altı - nasıl

"Bir bildiğim var hayat hakkında diyordum,
yokmuş meğer."
Cengizhan Konuş

Şimdiye kadar hep, "Nasıl?" sorusunu sordum kendime. 

"Nasıl yaşarım?" 

"Nasıl hayatta kalırım?"

"Nasıl dokunurum insanlara?"

Daha sonra bu sorular, "Benden ne olur ki.." gibisinden bir iç çekişe dönüştü. Ya da çekişmeye. Kimseyi suçlamıyorum ancak insanların insanları getirdiği hal çoğu zaman içler acısıdır.

Çetin hoca edebiyat kulübünün yönetimini bana hemen vermişti ancak radyo programı için benden en geç iki hafta içerisinde bir program akışı hazırlamamı talep etmişti. Bunun ilk haftası akışı hazırlama aşamasıydı - akışı tamamen değiştirme fikrim yoktu açıkçası- ikinci haftası ise akışın değişeceğine dair anonslar geçmeyi ve üniversitenin belirli yerlerinde, sosyal medyada dinleyici toplamayı hedefleyen bilgilendirici afişler hazırlamayı ve paylaşmayı kapsıyordu.

Haber tüm bölümde yayıldıktan sonra üstüme doğru yaklaşan bulutların altında ağlamadan, kederlenmeden ve içim geçmeden ayakta kalmam gerekmişti. Daha önceden iki kelime bile etmediğimiz, şu ana dek benimle konuşmaya tenezzül etmemiş insanlar çıktı karşıma. Çay, tatlı ısmarlamalar, "Seninle bir şey konuşmak istiyorum.. Müsait misin?" gibisinden isteklerle birden yakın davranmaya başlamışlardı bana. Ve bu insanların hepsi. İstisnasız hepsi. Bir program yapmak istediklerini, bunun için epeyi potansiyelleri olduğunu, Nurullah'a da zamanında söylediklerini ancak Nurullah'ın onları geri çevirdiğini söyleyerek konuya girdiler. Mezun olmadan üniversite için bir şeyler yapmış olmak, kendilerini bir şekilde ıspatlamak arzusundaydılar. Ve bunun için de beni bulmuşlardı. Çeşitli vaatleri vardı, saatinde gelecekler, inanılmaz şeyler anlatacaklar, hiç duyulmamış parçalar çalarak herkesi kendilerine hayran bırakacaklar, arkadaşlarını radyoyu dinlemek konusunda cesaretlendirecekler ve Nurullah'la giriştiğim kavgada yanımda duracaklardı... 

Sonuncusu beni epeyi güldürmüştü. Ve aklıma, Nurullah'ın beni bir rakip olarak bile görmediği gelince gülüşüm genişliyordu.

Nurullah...

Milletin etrafımda döndüğü bir hafta boyunca o da bakışlarıyla izledi durdu olup biteni, beni. Bu bakışlar pek dostane değildi, hissediyordum. Onun küçük manga*sından bana doğru savrulan cümlelerden anlıyordum bunu.

"Radyo dinlemenin modası da geçti geçecek.."

"Radyonun mu modası geçiyor okul radyosunun mu, o kısım karışık yalnız..."

"Hiçbir şeyin eski tadı kalmadı..."

"İyi şeyler hep son bulur zaten..."

"Edebiyat herkesin işi değil arkadaşlar... Öyle birden aklıma geldi hatırlatayım dedim.."

Çocuksu, tıknaz ve saldırgan cümleler. Bunları duydukça baktığım tek bir yer vardı, Nurullah'ın gözleri. Ya aşağı bakıyordu ya da benim gözlerimi delmek istercesine doğrudan bana doğru.

O bakışlarla bana ne anlatmak istediğini bilmek istiyordum. Bir şeyler anlatmak istiyor muydu, o da belirsizdi gerçi. Ama bilmek istiyordum.

Aramıza giren bu soğukluk canımı yakıyordu çünkü. Çünkü eskiden böyle değildik. Onunla giriştiğimiz tartışmalar bile daha iç açıcı bir samimiyet barındırıyordu. Gerçi, bana ve benim fikir dünyama bakışını öğrendikten sonra bu tartışmalar da anlamını yitirmişti gözümde ya. Neyse.

Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.

Dediğim gibi, her şeyi tamamen değiştirme niyetinde değildim. Daha çok, benim rengimi ortaya koyacak bir iki içerik daha eklemek istiyordum. Bana gelen teklifleri değerlendirmekle işe başladım, ancak elle tutulur hiçbir şeyle gelmemişlerdi ki. Ayrıntılı bir plan isteyip göndermiştim çoğunu. Burcu isimli bir kızın "şarkıların hikayeleri" temalı programı çok dikkatimi çekmişti, bir de daha önceden aklımda fikir olarak duran, şimdilerin podcast fikrine yakın ancak içinde derin öyküler barındıran kendime ait bir program yapma düşüncem vardı.

