20. YORGUN AVCI
20, Yorgun Avcı
Victoria Beaumont - Shes the Lucky One
İDİL
Yabancı kadınla göz göze geldiği ve adını söylediği andan itibaren Leonard'da bir şeyler değişmişti. Sadece birkaç kısa saniyede. İlk kez, ona baktığımda başını bana çevirmedi, beni fark etmedi. Birkaç saniye boyunca, bir tepki beklememe rağmen karşısındakine dalıp gitti.
Bana dönmeyeceğine ikna olduğumda başımı çevirip onunla aynı yere baktım. Kimdi bilmiyordum, Leonard kadar iyi tanımıyordum. Hiç tanımıyordum. Tanımadığım hâlde kıskanıyordum. Benim gibi siyah bir elbise giyinmişti, bu aynı zamanda Leonard'la da aynı renk giyindiği anlamına geliyordu. Göğüslerinin arasındaki dekolte, yürüdükçe ortaya çıkan derin yırtmaç ve makyajla taçlandırılan cüretkâr suratıysa bizi ondan ayırıyordu. Anlayamadığım bir şeylere sessizce hükmediyordu.
"Leonard." Sevgilimin adını dile getirirken güzel gülümsüyordu. Bana hiç bakmamış olsa da Leonard'a sunduğu ifadeden bunu anlamıştım. Başını yana eğip bir hamle bekledi ama o, bir duvara çarpmış gibi sabit kaldı. Yanında olduğumu fark ettirmek için çenemi dikleştirdim fakat kadın yine oralı olmadı. "Beni kucaklamıyorsun, çok değişmişsin."
Dudağımın bir ucunu kemirmeye başlamıştım. Elbisemden görünmeyen bacaklarımı stresle sallandırırken Leonard nihayet, "Senin burada ne işin var?" diye sordu.
Boşluklar fısıltılarla dolduğunda omuzları hareket edecek kadar güldü. "İnsan özlemediği kişiyi bile böyle karşılamaz."
"İnsan belki hiç özlemediklerine böyle yapar." Kadın bana sadece gözleriyle döndü fakat sonra boynunu da çevirdi. Elini uzattığında parmaklarımı pençe haline getirip yeni sürdüğüm ojelerimi gösterdim. "İdil Ulukan, mutlaka duymuşsunuzdur."
Kırmızı, benimkinden bile daha şişkin görünen dudakları kıvrılınca küçücük gamzeleri ortaya çıktı. "Neden, önemli biri misiniz?"
Tatlılıkla gülümserken başımı salladım. "Satın almak için önce üç beyefendiyi gönderdiğiniz fakat bununla da yetinmeyip peşlerinden geldiğiniz söz konusu arazinin yasal sahibiyim. Ya siz?"
"Memnun oldum, Bayan Ulukan. Ben de Johanna Roksanford." Başını geriye eğip kapıya, muhtemelen Thomas'a baktı. Dudaklarını bükerek vazgeçtiğinde eskiden durduğu konuma geldi. "İllaki duymuşsundur, Leonard'dan."
Leonard'ın konuşmadan önce aldığı derin nefesi algılamıştım ki Thomas Roksanford da kararsız adımlarla yanımıza geldi. Kuzeni, kardeşi ya da abisi olan Roksanford. Onun hareketliliği, öfkemden deliye dönmek üzereyken nerede olduğumu bana hatırlattı. Braunz erkekler aynı yerde beklerken, Peter'ın ailesi hayatlarında ilk defa huzurları kaçmış gibi bir arada duruyorlardı.
"Bu manzara bize de sürpriz oldu," diyen Peter birkaç adım öne çıktı. Her şeyi değilse de bir şeyleri önceden bildiği kesindi. "Siz de bu tesadüf karşısında epey şaşkınsınız. Belki o yüzden bugün verimli bir toplantı olmaz, dilerseniz bir başka zaman... Elbette yine bizim evimizde. Yeni bir iş görüşmesi yapabilirsiniz."
Johanna ince belini çevirip, vücudunun üst kısmıyla onun kızarmış suratına döndü. "Kapı dışarı mı ediliyoruz?"
"Ben ve eşim, Bayan Roksanford. Demek istiyoruz ki, misafir olmak istemeyen kapıdan dışarı çıkarsa bunu anlayışla karşılarız."
Rahatsız hissettiğini itiraf eder gibi kasıntılı görünen taraf elbette bizdik. Sessiz ve kibar insanlar bile işin içine karışınca gerginliğim, Johanna ile mücadele edemeyeceğim bir noktaya tırmanıyordu ve onu tanıyan kişi olan Leonard da burada bulunmaktan hoşlanmıyordu. Taraflardan biri, olabildiğince çabuk bir şekilde ortadan kaybolmalıydı, herkes bunu istiyordu. Koluna belli belirsiz dirsek attım. "Artık eve gitmeyecek miyiz?"
Leonard elini zarifçe belime sarmaladığında, Roksanfordların yanından geçerek salona doğru yürümeye başladık. "Ojelerinin kurumasını beklemeden hiçbir yere gitmeyeceğiz."
Daha önce oturduğumuz koltuk bu kez de bize ayrılmış gibi boştu. Normalde olduğumuzdan biraz daha yakın duruyorduk ve bunu hangimizin yaptığını bilmiyordum. Bana kalırsa tam da şu an, her ikimiz de, bir şeyleri saklamak yerine gözler önüne sermek istiyorduk.
"Leonard ve Johanna." Thomas, onu sadece bir kez gördüğüm hâlde hayal edemeyeceğim kadar keyifsiz duruyordu. "Size hatırlatmak isterim ki, satıcının veya alıcının vazgeçtiği an bu görüşme sona erer. İkinizden hangisi istemiyorsa geri çekilsin, burada bitirelim."
"Arazinin sahibi benim yalnız." Herkesin bana döndüğünü bilsem de ben, parmaklarımı dizlerime özenle yerleştirmiş bir şımarıklıkla Thomas'a bakmayı sürdürdüm.
Thomas dudaklarını yaladıktan sonra el mimikleriyle konuştu. "Haklısın, açıklamamı düzeltiyorum. Sen ya da Johanna, satmak ya da satın almaktan vazgeçtiğinizde görüşme biter."
Johanna elini uzatıp Thomas'ın omzunu sıkarken neredeyse burnuna dek yaklaştı. Bütün ihtişamlarıyla hâlâ ayakta ve hâlâ karşımızda duruyorlardı. "Neden bu kadar gerginsin, ikizim?"
"İkizim mi? Yani sen ve o..." Gözlerimi hangisinin üzerine kenetleyeceğimi bilemeyerek dört dönüyordum. Birbirlerine elbette benziyorlardı; ikisi de esmer ve siyah saçlı, mavi gözlülerdi. Fakat Johanna, içinde durmadan estetik yapılan son model bir solaryumda kilitli kalmış gibi görünüyordu. Bu tarz değişimler sebebiyle, onlar söylemeden ikiz olduklarını tahmin etmek zordu.
"Ben ve o," diye tekrar ettiğinde Thomas'ın koluna girdi. "Aynı kişi gibiyiz. Kardeş olduğumuzu öğrendiklerinde genelde beni abla zannederler." Dudaklarını büküp, alnını ikizinin omzuna yasladı. "Bazen de küçük kız kardeş ben olurum, Thomas bana abilik yapar."
Bir anda Johanna'ya düşman kesildiğimi unutup başımı salakça sallamıştım ki Leonard sert bir sesle, "Abilik yapması yerinde bir davranış," dedi. "Birilerinin, seni kontrol etmesi gerekiyor."
"O birileri sen olmak istemez misin, Leo abi?"
"Leonard ve Johanna, lütfen."
"Ah, doğru. Leo aramızdaki bir yaştan bile hoşlanmıyordu." Johanna yine, benim ona delice bakan gözlerimi es geçerek güldü. "Ne var ki bunda, iki eski dost olarak sadece şakalaşıyoruz."
"Buraya şakalaşmaya değil, iş konuşmaya geldik."
Thomas'ın kolundan çıkarken, "Peki," diyerek onayladı Leonard'ı. "Biraz da senin sevdiğin iş konularından konuşalım." Johanna topuklarını tıkırdatarak koltuğuna gelip oturdu, bacak bacak üstüne attı. Leonard'ı hiç utanmadan uzun uzun süzdü. "Daha sevecen bir ifadeyle yüz yüze bakabilirsek, umarım."
Braunz kardeşler yerlerini almışken Leonard da Peter'a dönmüş olmalı ki, yemek masasının yakınındaki koltuk takımlarından birine ailecek oturdular. Margit açlıktan ya da kaygıdan renk değiştirmişti ve iki yanına aldığı çocuklarının elini tutuyordu. Thomas ise söyleyecekleri asla bitmeyecekmiş gibi kravatını gevşetiyordu.
"Hans'ın manevi kızı olduğumu zannederken bana bir iğne dahi bırakmayıp, bir başkasına o dönümde araziyi bağışlaması şaşılası bir durum."
"Sen babamın arkadaşının kızıydın Johanna, hepsi bu."
"Bir gelenek," dediğinde güldü. Sadece ikisinin bildiği bir şeyleri hatırlatmak ister gibi Leonard'a derin derin bakıyordu. "Babam, babanın avukatıydı. Thomas ise senin. Ben hikâyeyi renklendiren kısımdım." Dudaklarını üzgünce ısırdı. "Hayatta olsaydı Corinna da böyle söylerdi, gerçeği sadece o dile getirebilirdi."
