26. LİLİTH'İ ANMAK
26, Lilith'i Anmak
Sezen Aksu - Kurşuni Renkler
İDİL
Birbirimize sarılmamızın imkânsızlığı bile ortadayken, Johanna'nın adamları onu benden biraz daha uzaklaştırdılar.
Pantolunundaki yırtıktan kan süzülüyordu ama hem kumaşın, hem de kanın koyu renkte olması yarasını görmemi zorlaştırıyordu. Korkuyorum. Bacağına bir kurşun giren ama yine dizlerinin üstüne devrilen sevgilimin acısını hissedememekten korkuyorum. Benden sürükledikleri yetmezmiş gibi, bana bir daha geri getirmezler diye korkuyorum. Çıkmayan, çıkması mümkün olmayan sesimle çığlık atıyorum. Onun yerinde keşke ben olsaydım diyorum. İzlemeye doyamadığım mavilikleri acıyla her kısıldığında, bakmaya dayanamıyorum.
Bence sen kaybedendin.
Demiştim, doğum gününde yazdığım şiirin bir cümlesinde. Yanıl dizelerim, mahvol öngörülerim. Düşmek için kucağımı seçen bu adam kolay kolay yenilmez. Travmalarının altında can çekişir ama kötülüğe esir düşmez. Tanrım lütfen ona bir kalkan ver; çünkü biliyorum ki bu kaosun ortasında ancak öldürücü bir yara almazsa kaybetmez.
Aramıza mesafe koyulması talimadı sonucunda, bir salondan daha geniş olan kulübenin karşı ucundan bakıyordu artık bana. Canının ne kadar yandığını umursamayacak suratsızlıktaki bu iri kıyım adamlar, patronlarının uyarıcı söylemleri sebebiyle zarif davranmaya çalışsalar da işleri biter bitmez ellerini çekmişlerdi. Sevgilim sırtını kendisi yaslamıştı duvara; büyük bir acıyla.
Johanna yanına oturdu ve tıpkı Leonard'ın yaptığı gibi bacaklarını uzattı. Ardından, beyaz elbisesinden bir parça koparmak için de kollarını. Profesyonel bir katili andıran soğukkanlılığı korkunçtu.
"Yorgunsun aşkım," dedi sakin bir sesle. "Lilith tarafından ihanete uğramış gibi yorgunsun."
Leonard'ın iç çekişleri, benim boğazdan kopan hırıltılarım ne ihaneti diye haykırdı.
"Yıllar boyunca yalnızlık çeken kuzenin öyle iyi bir adammış ki, onu dün evi yerine bir otele götürmüş. Evet beraber kalmamışlar fakat ben araya girmeseydim belki de sonraki geceler..."
"Sus," dedi Leonard zorlukla. "Sesini duymaya katlanamıyorum."
Bense, üstüme çamur yapıştırmak için yoğurduğu koca bataklığa gömülmesini istiyorum.
Johanna elbiseninin uç kısımlarından bir parçayı yırtmayı başardığında, dikiş izi boyunca tam tur takip ederek ortaya birkaç sarımlık sargı bezi çıkmasını sağladı. Kar gibi beyaz ve en az buz kadar soğuk hissettiren elbisesi artık yerleri süpürmüyor, bileklerini gösteriyordu.
"Bana öyle geliyor ki sorun sesim değil, sen ikisini yan yana hayal etmeye katlanamıyorsun. Beni artık daha iyi anlayabiliyor musun?"
Leonard, Johanna'nın elinde beyaz bir parçasıyla bacağına eğildiğini gördüğünde, "Bırak!" diye bağırdı. "Bana sakın dokunma, benim için sakın bir şey yapmaya çalışma!"
"Kan kaybından bayılmak mı istiyorsun? Yorgun musun aşkım, biraz dinlenecek misin?"
Leonard dişleri kapalı bir şekilde bağırdığında, ayak bileklerimden bağlanmış ve tepemdeki adam omuzlarımdan tutup beni oturtmaya hazır olsa da dizlerimin üstünde doğrularak kendimi belli etmeye çalıştım. Mırıldanmalarım sonucunda Johanna beni fark etti.
"Ah, bak bak! Tavana değil karşına bak! Sana yardım etmemi Lilith bile istiyor."
"Ona böyle söyleme!"
"Annesine deli kadın dediğimde de aynısını yapıyordun," dedi mızmızca. "Hâlbuki ben, etraftan duydukları aklına kazınmış bir kızım. Hiçbirini kendim uydurmuyorum."
"Annemden duydukların," diye düzeltti Leonard. Dikkatini tekrar çekebildiğimdeyse nihayet bana baktı.
Johanna'nın, yarasına tampon yapmasına izin vermesi için gözlerimle yalvardım. Kemiklerim böyle durmaktan acısa da kıpır kıpırdım. Saçlarından, alnından, yüzünün her noktasından yağmur suyu, ter ve gözyaşı süzülüyordu. Kuruması imkânsız damlacıklar tarafından acıyla kutsanıyordu.
Johanna bir kez daha yaklaştığında çenesini sıksa da karşı koymadı. Lakin bunu sanki, bana bakar hâlde kalabildiği için yapmıştı.
