4. BUZ DAĞI


4, Buz Dağı

Emeline - Cinderella's dead

İDİL

Şansımın içine mi tükürsem yoksa Hans'ın genetiğine mi, kararsızdım. Hayatıma konmak üzere havalanan talih kuşu omzuma pislemiş gibi berbat hissediyordum. Her şey o kara kalpli zebani yüzündendi. İyi niyetten nasibini almamış, şımarık velet.

Dün gece göz göze geldiğimiz ilk an anlamalıydım. Mavi bakışları öylesine donuktu ki bir ruhu yoktu. Leonard varken köşkte hayalete ne gerek? Bir de utanmadan benimle dalda geçiyordu.

Kaldığım odanın kapısını kapattığım anda o da dış kapıyı çarpmıştı ve evdeki bir anlık ses kıyameti, henüz düzelmeyen kalp atışlarımı yeniden bozguna uğratmıştı. Sırtımı kapıya yaslayarak elimi göğsüme koydum, kötü bir heyecan yüzünden az kalsın ölecektim.

Ellerimin öfkeli titremesi geçmeden Amy'nin telefonunu cebimden çıkardım. Sadece onu arayabilir ve bir tek ona anlatabilirdim.

Birkaç uzun çalıştan sonra, "Sen misin Amy?" diye seslendim.

"Susan'ın telefonu."

Eh, er ya da geç bu an yaşanacaktı. "Amy nerede? Onunla hemen konuşmak zorundayım, gerçekten acil bir durum."

"İşler yolunda gitmiyor mu, Lili?" Yüzünde zafer dolu bir gülümsemeyle, elini beline yerleştirip ayağını yere vurduğunu hayal edebiliyordum. "İnan bana yanımda olsa telefonu ona verirdim ama banyo kuyruğundayım. Buraları çabuk unuttuysan hatırlatayım, biraz gürültülü geçiyor."

Unutmak mı? Zebaninin cehennem çukurundayken sadece iyi anları anmak mümkün değildi.

"Sıranı bırakıp gitsen bile geri döndüğünde aynı yere geçebiliyorsun, bunu da hatırlıyorum." Uzun boylu ve güzel bir kızdı, tek bir bakışıyla otorite sağlayacak kadar da sertti. Sakinleşerek derin bir nefes aldığını duydum. "Susan, lütfen."

"İyi tamam." Telefonu kulağından uzaklaştırıp yakınındakilere bir şeyler söyledi. "Amy kardeşimin ödevlerine yardım etmese ikiniz de umurumda olmazdınız."

Gözlerimi kapatırken soluğum da düzene girdi. "Teşekkürler. Aramanı bekliyor olacağım."

Klasik bir köşk odasından farksız alanda volta attım. Aslında dizayn olarak sıradandı fakat konum olarak talihsiz bir fark vardı: Leonard'la aynı kattaydık.

Dün gece buraya yerleşmeme yardım eden Nina, bana en üst katın sadece aile üyelerine ve misafirlere ayrıldığını söylemişti. Parantez açmam gerekirse aile zebani oluyordu, misafiriyse ben.

Tavırlarından hoşlanmadığım için zaten dün geceden gitmeye karar vermiştim. O yüzden bavulum olduğu gibi duruyordu, sürükleyerek kapıya kadar yaklaştırdım. Leonard defolup gittiğine göre beni imalı sözleriyle engelleyecek biri de yoktu. Belki Walton yine kafamı karıştırırdı ama o da neyse ki ben tek başıma kahvaltı yaparken yanıma gelmiş, yalvarmalarıma dayanamayarak benimle çay içmişti. O arada da dışarıda halletmesi gereken birtakım işleri olduğu için çıkması gerektiğini söylemişti. Umuyorum ki akşama kadar da dönmeyecekti.

"Hanımefendi?"

Odamın kapısı çaldığında aniden sıçradım. Elimin tersiyle alnımı silerek yüzümü kapıya yasladım.

"Bir şey mi oldu, Nina?"

Yaşlı kadın mırıldanırken bocaladı. "Nasıl olduğunuzu merak ettim. Çünkü hava... soğudu. Sıcak bir şeyler ister misiniz?"

Leonard yüzünden titriyor olmalısın demedi ama görmezden de gelmedi. İlgisine sessiz kalamayarak kapıyı açtım. "Bana Lili diyebilirsin. Ve hayır, canım bir şey içmek istemiyor."