"Artık asıl konuya geç." Annesinin adının geçmesi Leonard'ı iki misli rahatsız etmişti.
"Peki öyleyse, arazinin yasal sahibine birkaç sorum var." Johanna bana yönelen bakışlarını kısarken düşünceyle mırıldandı. "Mesela Hans Alphan'ı, mirasçısı olmaya nasıl ikna ettin?"
"Ben kimseyi bir şeye ikna etmedim." Çıkışımı Leoanard'dan önce yaptığım için Johanna hiç istemese de muhatabına, yani bana bakmayı sürdürdü.
"Tamam tamam, bu biraz kişisel oldu." Bileklerini, diz kapaklarının üstüne zarifçe yerleştirip hafifçe öne eğildi. "Vasiyeti uygulamak nasıl gidiyor, birlikte yaşamaya alıştınız mı?" Bu kez, fısıltılara mahal vermeyecek kadar derin bir sessizlik çöktü. "Ne, bu da mı olmadı? Ah yoksa resmi bir vasiyet değil miydi? Sadece ikinizin arasında bir anlaşma mı?"
Yanağımın içini stresle ısırdığımda Leonard'a döndüm. Onu ilk kez bu kadar tehlikeli görüyordum. Çok öfkeliydi ama dudakları kilitliydi, saatli bir bombadan farksızdı. "Soruların bittiyse tek bir cevap vereceğim," dediğinde irkildim. "Araziyi sana satmıyoruz."
Johanna birden duraksadı, bir mücevheri andıran mavi gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırdı. "Henüz kârınızdan bile bahsetmedim."
"Çünkü merak etmedik."
Morali lime lime olan biri yalandan güldü. "Bak, kazanacaklarının farkında değilsin."
"Parayı senden kazanmak istemiyoruz."
"Leo ben senin düşündüğün kadar..."
"Almanya bizim olsa, sana tek bir parsel satmıyoruz."
Leonard bunu söyledikten sonra birkaç saniye gözlerini kapattı, aynı anda da göğsünü şişirecek kadar derin bir nefes aldı. Kendi kendine konuşmuş gibi başını salladı. Sanki bir çeşit arınma meditasyonunun içinden geçiyordu. Yüzünü bana çevirdiğinde dişlerini sıkıyor olsa da zorlukla gülümsedi, Roksanford kardeşlerden daha açık tonda olan mavi gözleri canlıydı. "Ojelerin kurudu mu?"
"Ojeleri kurumuş mu!" Johanna aniden ayağa kalktı, bir anda yükseleceği anı hep bekliyordum ama bu nedenden değildi. "Kızın teki tırnaklarına çocuk gibi ojeler sürmüş, durup hava akımının etki etmesini bekleyeceğiz yani, öyle mi?" Kollarını birleştirdi. "Senin derdin ne?"
"O cadı tırnaklarınla benim ojelerime laf mı ettin?"
"Bir de kızın teki dedi," diyerek ayarak girdi Benjamin.
"Evet, o da var."Johanna ve abileri boğazlayacak gibi baksalar da Benjamin'e içtenlikle gülümsedim. "Konuşma biçimini düzeltmezsen senin seviyene inmem gerekecek ve muhtemelen bu da epey uzun sürecek."
Thomas üstüne atlayacak gibi bilenen ikizinin önünü kesti. "Leonard bir şey yapsana, buraya kız kavgası izlemeye mi geldin?"
Leonard bacak bacak üstüne attığında ayağını sallandırdı. "İdil iyi gidiyor, benden bir destek isterse araya girerim. Çok abarttınız, ojeleri kuruduğunda zaten gidecektik."
"Umursamaz adam, hâlâ oje diyor!"
Gözlerimi devirerek kulağına eğildim. "Kurudu, Leonard."
"Tamam o zaman gidebiliriz."
Ayağa kalktığımızda Leonard sakin bir ifadeyle ceketini giyiniyordu ki Johanna onu geçmemiz mümkün değil gibi omuzlarını dikleştirdi. "Beni bir an olsun dinlemedin. Sana yardım etmeye çalışıyorum."
"Yardıma ihtiyacım yok."
"Bana kalırsa var. Sırf arazini kurtarmak için Osla'dan Berlin'e kadar geliyorsam senin yardıma bayağı ihtiyacın var."
Araziyi kurtarmak cümlesi beni işkillendirse de Leonard cevap vermedi. Yine sadece dördümüz ayaktayken Thomas konuştu. "Bence onu biraz dinlemelisin. Kendini arazinin sahibi zanneden ve her seferinde yolumuza taş koyan gizli efendiler hakkında bir şeyler biliyor."
Leonard gözlerini kıstığında neredeyse gülümsüyordu. Johanna'ya da ilk kez dudaklarında bir tebessümle baktı. "Elbette biliyor, bilmez olur mu hiç. Sonuçta her şeyi kendisi planlıyor."
"Leonard sen ne ima ettiğinin farkında mısın? Tüm olanlar için kız kardeşimi suçluyorsun."
"Neden kendi başın belaya girmiş gibi endişeleniyorsun, sen de mi bu işin içindesin?"
Thomas'ın gözleri, en az ikizininki kadar mavi bir kıvılcımla parladı. "Aylardır senin sorunlarına yatıp kalkarken söylediğine bak. Dua et ki burada, bu kadar insanın içindeyiz."
"Öyle olmasaydı ne yapardın?" Leonard tamamen Thomas'a dönerken kolunu tutmaya çalıştım.
"Bir estetisyene randevu almanı gerektirecek kadar şiddetli şeyler."
Artık parmaklarımın tamamı Leonard'ın kolundaydı. "Cesaretinle beni tavladın. Kalabalığı dert etme, Peter'ın gözlerden uzak bir arka bahçesi olduğuna eminim."
"Beyler lütfen birbirinizden uzaklaşın." Johanna'nın avuçlarını ikisinin de göğsüne yaslaması geriye gitmelerine neden oldu. Leonard bu teması fark ettiğinde omzunu kaydırıp daha da uzaklaştı fakat Johanna benim kadar alınmış görünmüyordu. "Thomas yersiz öfkesine rağmen haklı. Bu gece bildiklerimi anlatacağım Leonard, sense sakinleşeceksin. Kevin de İdil'i eve bıraksın çünkü onun, başına gelenlerle bir ilgisi yok."
Johanna başını çevirip Braunz kardeşlerin durduğu tarafa işaret verdiğinde Leonard kahkaha attı. "Kevin, İdil'i eve bıraksın ha? Kevin, İdil'i eve bıraksın! Sen ciddi misin, bu söylediğine inandın mı?"
"Tahmin edemeyeceğin kadar ciddiyim." Kevin'in topuk sesleri yaklaşırken kaşlarımı çattım fakat benimle aynı duyma yeteneğine sahip olan Leonard başını tamamen çevirince adam olduğu yerde kaldı. "İdil'i tanımamam, küçük bir kızın zarar görmesini isteyeceğim anlamına gelmez. Merak etme, Kevin onunla ilgilenir."
"İlgilenmeyi de öğrenmiş."
"Kıskançlığı bir kenara bırakıp Johanna'yı dinlersen hak verirsin. İdil'in olumsuz etkilenmesini istemiyoruz."
Ağzımı açmıştım ki sahte keyfi silinen Leonard, "Ben neden kız arkadaşımı herifin tekiyle eve gönderiyorum!" diye bağırdı.
Herkes aynı anda konuşmaya başlayınca alnımı, hâlâ bırakmadığım koluna yaslayıp gözlerimi kapattım. Her şey buraya kadardı. Köşkteki masum insanlardan, kendi arkadaşlarımızdan da sakladığımız ilişkimizi şimdi gereksiz insanlar dahi öğrenmişti. Öyle değişik tiplerle sınanıyordu ki ona gücenemiyordum.
"Kız arkadaşım mı?" Johanna'nın karanlık ses tonu bana gözlerimi tekrar açtırdı. Burun deliklerini kanatlandırmasını, Leonard'ın kolunun arkasından izledim. "Arkadaşım diyorsun aynı zamanda. Öyleyse sıradan, basit bir tabir."
"Anlayın diye basitçe söyledim ama görüyorum ki yine olmadı." Bana döndüğünde başımı istemsizce kaldırdım, kendimi yorgun hissediyordum. Bunu fark etmiş gibi yanaklarımı okşadı. "Bu kız benim sevgilim," dediğinde gülmemeye çalıştım. "Güzel sevgilim," dediğinde gülümsedim. "Her şeyim. Bir bal peteği kadar tatlı bebeğim."
"Yeter, sus!" Johanna, Thomas'ın sakinleştirme çabalarını bir kez daha boşa çıkarmıştı. "İğrençsiniz!" dediğinde evden çıkmak için yanından geçiyorduk. "Baban sana asla güvenmemesi gerektiğini tahmin etmeliydi!" Sırtımızı henüz dönmüştük ki Leonard duraksadı, elimi kıpırdattım fakat bunun en ufak etkisi olmadı. "Hans Alphan demek bu yüzden onu eve getirmedi çünkü senden hiçbir zaman emin olamadı. Kimsesiz İdil'i tüm kötülüklerden korurdu ama oğlunun tutkularına gücü yetmezdi."
Leonard elimi bıraktığında destek alacak bir yer ararken biri yanıma gelip koluma girdi. Gözlerim buğulu, kanımın akışı şiddetliydi ama yumruklarını sıktığını ayırt edebiliyordum. Bir kadına şiddet uygulamayacağının farkında olması, öfkeden delirmesini engellemezdi. Johanna'ya döndü fakat baktığı Johanna değil gibiydi, ezeli bir düşmandı.