"Öleceklerse tedavi niye?"
Kevin'in duygusuz sorusu üzerine Johanna uyguladığı baskıya ara vermeden, "Erkek arkadaşımın geleceği hakkında doğru konuş," diye uyardı.
"Sen ne tür bir hastasın?" Leonard bileğinden tutarak kolunu itekledi. "Yaptığın kötülüklerden sonra kendinden bu kadar emin konuşmaya nasıl cüret edebilirsin?"
"Kötülükler... Senin için göze aldıklarıma böyle mi diyorsun?"
Leonard tekrardan tavana bakarak soluklandığı için Johanna elinde kanlı bezle, yeniden kendisine dönmesini sabırla bekliyordu. Sabırsızca çıldırıyordum. Canının acısı ve dibinden konuşup duran bu kadın bana da yeni bir travma bahşediyordu. İçten içe hissediyordum.
"Farz edelim ki hepsi kötülük," dedi sessizliği üzerine. "Onları yapmak yerine sadece seni bekleseydim, eninde sonunda bana geri döner miydin?"
"Sana dönmek diye bir şey yoktu Johanna, senden sadece gitmek vardı." Sesli olduğu kadar acı dolu da bir nefes verdi. "Fakat görünüyor ki paçayı sıyırmak zor. İdil hayatımda olmasaydı senden kurtulmak için beni öldürmeni bile isteyebilirdim."
"Lilith hayatında değil!" dedi sinirle. Kıskançlıktan elleri titriyor, burnundan soluyordu. "Seni terk ettiğini hatırlatırım."
Leonard başını duvardan ayırınca, dizlerimin üstünde yükseldiğim için göz göze geldik. Köşkün kimsenin uğramadığı karanlık bir odasında, kuytu bir köşesinde başbaşaymışız gibi tasasız gülümsedi. "Onu bana geri getirdin."
Yukarıya kıvrılmaya çalışan dudaklarına tezat giden hüzünlü gözlerinle kapılsam da neredeyse Johanna kadar kızmıştım Leonard'a. Bir cadının elinde esirdik ve buna rağmen yalandan da olsa suyuna gitmeye çalışmıyordu. En son bildiğini okuduğunda bacağından vurulmuştu.
"Dördümüz dışında herkes dışarı."
Adamlar birbirleriyle bakışırken Kevin, "Dördüncü ben miyim?" diye sordu.
Benim yanımda bir, Leonard'ı bıraktıktan sonra çekilen iki, kapının önünde dikilenler de olmak üzere toplam beş kişiydiler. Bir bu kadarı da muhtemelen dışarıda nöbet hâlindeydi. Hepsi kararsız bir mecburiyetle uzaklaştılar çünkü elleri arkasından bağlı Leonard bile donuklaştırmayı başardığı mavi gözleriyle şüphe yaymaya yetiyordu. İstediği sayıya ulaştığımızda Johanna bu kez Kevin'e döndü. Sadece bakması bile emir alıp ayağa kalkmasına yetmişti.
"Sen de Lilith'in yanında dur. Tam da istediğin gibi bu andan itibaren ondan sorumlu olacaksın."
Kevin'in benden sorumlu olmayı daha önce kendi iradesiyle aklından bile geçirmediğine emindim.
Leonard ise benimle aynı düşünmüyordu.
Bacaklarını dengeleyip ayağa kalkmaya çalışırken, "Uzak dur!" diye seslendi. "Böyleyken bile sana dövüşmeyi teklif ediyorum. Hadi, erkek erkeğe halledelim şunu."
Johanna çabasını boşa çıkarak omuzlarından tutup Leonard'ı tekrardan yere oturttu. Bütün emekleri boşa gittiğinden ve canı her geçen saniye daha çok acıdığından küfretti. O kadar nefret dolu bakıyordu ki, Leonard'ın sevdiği biri olduğum için kendimi şanslı saymak üzereydim.
Elindeki bezi bir kenara bırakıp yeni bir parça yırttı. Elbisesi bu kez dizlerinin altına anca uzanabiliyordu. Çıkarcılığından keyif aldığı her hâlinden belliydi. "Buraya bedenimizi yaralamaktan çok, duygularımızı öldürmeye geldik. Bu yüzden Kevin'le dövüşmeni istemem ve yine aynı yüzden yaranı iyileştireceğim."
Leonard ise onu dinlemiyor, yanımda durup sırtını duvara yaslayan Kevin'e ciddiyetle bakıyordu. O kadar ciddiyetle bakıyordu ki, Johanna'nın bacağına tampon yaptığını dahi fark etmedi. Bu yüzden sadece kışkırtarak intikam alacağını düşünen Kevin'in ağzını bıçak açmıyordu. Hâlbuki beni karşıladığında bu civarda en mutlu görünendi. Kuklanın en cansız olanıydı ve sökülmeye kalbindeki ipliklerden başlamıştı. En az Johanna kadar ruhsuz, ondan birkaç kat daha duygusuzdu. Çünkü Johanna'nın saplantılı duyguları varsa da Kevin buradaki kimseyi sevmiyordu. Beni kulübeye attıklarında bir kez sırıtmak dışında yüzüme bakmamıştı, oysa Leonard geleceğinde kuracağı kışkırtıcı robotik cümleleri bu son ana dek ağzındaydı.