Sarıya yakın kaşlarının altındaki açık kahverengi gözleri kısılırken, "Emin misiniz?" diye sordu.

Üşümediğimi ima etmiş olsam da kollarımı birbirine doladım. "Eminim, zaten bitki çaylarından da pek hoşlanmam." Ayrıca Leonard'ın mutfağından hiçbir şeyi artık ağzıma sürmem.

"Onu demek istemedim." Eski dönem siyah beyaz hizmetçi önlüğünü düzeltirken yüzüme masumca baktı. "Size gerçekten Lili mi demeliyim?"

Dudaklarımı büzerek başımı salladım. Galiba bu Nina için bir tür samimiyet göstergesiydi. "Annem böyle söylerdi." Aynı şekilde ben de samimiyetine inandığım kişiye benzer bir karşılık verirdim.

Elimde tutmaya devam ettiğim telefon çaldığında Nina başını kibarca eğerek gitmek için yeltendi. Merdivenlere yöneldiğini gördükten sonra kapıyı kapatarak açma tuşuna bastım.

"Kuş tüyü yatağının içinde uyuklarken rüyanda beni mi gördün?"

Amy'nin sesiyle bir saniyede huzur bularak kapıdan uzaklaştım. "Köşk cehenneme inşa edildiği için nevresimler de şeytan tüyünden yapılmaymış. Gözüme uyku girmedi!"

"Seni yalancı uykucu."

Bedenimi yatağa bıraktım. "Tamam tamam, biraz uyudum. Sonra sabaha karşı Hans'ın oğlu odamın kapısında bitti."

"Hadi canım! Bekar bir adamın o saatte genç bir kızın odasının önünde ne işi varmış?"

Tüylerim diken diken olurken telefona omzumla destek vererek kollarımı kaşıdım. "Beni galiba karabasanlardan kurtarmaya gelmiş. Berbat bir geceydi."

Kıkırdarken çekmeceleri açıp kapatıyordu. "Ne kadar da naif biri, horladığını duydum demek yerine ağlıyordun demiş."

Bazı sesler duydum. Ağlıyor gibiydin. Yoksa horlamama mı uyanmıştı? Eğer bu ihtimal gerçekse utançtan yerin dibine girerdim. "Mümkün değil, ben horlamam."

"Tabii tabii."

"Rahatsız bir uykuydaysam horlamam, her anıyla kötü bir gün geçirdim diyorum." Bugüne dönerek konuyu hızla değiştirdim. "Köşk umduğum gibi çıkmadı, Walton'ın anlattığıyla uzaktan yakından alakası yok."

"Bazı kurallardan bahsettiğini söylemiştin."

"Hepsini Leonard'ın koyduğu kurallar," diyerek onayladım. "Henüz onları dinlememe bile fırsat kalmadı, sadece paketli yiyeceklerin yasak olduğunu biliyorum."

"Paketli yiyecekler mi?"

"Neyse." Amy'le konuşup rahatlamak için de olsa konudan çok fazla sapttığımı fark ettim. "Bana dediklerini duymalıydın. Yetimhanede büyüdüğümü, ne kadar yalnız olduğumu her fırsatta yüzüme vurdu."

"Gerçekçi biriymiş, asalak romantiklere benzemiyor."

Amy'nin mantıklı, realist, duygusuz adamlardan etkilendiğini unutmuştum... "Tavırlarını görsen bunlar sana hoş gelmezdi."

"Canım Lili'm, sana hak veriyorum. Uzun boylu, geniş omuzlu ve sarışınlıktan son dakika yırtan kumral bir köse suratlı olması beni artık zerre ilgilendirmiyor. Peki ya... seni? Dün bana Leonard hakında biraz bilgi vermiştin de, nasıl göründüğünü oradan biliyorum."

"Merak ettiğin için sorup durdun. Fotoğrafını çekip atamayacağıma göre sana dış görünüşü tarif etmek zorunda kaldım. Şimdi de dinlersen içini anlatmaya çalışıyorum."

Leonard'la aramda beş ya da altı yaş var gibiydi, fazlasının olacağını sanmıyordum. Ama ruhu erken yaşlananlara benziyordu, bu yüzden aramızdaki mesafenin azalacağını zannetmiyordum.

