onbir - yanıt

Onca işin arasından sıyrılıp kendime bir köşe bulmanın sevinciyle çimenlerin üstüne oturdum. Hava çok sıcak sayılmazdı ama içerisi beni fazlasıyla bunaltmıştı. Kendime bir yer edinebilmenin sevinciyle çantamı da yanıma koydum ve oturduğum yerden gelene geçene bakmaya başladım. Aslında pek onlara baktığım söylenemezdi zira daha çok içime bakıyordum. 

Daha yeni Çetin hocanın geçenlerde üstüme sorumluluğunu direkt fırlattığı oturumdan çıkmıştık, katılım fena sayılmazdı, konuklar kültür seviyesi yüksek ve bilgili kişiler olduğu için oturum boyunca yanlış bir şey telaffuz etmemek uğruna epeyi çaba vermiş ve yorulmuştum. Program sonunda aldığımız alkış bir şeyleri doğru yapabildiğim konusunda beni cesaretlendirmiş olsa da oradan çıktığımdan beri söz ve hareketlerimi gözden geçiriyordum. İçimden ne dualar etmiştim başlarken. Ancak bitişte, her zaman olduğu gibi tedirginlik ve anlık pişmanlıklar taşıyarak bu oturumu da atlatmış bulunuyordum. Atlatmış mıydım sahiden?

Sırada ne vardı? 

Vizeler epeyi yakındaydı. Ve ben ders çalışabilecek vakti bulmak şöyle dursun kulübün diğer işleri de göz önüne alındığında şu an burada oturmam için bile zamanım yoktu aslında. Ve bu beni fazlasıyla geriyordu. 

Güzel şeylere dahil olmayı seven biri olsam da böyle yoğun aksiyonlara gelebilecek bir insan değildim. Elime yüzüme bulaştırırım korkusuyla uykularım kaçıyor, Nurullah ve diğerlerinden gelebilecek herhangi bir şey olur endişesiyle sürekli tetikte bekliyor ve hata yapmamaya çalışıyordum. 

Ve ister istemez her zamankinden daha gergin biri olup çıkmıştım işte. 

Derin bir nefes çektim içime, izleme eylemimi sürdürmeye devam ettim. Kafamdaki düşünceler beni rahat bıraksın ve gerçekten nefes alayım istedim. Zaten birazdan kalkmam gerekecekti. Dergi için tekrar küçük bir toplantı yapmamız gerekiyordu, yayın akışını gözden geçirmeliydim, Buğra'yla bir küçük görüşme yapmalı, diğer iki yayıncıdan bir konuda görüş almalıydım. 

Derin nefesi verdim. Bizim binanın uzağında bir yer seçtiğim için daha rahat sayılırdım. Yargılayıcı bakışlara denk gelme korkum olmadan sadece çıkarımlar yapabilmek adına izlemeye çalıştım öylece insanları. 

Ama bu arada beynimin hala karınca gibi çalıştığını söylersem de yalan olmazdı. Kafamda az önce zikrettiklerimin yanı sıra Yusuf'un bu akşamki programına duyduğum derin merak vardı. Her zaman merakla beklemiştim bir sonraki programı ama bu sefer daha farklıydı. Geçen hafta birisi, sevdiği biri var mı diye sormuştu ve cevaplayacağını söylediği anda süre dolmuştu. 

Dinleyiciler haftaya sorunun cevabını almak istediklerini söylediler ve o da söz verdi. Yani.. Hayatını bilmediğimiz, sevdiği şeylerden bihaber olduğumuz insanların özel hayatını neden bu kadar merak ediyorduk ki? Evet.. Ben dahil hepimiz fazlasıyla meraklıydık bu tip konularda. Magazinsel bir merakla bakıyorduk çünkü etrafa. Kendimizde tamamlayamadığımız her şeyi başkalarının yarımlarıyla oldurmaya çalışıyorduk bir nevi. İçimizde atlatamadığımız buhranları, derin özlemleri ve zincirlenmiş duyguları başkalarının hayatlarına dair küçük ayrıntılarla beslemeye çalışarak mutluluğu bulacağımıza inanıyorduk işte. 

Yanımdaki boşluğa birinin oturduğunu hissettim ve irkildim. Sağıma dönüp gelen kim diye bakındığımda ise gördüğüm silüetle birlikte epeyi şaşırdığımı söylemeliyim. 

Yusuf'tu gelen.

"Üşümüyor musun?" diye sordu, oturur oturmaz. Nedense, izin almaya dahi gerek görmeden kendimle olan tartışmama dahil olmaya çalışması beni mutlu etmişti içten içe. Başkası yapsa rahatsız olurdum oysa ki. 