"Sani istemeden inciteceğimi tahmin etseydim yanımda bir doktor getirirdim."
Sesini tekrar duyduğunda Leonard bakışlarını bacağına indirdi. Hemen aynı saniyedeyse Johanna'nın kolunu ittirdi. "Uzatma da bizden ne istediğini söyle. Saçmalıklarına daha fazla katlanamam."
"Sizden ne istediğimi mi yoksa size ne olacağını mı?"
Burası, şimdiye kadar dillendirilen konuların en mühim kısmıydı. Tiksintili bir nefret ve saplantılı bir aşk olarak ilk kez bu kadar uzun bakışıyorlardı. Tam ortalarında ama oldukça karşılarında, uzaklarındaydım. Odak noktalarının dışındaydım. Leonard ona bakmak zorunda kaldığından beri yapayalnızdım.
"Sabah olmayacak kadar karanlık bir gecenin içinden geçeceğiz," diye anlattı Johanna. "Kapıdan çıktığımızda mutlka bir şeylerden vazgeçmiş olacağız."
"Benden vazgeçmeni istiyorum!" diye parladı Leonard. "İdil hariç her şeyimden vazgeçiyorum!"
"Beni bazen o kadar kızdırıyorsun ki seni öldürmek istiyorum."
Aklından her ne geçtiyse, sağlam ayağından destek alarak vücudunu zorlukla da olsa Johanna'ya çevirdi. Onu yan profilden izlerken hoşlanmıştım ama bu yorgun siması acı veriyordu. Normal zamanlarda ne kadar iyi göründüğünü neredeyse hatırlamıyordum. "Öyle yapalım," dedi istekle. "İdil'i güvenli bir yere ulaştırman ve bunu kanıtlaman şartıyla öldür beni."
Kevin'in zapt etmekte zorlanacağı kadar şiddetli çırpınmaya başladım. Leonard bana dönmemeye çalıştığından dişlerini sıkıp, gözlerini üst üste kırpıştırıyordu. Johanna ile yapacağı aptal anlaşmaya odaklanmış hatta kabul etmiş bile sayılırdı.
Johanna elini uzatıp Leonard'ın yanağına dokunacağı esnada, başını refleksle çevirmesi avucunun boşluğu yakalamasına sebep oldu. Leonard benim için ölmeyi göze alıyordu ama bir başkasının tenine dokunmasına müsaade etmiyordu.
"Kararları benim verdiğim bu yerde, krallığın tadını çıkarmaktansa gururlu ama aptal bir şövalye olmayı seçiyorsun. Tamam, öyle olsun."
Johanna kana bulanmış bezi bırakmak için diğer omzundan tarafa döndü. Elbisesini toplayarak ayağa kalktığında onu izleyebilmek için başımı doğrultmam gerekiyordu. İnce, uzun ve olabildiğince zarif bir yapısı vardı. Bana doğru acelesiz adımlarla gelirken gözlerini kırpmamasıysa, güzelliğinin ne kadar tehlikeli olabileceğini bir kez daha kanıtlıyordu.
"Anladığım kadarıyla Kevin, eski kız arkadaşını alıp götürebilir."
"Ne, nereye? Çıkardığın sonuç bu mu! Çekil önümden, onu göremiyorum. Ah!"
Şartlara bakıldığında Leonard'ın tamemen ayakta durabilmesi neredeyse imkânsızdı. Johanna da bunu bildiğinden önümde diz çökmüş, Leonard'a ise ilk kez sırtını dönmüştü. Islak, yorgun, güçsüz gözlerim onun cüretkâr, canlı ve tehlikeli mavilikleri karşısında istemsizce kısılıyordu.
"Sana, henüz bebekken kaybettiğim kız kardeşime benzediğini söylemiştim. Bunun benim için ne kadar değerli olduğunu asla anlamadın."
Ayağını uzatarak kısmen arkama geçti. Fısılılı bir tonda söylediği bu cümleler tüylerimi diken diken etmişti. Doğum günümü kutlayacağımız akşam mahzene gelip her şeyi anlatmakla bana neredeyse değer verdiğini vurguluyordu. Bense sağ omzuma sürünen nefesinin karanlık rüzgârına odaklanmıştım. Elinde bir silah, küçük bir bıçak ya da kalbimi tek hamlede söküp alacak bir hançer olup olmadığını hatırlamaya çalışıyordum.
Parmaklarını sol omzuma yerleşirdiğinde nefesimi tuttum.
"Neden orada duruyorsun?" diye sordu Leonard. Bütün gücü sol bacağına verdiği için sırtını duvara yaslamak zorunda kalmış, tamamen doğrulamamıştı. Kaybettiği kan sebebiyle yüzü epey solgunlaşmıştı.
"Kararların bende olduğunu tek bir hamleyle göstermek için."
"Johanna sakın." Başını sağa sola salladı. "Sakın geri dönülemez bir hata yapma." Sesi titrerken dudaklarını yaladı. "Ben katil bir kadını... sevemem. Hayır, sevemem. Öyle biri olursan seni sevmeyi deneyemem."