Gerçekten yakışıklıydı, özenli bir yaratıktı fakat kusursuz bir melek değil, kusurlu bir insanın güzelliğine sahipti. Söz konusu geniş omuzları, uzun boyu ve temiz suratı tehlikeliydi.

"Hu hu Lili, orada mısın?"

Gözlerimi kırpıştırken saçlarımı karıştırdım. "Affedersin, şimdi tamamen sendeyim."

"Galiba Leonard'ın nasıl biri olduğunu düşünürken dalıp gittin."

"Anlattıklarımda ciddiyim. Beni sanki köle pazarından satın alan bir hayırsever gibi davranıyor. Babasının vasiyetine gönülden bağı yok. Onun gözünde sinir bozucu bir zorunluluğum." Tek seferde, "Geri dönüyorum Amy," dedim.

Köşeye sıkıştığı zamanlarda yaptığı gibi derin derin soludu. "Kalbini kırmak istemem ama sen gittiğinden beri Bayan Maja ilk kez mutlu görünüyor. O kadar çabuk kabul ettirebileceğimizden emin değilim."

"Maja belki melek falan değil ama bir zebaniden iyidir."

"Zebani mi?" Sesi ilk kez dalgalı değil, şaşkındı. "Dün gece aradığında onun bir soylu olduğunu söylemiştin."

Erkekleri anlatırken detaylandırma huyumu acilen bırakmam gerekiyordu. "Nihayetinde zengin ve soylu. Ne yazık ki unvanlar karaktere göre verilmiyor."

"Ah, resmen talihsizlik. Hans'la aynı genetiği taşıdığına emin misin? Belki yasak bir aşkın meyvesidir."

Leonard'ın hayalini gözlerimin önüne getirirken elimi yumruk yapıp bakışlarımı kıstım. "Yasak mı değil mi bilmem ama zehirli olduğu kesin! O buz mavisi bakışlarını görmeliydin. İnsanı soğuktan donarak öldürür."

"Sana inanıyorum," dedi yatıştırıcı bir sesle. "Mavi gözlü insanlardan her zaman negatif etkilenmişimdir."

"Yürüyen bir negatif enerji yığını!" diye parladım. Birilerinin Leonard'dan nefret etmesine ihtiyacım vardı. "Üstelik küstah da. Agresif ve arsız olduğumu söyledi."

Amy'nin fısıltısında gülme tınısı var mı diye dikkatle dinledim. Aniden öksürdüğünde telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. "Tam bir insan sarrafıymış. Peki sen ona ne cevap verdin?"

"Ben de ona şımarık velet olduğunu söyledim."

"Amanın, Lili! Seni bu yüzden mi evden kovdu?"

"Evden falan kovulmadım Amy," diye çıkıştım. "Kendi isteğimle gidiyorum."

"Bu çok ani oldu." Onun da tıpkı benim gibi en sonda yatağa oturduğunu tahmin ettim. "O halde bize acil bir çözüm gerekiyor. Bayan Maja'yı hemen ikna edebilmek için ne yapabiliriz diye bir düşünelim."

Kazağımın tüyleriyle oynarken alınganlıkla omuz silktim. "Ben ne yapacağıma karar verdim bile. Yurtta çalışacağım. Maaşlı bir personel olursam beni kovmaz galiba."

"Bunun için aylarca eğitim alman gerekiyor. O sürede yurtta kalsan bile sonra ne olacak? Ders çalışacak zamanı nasıl bulacaksın?" Sessiz kalarak öfkesini arttıran son hamleyi bekledim. "Bana sakın üniversiteye gitmeyeceğini söyleme!"

Sorusuna direkt olarak yanıt vermek yerine dudaklarımı dişledim. "Kışın ortasında çocuk parklarında da yatamam değil mi? Isınmak için test kitaplarımı yakmak isteyen arkadaşlarımla iyi geçineceğimi pek sanmıyorum."

"Şu çaresizliğimize bir bak. Leonard bu kadar kötü bir adam olmak zorunda mıydı?"

Sessizce, "Şımarık velet," diye mırıldandım.

Ne yapacağımı biliyor görünüyor ama asla emin olamıyordum. Artık Leonard'dan değil yardım, bir kalem bile isteyemezdim. Eskiden olduğu gibi başımın çaresine bakmalıydım. Bu arada konusu açılmışken dertsiz başım, daha önce buna benzer olaylar yaşamış değildi.

"Hans sana zaten miras bırakmadı mı?"