O ise, kardeşinin sarf ettiği uyarıcı cümlelere kulak asmayarak kollarını göğsünde birleştirdi. Gözü, mahvolmuş Leonard'dan başka bir şey görmezken o kadar eğleniyordu ki. "Neden bana öyle bakıyorsun? Duygularınıza teslim olup sevişmediniz mi hiç?"
Leonard hızlı adımlarla yürürken Thomas ikisinin arasına girdi. "Ne derse desin, haksız bile olsa ona elini kaldıramazsın."
"Elbette öyle bir şey yapmam, günün sonunda muhtemelen seni döveceğim."
Bu kez de Peter iki erkeğin arasını girip onları uzaklaştırdı. Bunu yaparken Braunz kardeşlerden de yardım istedi ama Kevin daha yakın olmasına rağmen destek için Benjamin koştu. Armin ise bakışlarını kısıp, sessiz bir sinsilikle seyrediyordu olan biteni.
"Hanımefendi lütfen evimden çıkın." Peter'ın öfkeli sessini belli belirsiz duyuyordum. "Siz buraya pislik akıtmaya gelmişsiniz, onlara zarar veriyorsunuz. Lütfen gidin."
"Sizi rahatsız eden benim söylediklerim değil, aralarındaki yasak ilişki olmalıydı."
"Bay Roksanford, lütfen kardeşinizi götürün."
"Beni bir başkası getirdi, yine onunla dönerim. Tabii bu süreçte evinizde kalmamı istemezseniz zengin sitenizin bir köşesine sığınıp da bekleyebilirim."
"Gidin," dedi Margit güçsüzce. "Gidin öyle yapın."
Johanna, yaşlı kadının sesini duymaya katlanamıyormuş gibi göz devirdi ve Thomas koluna girmeye çalışırken onu itekledi. "Fakat birileri orada ne yaptığımı sorarsa da sizin beni kovduğunuzu söylerim."
"Aman Tanrım. Bu kadın... Roseline ilaçlarımı getir."
Roseline ilaç getirmek yerine hizmetçilerin yardımcıyla annesini götürünce Johanna lakayt bir tavırla güldü. "Neden bu kadar dramatiksiniz? Bana odaklanarak asıl hikâyeyi gözden kaçırıyorsunuz."
"Asıl hikâye senin yediğin haltlar, Johanna. Aylardır neden peşimizdesin, anlat." Uzun süredir derin nefesler alan Leonard, parmağını kaldırıp Thomas'ın bir şey demesini engelledi. "O arazi senin ne işine yarayacak?"
Johanna, ikizini gömleğinden tutarak kenara kaydırdı. Her saçmalığında ona arka çıkan Thomas bu küçük düşürücü hareketten hoşlanmamışsa da bir şey demedi. "Anlatacağım Leonard, anlatacağım. Beni dinlersen, sana çok şey anlatacağım."
"Birkaç dakikan var, hızlı konuşabilirsen saniyelere iner ve bu, işlerin daha da kötüye gitmemesi için son çaren olur."
Johanna boynunu stresle kaşıdı. Rosemarie bir bardak su getirmişti ama içemiyordum, beni mutfağa sürüklemeye çalışmasına da ayrıca izin vermiyordum. Leonard bile arkasına dönüp bakamayacak, uzak durmamı söyleyemeyecek kadar kendinden geçmişse burada kalıp olan biteni öğrenmeliydim.
"İdil, ağrı kesici de ister misin?"
Başımı hayır anlamında salladım ama Rosemarie çoktan uzaklaşmıştı. Kapıya yakın bir köşede, herkesten daha geride ve yapayalnız duruyordum. Dikkat çekmemem, detayları gözden kaçırmamamı sağlayabilirdi.
"Thomas haklı, gizli efendiler hakkında bazı bildiklerim var. Aramızın açık olduğu malum ama dürüst ol, gücümün farkındayız. Kim olduklarını öğrenirsem onları parmağımda oynatabilirim. Buraya kadar gelen Braunzlara bir bak, önceki alıcılardan hiçbiri böyle bir ilerleme kaydetmemişti."
"Onların da vazgeçtiği olmuştu." Leonard başını çevirince bir an bana bakacak sandım ama gözleri Armin'i aradı. "Söylesene, bu ikinci gelişiniz."
"Çünkü bu kez ben devreye girdim." Johanna tekrar konuşmuştu. "Sana yardım etmek için doğru aracıları bekliyordum ve Braunzlar en iyi aileydi. Kendi aralarında bir ortaklıkları vardı ve araziyle ilgili projeleri hazırdı, onlara güvenebilirdim."
"Madem bu kadar güçlü bir iyi kalplisin, neden aracıya ihtiyaç duydun?"
En son benimki olmak üzere bütün gözler Johanna'ya kenetlenmişti ama o gergin değil, ilk kez olabildiğinde sakin duruyordu. Neredeyse her kelimesi doğru olan biri gibi. "Sen benimle iş yapmak istemezdin, araziyi bana satmak istemezdin."
"Sizin bir hukuk şirketiniz var Johanna, araziyle nasıl bir iş yapmayı düşünüyorsun?" Başını yana eğerken ensesini izledim. "Daha doğrusu, bu yalana nasıl ikna olmamı bekliyorsun?"
"Peki, tamam. Senin gözünde tehlikeli bir kadınım." Leonard'ın tamamen karşısına geldiğinde kollarını birleştirdi ve sevgilim mecburiyetten de olsa geri adım atamadı. "Fakat konu senken değil. Ben o araziyi senden satın alıp, sana hediye edecektim."
Birden, Leonard'a her zaman ucuz armağanlar sunacağımı fark ettim. Sanki tek derdimmiş gibi. Leonard bundan memnun kalacak durumda olmasa da Johanna'yı ilk kez bu kadar kıskanmıştım.
"Konunun başına dönecek olursak şunu kafanıza iyice sokun diye tekrar hatırlatıyorum, arazi bana ait değil. Senden böyle bir hediye almamsa, benim için kabul edilebilir değil."
"Oranın senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum Leo, anladığımı hatırla." Birkaç adım atmaya başlayınca Leonard konuşmaktan vazgeçip arkasını döndü. "Paylaştıklarımızı hatırla."
Leonard bana kavuşmak üzereyken kenara kayıp tekrardan Johanna'yı görebileceğim bir açıya geldim. "Arazimi al sonra da sevgilime hediye et, seni akılsız zengin züppesi! Biz de onu tekrardan satışa çıkaralım ve bundan iki misli para kazanalım. Hadi, ne duruyorsun yapsana. Ödeme peşin, banknotların hepsini teker teker kontrol edeceğim."
"İdil." Leonard'ın kulağıma döktüğü sakinleştirici fısıltı, tüylerimi diken diken ederken yutkundum. "Lütfen sakin ol sevgilim. Bizi sırasıyla tahrik etmeye çalışıyorlar."
"O zaman ne duruyoruz, buradan bir an önce defolup gidelim!"
Sesimi çok yükselttiğim için boğazım acımıştı. Çok ilginçtir, belki de mümkün değildir, Leonard'ın bana odaklanan mavi gözlerinde Peter'ı görür gibi oldum. Biz gittiğimizde yalnız kalacaklardı, kendi evlerinde çekingen ve çaresizce bir köşede saklanacaklardı. Rosemarie bile bana ilaç getirme bahanesiyle ortadan kaybolmuştu, muhtemelen annesinin ve ablasının yanındaydı. Tüm bunların ilk saniyeden beri farkında olan Johanna birinin onu almaya gelmesini beklemeye kararlıydı ve belki de bilerek bu, olabildiğince uzun sürecekti.
"Biraz daha bekleyelim öyleyse," dediğimde Leonard başını salladı, o da anlamıştı. "Çünkü benim söyleyeceklerim henüz bitmedi!"
İleriye atılmıştım ki tekrardan belimden yakaladı. "İdil lütfen biraz daha dayanabilir misin, rica ediyorum."
"Gerçekten bu kavgacı kızdan mı hoşlanıyorsun?"
"Senin gibi arabozucu bir-" Şiirimi devam ettiremeden Leonard elini ağzıma kapattı.
"Kötü kadın demek istedi, bu bir. İkincisi de ben kavgacı bir kızdan hoşlanmıyorum, ben cesur bir kıza âşığım. Kollarını bırakmamı istemezsin, tırnakları çok sivridir."
Johanna iri gözlerini yavaşça devirdi, mavilikleri yavaşladıkça ben debelendim ama Leonard sayesinde kıpırdayamıyordum. "Sorun çıkaracağını biliyordum, Kevin onu eve götürmeliydi."
Sanırım artık benim Leonard'ı tutmam gerekiyordu.
Thomas üçümüzün birbiriyle mücadelesi karşısında başını bıkkınla sağa sola sallayıp Peter'a döndü. "Bay Peter, yeni fırsat bulabiliyorum ama yaşanan tatsızlıklardan dolayı kendi ama özür dilerim. Sizi rahatsız ettiğimizin farkındayız fakat Johanna gitmekte inat ediyor, sanırım komşularınızın endişelenmemesi için bahçede konuşmamızı da istemezdiniz."
Peter gözlüklerini çıkarıp cep mendiliyle kuruladı, gerginlik bir buğu olup havada süzüldüğünden bu hareketinde haklıydı. "Sorun değil demekten başka çarem yok. İzninizle, ailemin yanına gitmek istiyorum, eşim rahatsızlandı. Muhtemelen tartışmaya devam edeceksiniz ama lütfen eşyalarımı kırıp dökmeyin." Onu tenzih etmek ister gibi Leonard'a alttan bir bakış attı. "Ya da o bile sorun değil."