Leonard, kısık bir sesle dile getirmiş olsa da âşık bir cesede dönüşmemdense Johanna'yı seçeceğini söylemek istemişti.
Bunun, ölümle aynı oranda korkunç olacağını bilmezdim.
Johanna sağ elini de uzatıp çeneme yerleştirdi. Bu şekildeyken kollarıyla beni kıskaca almış oluyordu. Boğacak mıydı yoksa boynumu mu kıracaktı? Ne güçsüzlükten yere kapaklanmak üzere olan Leonard'ın ne de son nefeslerimi aldığımı düşündüren aklımın kurgularından birini yaptı.
Ağzımdaki bandı bir ucundan tutur hızlıca söküp aldı.
Canım o kadar yandı ki büyük bir çığlık attım. Saatlerce tenime yapışıp kalan bandın aniden yok olması, dudaklarımdaki bütün sinir sistemini zonklatmış ve kabuklarını parçalamıştı. Gözyaşının ve kanın tadını aynı anda duyumsadım.
"Sen aklını kaçırmışsın!"
"Leonard," dedim fısıltıyla. Bir zamandır konuşmadan bağırdığım için boğazım acıyordu. Sesim henüz açılmamıştı ama her şeyden önce onun adını anmak istemiştim.
Leonard sonrasında benim öksürüklerimi dinlemek için bile sessiz kaldı. Bu esnada Johanna da arkadamdan sıyrılıp, önceden durduğu yere geçmişti. Dikkatini benden başka hiçbir şeyi çekmeyen Leonard'ın yanındaydı.
"Akıl demişken, o küçük kız hiç geldi mi aklına?" diye sordu.
İki büklüm bir şekilde boğazımı temizlemeye çalışırken bakışlarımı kaldırdım, Leonard'la göz göze geldik.
Johanna'nın benden bahsettiğini hepimiz anlamıştık. Hayır, gerçekten... neredeyse yemin ederim ki şu anda eski günlerimi düşünüp Leonard'a kızmıyordum. Onun da yeterince acı çektiğini bildiğimden bu konularla manipüle edilmesini istemiyordum. Leonard'ın gözleriyse hüzünle yarıya kadar örtülmüştü.
"Sakın," dedim sesim titrerken. "Her şeyin geride kaldığını biliyoruz. Sana kızgın değilim."
Johanna ise kızgındı, herkese ve her şeye aynı anda. Benim dudaklarımdan söktüğü bandı bu kez Leonard'ın ağzına kapattı. Leonard buna engel olmazken burnundan bir nefes çekip yeniden kayarak oturdu. Gözlerini tamamen kapattığında yaşlar bandın siyah yüzeyine aktı. Kanımın, gözyaşlarımın ve dudaklarımın tadını sanki hasretle almıştı.
Johanna ise ona üzülmeyi ya da onu kıskanmayıe ertelemiş gibi soğukkanlılıkla devam etti konuşmasına.
"En sevdiğin yemeği yerken, kışın en soğuk günlerinde şöminenin başında otururken, katil baban saçlarını sevgiyle okşarken... Bundan mahrum büyüyen o kız hiç gelmedi mi aklına?"
Bir şeyler söylemek için ağzımı açtım fakat dilim boşlukta çırpındı.
"Ne zaman bir eğlenceyi tam da ortasında terk ettin veya hayatında bir kez olsun onu anlamak için cüzdanını evde bırakıp sonunu bilmediğin bir yolculuğa çıktın?"
Zamansızca yutkundum.
"Adını kaç kez andın, ona bilmesi gerekenleri ne kadar zaman sonra anlattın? Sana yaklaştığında neden engel olmadın da seni sevmesini seçtin? Aşkla kefareti niçin karıştırdın?"
Bu psikolojik işkenceye katlanamadığımda, "Ağzını kapatıyorsun ama cevap vermesini bekliyorsun!" diye öfkeyle bağırdım. "Sen ve senin gibilerdi sessizliğinin sorumlusu."
Cıkcıkladı. "Sorun ne Lilith, biliyor musun? Sorunun ne olduğunu sen bile bilmiyorsun veya öğrenilmiş çaresizliğin sebebiyle görmezden geliyorsun. Leonard'ın hatası, seni besleyen Hans'ın bir katil olduğunu açıklamaması. Babanı öldüren adamın evinde yaşamana göz yumması. Düşmanınla aynı yatağı paylaşmana, kendi tutkuları için arka çıkması. Sessizliği sadece utancıydı."
"Birbirimize olan hislerimize tutku deyip geçemezsin!"
"Ya diğerleri?" diye gülümseyerek sordu. "Diğerlerinde haklı mıyım ki onlar için bir şey söylemedin?"
Leonard'ın beni izlediğini fark edince duraksadım. Yüzünün bir kısmını örten bant, görüşümü kapatsa da bunu ne kadar süre yapmaya hakkım olduğunu bilmediğim için onu doyasıya seyretmek istiyordum. Johanna ise sessizliğimin haklılığından kaynaklandığını zannederek daha büyük bir keyifle güldü.