"Evet o ama bir arazi. Leonard'ın özel vasiyete uymasına yardım etmezsem satıldıktan sonra bana haber vermeyebilir."

Ki burada kalmayıp ona yardım etmediğim düşünülürse...

Sessizliğimin üzerine Amy, "Berlin'den buraya gelmen zor olacak," dedi.

"Köşk biraz tepede kalıyor, ana yola inebilirsem bir otobüse binerim. Terminale ulaştığımda gerisi kolay."

"Bunun için paran var mı?"

"Merak etme, o kadar da meteliksiz değilim."

"Çok korkuyorum Lili, başına bir şey gelirse kendimi asla affetmem."

"Senin bir suçun yok." Ben, aptallığım ve Hans'ın oğlunun nasıl biri olduğunu bilmeyen kötü babalığı suçluydu.

"Git diye tutturmuştum."

"Dert etme, aynı umuda ben de kapılmıştım." Kısa cümlelerimizin arasına yeniden uzun bir sessizlik çöktüğünde, "Susan faturası kabarık geldiği için deliye dönecek," dedim.

"Kontörlü hat kullanıyor. Bugün yüklemesini de ben yaptım, belki konuşuruz diye."

Amy'nin beni bu kadar düşünmesi alt dudağımı titretirken yataktan sürünerek kalktım. "Otobüsü yakaladığımda gerisi kolay olacak. Belki oraya ancak gece ulaşabilirim ama ne olursa olsun bir yolunu bulup döneceğim."

Düşünceli bir sesle, "Aklıma bir fikir geldi," diye mırıldandı. Amy bir plan yapmaya başladığında konuştuğunuz şey ne kadar önemli olursa olsun, dinlemezdi. "Külüstür telefonum konum atacak kadar akıllı değil ama sen bulunduğun yeri az çok biliyorsundur."

Yolculuğumun bir kısmını göz bandıyla geçirsem de Walton'la sohbetlerimiz bana biraz yardımcı olabilirdi. "Semtin adını biliyorum ve hatırladığım bazı güzergah tabelaları var."

"Neticede bu da bir şeydir. Yapacağımız şey basit, sen bana orasıyla ilgili bildiklerini anlatan bir mesaj çek ben de internetten hangi otobüse binmen gerektiğine bir bakayım. Belki tren istasyonuna gitmene bile gerek kalmaz."

Penceden dışarıya bakarak yeni yeni serpiştirmeye başlayan doluyu izledim. Acaba orada da hava durumu aynı mıydı? Sonuçta aramızda dört beş saatlik mesafeye tekabül eden bir fark vardı.

"Otobüse bineceğin yer yakınlarda mı?"

Bazı yerleri beyazlık kaplasa da seyrek trafikli yolu siyah, ince bir çizgi gibi görebiliyordum. Yakın mı sorusuna gelecek olursak... Bavulumla ilerleyeceğim için upuzun dakikalara eş değerdi. Daha fazla endişlenmemesi için, "En azından ana yola nasıl çıkacağımı billiyorum," dedim.

"Harika! O halde benden haber bekle ve tetikte ol, sıradaki otobüsü kaçırmayalım."

Aşmam gereken uzun yola bakarken derin bir nefes aldım. "Pekâlâ, kapatıyorum. Şarj bitmesin, ara ara mesajdan devam ederiz."

"Saat kaç olursa olsun uyumayacağım. Umarım çok uzun sürmez. Sen buraya gelene kadar dua edeceğim."

Telefonu ilk önce Amy'nin kapatmasını bekledim. On altı yaşından yeni çıkmış biri gibi değildi. O olmasa ne yapardım bilmiyordum. En basit fikirleri bile, küçük panik dalgaları sebebiyle es geçebiliyordum. Ve Amy, eksik yanlarımı iyi biliyordu.

Burayla ilgili bir konum bilgisi sayılabilecek her şeyi yazıp gönderdim. Birkaç dakika içinde, yarım saat sonra yola çıkmam gerektiğini söylediği bir mesaj aldım. Yolumun epey uzun olduğu düşünülürse bu hemen harekete geçmem anlamına geliyordu.

Bavulumu merdivenlerden gürültüyle indirmem önce genç çalışanların dikkatini çekti. Fakat onlarla henüz konuşmuşluğumuz olmamıştı, o yüzden bir şey söylemek yerine gizlice izlediler. Belki beni Leonard'la akraba sandıkları için mesafeli davranıyorlardı. Bu ne kötü bir kader olurdu.