Peter üzgündü ama Leonard için. Çünkü ona kızamıyor, kıyamıyordu. Aynı özel ilgi Leonard için de geçerliydi. Peter hayatındaki sayılı insanlardan biri olduğunda aralarında güzel bir ilişki, güçlü bir bağ vardı. O da ona mahcup bir ifadeyle bakıyordu, mavi gözleri bu ortamda sadece bana ve Peter'a baktığında bu kadar yumuşuyordu.
"Biz de artık izninizi isteyelim." Yarım bir ömür gibi gelen uzun dakikalar boyunca ilk kez konuşan Armin, belki rol yapıyor olsa da üzgün görünmeyi başarmıştı. "Sizin özel olarak konuşacaklarınız vardır."
"Her şey için teşekkürler." Johanna Benjamin'le dahi ciddiyetle tokalaştı. "Henüz bitmiş değil. Kararlar kibritin ucundaki kükürt gibidir, insanın aklı da tıpkı böyle bir anda ateşlenebilir. Sizi gelişmeler için bilgilendireceğim. Şimdi değilse bile yarın, bu arazi değilse bile bir başka projede."
Eli en son sıkılan Kevin tok bir sesle, "Bayan Roksanford," dedi. Onların teması sürdükçe ben de bu adamdan hoşlanmayan Leonard'a biraz daha yapışıyordum. "İsteğim sizi rahatsız etmeyecekse ben biraz daha kalmaya devam edebilirim?"
Braunzlar erkek kardeşlerine merakla bakarken Johanna başını yana eğdi. "Sorun nedir, Kevin?"
Kevin omuzlarını dikleştirirken yutkundu. Onu yan profilden görebiliyorum ve maalesef Leonard'ın sinirlerini her bir saniye zıplatacak kadar yakışıklı bir kumraldı. Bu şekildeyken sanki iki cehennem meleği karşılıklı durmuş, bir anlaşma yapıyorlardı. O kadar tehlikeli ve o kadar karanlık cazibeleri vardı.
"Sadece kısa bir süre, ortalık biraz durulana dek."
"Bir şey seni endişelendiriyor Kevin, benimle paylaş." Johanna'nın bir şovmen olduğu buradan belliydi, sanki konuşulanları duymuyorduk.
Kevin başını bizden tarafa çevirdiğinde kışkırtıcı bir şey söyleyeceğinden ödüm koptu fakat o ağzını açmak yerine ayakkabılarıma baktı. Gözlerime bakamıyormuş gibi, ayakkabılarıma. "Masum bir kızın zarar görme ihtimali beni endişelendiriyor."
Leonard boş bulunduğum bir anda benden sıyrılıp öne atıldı ve ona yetişemeyeceğim hızdaki birkaç adımda salonun ortasına geldi. "Bence sen kendin için endişelenmelisin." Kardeşleri araya girse de Kevin'in yakalarına yapışmıştı ama akıllanmayan Kevin gözlerini bu kez de inatla bana dikmişti. "Gözlerime bak, benim gözlerime bak! Onun değil, benim! Algılarını siktiğim!"
"Kardeşimi bırakın!"
"Böyle tutmaya devam ederseniz nefes alamayacak!"
"Leonard kendini kaybediyorsun!" Sesler birbirine karışırken en net duyduğum Thomas'tı. Ellerimi çenemi altına yerleştirdiğimde bir yangının geri dönülemez sonuçlarını izler gibi çaresizdim. "Bırak gitsinler. Bugünü, kimsenin burnu kanamadan atlatacağız."
"Yine kötü şeylere sebep oluyorsun." Korkuyla sıçradığımda Johanna yanımdaydı. O kadar sessiz ve sinsi hareket ediyordu ki geldiğini fark etmemiştim. "Hatırlamazsın ama alışıksın, ilk değil."
Tamamen bana döndüğünde gözlerini, onunkinden daha açık bir mavilikte olan kolyemin ucuna dikmişti. Nefesine bu kadar yakın olmak, terk edilmiş bir evin hayaletiyle karşılaşmaya benziyordu. Onu yeni tanıyordum hatta hâlâ tanımıyordum ama kasvetini ruhumun kabuğunda hissediyordum. Bu neşeli ve şimdi epey gürültülü evin dulda bir köşesinde onun tarafından kapana kısılmak bile soluğumu kesiyor, cesaretimi sivri bir şırınga gibi içine çekiyordu. Mavi gözlerine takılı kalmış hâlde geriye yürüdüm, o kadar korktum ki uçurumun kıyısında olsam dahi yürürdüm. Sırtım bir dokuya çarptığında ağzımdan bir çığlık koptu. Yatıştırıcı kolları arkamdan sarıldı, elleri göğsümün üzerinde birleşti. Leonard, "Ondan uzak dur," dedi.
Parmaklarımı Leonard'ın ellerinin üstüne koydum. Paniğim herkesi durgunlaştırmıştı, bu evde de artık derin bir sessizlik vardı ama hayaleti bana zarar veremezdi. Çünkü Johanna denilen hayalet gürültüyü seviyordu, kaosun içinde ortaya çıkıyordu.
Kevin hariç Braunz kardeşler üstlerini düzeltip mendebur suratlarla kapıdan çıkarken ikisiyle de göz göze geldim. Benden sonra Leonard'a bakıyorlardı, Leonard ise nasıl bakıyorsa bana ikinci kez dönmüyorlardı. Johanna'nın küçük bir kopyaları olmalarına rağmen onlarla büyük bir derdim yoktu, benim derdim Leonard'la aynıydı. Kevin. Orada oturmuş, sabırsız biri gibi bacaklarını titreterek yere bakıyordu. Gerçekten de burada kalıyordu.
"Hey, sen." Beni vücudunun ön kısmına yapıştırdığı şekilde durmaya devam ettiğim için hareketi kısıtlıydı ama öfkeli sesindeki her bir tını, saçlarımın arasına karıştı. "Buradan hemen defoluyorsun."
Kevin parmaklarıyla oynarken burnundan solusa da bir şey demedi. Sessizliği bozan da yine Johanna oldu. "Endişelenme, o iyi ve dürüst bir adam. İdil için endişelendiğini dile getiriyorsa bu doğrudur."
Leonard homurdanınca, "Kışkırtmalar," diye sessizce hatırlattım. "Sıra sıra yapıyorlar."
Kevin'in bana karşı ufacık bir ilgisi yoktu çünkü eğer olsaydı adına ilk görüşte aşk dememiz lazımdı. Oysa Johanna ortaya çıkana kadar göz göze geldiğimizi bile hatırlamıyordum. Bir anda iyiliğimi düşünmesine inanacak değildim. Parlak suratıyla bana uzaktan bakması da düşüncelerimi asla yumuşatmıyordu, aksine beni daha da şüpheci birine dönüştürüyordu.
"İnat etme Johanna, birlikte gidelim." Biz Leonard'la sarmaş dolaşken Thomas da ikizini kendi tarafına çekmeyi tekrar denedi. "Evime gelmek istemiyorsan seni istediğin yere götürebilirim."
"Müstakbel eniştene haksızlık ediyorsun, sana sadece onunla döneceğimi söylemiştim." Onların kalması demek bizim de beklememiz anlamına geliyordu. Suratımı üzgün bir nefretle düşürmüştüm ki Johanna sessizliğe kulak kesildi. "Bu o. Evet, kesinlikle o. Beni almaya geldi."
Bir arabanın bahçeye girdiğini ayırt edince içimde tuttuğum nefesi verdim. Bakışlarımı göğsüme indirdiğirdiğimde Leonard'ın bilekleri hâlâ oradaydı ama onun kendisi sanki burada değildi. Çok sessizdi, sadece seyrediyordu. Arkamda kaldığı için nasıl bir ifadeyle seyrettiğini göremiyordum. Başımı geriye çevirmek üzereyken, Braunzların tamamen kapatmadığı dış kapının ardından bir karartı yaklaştı. Leonard'ın elleri gevşediğinde anladım; hiçbir şeyin bitmediğini, aslında yeni başladığını.
Kasvetli ortamımıza katılan bu yeni kişi zayıf ve uzun boyluydu. Takım elbisenin içinde durmaktı sanki onu olgun gösteren. Ev halkındaki öfkeli bakışların tam zıttı olan sevimsiz gülümsemesi, dudağının kenarındaki derin yara iziyle bütünleşmişti.
Thomas, Johanna'nın erkek arkadaşının üzerine Leonard'dan önce atladığında onu duvara yasladı. Oradan son anda sıyrılabilmiştim ki zaten artık birbirimize yapışık durmuyorduk. Leonard kendini bana siper etmeye çalışırken fazla geriye savurmuştu, bu hengameden ister istemez uzaklaşmıştım. Thomas, hiçbir şey konuşmadan sadece yabancının gözlerine baktı. Leonard ise bir takviye gerekirse diye hemen Thomas'ın arkasındaydı ve en az onun kadar sabırsızdı.
Thomas alıştığımdan uzak bir sesle, "Pedro," dedi. "Son nefesini vermek için mi buldun beni?"
Pedro... Hafızamı hızla çalıştırdım. Kalpazanlıktan başka mesleği yok. Kinli biridir. Kuyruk acısını asla unutmaz. Demek bu yüzü kemikli ve yara izli esmer adam işgüzar Pedro'ydu.