Gözlerimi ölümcül bir sinirle çevirdim. "Hizmetçi ajanının sana yalnızca gizliden dikizlediklerini anlattığını hatırlatırım. Aynı yatağı paylaşıyorduk bu doğru ama uyumadan önce de birbirimizi ne kadar sevdiğimizi söylüyorduk." İfadesini korumaya çalışsa da dudakları seyirdi. "Biz, başkalarının hatalarından ders alarak büyümek zorunda kaldık. Kaderimiz o kadar aynı ki, nerede ve hangi hayatlarda yaşadığımızın bir önemi yok. Bu yüzden erken olgunlaştık, neredeyse hiçbir yaşımızda çocuk olamadık. Herkesin hata yapma hakkı varsa bizimki biraz daha fazla. En çok da Leonard'ın. Bir bebeğin hayatını kurtarmasını sağladığı için ömrünün sonuna dek o çocuk gibi kalmaya hakkı var." Bu noktadan sonra başımı yana eğerek baktım Johanna'ya. "Böyle biri olması seni rahatsız ediyorsa ne duruyorsun, onu bana geri ver."
"Sana ihanet eden bir yetişkin o. Tıpkı senin masum bir bebek olarak kalmaman gibi Leonard da büyüdü ve nasıl biri olacağını kendisi seçti. Yapabiliyorsan gözlerine bakarak söyle affettiğini. Sırf şimdiki hâline acıdığın için bütün suçunu bağışladığını anlamazmış gibi, bunu bir kez de ona söyle. Hepimiz dün gece Leonard'ı terk ettiğini unutmuş gibi yaparız."
Johanna'nın kibirli gözleriyle temasımı kesmem gerekiyordu, bunun tek yolu da bakışlarımı yere indirmeden Leonard'a bakmaktı. Islak gömleği üstüne yapışmıştı. Vücudu o kadar kasılmıştı ki pantolonu patlayacak gibi duruyordu. Güçlü kalmaya çalışıyordu ama acıdan gözleri kısılmıştı. O küçük aralıktan bana bakıyor, gerçekten affedip affetmediğimi merak ediyordu. Ben de aynı şeyi merak ediyordum. Şimdi burada, rahatsız edici ışıkların altına ellerimiz bağlı bir şekilde çaresizce durmasaydık Leonard'ı yine bağışlar mıydım?
Aslında köşke misafir olduğum akşam, onu ilk gördüğümde anlamıştım. Bir çift göz, gökyüzünü içinde taşıyabilir. Sadece bakarak yıldızlara ulaşılabilir. Leonard'ı bir kez tam anlamıyla tanıdıktan sonra ondan o kadar uzak kalamazdım.
Dürüstçe cevap vermek için ağzımı araladığım an kulübenin dışında bir hareketlilik oldu. Daha doğrusu bir tür ses karmaşasıydı. Johanna kapıda hazır beklemesi için Kevin'e işaret verdiğinde kendisi de en başta durduğu noktaya gitti. Kapı hızlıca açıldığında Kevin geriye sendeledi ama silahını da indirmedi. Geleni görmek için öne eğildim ama muhtemelen herkesten daha fazla şaşırdım.
"Thomas," dedim Johanna'yla aynı anda.
Peter'ın evindeki son karşılaşmamızdan kat be kat daha yorgun ve umursamaz duruyordu. Bu kez yalnızca dünyayı değil, Kevin'in göğsüne yasladığı silahı da umursamıyordu. Namlusu derisine dayalı bir silah varken Leonard'a ve bana baktı. Ardından kız kardeşine.
"Adamın beni öldürecek mi yoksa önce bağlayacak mısınız?" diye sordu.
"Kevin!" diye uyardı. "Kardeşimi rahat bırak. Umuyorum ki o bizden biri."
"Umuyor musun?" Kevin boynunu geriye çevirdiğinde ilk kez cesur görünüyordu. "Peşinde ne getirdiğini ve hangi amaçla geldiğini bilmediğimiz birinin, bizim tarafımızda olduğunu mu umuyorsun?"
"Sen sanırım adını ilk kez duyuyorsun ama Thomas Roksanford benim kardeşim."
"Bu kimin umurunda!" Bir isyan çıkarırcasına ateş atıyordu gözleri. "Eğer sandığın kadar yanımızda olsaydı günün başından beri bizimle hareket ederdi. Adam resmen baskın yaptı. Hepsi senin kuralsız muamelelerin yüzünden! Pedro'ya yazık oldu, bir daha onun gibisini bulacağımı sanmıyorum."
Johanna'nın öfkelenmesine fırsat kalmadan Kevin'in boş bulunduğu andan faydalanan Thomas, profesyonel bir hareketle bileğini kavrayıp vücudunu geriye çevirdi. Neye uğradığını şaşıran Kevin, silahı bırakmayınca tavana bir el ateş etti. Gözlerimi kıssam da Thomas'ın onu kulübeden attığını görmüştüm. Dışarıdakilere de patronlarının Kevin değil Johanna olduğunu hatırlattı. Johanna bu kararı onaylamış gibi sessiz kaldı.
"Beni özlediysen de burada olmamalısın," dedi tekrardan karşı karşıya durduklarında. Aralarında birkaç metre olsa da Thomas'tan utanıyordu, gözlerini uzun süre sabit tutamıyordu. "Burası senin için doğru bir yer değil.