"Hanımefendi," hitabını hızla, "Lili," şeklinde düzelttiğinde Nina'ya baktım. "Bir yere mi gidiyorsunuz?"

Merdivenin son basamağında takılan bavulu kendime doğru sertçe çekerken sendeledim. "Farklı bir şey yok Nina, geldiğim yere geri dönüyorum."

"Kasabaya," dediğinde başımı salladım. Nasıl geldiysem, öyle bir anda.

Salonun içinden antreye geçerken hepsine tatlı tatlı baktım. "Merak etmeyin tekerlekler temiz, daha önce hiç seyahat etmemiştim."

"Bundan Bay Leonard'ın haberi var mıydı acaba?"

"Elbette, benim kararlarıma daima saygı duyar. Onunla uzun zamandır iyi anlaşıyoruz. Sonuçta yakın arkadaşımın küçük oğlu."

Kendinden başka kimseye güvenmeyen despot Leonard, umarım evin bir yerlerine dinleme cihazı yerleştirmiştir de söylediklerimi duyardı.

Bana engel olmaya çekinen ama gitmeme izin vermeye daha da çok çekinen Nina'ya döndüm. "Ne yaptığımı biliyorum, benim için endişelenme. Bu konuda başına bela olursam bütün suçu bana yıkabilirsin. Bavulumdan bir silah çıkartıp hepinizi tehdit ettiğimi söyle. Hadi, hoşça kalın."

Kapının önünden tamamen ayrılmadan önce Nina'ya hafifçe sarıldım. Benim saçlarımı pişmaniyeye çevirdiği için kullanamadığım beyaz sabun gibi kokuyordu. Yaşadığımız bütün kötü ve saçma şeylere rağmen gülümsedi.

Yine de çok değil, birazdan Leonard'ı arayıp evden ayrıldığımı söylemek zorunda kalacaktı. Elverişsiz botlarımla mümkün olduğu kadar hızlı yürümem gerekiyordu. Halime acırsa Leonard'ı arama işini geciktirir ve ortadan kaybolmam için bana biraz zaman kazandırırdı.

Kar serpiştitirirken havanın dondurucu olmadığını söylerlerdi, görüyorum ki bu Berlin için geçerli değildi. Nadiren yağan kar asfaltı bu defa beyaza boyamıştı. Birkaç defa kayıp buzlu zemine düştüm ve her seferinde Leonard'a iki misli küfrederek doğruldum.

Köşkten iyice uzaklaşırken dönüp geriye baktım. Kapı arkamdan kapanmış, bana oda olarak verilen pencerenin perdesiyse bıraktığım gibi açık kalmıştı.


Sıralanan pencerelerden birinin ardında da Leonard'ın odası vardı. Hangisiydi bilmiyordum. Dün yolculukta biraz uyuduğum ve yerimi yadırgadığım için gecem kısmi olarak uykusuz geçmişti. Yani en azından sabah olmadan birkaç saat önce Leonard'ın ayak seslerini dinlerken uyanıktım. Hava aydınlanmadan da beni uyandırmasına bakılırsa odasına sadece üstünü değiştirmek için uğramıştı. Bu durumdan çıkardığım sonuç, zebanilerin uyku ihtiyacı yoktu.

Hans'tan böylesine anlayışsızlık bir çocuk beklemezdim. Çünkü neredeyse, neredeyse Hans'ın babam olmasını istemiştim. Beni bir gün oradan çıkaracağını hayal etmiştim. Her geldiğinde bu umutla atılmıştım kollarına. Güzel sözleri, tatlı hediyeleriyse dikkatimi her zaman dağıtmış ve ona bu yüzden hiç kırgın kalamamıştım.

Artık sebebini anlıyordum. Leonard... Çocukken de çok farksız olmasa gerek.

Onunla bir abi kardeş gibi geçinemezdik. Aynı anneden babadan olsak belki bir umut olurdu ama bu yabancı halimle beni hiçbir koşulda, hiçbir yaşta kabul etmeyeceğine emindim. Acaba bir kardeşi var mıydı? Bunu Walton'a sormadığıma pişmandım. Gerçi Leonard'ın hayatına ilgisiz görünmek paha biçilemezdi.

