ondört - işaret
Yayın bitip de stüdyoyu terk ettiğimde kalbimde duyduğum pişmanlık duygusuyla boğuşuyordum. Keşke yayına çıkmasaydım, keşke tüm o cümleleri sarf etmeseydim, keşke o kadar ayrıntıya girmeseydim, kimse bilmeseydi, ne gerek vardı... Şimdiye kadar kimse bilmemişti zaten. Merak da etmemişlerdi.. Ne gerek vardı... Anneciğimin bu durumunu açıklamak bana hep güçsüzlük gibi de geldiği için, hayatımla ilgili ayrıntıların aslında kimsenin pek de umrunda olmadığını bildiğim için şimdiye dek zaten susmuştum. Keşke bugün de sussaydım.
Gökyüzüne baktım, bugün ne kadar koyuydu lacivert, yıldızlar nereye kaybolmuştu? İçimde yüzen hüznü görüp kaçtılar mı diye sordum kendi kendime. Sorumun cevabını ben de bilmediğim için sustum sonra.
Bir süre kulüp binasının önünde öylece dikildim durdum. Kalbimdeki yangının son bulmasını istedim, eve nasıl gidecektim yoksa? Annem hıçkırıklarımı duymasa da gözlerimi görürdü, gözlerimi saklayacak olsam halimi fark ederdi. Annelik hissi annemin eksik kalan duyusunu kapatırdı ve açığa çıkardı benim sıkışmış halim.
Gözlerimin dolduğunu fark ederek ceketime sarındım, çantam düşmek üzereydi onu sıkı sıkı tutup kolumun üstünde sabitledim. Yürümeye başladığımda saati fark ederek adımlarıma hız kattım.
O saçma mesaj olayını duyduğumda sinirlenip herkesi göndermiştim. Buğra genelde kalmak için ısrar ederdi, tek dönmemin içine sinmediğini söylerdi, o da ikiletmeden gitmişti diğerleriyle birlikte.
Açıkçası gitmesi de iyi olmuştu. Kalsaydı kendimi tutamamaktan korkmuştum. Mesajı atanın, bugünkü yayını sabote edenin o olduğunu bilerek onunla yan yana yürümek benim için epeyi zor olacaktı çünkü. Bir de kendi gönül rızası ve hevesiyle değil de Nurullah'ın itelemesiyle radyodaki kadroya girmesi vardı.
Ben de aptal gibi inanmıştım. Keşfettiği parçaların onun ruhunu yücelttiğini düşünmüştüm, ahenkli bir partner, demiştim içimden.
Ama yanılmışım.
Nurullah'la aram iyidir, dediği zaman anlamalıydım. Ardını araştırmalı, yalnız kalma pahasına da olsa kadromu gerçekten güvendiğim insanlarla doldurmalıydım. Ama nereden bilebilirdim ki?
Kendimi böyle rahatlatabilmeyi umdum ama başaramadım. Aklımda Buğra ve davranışları kesit kesit dolaşırken bir yandan da onun samimiyetini sorguluyordum. Bana hangi duygularla gelmişti? Yalan söylerken neye benziyordu yüzü? Beni kandırırken aklından ne geçmişti?
Görmediğimi sanmıştı, duymadığımı sanmıştı. Lakin ben Yusuf'a, kulübe ve radyoya ilişkin bazı garip sorularının ardında ne olduğunu anlayamadığım, şüpheye düştüğüm o ilk an ona ve hareketlerine daha çok dikkat etmeye koyulmuştum.
Sonrası sökün etmişti zaten.
Burcu Buğra'nın Nurullah diye biriyle sürekli görüştüğünü söylemişti, Buğra'yı onunla sık sık mesajlaşırken yakalamıştı. Son zamanlarda çok gergindi zaten, ben bunu hayra yormak isterken içler acısı bir manzara karşılamıştı beni ve durumu Yusuf'la paylaşmam gerektiğini hissederek en sonki yayınının ardından yayın odasında onunla uzun uzun konuşmuştuk.
Bana, her ne olacaksa izin vermemi ve bir süre izlemeye devam etmemi tavsiye etmişti, zira ne ile karşılaşacağımızı henüz bilmediğimiz için birkaç hamle görmemiz iyi bir fikir olacaktı. Ama aynı zamanda göreceğimiz karşılığın bize nasıl bir zarar vereceğini de kestiremiyorduk, bu da görünenin ardındaki riskti.
Üşüdüğümü fark ederek ceketime daha sıkı tutundum. Ağladığımı biliyordum, yanaklarımdan süzülen yaşları silme gereği duymadım.
Yürümeye devam ettim, kampüs çıkışına doğru ilerlerken ileride tanıdık bir siluetin bana doğru yaklaştığını fark edene dek seyrek seyrek gözyaşları döktüm. Fakat onu görünce bunu kenara bırakmam gerektiğini hissettim. Beni mi beklemişti, yoksa bu bir tevafuk muydu bilemeden onun beni beklediği bariz olan tarafa yürümeye koyuldum.
Durduğu yere ulaştığımda gülümseyerek karşıladı beni. "Seni bekliyordum!" dedi derin bir coşkuyla. Saçları alnına yapışmış, beli yorgunluktan hafif kamburlaşmış, uykusuz olduğu her halinden belli olsa da gülümsüyordu beni gördüğü ilk andan beri.
Ben de gülümseyerek yanında durdum ve yürümeye başladık. Aramızdaki mesafe çok yakın sayılmazdı ama kendimi güvenli bir alan bulmuşçasına rahat hissediyordum. "Neden bekledin beni, saat de geç oldu.." dedim. Sesimde biriken yorgunluğu, burnumun ağlamaktan tıkanmış olmasını umursamadan, kafamda kurduğum onca senaryoyu ve orayı dolduran milyonlarca düşünceyi bir kenara atarak.
"Saat geç olduğu için bekledim işte.." dedi, o bunu derken ben de yandan yandan onun mimiklerini inceledim.
"Yayını dinledin mi?" diye sordum tedirgin bir bakışla. Sorumu sorar sormaz durdu, o durunca ben de durdum. İşaret diliyle bana, "Evet dinledim." deyip gülümsedi.
Onu böyle görünce yayında neler dediğimi daha ayrıntılı bir şekilde hatırlamış bulundum ve gözlerim yeniden doldu. Ben de aynı şekilde işaretle, "Bu konuda ne düşünüyorsun peki?" diye sordum.
"Pek bir şey düşünmüyorum açıkçası.." dedi, hala dudaklarımızı kıpırdatmıyorduk konuşurken. "Sadece... Keşke seni ilk fark ettiğim o zamanda hikayeni bilseydim dedim." dedi.
Merakla sordum. "Neden böyle dedin?"
Cevap vermek yerine uzunca gözlerime baktı, sonra gülümsemeyi sürdürdü. "Öyle işte.." dedi sesli bir şekilde.
Yürümeye devam etti.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top