"Neden? Bir cinayet daha mı işleyeceksin?"
"Thomas hayır," dedi hüzünle.
"Evet Johanna evet," dedi üstüne basa basa. "Kız kardeşimizi de sen öldürmüştün."
Neyden bahsettiklerini çığlık atarak sormaya direnirken karşımdaki duvara yaslı olan Leonard dikkatimi çekti. Başını şiddetle sağa sola sallıyor, kaşlarını kaldırarak buna karışmamam gerektiğini gücü yettiğince söylemek istiyordu. Ağzımı gerisin geri kapattım ve tıpkı onun yaptığı gibi, gün yüzüne çıkan hesaplaşmayı kendimi unutturarak izledim.
Sağımdaki uzun boylu esmer adam, küçük bir oğlan çocuğuna dönüştü. Solumdaki uzun boylu esmer kadınsa, güzel bir kız çocuğuna. Birinin kirli sakalları yok oldu, diğerininse makyajı. Tıpkısının aynısı yorgun gözlerindeki ifade kederliydi. Sanki küçük kardeşlerini toprağa yeni vermişlerdi.
"Yapmadım," dedi Johanna, korkmuş bir çocuk gibi.
"Aksine," diye karşılık verdi küçük Thomas. "Henüz bir bebek olan Juli'yi sırf kıskançlığından bile isteye boğdun. İlginin bölüneceğinden hep korkardın."
Ağzımda bir bant varken buna sessiz kalması daha kolaydı. Tüylerim ürpertiyle dikelmişti. Johanna bana benzettiği ama adını ağzına almadığı o küçük bebeği, Juli'yi, bu kardeşi bile olsa kendi merhametsiz ellleriyle öldürmüştü. Öyleyse bana da sonumun nasıl olacağını defalarca vurgulamıştı.
"Yanılıyorsun kardeşim," dedi tatlılıkla. "Kıskanç olsam seni sever miydim?"
"Bana kardeşim deme! Çünkü ablam değilsin, ikizim hiç değilsin. Sana benzemek de, seninle aynı aileyi paylaşmak da istemiyorum artık."
Benim için korkutucu olan Thomas'ın güçlü ses tonuydu ama Johanna'nın bakışları kırgınlıktan titredi. "Böyle konuşursan üzüntüden hasta olurum."
Bir an bile garipsemeden güldü. "Canını acıtmayacak bir hastalık seçmekte iyisindir. Zaten kendinden başkasını da hiç düşünmezsin ki."
"Fakat canım da dahil biliyorsun ki benim için her şeyden önce gelirsin. Bu kadar sevildiğin için şanslın ve ne yapacağını şaşırıyorsun."
Johanna sakin bir sesle kardeşine kendisini hatırlatmaya çalışsa da Thomas inatçı bir tavırla başını sağa sola salladı. "Senin tarafından sevilmek kara bir talih. Haddinden fazla sevince dönüştüğün canavara bir bak. Aynı kanı taşıdığımız için utanıyorum."
İşaret parmağını hiddetle doğrulttu. "Sus! Yanlış konuştuğunun farkında değilsin! Ben Leonard'ı sonsuz bir aşkla seviyorum ve tek taraflı böyle güçlü teslimiyetlerin bazı bedelleri olur!"
Thomas da Johanna'yı taklit ederek işaret parmağını çene hizasına kadar sakince kaldırdı. "Sen teslim olan değil esir alansın." Parmağını Leonard'a doğru eğdinde, "Ona âşıksın ama yine onu yaralamışsın," dedi. Sonra da benden tarafa çevirdi. "Onu ise sırf kıskançlığından öldürmek üzeresin." Ardından kız kardeşini gösterdi. "Sadece kendini seven bir bencil olduğunu ne zaman öğreneceksin?"
Johanna kendi parmağını hışımla çekip arkasına sakladı. "Sevgim seni şımartmış olmalı."
"Bana beslediğin sevginin canı cehenneme."
Gözlerini irileştirdiğinde, "Kalbimi cehenneme mi layık görüyorsun?" diye hayretle sordu.
"Yalnız kalbini değil, komple seni ve yeryüzüne bıraktığın her karanlık izini bir cehennem çukuruna layık görüyorum."
Johanna sakladığı elini bu kez silahıyla çıkardığında ileriye uzatıp Thomas'ı hedef aldı. "Öyleyse benimle aynı kaderi paylaşman için seni gerçekten oraya gönderiyorum."
Thomas da belinden bir silah çıkartıp Johanna'ya doğrulttu. "Sensiz hiçbir yere gitmiyorum."
Johanna'nın o köşede, herhangi bir çıkıntıya silahını sakladığı belli olsa da Thomas'ın böylesine hazırlıklı geldiğini tahmin etmezdim. Veya ikisinin birlikte buna cesaret edeceğini. Leonard'a şaşkınlıkla baktım ama bana eşlik edemeyecek kadar yorgundu, olayları eksiksiz algılamıyor bile olabilirdi.
Johanna, "O Kevin'e ait olan değil," dedi hayal kırıklığını gizlemeden. "Demek yanına bir silah alıp beni aramaya çıkmıştın. Şaka mı yapıyorsun, Tommy?"