Berlin'in iklimi sert olmasa da kışın tam ortasında, sokakta kalmanın sert bir tatsızlığı vardı. Mesela dışarıyla tek ilişkisi okul yolu olan, sokaklara alışmamış vitaminsiz bir kız bu havalardan kolaylıkla etkilenirdi. Mesela donuyordum.

Eldivenlerimin yetersizliğini her eklem hareketimde hissettiğim için bavulumu güçlükle sürüklüyordum. Leonard normal bir insan olmadığından, normal insanların ikamet ettiği sokaklarda yaşamıyordu. Burası bi mahalle miydi ondan bile emin değildim. Yokuşların üstündeki tepelere konumlanan seyrek, gösterişli evler vardı. Ya da köşkler. Adı, mülkümüze zarar gelmesin konutları falan olabilirdi.

Amy'i aramak istiyordum. Amy'i aramam demek hızımın yavaşlaması, terminale gidene kadar şarjı idare etmekte zorlanacağım demekti. Bataryası önceden ölen telefonlardan nefret ediyordum. Ama keşke en azından içlerinden birinden daha az nefret edip bir tanesine sahip olsaydım. Büyüdüğüm yurtta işe girmeyi başarırsam Amy'e bir batarya, kendime de Amy'nin telefonunun siyahını alacaktım.

Orada işe kabul edilmemem için bir neden yoktu. Derslerim kötü olabilirdi ama bu eğitimsiz olduğum anlamına gelmiyordu. Yani hiç değilse personellerin üniversite mezunu olmalarına bakılmıyordu. Çocukları seviyordum ve asıl önemlisi onlar da beni seviyorlardı. Birbirimize alışıktık, karşılıklı dil çıkartmalar en büyük tartışmalarımız sonucunda gerçekleşiyordu.

Aman Tanrım. Leonard'a da dil çıkarmıştım!

Aklıma zamansız düşen anıyla birden tökezledim. Bu defa Leonard yerine kendime küfrederek toparlandım. Dilimi dişlerimin üstünde gezdirirken gülümseyemedim bile. Bence yaptığım hareket şımarık velet demekten daha kötüdüydü. Köşkün cehennem olduğunu ima etmekten de. Zebani olduğunu söylemekten de. Vasiyetin canı cehenneme dememden de.

Ağzımdan bir tek güzel kelime çıkmamış.

Hayır, doğrusu o tek bir güzel şey duymayı hak etmemiş.

Öğlene yakın bir saatte uyansam da pek bir şey yememişim, oysa sofra televizyonda gördüğüm ziyafetlere benzer bir özenle hazırlanmıştı. Masaya Hans'ın davetiyle otursam oracıkta iki kilo alırdım. Midem guruldamamın eşiğindeydi. Gerek bitmeyen yürüyüşüm, gerek sonu gelmeyen düşüncelerim enerjimi yavaşça tüketmeme neden oluyor ama buna rağmen sonu da gelmiyordu.

Yokuşun sonundaki açıklığa ulaştığımda saate bakmak için telefonu çıkardım. Büyük bir güç gerektiren kilit tuşuna basmak için eldivenlerden kurtulmam gerekiyordu. Parmaklarım kıpkırmızıydı, tırnaklarımın ucu sızlıyordu. Yine de buna değişmişti, söylediğine göre otobüsün ortalama yarım saat sonra yakınlardan bir yerden geçmesi gerekiyordu.

Anayol olduğunu düşünmekle hata etmiştim. Burası bir otobandı ama şehrin hiçbir yerle bağlantısı olmayan köhne bir yer gibi sessiz sakindi. Oturacak bir köşeden de yoksundu, parkama iyice sarmalanarak izlemeye devam ettim.

Otostop çekebilecek cesarete sahip değildim çünkü dünyada onurlu insan sayısı oldukça azdı. Mucize eseri ticari bir taksi geçse bile, hemen hemen bir saat sürecek terminal yolcuğu için benden bir dünya para isterdi. İkinci bir çıkmaz sokakta takılı kalmıştım. Bu arada birincisi Leonard'dı.

Bacaklarım titremeye başladığında ayakta uzun zaman duramayacağıma karar verdim. Bavulumu bariyerin arkasından dolaştırarak sürükledim. Dikenli bir ot topluluğunun yakınına, mesafeli olarak yerleşme kararı aldım. Saatin takibini yapıyordum, otobüs geldiğinde öne atılırdım ama yolun ortasında da bekleyemezdim. Bu yüzden bavulumu yan çevirip üstüne oturdum. Vücudumu iyice büzdüğümde hiç değilse biraz olsun ısınabiliyordum.

