gülümseyerek "Evet.." dedi.

"Beklediğimden daha farklı görünüyormuşsunuz.." dedim düşüncelerimi ağzımdan kaçırarak. Evet.. bunu düşünüyordum ama söylemeyi planlamıyordum.

"Nasıl birini bekliyordunuz?" diye sorduğunda sarf ettiğim cümle için kendime daha çok kızarak ve pişmanlık duyarak iyice kızardım. Oturduğu yere yayılmamış, sırtı dik, bakışları direkt bana kilitlenmiş bir halde kafasını hafif çevirmişti. 

"Nasıl ifade etsem..." Gergin bir şekilde gülümseyerek cümleleri kafamda oturtmaya çalıştım. İlk anda sarf edilen cümlelerin ilk intibayı ne kadar menfi* bir biçimde etkilediğini en iyi ben bilirdim ama yine de ağzımı tutamamıştım....

"Tanıdığım suretlerden parçalar dizerek bir portre edinmeye çalışmıştım. Bu yüzden sanırım..." dedim kararsız bir sesle. "Beklediğimin dışındasınız."

Gülümsedi, genişçe. "Güzel bir ifade, açıkçası genel olarak insanlar beni ilk kez gördüklerinde daha başka birini beklediklerini söylüyorlar zaten, o yüzden kendinizi kötü hissetmeyin lütfen.."

Ruh halimi nasıl bu kadar iyi ölçmüş olabildiğine şaşırarak duruşumu ve yüz ifademi düzeltmeye çalıştım. Sır tutmayı da beceremezdim zaten, rol yapmayı da. 

"Bende edebiyatla uğraşan bir tip olmadığını söylüyorlar.." diye devam etti. 

Gülümseyerek "Edebiyat tipe yansıyor muymuş?" diye sordum.

"Bilmem, öyleymiş herhalde..." 

Anlayamamıştım, nezaketen mi bu kadar sık gülüyordu yoksa olumsuzlukları gülerek mi gizliyordu.. "Ama ben yüzünüze yabancı değildim, bu yüzden bana pek sürpriz olmadı açıkçası." diyerek düşüncelerimi böldü. 

Şaşkınlıkla, "Öyle mi?" diye sordum. "Daha önce karşılaştık öyleyse."

Kafa salladı, "Evet.." "Yönettiğiniz münazaralara katılıyorum, sunuculuk yaptığınız söyleşilerde de bulunmuştum.." Evet, Çetin hocanın beni çok fonksiyonlu kullanmış olduğu gerçeğiyle yine karşı karşıya kalmıştım. 

"Doğrudur.." dedim gülümseyerek. "Tuttu mu bırakmayan bir bölüm hocamız var ve.. Topluluklar karşısındaki gerginliğimi çok iyi bildiği halde benimle çalışmayı seviyor.."

"Ben de seveceğim öyleyse." diyerek yanıt verdi. Kafamı sallayarak ben de gülümsemeyi sürdürdüm. "Umuyorum ki..."

İşte tanışmamız böyle olmuştu. İlk programı konuştuk o gün, gizliliğini nasıl koruyacağımızı ve daha birçok şeyi. Programı cuma akşamı saat 10.00 gibi istiyordu. Yani herkes dağıldıktan sonra. Ama tek bir şartla: benden radyodan ayrılmadan onu stüdyonun ardında beklememi istedi, bir problem olduğu takdirde bunu tek başına halledemeyeceğini bildiğini söyledi. 

"Düğmelerle, devrelerle aram iyi değildir.." dedi. "Kaç yıldır bu programcılık sektöründeyim hala alışamadım."

Kabul etmiştim, sonuçta o istemese de radyoda kalmayı teklif edecektim zira kimseye güvenmiyordum. Çetin hocanın yıl sonuna kadar üzerime attığı bu sorumluluk diğer insanların sandığından daha ağırdı. Radyo, kulüp binasının içindeydi, gündüz vakitleri çok insanla dolsa da gün sonu tenhalaşıyor ve buraları birinin toplaması icap ediyordu. Zaten her toplantının sonunu bekliyordum, ya da programın. Tek sorunlu yanı saatti. 

Dönüşümü bir şekilde yapmam gerekiyordu ve bunun için kiminle konuşacağımı bilmiyordum açıkçası. Evi evime yakın biri...

İç çekerek bunu da iteledim zira Nurullah'tan başka kimseyi tanımıyordum evime yakın oturan. 

Sonuç olarak biz programı yapmaya karar kılmıştık, hatta ilk programımızı ardımızda bırakmıştık bile. O akşam Burcu'nun da bir işi vardı ve ilk aktarmayı onunla yaptığım için pek de sorun olmamıştı.

Asıl sorun, programın ardından nüksedecekti. Zira Nurullah'ın tayfası benden böyle bir atak beklememişti, bunu iliklerime dek hissetmiştim ve içimden bir ses beni alt etmek istediklerini ve Yusuf'u kullanabileceklerini söylüyordu. 

Zaten Buğra da gelip gidip Nurullah'ın garip bir şekilde onunla sürekli iletişimde kalmaya çabaladığını ve konunun sürekli Yusuf'un programına geldiğini söylüyordu. 

Yusuf'la bu ayrıntıyı paylaşmalı mıydım?

Bilmiyordum.

*-*-*-*

menfi: olumsuz

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top

Tags: #kalp#yürek