"Benimle ölmek istemez misin, Anna? Biraz mantıklı düşünürsen bunun iyi bir fikir olduğunu görebilirsin. İnsanlar kolay kolay aynı sonsuzluğu paylaşmazlar."
Birbirlerine silah doğrulttukları andan itibaren çocuk değillerdi gözümde, fakat sesleri yine geçmişten geliyordu. Artık bu kaotik ortamın hedefi değil, bir bütünü gibi hissettiğimden yazgımı kabullenmek üzereydim. Nihayetinde iki kardeşi karşı karşıya getiren bu bozuk düzende, sadece küçük bir taşkınlıktan ibaretttim.
"Ama ya orada..." diye sayıkladı Johanna. "Farklı yerlere gidersek?"
Thomas omzunu silkti, zaten en iyi bürünebildiği duygu da kızgınlık değil umursamazlıktı. Belki de buna artık duygusuzluk denebilirdi. "Bana kalırsa zannettiğin gibi olmaz. Çünkü senin ikizin olmak beni de zaman zaman şeytanlık yapmaya itmiştir. Seninkinden daha ferah bir yere alınmam."
Burnundan soluduğunda bizi hatırlayarak etrafa baktı. "Öyleyse kalabalık bir yolculuk için biraz daha bekle ki son görevimi tamamlayayım."
Thomas da en az bizim kadar nefesini tuttu. İkimize kıyasla özgür ve daha sağlam olduğundan öne doğru bir adım atınca gerildiğini belli etti. Johanna ona kuşkuyla baktığındaysa yutkundu. Yüce Tanrım... Yoksa o, bu büyük cesaretine rağmen ölmekten korkuyor muydu?
Cesaretini çabuk toparlayan Thomas, "Görev dediğin şeyin sana faydası yok," dedi. "Mesela Leonard'ı öldürür öldürmez intihar ettiğini düşün. Öbür tarafta seninle aynı yere geleceğini mi düşünürdün? Sanıyorum ki, eğer bu çok kötü biri değilse öldürdüğün kişinin günahlarını da alarak cehennemi boylarsın. Bizse birbirimizi eşitleriz, Anna. Biz, beraber ölmek için beraber doğduk."
Johanna da az önce Thomas'ın yaptığı gibi yutkundu ama aynı nedenden değildi. Korkmamıştı, epey çaresizdi. Bir nedene sığınmak istercesine, "Burada işim henüz bitmedi," diye mırıldandı.
"Benimle gel Anna," dedi sabırsızca. "Hem de hemen. Ben ölürsem dünyada seni seven kimse kalmayacak ve sırf seni kurtarmak için kendimi de feda etmeye hazırım. Maskenin altındaki yüzünü tanıyan son insanı da kaybettiğinde dünyanın sıkıcı bir yer olacağını kabul et."
"Sen de beni eskisi kadar sevmiyorsun ki."
"Cehennemde seni yeniden sevebileceğimi düşünüyorum. Orada nasılsa senin bile masum görüneceğin kadar büyük günahkârlar vardır."
Bu bakış açısı Johanna'yı tekrardan kızdırmıştı. Gözleriye işaret ederken neredeyse saf bir sevgiyle, "Leonard'ı bırakamam," dedi.
"Leonard'ın hiçbir zaman ellerinde olmadığını biliyorsun."
Johanna o kadar kızdı ki silahını daha sıkı tuttu. Bakışlarını Thomas'tan çekmeden odanın içinde dolanarak Leonard'ın yanına ilerledi. Durumu gittikçe kötüleştiğinden artık baygın sayılırdı ve Johanna'nın en küçük hamlesini bile geri savuramayacak kadar bitkindi.
"Neden herkes böyle zannediyor, aşkım?" Yere çömelip dudaklarını uzattığında alnından öptü.
Gözleri kapanan Leonard artık tepki vermeyi de bırakmıştı. Kan kaybetmeye devam ederken sadece burnundan solumak zorunda kalmak bütün yaşam enerjisini emmişti. Endişem tamamen onda toplanınca Johanna'nın bu kez de benim yanıma gelmesi hiç ilgimi çekmedi.
"Belki Leonard'a kıyamam ama tüm bunların bir anlamı olması için hiç değilse Lilith'i öldürmeliyim. Onları tamamen ayırmanın başka yolu yok."
"Yaklaşma!" diye karşı çıktı Thomas. İki elini de çelik yüzeye daha sıkı doladı. "Silahını ilk ateşleyen olmak istemiyorum, ona daha fazla yaklaşma."
Sanki benim yalnızca intikamımı değil, sesimi de almıştı Thomas. Titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım çünkü ne silahım ne de Johanna'nın kötülüğünü durduracak keskin cümlelerim vardı.
Kardeşinin öfkesini izledikçe keyiflenip biraz daha yaklaştığı esnada hoşuna gitmeyen, kurtarıcı birtakım sirenler yankılandı. Thomas hızla soluklanırken ben nefesimi heyecanla tuttum. Johanna ise karanlık bir ifadeyle, tahtayla kapatılmış pencereleri bir ışık görebilirmiş gibi gözetledi.