"İşgüzar," diye sinirle mırıldandı Leonard.
Johanna tırnaklarını omuzlarına geçirerek Pedro'yu oradan çekip aldı. Thomas ondan daha güçsüz değildi ama kız kardeşinin bu tepkisi onu yıkmış gibi kolları iki yana düşmüştü. El ele tutuşup, iki öfkeli insanın karşılarına dikildiklerinde birbirlerine uyumlu olduklarını düşünebilmem için gözlerimi birkaç kez kırpıştırmam gerekmişti fakat bu da işe yaramamıştı. Uymayan çok parça vardı.
"Elini bırak." Thomas bileğiyle alnını silerken yere bırakıyordu. "Sana söylüyorum Johanna. Elini bırak."
"Onu seviyorum." Pedro'nun ses tonunu bir yılan fısıltısı olarak hayal etmiştim ama kendinden emin ve kadifeli bir tınıdaydı.
Thomas öne atılınca Leonard yolunu kesmedi, araya girerek Pedro'ya saldırmasını engelleyen de mecburen Johanna oldu. "Benden ne istiyorsun? Birini sevmem her zaman mı yasak?"
"Yanındakiyle olamaz, gidiyoruz. İkimiz birlikteyiz, o da geldiği çöplüğe geri dönüyor."
"Birbirimizi sevdiğimizi söyledim!"
"Bu herif bir yavşak Johanna sen aklını mı kaçırdın?"
Pedro, Thomas'ın soluk sesleri duyulmasına rağmen kolunu Johanna'nın beline doladı. "Kavga etmeye gelmedim, sadece kız arkadaşımı alıp gideceğim. Onu getirmemi istedi, getirdim. Götürmemi istedi, götürmek üzereyim. Lütfen uzaklaşın yoksa polisi aramak zorunda kalırım."
Leonard başını yana eğdiğinde, "Adım attığı yerde sabıka kaydı bırakan hergeleye de bakın," dedi. "Neredeyse bize uzaklaştırma kararı çıkarttıracak. Kız kardeşine hâlâ güveniyor musun, Thomas? Arkamızdan iş çevirdiğine ikna olman için dünyanın en yanlış heriflerinden biriyle birlikte."
"Sen neden bu kadar öfkelisin ki Leonard, duygularımıza inanmayı reddediyorsun."
Johanna'nın savunması üzerine Thomas dudaklarını yaladı, neredeyse iki büklüm olmuştu. Elini kalbine götürüp soluklandığında Leonard bütün yaşananları rafa kaldırarak tekrardan söz aldı. "Olayları dramatize etme. Bunun nasıl bir pislik olduğunu bizden bile önce öğrenmişsindir."
"Sana fikrini sormadım."
"Fikir değil, onu tanıyan herkes için bilindik bir gerçeklik. Her ne yapmaya çalışıyorsanız son verin, inandırıcı değilsiniz."
Johanna gözlerini ağır ağır kapatıp açtı. "Ne kadarı umurunda bilmiyorum ama onu seviyorum."
"Birazı bile umurumda değil ve hayır, onu sevmiyorsun."
Johanna bir hıçkırıkla Pedro'nun göğsüne sığındı. "Sana söylemiştim, Leonard'ın ilişkimizi onaylamayacağını sana söylemiştim!" Olayı bağladığı nokta sebebiyle durduğum yere mıhlanırken, kimseye fırsat vermeyerek tekrar yükseldi. "Benim âşık olmam suç!"
Pedro, neredeyse kızgınlıkla döndüğünde Leonard'dan sonra gözleri beni buldu. Bu ilk kez oluyordu, rengi siyah olmasa da kapkaranlık görünen gözleri sanki kemiklerimin altında kırmaya değer bir şeyler arıyordu. "Bize inanmıyorsun fakat sen yasak bir ilişkinin tüm doyumsuz hazzını tadıyorsun. Anladığım kadarıyla Alphanlar olarak kendinize biçtiğiniz kader bu. Hastalıklı kuzenin ve şu evsiz çocukla olana benzeyen, çarpık bir hikâye."
Tüm bunlardan sonra yaşananlar açık bir sergi gibiydi. Sahne, epey dağınık ve kanlı izlerle çoktan hazırdı. Pedro, Leonard ve Thomas'a karşı güçsüz olduğunu biliyordu. Birbirlerini sırasıyla sakinleştirmeye çalışsalar da Pedro'nun cılız bedeni ikisi arasında gidip geliyor, dövülmekten beter ediliyordu. Gözlerimin önünde, en az ruhum kadar hırpalanıyordu.
Johanna oyununa devam etmek için ağlıyor, araya girme bahanesiyle de sürekli olarak Leonard'a dokunuyordu. Bense ortaya çıkıp iki çift laf edemeyecek kadar paramparçaydım, benzer cümleleri iki kez duymak canımı çok sıkmıştı. Düşüncesinin bile iğrenç olduğu yaklaşımları, zehirli bir dille ortalık yere akıtıyorlardı. Kulaklarımı, silinemez bir uğultu kaplamıştı.
Leonard'ı izlerken yine Leonard geldi sandım fakat kollarımdan tutan Kevin'di. Ne yaptığını sormaya fırsat kalmadan elini ağzıma kapatarak beni dışarıya sürüklediğinde ayaklarımı pürüzsüz parke taşlarda kaydırarak direnmeye çalıştım. Aynı zamanda bağırmaya, oyunun devam ettiğini Leonard'a duyurmaya.
Birkaç kısa saniyede kapıdan dışarı çıktığımızda, "Zarar vermeyeceğim," diye fısıldadı. "Sadece bunlardan etkilenmeni istemiyorum." Dudaklarım avucuna sürterken dile getirdikleri beni rahatlatmak yerine endişelendirdi. "Karnıma vurup durma!" Darbelerim sonucunda yüzü buruştu. "Daha önce bir apandisit ameliyatı geçirmiştim, acıyor."
Beni loş ışıklandırmanın aydınlattığı bahçeye sürüklemeye devam ederken ayaklarım bu kez çimleri yerinden sökecek kadar direniyordu. Garajın bulunduğu karanlık taraf yerine evin duvarı hizasından boylu boyunca götürdü. Artık kaşlarımı çatarak anlamaya çalışıyordum yapmaya çalıştığını. Arka bahçeye bile gitmeyerek hemen oracıkta, bir anda durdu. "Ağzını açacağım, gerçekten kötü bir niyetim yok. Sadece burada, olayların dışında bir noktada kalmanı istiyorum."
Gözlerimizle sessiz bir anlaşma yaptığımızda elini yavaşça çekti. Öfkeden köpürmeden önce ağzımı sildim. "Sen ne yaptığını sanıyorsun! Erkek arkadaşım içeride!"
"Bir canavar gibi dövüşüyor!" İkimiz de birbirimizi öldürecek gibi bakarken ilk yumuşayan Kevin oldu. "Onu öyle görmek istemezsin," diye ekledi kısık bir sesle. Hiç etkilenmediğim için hemen o saniye gidecekken kollarımdan tuttu. "İdil lütfen."
"Bana dokunamazsın!" dedim hızla. "Buraya zorla getirdin ama tekrarı olmaz. Ellerini üstümden çek. Hemen."
Titreyen ellerini benden ayırdığında yumruk yapıp yana sarkıttı. "Affedersin. Ben sadece..." Onu sert bir dille uyardığım andan beri başını kaldırmıyordu. "Kötü bir gün geçiriyorum, özür dilerim."
"Neden acaba? Manzaraya birkaç saniye pencereden bakmak ister misin?"
"Bununla sınırlı değil." Bakışları yine ayakkabılarımda dolaştı. "Seni gördüğüm andan beri kötü bir gün geçiyorum."
Herkes geçmişime atıflar yaparken bir yabancının daha eskileri ima etmesi, kırık kalbimin ilgisini çekmişti. Evin içinden gürültüler taşmaya devam ederken, serin bir rüzgâr saçlarımızı dalgalandırırken, "Daha önce tanıştık mı?" diye sordum.
Kevin ise beni şaşırtarak başını sağa solladı. "Hayır sadece birine benzetiyorum, eskiden çok sevdiğim birine. Beni, istemeden yakınlaştığım kötülüklerden dolayı terk eden birine. Senin de Leonard'ı terk etmeni istemem, işte bu yüzden oradan alıp dışarı çıkardım. Söylediğim her şey yine aynı sebeptendi."
"Bizler farklı kişileriz, farklı hayatlarız. Anılar benzese de aynı şeyleri yaşamayız."
"Ama çok benziyorsun, İdil." Sesi titrerken çabucak yutkundu. Saçlarıyla aynı renk kahverengi gözleri dolu doluydu ve sanki bu sefer bana uzun uzun bakmak istiyordu. "Ağladığında, dağıldığında..." Elini uzattığında geriye çekildim, biraz daha uzattığında yine çekildim ve başım duvara çarptı. İşaret parmağını sol gözümün altına değdirdi. "Tıpkı böyle makyajı akardı."
Kasılmış bir yüzle ona bakarken, belki de bundan hiç etkilenmediğim için bileğinden tutup gücüm yettiği kadar geri savurmazken, nemli çimenlerin güçlü ayakların altında ezildiğini duyduk. Kevin ve ben, ne yazık fazlasıyla yakınken evin kapısından çıkan telaşlı bedene baktık. Karanlığın altında, sırasını bekleyen bir güneş gibi parıldıyordu.