Daha vakit olduğu için başımı dizlerime yaslayıp biraz daha küçüldüm. Saçlarımda sicim gibi bir ıslaklık hissedince başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Hemen o saniye gözüme bir yağmur damlası düştü. Kar, yetersiz soğuk sebebiyle bir çeşit yağmur fırtınasına dönüşüyordu. Neticede benim soğuktan donacak olmam iklimleri değiştirmezdi.

Parkamın kapüşonunu örterek yağmurdan kaçmaya çalıştım. Gök gürültüsü kulaklarımı kuşatana dek bu şekilde idare edebilirdim. Tabii bir de otobüsün erken gelmesi gerekiyordu. Ayrıca beni görmesi de lazımdı. Beni kabul etmesiyse en önemlisiydi.

Aç, sussuz ve uykusuzdum. Uykumu getiren soğuktu. Biraz daha kıvrılmak ve atkımın altındaki sıcak nefesimin beni tatlı tatlı ısıtmasını istiyordum. Bunun yanıltıcı olduğunu hatırlamaya çalışarak kısık gözlerle karşıya bakındım. Arabaları sayabilirdim. Dakikada en fazla beş tane geçen arabaları. Üşenmeden, tekrar tekrar.

Yolun karşı yakasında da yine bu taraftaki gibi büyük tepeler, daha ilerisinde de dağlar vardı. Onlar zengin konutlar yerine karlı ağaçlarla doluydu. Soğuktan sulanan gözlerim bir süre sonra sadece beyazlığı fark ayırt edebilecek hale gelmişti. Algılarım sadece bu parlaklık üzerine kuruluydu. Dağ, kar, buz ve soğuk.

Bilmediğim bir zaman sonra, telefon güçlü bir sesle çaldığında aniden sıçramam gerekiyordu. Bense gözlerimi yavaşça açabilmiştim. Botlarımın önünde buzlu su birikintisi vardı. Yağmur artmıştı, üstüm sırılsıklamdı, soğuk dayanılmazdı.

Büyük bir gayretle telefonu açtığımda, "Hım," diye mırıldandım. Kulağıma doğrultacak çabaya sahip değildim.

"Lili, bu üçüncü arayışım! Sen iyi misin? Bana lütfen mesajları okuduğunu söyle."

"Hım."

"Seferler iptal edilmiş. Senden haber gelmeyince oradan geçen kör olası firmaları aradım ve ani fırtına riski yüzünden durdurulduğunu söylediler. Bilet satın alanlara telefonla haber veriyorlarmış, o yüzden fazla kızamadım. Can güvenliğin için buraya gelme işini birkaç gün ertelemek zorunda kalabiliriz. Neredesin şimdi, dönüş yolunda mısın?"

"Hıhı."

"Hey! Leonard'ın sınırlarında şebeke bile mi kötü, seni çok zor duyuyorum! Soğuktan donmuş olmalısın, hadi telefonu kapat ve eldivenlerini tak. Eve gittiğinde beni hemen ara. Lütfen sabret, sadece birkaç gün."

Telefon yavaşça kucağıma kaydı. Birkaç gün. Yarı kapalı gözlerimi yeniden karşıdaki dağ yamacına doğrulttum. Karlar her bir saniye arttı ve orası artık beyaz bir kütleydi. Birkaç gün. Buz dağının içinden büyük bir zebani çıktı. Zebaniler cehennemde yaşamaz mıydı? Birkaç gün. Zebani tanıdıktı. Yüzü bulanık ama vücudu buzdandı. Birkaç gün. Kocaman bir buzdan ibaret olan zebani bana biraz daha yaklaştı. Onunla birlikte gitmemi istiyordu. Beni cehennemin en soğuk katına çekmeye kararlıysa uyanmamı beklemeydi.
Sadece birkaç gün...

Bölüm Sonu.

İdil gitti arkadaşlar çünkü giderim demişti... O nedenle... Kararlılık konusunda İdil gibi olun.

(Hipotermi geçirmeden birkaç dakika önceki düşüncelerim)

Sizce Leonard eve geldiğinde İdil'i görmediği zaman ne yapacak?

👉🏻👈🏻

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top