"Hayır.." dediğimde, bana inanmıyormuşçasına gözlerini büyüterek gülümsedi. Oturduğu yere iyice yerleşirken gözlerini benden ayırmadı. 

"Emin misin?" diye sordu. 

Kafa salladım. 

"Oturum epeyi iyi olunca üşümeye hakkım var dedin.." 

Şaşkınlıkla ve şaşkınlığımla karışık bir hoşnutlukla ona dönerek "Orada mıydın?" diye sordum. Sesim biraz yüksek çıkmıştı fark etmeden.

"Kusura bakma.." dedim, gözlerini ortada bir sorun olmadığını belirtir bir şekilde uzunca yumup cevap verdi. "Orada olmamamam gibi bir imkan yoktu.."

Bu cevabın içimi ısıttığını hissettim. Duygulanmış da olabilirim.

"Evet.." dedim, "Gelen konuklar gerçekten görmeye ve orada bulunmaya değerdi." Gözlerinin rengini tam anlayabileceğim kadar yakın olduğumuzu fark ettim ve geriye doğru çekilme gereği hissettim. O ise bu çabamdan bihaber bir şekilde gülümsemeyi sürdürerek cevap verdi bana. 

"Aslında daha çok, her zamanki alışkanlığımdan dolayı oradaydım. Biliyorsun, edebiyat kulübünün ve senin dahil olduğunuz işleri izlediğimi söylemiştim."

Gülümsedim, ben de. Nedense orada olduğunu bilmek mutlu hissettirmişti. Çünkü şimdiye dek hiçbir arkadaşımın kazara da olsa katılmadığı çalışmalarım ya da dahil olduğum etkinlikler ilk defa birinin ilgisini çekmişti. 

Elimi yere koyarak kafamı gelip geçen insanlara çevirdim. 

"Benimle yan yana görülmen senin için bir problem olabilir.."

Bana baktığını hissediyordum. Konuşurken benden gözlerini ayırmıyordu ve ister istemez ona tekrar dönmem gerektiğine karar vererek başımı ondan yana çevirdim. 

"Açıkçası bu artık pek de umrumda değil.." 

Merakla havada kaptım cevabı. "Neden?"

"Çünkü sonunda, yayınlara başlamamın asıl amacı olan şeye erişmek üzereyim. Yani erişme kısmı belki mümkün olmayabilir ama benim bu radyo programlarını yapmama sebep olan bir şey vardı ve ben bir yol katettim ve bu da... Artık kimliğimi saklayıp saklamamam konusunda arafta kalmamam gerektiğini hissettiriyor bana.."

Gözlerimi kısarak hafifçe kafamı ileri doğru ittim. "Özel değilse... Nedir o sebep?"

Gülümseyerek o da gözlerini kıstı ve ben onun bu şekilde karşılık vermesine karşılık epeyce şaşırdım. Çünkü... Beni çok tanımadığı halde yanımda bu kadar rahat olması şaşırtıcıydı. Düşünüyorum da... Yusuf başından beri rahatlıkla konuşmuştu benimle.

Ancak onu başkalarıyla konuşurken görmemiştim. 

Demek ki onu ilk gördüğümde düşündüğüm gibi samimi ve içten bir insandı. Ve ayrıca ben de başından beri onun olduğu yerde bir güven hissettiğimi fark etmiştim. Bu da olduğu gibi sürmüştü. Hani bazen bazı insanları ezelden beridir tanıyormuşsunuz gibi bir hisse kapılırsınız ya...

"Özel... Maalesef.." diyerek gülümsedi. Ben de geriye doğru çekildim tekrar. 

Yalandan hayal kırıklığına uğramış bir surat ifadesi takındım ve benimle gerçekten kendi olarak konuşan ve benimle konuşmaktan, benimle aynı ortamı paylaşmaktan yana bir derdi olmayan bir insana denk gelmenin tadını çıkardım. 

Onunla oturum üzerine konuştuk, akşamki yayınına dair birkaç bir şey sordu, soruları yanıtlarken aklıma, geçen hafta ona sorulan soru geldi. Ancak bunun özel bir soru olduğunu düşünüp sormamaya karar vermiştim. Sonrasında edebiyat kulübünün çalışmalarına geldi konu, onun edebiyatla ilgili fikirlerinin ne kadar iyi olduğunu o zaman daha iyi anladım. Ondan birçok konuda destek alabilirdim. 

Sonra bir anda "Dünkü yayını sonuna kadar dinlemiş miydin?" diye sordu, şaşırıp kaldım. 