Leonard dikkatimizi çektiği o ilk anda önce hareketsiz durdu. Aramızdaki mesafenin birkaç kısa metreden ibaret olması, gözlerindeki ifadeyi ayırt etmemi sağlıyordu. Sanırım yakından bakmak istemezdim. Biri iteklemiş gibi yürümeye aniden karar verdiğinde yakalarını düzeltip bize doğru acelesizce yaklaştı. Kevin de yol açmaya çalışır gibi ayaklarını geriye kaydırdı fakat fazla da gitmedi.
"Aslında kötü bir şey yapmadı," diyerek toparlamaya çalıştım. "En başından beri bir açıklaması varmış."
"Evet," diyerek onayladı Kevin. "Sadece onu korumaya çalışıyordum." Bu adam gerçekten bir ticaret uzmanı olacak kadar zeki miydi?
Leonard beni duymadan, ikinci kez bakmadan, Kevin'e odaklı kalarak gözlerini kıstı. "Parmağın, kız arkadaşımın suratındaydı ve dokunmadan önce izin aldığını sanmıyorum." O an tek karanlığın, yağmur getirmek üzere hareketlenen bulutların asılı durduğu gökyüzü olmadığını anladım. Boynunu çıtlatırken, "Ve muhtemelen," diyerek devam etti. "Bir saniye sonra gelseydim sırtın, arkandaki ağaca yapışmış olurdu."
Beni hafifçe kenara çekti. Kıskançlık yapmayıp güvendiği için biraz rahatlanmıştım ama Kevin problemini nasıl bitireceğinden emin olamadığım içinse tırnaklarımı stresle birbirine sürtüyordum.
"Peki, haklısın. Özür dilerim." Utanmadan oflarken ellerini iki yana açtı. "Oldu mu? Artık buradan gidebilir miyim?"
"Tabii ama son bir şey." Elinde bir şey varmış da oyun yapıyormuş gibi sadece gözleriyle gülümsedi. "Sence sağ mı sol mu?"
"Bu da nereden çıktı?"
"Yüzünün hangi tarafına dokunmuştun, bunu soruyorum. Sağ mı sol mu? Gidince o kısmı yıkamamız gerekiyor, hijyen takıntısı başa bela."
Kevin bana sıkıntılı bir bakış attığında bıkkınca, "Sol," dedi.
"Teşekkür ederim, güzel bir seçim. Gerçekten, estetik bir seçim." Geri çekildiğinde uzaklaşacağını zannederken kolunu kaldırıp Kevin'in sol yanağına bir yumruk indirdi. Tek bir hamleyle yere devrildiğinde refleksle kaçmıştım ki Leonard belimden yakalayıp yönümüzü çevirdi. Elini havaya kaldırıp el sallarken, "Özel Vivantes Hastanesi acil servisi," diye bağırdı. "Leonard Alphan'ın yönlendirmesiyle geldiğini söylersen mutlaka indirim yapacaklardır."
Buradan uzaklaşmamın sevincini yaşayabilmek için Kevin'e bir veda bakışı atmamaya çalışıyordum. Geri kalanlar evden çıkmadan önce kendimizi arabaya attığımızda diğer arabaların arasından kolaylıkla ama biraz da gürültüyle sıyrıldık.
İlk sorum, "Ona vurman gerekiyor muydu?" oldu.
Ceketini çıkarıp arka koltuklara atarken, "Katılıyorum," dedi. "Sana dokunmaması gerekiyordu."
Dile getirecek çok sorum olduğu düşünülürse bu noktadan devam ettim. "Seni polise şikayet ederse başına gelecekleri düşündün mü?"
"Gözünü kanlandırdığım için hayatımın biteceğini sanmıyorum ama o karanlık bağlantıları sebebiyle hapsi boylayabilir."
Kevin'in yakınlaştığım kötülükler dediğini hatırladım, Leonard için de bunun ispatı kolay olmalıydı. "Peki içeride neler oldu? Pedro bu geceyi kaç kırıkla atlattı?"
Klima yerine camı açtığında, bizi keskin bir esintinin kendimize getireceğinin mantıklı olduğunu düşünerek aynısını yaptığımdan hemen sonra göz göze geldik. Bana kızgın mıydı bilmiyordum ama yine de uzanıp yanağımı okşadı. "Cezalandırılmaya layık biri olsa da iki kişi birleşip onu dövmedik. Ben Pedro'yla ilgilenirken Thomas da Johanna'yı zapt etmeye çalıştı. Kendi aralarında biraz itiş kakış yaşansa da en azından şartlar eşitti."
"Yani iki kardeş de mi kavga etti?"
Önümüzden hızla akıp giden yola odaklandığında başını salladı. "Thomas kendi de dahil kimsenin ona dokunmasına izin vermez fakat Johanna'nın eli kolu rahat durmaz. Thomas'ın kendini korumaya çalıştığını söylesem daha doğru olur."
"Öyleyse o gürültülü sesler senle Pedro'nun mücadelesinden geliyordu."
"Peter'a ayıp oldu," diyerek onayladı. "Ne yazık ki onu ilk pataklayışım değil."
Saç tellerim birbirine kırışırken onları hizaya sokmaya çalıştım. Bu aynı zamanda gözlerimi kaçırmam için de iyi bir fırsattı. "Kevin de buna benzer bir sebeple beni evden çıkarmış. Seni o şekilde görmemin, ilişkimiz için yıpratıcı olabileceğini düşünüyordu."
Sessizliği uzadıkça Leonard'a bakma ihtiyacı hissettim. Başını hemen yanındaki cama çevirdiği bir ana denk gelmiştim. "Balım bunu konuşmayalım. Ömrümün tamamında zihnimi yeterince meşgul edecek."
"Buna rağmen kışkırtmalara yenildin."
"Sana dokunması," dedi üstüne basa basa. "Zihnimi yeterince meşgul edecek şey bu anı. Diğerleriyle mücadele etmesi düşündüğünden daha kolay." Daha keyifsiz bir sesle devam etti. "O an neye güvenip senden uzaklaştıysam. Dokunmakla yetindi ama kaçırabilirdi de."
"O an gerçekten bir şey hissetmedim."
"Şükürler olsun," dedi güldüğünde. "Biliyorum, biliyorum. Fakat benim tarafımdan bakınca bu kadar basit karşılamam mümkün değil."
Leonard'ı tanıdığım için sanırım anlayış göstermek zorundaydım. O henüz sevgili olmadığımız zamanlarda dahi böyle biriydi. "Bana Johanna'yı anlat," dedim. Seni neden bu kadar çok seviyor demektense, "Benden neden bu kadar nefret ediyor?" diye sormakla yetindim.
"Senden nefret ettiğini sana hissettirecek kadar kötü biriyse konuşmamıza gerek var mı?"
"Seni benimle paylaşmaya direniyorsa evet, var."
Saçlarının önünü düzelterek oyalansa da merakımdan kaçmak yerine, sakin bir sesle konuştu. "Ailelerimiz sebebiyle çocukluğumuzda kurulan bir arkadaşlığımız var. Üçümüz aynı okula yazıldık, beraber büyüdük. Üniversite hayatımız itibariyle, yaşımız ilerledikçe de yavaşça uzaklaştık."
"Sana âşık olacağı kadar uzun bir süre." Leoanard yüzüme neredeyse şaşkınlıkla baktı, tebessüm etmeye direnemedim. "Fark etmediğini söyleme. Hislerinin aynı kaldığı düşünülürse daha önce görmemen imkânsız."
"Şimdi öyle bir şey olduğunu sanmıyorum."
"Ya önceleri?" Dudak büktüğünde tekrar denedim. "Küçükken belki de birbirinizden hoşlanıyordunuz."
"Ben Johanna'ya hiçbir zaman o gözle bakmadım."
"Yakın arkadaşının kız kardeşi olduğu için mi?"
"Johanna'ya o gözle bakmak isteseydim bunu umursamazdım."
Parmaklarımı çıtlatırken odağımı değiştirmeye çalıştım. Her ne kadar geride kalmış gibi görünse de birlikte geçirdikleri uzun ve zengin bir hayat vardı. Onu galiba ilk kez bu kadar kıskanıyordum ama Leonard bundan keyif alacak bir durumda değildi. Gözlerime hâlâ birkaç saniyeden uzun bakmıyor, mavi bakışları parçaları birleştirmeye çalışır gibi etrafta dolaşıyordu. "Aranızda gerçekten de hiçbir şey geçmedi mi? Johanna bir köşeden seni izleyecek bir kız değil."
"Geçmesini reddettim," dedi. Bunu duymayı istemiyormuşum gibi kasılmaya engel olamadım. "Aklından geçen doğru, o denedi ama ben reddettim."
"Her seferinde mi?" Ve kim bilir neyi.
"Beni öpmeye çalıştığında onu itekledim." Suratıma yorgun bir ifadeyle baktı. "Bu sahneden sonra ikinci kez yakınlaştığımız olmadı."
Öfkeden dişlerimi sıktım, kendimi en az Johanna kadar tehlikeli hissettim. "Yani seni öptü?"
Leonard gözlerinde aynı ifadeyle yola ve bana bakarken beni, benim savunmamla yanıtladı. "O an gerçekten bir şey hissetmedim."
Eve gidene kadar konuşmadık. Camları indirip rüzgârı içeriye buyur etmemiz, üstümüze yapışan kötü hisleri götürmekle kalmayıp bize yenilerini getirmiş gibiydi. Uzak mesafelerden, kör noktalardan, terk edilmiş duygulardan tatsız anılar. Bugün, kendimizi iyi hissetmemiz için yaptıklarımız bir işe yaramamıştı ama gün bitmiş de sayılmazdı.