"Benimle oyun oynadın! Beni oyalandın! Bunu nasıl yaparsın Thomas, kardeşine nasıl bu kadar acımasız davranabilirsin?"
"Henüz tercihte bulunmadın. Teslim olmak için polisleri mi seçiyorsun yoksa sana eşlik edeceğim bir sonsuzluğu mu?"
Yaptığım aptallık olsa da, "Hayır!" diyerek araya girdim. "Gerek kalmadı Thomas, geldiler. Nasılsa bizi kurtaracaklar."
Johanna bakışlarını bana indiriyordu ki Thomas, "Kararlıyım," dediğinde yine ona baktı. Belki de dikkatini çekmek için söz almasaydı Johanna sırf bir konuda kârlı çıkmak için beni hemen öldürecekti. "Tek başına hapsi boylamaktansa ölmeyi tercih edersen seninle gelirim çünkü aslında sana hiç ihanet etmedim."
"Polisleri çağırdın!"
"Ben değildim. İyi dinle, anons ikimiz için de yapılıyor."
"İçeride olduğunuzu biliyoruz. Etrafınız sarılı. Teslim olun."
"Peki neden böyle?" diye sordu Johanna duyguyla.
"Çünkü seninle kardeş olmanın kaçınılmaz sonuçları vardır ve bunlardan hiç kaçmadım. Her akşam ortadan kaybolup Juli'nin mezarına çiçek götürdüğünde de kaçmak yerine seni takip ederdim. Sen şimdi kaçsan bile ben..."
"Kaçmıyorum." Silah tutmayan eliyle yüzünü kaşadı. Çok ama çok kararsızdı ki zaten konu normalliğini kaybedeli uzun zaman oluyordu. "O yalnız kalmıştı ama biz birlikte öleceğiz."
Thomas dişlerini sıkarken, "Tamam," dedi.
Ayak sesleri birbirine karışırken silahını kararlılıkla uzattı. "Üçe kadar beraber sayacağız. Eğer hile yaparsan tıpkı onun gibi hayalet olarak geri dönerim ve peşini asla bırakmam."
"Dediğin gibi olsun. Kimin hile yaptığını orada öğreniriz nasılsa."
"Hayır," diye ağladım. "Hayır, hayır, lütfen..."
"En sevdiğin kardeşinle uzun bir yolculuğa hazır mısın, Tommy?"
"Hazırım, Anna."
"Öyleyse," dediler aynı anda. "Bir, iki, Juli."
***
Thomas'ın bir fırsatını bulup kaçacağını zannetmiştim. Silah seslerinden sonra gözlerimi açtığımdaysa, yerde boylu boyunca yatan bedenin sayısı ikiydi. Bakışlarımı karşıya uzattığımda, "Üç," dedim. Leonard da dahil üç kan gölü.
Kulübeye dahil olan çokça kişiden bazıları bana yaklaşıp ipleri çözdüler. El ve ayak bileklerim uyuşsa da özgür kalır kalmaz Leonard'a gitmek için öne atıldım. Önümde iki kardeşin cesedi vardı, onlara takıldım. Birileri beni tutup doğru bir noktaya sürükleyince o açıklıktan Leonard'a koştum. Bacaklarım o kadar güçsüzdü ki düştüm, yoluma emekleyerek devam ettim. Ambulansın sesi kulaklarımı delerken kargaşayı lehime çevirip, yanına ulaşacak gücü kendimde buldum.
"Leo'm," diye fısıldadım heyecanla. Böyle söyleyerek sevmeyeli ne kadar da uzun zaman olmuştu. Birilerinin ona dokunmamam konusundaki emirlerine o kadar kızdım ki, bandın yeni söküldüğü belli olan dudaklarından öptüm. Belli belirsiz, "Böylesi daha iyi," dediğini duydum.
Tebessüm bile etti. Hayır uydurmuyorum, gerçekten tebessüm bile etti.
Biri yanıma gelip iyi olacağını söyledi. Bunun Teo olduğunu sonra öğrenecektim. Leonard'ın soğuk ter içinde kalan yüzüne hasretle dokunurken, "Sözlerimizi aklından çıkarma," diye uyardım. "Beni sakın bu şekilde geride bırakma."
Cesetler torbaya yerleştirilirken o da sedyeye bindirildi. Ölülerden henüz farklı olduğunu anlatmak ister gibi gözlerini son kez araladı. "Cennete gidecek kadar iyi biri değilim," dedi fısıltıyla. "Günü geldiğinde beni yanına dilemeyi unutma."
Bölüm Sonu.
Cidden karanlığı yazıyormuşum dedim...
28. bölümün final olacağını söylemiştim ama son 2'ye sığdıramayacağım bir konu var, daha doğrusu geçişte bir kopukluk hissettim. Konu bütünlüğünü sağlamak için buradan da devam edemezdim o yüzden +1 bölüm ekleyeceğim ve final 29 olacak🖤
Sonradan eklemeye karar verdiğim bölümse yine bu uzunlukta, 27'nin yerini alacak. Bu yüzden birkaç güne yetişeceğini düşünüyorum.
Sormak ya da söylemek istediklerinizi buraya alabilirim💭
Duyurulardan haberdar olmak için ig: karanligiyazar
tw: karanligiyazar
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top