Kafamı salladım. "Evet, bir..." kararsız bir sesle konuşmamı sürdürdüm. "Soru cevapla bitmişti diye hatırlıyorum." 

Geniş bir şekilde gülümseyerek kafa salladı, ona gülümsemenin ne kadar yakıştığını düşündüm. Gerçekten şu eylem neredeyse her insana gençlik ve güzellik veriyordu! 

"Sen de merak ediyor musun.." Sesinin alçaldığını hissettim. Yüzündeki odaklandığım gülüşün gerilere saklanıp beride tedirgin bir merak bıraktığını. Acaba bu konuda meraklı olduğumu söylersem bu hoşuna gitmeyecek mi... diye düşündüm o an. 

Ne de olsa az önce de özel bir konudan bahsetmiştik biraz ve o bunu cevaplamak istememişti. Eşelememem gerektiğini tekrar hissederek gülümsedim. Gülümsediğimi görünce ne düşündüğümü anlamak ister gibi bir yüz ifadesi oturdu yüzüne. Ne gülümsüyor ne somurtuyordu, yüzünde sadece merak vardı.

Konuyu değiştirdim. "Soru cevap kısmını kaldırabiliriz istersen.."

Hemen cevap vererek susturdu beni. "Hayır, ben seviyorum o kısmı."

"Pekala.."

Önüme bakarak ayağımın dibindeki çimlere odaklandım. Az önce ne güzel konuşuyorduk işte, bir anda bu konu nereden çıkmıştı?

"Soruma.. yanıt vermedin.."

"Ne sormuştun?"

Onu geçiştirmek istediğimi fark etmiş miydi acaba? İletişimimizi zora sokacak şeyler konuşmak istemiyordum onunla. Aslında kimseyle. Genellikle bunun tersini yaparak gereksiz ayrıntılara giren biriydim ve bu huyumdan nefret ederdim. 

"Sen de merak ediyor musun cevabı?"

"Aa.. Evet bunu sormuştun.." dedim gülümseyerek. Yalandan yalandan şöyle cevaplar vermem benim bile sinirime dokunmuştu ama hala ondan tarafa bakmıyordum. "Yani.. O an herkes gibi ben de meraka kapıldım.. Yalan söylemeyeyim.."

Cevabım onu memnun etmişçesine hafifçe gülümsedi. "Belki de kimliğimi gizlemem hayrımadır.." dedi kısık bir sesle. 

"Hm?" diye sordum anlamayan bir sesle. Yüzümü nihayet ona dönmüştüm.

"Yok bir şey.." deyip gözlerimden ziyade kafamın arkasında kalan bir noktaya odaklandı yeşil gözleri. Evet, gözleri yeşildi. 

"Bu arada.. Var."

"Efendim?" diye sordum tekrar. Kendimi hiçbir şeyden anlamayan aptal kızlar gibi hissetmiştim bir an. 

"Sevdiğim biri.." derken gözlerimin içine baktı. "Var."

Gülümsedim hafifçe. "Biliyor mu?" diye sordum.

Gözlerini yumup olumsuz manada kafasını hafifçe salladı. Gülümsüyordu.

"Söylemeyi düşünmüyor musun peki?" diye sorarken haddimi aşmamayı umdum. Merakımın benim sonum olmamasını ümit ediyordum.

Gülümsemesi yüzünde küçüldü. "Bilmiyorum.." dedi, ben de daha fazla soru sormak istemediğimi o an fark ettim. Evet, meraklıydım ancak sanki burada durmam gerekliydi. 

"Anladım.." diyebildim.

Bir süre sessizce bana baktıktan sonra sessizliği bir soruyla bozdu.

"Peki.. Ben sana bu soruyu sorarsam haddimi aşmış olur muyum?" 

Sorusu karşısında ne diyeceğimi bilemedim. Bu tür konuları konuşacak kadar yakın mıydık, ya da bunları konuşmalı mıydık diye düşündüm ve bir süre sessiz kaldım. O ise bu sessizliğimi olumsuzluğa yorup geri çekildi biraz ve "Kusura bakma... Haddimi aştım sanırım." dedi.

Cebindeki telefonuna uzandı. 

O telefonun ekranını uyandırıp orada bir şeylere bakıyormuş gibi yaparken aslında utandığını, ancak bunu saklamaya çalıştığını gördüm. Gülümsedim.

"Var.." dedim iç çekerek. "Dı."

Kafasını hızla kaldırıp merakla gözlerime baktı. 

"Var mıydı? Sonra ne oldu peki?"