Hayatımız boyunca bir defa daha görmek istemeyeceğimiz insanlar dahi ilişkimiz olduğunu öğrenmişken artık saklayacak bir şey olmadığını kabul ederek köşke el ele girdik. Lambaların kapalı olduğu belliyse de Leonard'ı reddetmek istememiştim. Yemek masasının yanından geçerken salonun her bir köşesine uzun uzun baktı. Bazı iyi insanların bizi böyle görmesine ihtiyacı vardı fakat herkes dinlenmeye çekildiği için hayalleri yıkılmıştı.
"Stresten akşam yemeği yemediğimizi unuttum," dedi yüz yüze geldiğimizde. "Mutfağa mı gidelim yoksa tekrardan dışarı mı çıkalım?"
"Aç değilim, canım istemiyor."
"Ben de öyle ama yemen gerekiyor."
"Midem bulanıyor." Tenimin rengini kontrol edip ateşimi ölçmesini sabırla bekledim. "Hızlı bir duş alıp uyumak istiyorum."
"Yatağın yanına bir kova ya da poşet bırakırım. Yatıştırıcı bir bitki çayı demlememi ister misin?"
"Gerek yok," dedim elinden tutup merdivene sürüklerken. "Poşete ve kovaya da gerek yok, o kadar kötü değilim."
Odalarımızın olduğu kata çıktığımızda koridordaki ışıkları açtı. Bundan sonra kısa bir süreliğine ayrılacak ve tertemiz bir şekilde tekrardan buluşacaktık. Henüz temizlenmeme fırsat vermeden, üstümdeki duygusal kirliliğe rağmen bana sarıldı.
"Yan yana olduğumuz hâlde, bugün kendini ait olmadığın bir yerde gibi hissetiysen özür dilerim. Bana inan ki çevremi bu insanlar oluşturmuyor."
"Senin hatan olmadığını biliyorum," diyerek telkin ettim. "Herkesin tanışmak için bir zamanı vardır ve ne yazık ki üst üste geldiler. Yine de atlattık."
Yanaklarımı avuçlarının içine aldığında gözlerime dek eğildi. "Peki sevgili olduğumuzu itiraf ettiğim için bana kızdın mı?"
Kararlarıma her durumda önem duymasına karşılık, sadece ellerinin serinliğine teslim olarak gözlerimi kıstım. "Beni herkesin içinde öpmediğine kızgınım."
Nihayet dudaklarında samimi bir gülüş gördüğümde yaklaşıp öptü. Neyse ki vücudunda hâlâ sıcak olan bir şeyler vardı ve küsmemiştik. Su ve sabun olmadan da birbirimizi arındırabiliyorduk.
Ruhum iyileşmişti fakat vücudumdaki negatifliği keseleyerek çıkarmam gerekiyordu. Kendimi odamdaki banyoya kapattığımda, akşam karanlığı çökmesine ve Leonard'la yan yana olmamama rağmen ürpertileri umursamadım. Canlıların beni, ölü anılardan daha çok korkuttuğuyla yüzleşmiştim.
Uyumadan önce yuvarlandığım kâbus yuvası, aklımın en çabuk ulaşacağım noktasına taşınmıştı. Braunzlar, Leonard'ın tahmin ettiği gibi kuklalardı ama bunun altından Johanna'nın çıkması hem onu hem de Thomas'ı şaşırtmıştı. Johanna ise yardımsever ya da işkololik, sıfatı her neyse arazinin yatırımcısı olmak istediğini söylüyordu. Bir para kaynağından, bir ortaklıktan ve Braunzlarla kâğıt üstündeki anlaşmalarından fazlası olmadığını savunuyordu. Tüm bunları iğrenç yaklaşımlarla dile getirirken piyasanın kötü adamı Pedro'yla birlikte olduğu ortaya çıkıyordu. Johanna'nın süslemeli bir anlatımla vurguladığı gizli efendiler ya Pedro'ydu, ya kendisiydi ya da her ikisiydi.
Banyodan, buharlı aynayı kurulamadan çünkü kendimi görmek istemeden ayrıldım. Kolyemi boynuma konumlandırdığımda, tenimdeki hararet tamamen silinmediğinden ince bir pijama takımı giyindim. Kokunun ferahlatıcı etkisinden faydalanmak amacıyla kendimi nemlendirirken Amy'den gelen mesajları yanıtladım. Peter'a gittiğimizde çantamı arabada unutmuştum ve uzun bir süre yokluğunu da fark etmemiştim. Düşününce bunun ne kadar ileri görüşlü bir hamle olduğunu kabul ediyorum çünkü yanıma almış olsaydım Kevin tarafından bir anda dışarı sürüklendiğim için muhtemelen bu kez de evlerinde unutacaktım.
Saçlarımdaki nemliliği, ellerimle gidermeye çalışırken odamdan çıktığımda beni bekleyen Leonard'la karşılaştım. İlk kez yaşamıyorduk ve beni hep, karşıdaki duvara yaslanıp, kollarını şişkin göğsünün üzerinde bağlamış hâlde beklerdi. Birbirimize yaklaştıkça ikimizin saçlarının da neredeyse aynı parlaklıkta olduğunu gördüm.
"Sanırım biraz rahatladık," dedim konuşabilmek için.
"Belki biraz ama çok, çok az. Yetmez." Sımsıkı tuttuğu elimi dudaklarına götürdü. "Birlikte uyumamız gereken uzun saatler var."
Buraya ilk geldiğimde odasının soğuk olduğunu düşünmüştüm. Şimdiyse camları açık bıraktığı için içeri doluşan bu serin hava bana iyi geliyordu. Leonard üşümediğine göre bence ona da. Gerçi üşüyorsa bile bu sadece birlikte uzandığımız ana kadar sürerdi.
"Sence gündüz yeterince kötü geçtiyse gece kâbus görmezsin diye bir kural var mıdır?"
"Bunu bana mı soruyorsun?" dedi yanıma uzanırken. "Moralini düzeltecek örnekler veremem."
"Böyle şeyleri sadece sana sorabilirim."
"Canını sıkabilirim." Ben başımı yastığa koysam da o kolunu bükmüş, şakağını avcuna yaslamıştı. "Uyku ve kâbuslar konusundaki kötü deneyimlerim göz önüne alınırsa bizim için hoş bir sohbet olmazdı." Burnumdan bir nefes verdiğimde çenemi okşadı. "Yoksa sen bu yüzden uyumamaya mı çalışacaksın?"
Leonard'a suçüstü yakalanmış gibi baktım. "Nereden anladın?"
Beni kolunun altına çekerken güldü. "Çünkü bunu ben de denedim ama pek işe yaramıyor, yani deneyimli değilsen yatağa uzandıktan sonra sabaha kadar gözünü kapatmamak zor iştir ve eninde sonunda teslim olursun. Fakat çözümü var, anlatmış mıydım?"
"Hayır," diye mırıldandım tamamen ona döndüğümde. "Dinlemek isterim." Burnum köprücük kemiğindeyken, kokusu dahi sarhoş ederken uyumayacağımı söylemek cidden çılgınlıktı.
"Yeryüzünde kendini en çok huzurlu hissettiğin insanın yanı." Omzumu okşarken ninni gibi konuşmaya devam etti. "Kokusu, uykuya yenilmek üzere olan sesi, nefes alıp verişleri, kalp atışları, esnemeleri..."
"Burası gibi."
"Burası gibi." Dudaklarının hemen altında olan alnımdan öptü. "Ben bugün buna direneceğim, sense uyuyacaksın. Kâbuslara, hayaletlere, kötü insanlara karşı nöbet tutacağım."
"Sen de çok yorgunsun," dedim güçlükle. "Beyin fırtınası, birini pataklama, uzun bir araba yolcuğu..." Ardından esnedim. "Bazılarını işittim ama anlamadım, birçoğunu da olaylar süratle değiştiğinden kaçırdım. Konuşmamız gereken çok şey var."
"Konuşmamız gereken çok şey var." Parmakları, aynı ritimle sırtımda gezinirken sesi derinden geliyordu. "Bu yüzden yanımda kalman gereken çok gün var."
***
Leonard sanki geceyle anlaşmış ve derin sessizliğinin uzun sürmesine dikkat etmiş gibiydi. Sonrasında ne konuştuğumuzu hatırlamayacak kadar aniden uyuyakalmıştım. O kavgaların arasına karışmış gibi yorgundum, zihnim yorgundu, ruhum dinlenecek bir uyku arıyordu. Leonard bana bunu güvenle hediye etmişti.
Gözlerimi neden açtığımı bilemedim. Belki bir su içme ihtiyacı, belki yön değiştirmeden önce gelen anlık bir histi bunun sebebi. Yönüm pencereye dönüktü ama ben yine Leonard'ın boynuna sığınmak, onunla soluklanmak istiyordum.
Uykumu tamamen dağıtmadan diğer tarafa heyecanla döndüm fakat aynı saniye korkuyla ayıldım. Yanımda olmadığını karanlıkta bile ayırt edebiliyordum. Gözlerimi kötü bir şey görecekmişim gibi kıstım, belirsizlik şekil kazanacak ve yine kâbuslarla mücadele edecektim ama ben uykuda olmadığıma, Leonard'ın buralarda bir yerlerde durduğuna emindim. Parmaklarımı onun yattığı tarafa uzatıp yatağı okşadım, bu kez emin olduğum şey boşluktu.