Hafta boyunca çeşitli çizikler attım durdum. Yazdım, çizdim, oyalandım. Çetin hocanın yanına sayamadığım kadar çok gidip ağladım, o beni teselli edip gönderdi.

Bu bir döngüye dönüşmüştü. Doğru dürüst akıl danışacağım kimse yoktu, şutlandığım arkadaş çevrem dışında arkadaşım da yoktu doğru dürüst.

Kapana kısılmış gibiydim.

Program akışını teslim edeceğim günün öncesindeki gece tüm bozuk psikolojim ve sıkışmışlık hissiyatıyla yok olmak isterken en sevdiğim radyo programının vaktinin geldiğini, hatta geçtiğini görüp dehşetle arama motoruna abandım.

"Annemin seveceğinden emin olduğum şarkılar." isimli bir programdı, programın ismi bana kendi yaramı hatırlatırdı. Aslında içerik de benim yarama benzer bir yarayı barındırdığındandı belki, severek dinliyor, programı yapan Yusuf'u kendi düşüncelerimi seslendiriyormuş gibi görüyordum.

Özellikle söylememişti, arada kendisine sosyal medya üzerinden sorulan soruları yanıtladığı zamanlardan birinde öğrenmiştim, onun annesi de işitme engelliydi. Benim annemin tersine annesi, öyle doğmuştu.

"Çocukluğum boyunca annemin dinlemekten hoşnut olacağı bir insan olarak konuşmaya çabaladım. Ağzımdan bir kez bile küfür duyamazdınız, kimsenin arkasından konuşmadım, olur da Yüce Allah anneme aniden şifa verir de annem benim cümlelerime denk gelir diye hep korudum dilimi, aklımı, ruhumu. Ve bu huy zamanla beni, anlamlı şarkılar arayan birine dönüştürdü. Kendi şarkımı hiç aramadım, müzik dinlerken annem dinlese ruhu dinlenir mi diye sora sora kulağımı açtım ve dinledim. Sonra bir arkadaşımın bana, 'Bu bir radyo programı olsa ne güzel olurdu' demesinin ardından kendimi, bu radyoda bu programı yaparken buldum..." demişti.

O günden beri programı kaçırmamak için insan üstü bir çaba sarf etmiştim.

Az önce Ümmüşen'den çalan Gönül Geçmiyor da bitince gözlerimin dolduğunu fark ederek burnumu çektim. Kulaklarımı Yusuf'un güzel diksiyonu ve sesi doldurdu.

"Evet... Bir soru cevap yapalım bakalım.."

"Kim sormuş, İdil.. İdil asıl mesleğimin ne olduğunu sormuş..."

"Öğrenciyim.." dedi sesinden tebessüm ettiğini anlayacağım bir tınıyla. Ben de gülümsedim, Bir de bizim üniversitede okuyormuş... diye geçirdim hatta içimden.

Yusuf kısa soluklu bir şekilde kıkırdadı, "Tahmin edeceğimiz üzere hangi üniversitede okuyorsun, sorusu da geldi arkadaşlar..." dedikten sonra benim üniversitemin adını söyledi.

Şaşkınlıktan gözlerim kocaman açılmış bir halde, hızlı hızlı atan bir kalple dondum kaldım. Böyle daraldığım bir gecede, en sevdiğim radyo programını sunan kişinin okuduğu üniversiteyi öğrenmiş olmam...

Biliyorum ki siz de benim düşündüğümü düşündünüz.

İnanın o maili öyle hızlı yazıp gönderdim ki. Reddedileceğini hissettiğim halde bunu yaptım. Bazen bazı şeylerin bize işaret olarak sunulduğunu düşünürüz. Benim için de öyle bir andı.

Dua ettim, kabul etsin de radyo akışımda program yapma teklifimi kabul etsin diye. İçimdeki ses hala kabul etmeyeceğini, boşuna böyle hissiyatlara girdiğimi söylese de, önümde çiziktirdiğim tabloya onun adını yazdım ve yapmak istediği programı onun seçimine bıraktığımı söyleyen bir cümle ekledim.

Bu gece benim miladım olacaktı, kabul etse de, etmese de.

Çünkü bunun bir işaret olduğunu biliyordum. Yalnız olmadığımın, yalnız bırakılmadığımın, hüznümün ve kederimin bilindiğini bildiğim ve hissettiğim bir işaretti bu.

Hiçbir şey boşuna değildi ve boşuna kederlenmemem gerektiğini fısıldadım kendime ve programı dinlemeye devam ettim.

*-*-*-*
*manga: on kişiden oluşan askeri birlik.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top

Tags: #kalp#yürek