Acıyla gülümsedim ve ayrıntıya girmeden talihsiz ilanı aşk edişimden bahsetmemin bir problem olmayacağını düşündüm. Ne de olsa tüm bölümün dilindeydi, Allah kahretmesin nasıl duyulduysa hala konuşuluyordu ve kulağıma geliyordu konuşulanlar. 

"İtiraf ettim ona." dedim durgun bir sesle.

"O ne yaptı peki?" diye sordu.

"Reddetti."

Gözleri büyüdü. "Seni mi reddetti?" 

Kafa salladım ve şaşkınlığını anlayışla karşıladım. "Arkadaştık çünkü.. Bana o gözle hiç bakmadığını söyledi." 

"Anladım.." dedi merakı hala solmayan bir sesle. "Ne zaman oldu peki bu?"

Gözlerimi kısarak hesaplamaya çalıştım. "Yaklaşık... Bir buçuk ay kadar önce."

Bu dediğimle birlikte sanki benden daha fazla üzülmüş gibi hissettim. "Yeniymiş.. Peki, sorularla seni boğmadıysam bir soru daha sorabilir miyim?"

Onun bu düşünceli tavrına karşılık gülümsedim anlayışla. "Tabii."

"Şimdi nasıl hissediyorsun?"

Bu soruyla birlikte ben şimdiye kadar bu soruyu kendime hiç sormadığımı fark ettim. Boşluğa düştüm. Sahiden, onca teranenin, koşturmacanın, tartışmanın ve gözyaşının arasında... Ben nasıl hissediyordum?

Hala ona karşı bir şeyleri capcanlı bir şekilde yüreğimde tutabildiğimi söyleyebilir miydim yoksa onun hareketleri ve sözleri karşısında bu sevgim yara mı almıştı? Yok sayılmak, aşağılanmak.. Yüzüstü bırakılmak... 

"Kırgın." dedim iç sesimle aynı anda. "Kırgın hissediyorum."

"Neden peki?" diye sordu bozuk bir sesle. Evet, bu olaya benden daha fazla üzülmüştü.

"Karşılık alamadığım için değil de yok sayıldığım için kırgınım." dediğimde gözlerim doldu. "Sanki bir fikrim yokmuş gibi, varlığım hiç anlam ifade etmiyormuş gibi, arkadaşlığımın onun yanında bir gram bile bir değeri yokmuş gibi davranıldığı için.."

"Bu durumun radyoyla bir ilgisi var mı peki?"

Al işte. Duymuştu dedikoduları ki, soruyordu. 

Kafamı salladım. Gözlerimden pıt pıt yaşlar dökülmeye başlayınca kafamı önüme indirdim. 

"Radyonun idaresini devraldığın için mi yok sayıyor seni?" diye sordu. Sorusu içimde daha büyük bir oyuk açtı. Ve ben o an gerçekten de reddedildiğim için üzülmediğimi anladım. Beni yıpratan yok sayılmakmış. 

"Hayır.. Yani genel olarak beni düşüncesi kayda değer bir insan olarak görmemiş.." dedim ve yaşlı gözlerle kafamı kaldırıp ona baktım. "Umarım senin sevdiğin insan sana ve senin düşüncene kıymet verecek biridir.."

Anlayışla baktı bana, hafifçe gülümsedi. "Ben bu konuda çok şanslıyım. O.. Onu sevdiğimden haberi olmadığı halde bile bana ve düşünceme çok kıymet veriyor. Beni baş tacı eden biri. Ama.. Lütfen sen üzülme. Çünkü senin onu seviyor olman onun mükemmel biri olduğu anlamına gelmiyordu. Dahası, şöyle düşün, eğer ona duygularını itiraf etmeseydin onun sana nasıl baktığını, seninle ilgili ne düşündüğünü bilemeyecektin. Böylece ona en mükemmel bakışla bakmaya devam edip onun kusursuz olduğunu düşünmeye devam edecektin. Ama emin ol onun bu düşüncesi sana özel değil. O... Genel olarak insanlara değer vermiyor.. Aslında en önce kendine.. Hiç değer vermiyor.." dediğinde hıçkırdım. Ne yapacağını bilemez bir halde elini omzuma atıp, "Nolur ağlama Hümeyra.." dedi.

Burnumu çekip özür diledim. 

"Özür dilemene gerek yok.." diyerek çantasına uzanıp mendil çıkardı, sonra da mendili bana uzattı. Mendili alırken kafamı önümden kaldırmadım. Beni kırmızı gözlerle görsün istemiyordum ama çoktan görmüş olduğunu zaten biliyordum. 

"Hümeyra..." dedi yumuşak bir sesle. 

Kafamı kaldırıp ona baktım. Zaten olan olmuştu, değil mi?


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top

Tags: #kalp#yürek