Sessizce yutkunurken sırtımı doğrultup oturur pozisyona geldim. Belki ayaktaydı ya da lavaboya gitmişti, hemen geri dönerdi. Ben yanında uzanırken hiç yapmazdı ama kim bilir, koltuğunda oturuyor bile olabilirdi. Bacaklarımı bükerek sırasıyla boş koltuğa, koyu kahverengi giysi dolabına ve son olarak depo görevi gören eski banyonun kapısına baktım. Havale geçirmemem için bugün hafif aralık bırakma kaosunda anlaştığımız pencereden giren esinti, tahtanın küçük bir ritimle açılıp kapanırken pervaza çarpmasına neden oluyordu. Bu delilik ama sanki ses oradan değil de, banyonun içindeki gücü tükenmiş biri kapıya vuruyormuş gibi geliyordu.
Çığlığı koparmaya direnirken kendimi geriye atıp örtünün altına girdim. Korkudan titriyordum ve telefonum yanımda değildi. Başımı dışarı çıkardığım an karanlıkta beliren bir yüzle karşılaşacak gibi hissediyordum. Hemen üstümdeki çatıda neler oluyordu? "Burası rüyaların gerçek olmadığı yerdi," diye fısıldadım. "Bu yatakta hiç kâbus görmemiştim," diye hatırlattım.
Sonra odanın dışından gelen birtakım tıkırtılar duydum. O bir merdivense biri yaklaşıyordu. Kuruyan dudaklarımı kemirdim. Ayak sesi fısıldaşmalara dönüşü. İzin vermeyecektim, beni yeniden çatıya çıkarmalarına da Leonard'ı bulacağıma inandırmalarına da izin vermeyecektim.
Kapının açıldığını fark edene dek titriyordum, vücudumun girdiği bu kriz şiddetlendi çünkü o şey her neyse bana doğru gelmeye devam ediyordu. Ayak parmaklarımı bile büktüm, bir günlük hayatından vazgeçmek isteyen kelebek gibi tekrardan kendi kozama sığınmaya çalıştım. Kendimce yok oldum, saklandım. Karanlığın içinde dönen ruhların ya da ruhu karanlık olanların bana zarar veremeyeceğine inandım.
Parmaklarımı kenetlediğim örtünün ucu, başka bir el tarafından tutuldu. Karşı karşıya geleceğimin şaşkınlığıyla gücüm azalmıştı ve bu yüzden demin güçlü olduğumu sansam da şimdi direnemedim. Örtüyü çekti, gözlerimi korkaklığın baskın olduğu bir cesaretle açtım fakat karanlığa karışmış bir sima görünce daha fazla direnemedim.
Çığlık attığımda yaptığım ikinci şey gözlerimi tekrar kapatmaktı. Karanlık bir yüzdü, yüzü karanlıktı, tanıdık ama karanlık. Bana zarar vermeye başlamak yerine ışığı açtı, gözkapaklarımın arkası dahi aydınlanmıştı. "Benim," dedi karanlık yüzün sahibi.
Sesini hatırladım, kendini de hatırlar gibi olmuştum ama çözememiştim. Şimdiyse yanıma oturan kişinin Leonard olduğunu anlıyordum. Yüzü karanlık kişi oydu, gerçekten karanlıktı, lambayı yaktığında bile karanlıktı. Titreyen elimi uzatıp, kömüre benzeyen siyah lekelere dokundum. "Sana ne oldu?"
Ben ona dokundukça gözlerini kapattı. Kıyafetleri kirliydi, saçlarının önü koyuydu, sanki nefesi bile siyah bir duman şeklinde çıkacaktı. "Korkuttuğum için özür dilerim."
Dizlerimin üstüne oturduğumda neler olduğunu hemen anlatmayacağını bildiğimden onunla aynı dilde konuşmaya çalıştım, bir yandan yanağını okşadım. Dokundukça onu tanıdım. "Hayalet gördüğümü sandım."
Gözlerini açtığında, son dakika hayatta kalmış gibi güçsüzce gülümsedi. "Hayaletlerle savaştım."
"Nerede peki?"
"Arazide."
Kalp atışlarım hızlanırken derin bir nefes aldım. "Lütfen baştan anlat."
Kalkmaya yeltenirken, "Önce temizlenmeliyim," dedi.
"Seninle geliyorum."
Ellerimizi hiç bırakmadan yürüdük. Kullandığı banyo yine bu katın içindeydi ve ışıklar beni bir anda bırakıp gittiği için açıktı. Giyinme odasına benzeyen bir yere girdiğimizde daha da ilerleyip banyoya ulaştık. Benim odamdaki banyodan genişti ama tasarımı, fayansların rengine dek eşitti. Ellerimiz sıyrıldığında çeşmeyi açmasını ve yüzünü sertçe ovmasını izledim. Siyah sular lavabonun içine akıyordu ama tamamen de geçmiyordu, başını kaldırdığında gördüğü yansımadan memnun kalmamış gibi daha sert bir biçimde devam ediyordu. Hâlbuki hemen yanında bir sabun sepeti duruyordu ama Leonard bunu bile fark etmiyordu. Sanki bu siyah izlerin, derisine işlediğini düşünüyordu.
"Seni korkuttum fakat bak, geçiyor." Bir şey demek yerine sessizliğimi korudum. "Seni asla yalnız bırakmadım, Nina bu kattaki odalardan birindeydi. Ben gelene kadar kalmaya devam etti. Ömrümün sonuna kadar yalnızlıkla cezalandırılayım ki, seni yalnız bırakmadım."
"Yardım edeyim," dediğimde karşı koymadı. Ona inanıyordum, en az olan biteni merak ettiğim kadar. Havlulardan birini alıp ucunu ıslattım. Saçlarından ılık sular damlarken ona yön vererek, duş yerinin etrafına örülen mermere oturmasını sağladım. Çoğu izler silinse de gözlerindeki bu yorgun ifadeyi nasıl sileceğimi merak ettim.
"Hayaletlerin tamamını avlayabildin mi?" diye sordum konuyu açmak için.
"Göremeden savaşmak zordu," dedi sessizce. Bu sanırım hayır anlamına geliyordu. Gözlerini kaldırdığında, havluyu elmacık kemiklerine canını yakmadan sürtüyordum. "Birileri araziyi yakmış."
Havlu elimden düştü. Kollarına bırakmış bulunduğum bez parçasını alıp kenara bıraktı. İki elimi de tuttu.
"O tarafa daha yakın oturan komşularımız görmüşler. Polis ve itfaiye yerine önce Walton'ı aramışlar çünkü orayı bilinçli yaktığımızı düşünmüşler." Bu kısmı hızlı söylediği için nefes alma ihtiyacı hissederek birkaç saniye durdu. "Dumandan etkilenmişler, ateş yakmak için uygun bir zaman olmadığını söylemişler." Burnundan bir nefes verdiğinde bu kez de hayal kırıklığıyla duraksadı. "Walton da bana ulaştı, telefonum sessizde olduğu için duymadın. İtfaiyeden önce oraya gittik ama yakınlarda bir kuyu dahi olmadığı düşünülürse izlemekten fazlası gelmedi elimizden."
Güçlükle yutkundum ama sormak zorundaydım. "Tamamen mi yanmış?"
Tuttuğu ellerimi, farkında olmadan sallıyordu. "Hayır, öyle olsaydı dumandan geçilmezdi ve koruluk alanlara da sıçrardı. Rüzgârın esme yönü sebebiyle kokuyu bile hissedemedik, uyarılmasaydık müdahalemiz gecikebilirdi. Neyse ki tamamı seyrek otlardan oluşuyordu, görevliler ağaçları da kurtardı."
"Kimin yaptığı belli mi?"
"Kayıtlara sıradan bir kundaklama vakası olarak geçse de bizi tanıyanlar o kadar basit açıklanamayacağını biliyorlar. Bu is lekeleri," dediğinde alnını refleksle koluna sildi. Kıyafeti berbat bir hâlde olduğu için tekrar kirlenmişti. "Onlardan bir işaret ararken oldu. Geride bir mesaj bırakmışlar mı diye kül dolu toprağın üzerinde titizlikle dolaştım."
"Arazinin içine mi girdin?" Nedenini bilmesem de bunun Leonard'a ne kadar rahatsızlık verdiğini anlamak zor değildi. Akşamüstü saatlerinde yolun karşısına geçip oraya yaklaşmamız bile kendini kötü hissetmesine yetmişti.
Ellerimi bırakmadan ayağa kalkarken, "Senin için o yangının içine bile girerdim," dedi.
Duygusal boşluğum tekrardan dolarken ağlamaklı bir sesle, "Girme," dedim. "Yanımda dur, bir yere ayrılma."
Başını sallayıp onaylaması, her şeyin üzerine yemin ederek söz vermesini bekledim ama yapmadı. Yanaklarıma dokunmadan önce ellerini çevirip iz kalmış diye baktı. Dokunduğundaysa teni sıcaktı ve nedeni ortada olduğu için buna sevinemiyordum.
"Bugünden başlayarak, zor günler geçiriyor olabiliriz. Hayatın böyle dönemleri vardır," diyerek güven vermeye çalıştım. "Berbatlıklar bazen üst üste gelir ama altından kalkabiliriz. En basitinden o arazi hiçbir zaman sorunsuz olmamıştı. Birileri bu kez davetsiz konuk olarak terk edilmiş otların arasına sızmışlar."
"Tıpkı Peter'ın evine konuk olarak sızmaları gibi."
Leonard'la aynı şeyi düşündüğümüz için rahatlamıştım. Pedro'dan, Johanna'dan, Braunz kardeşlerden hatta Thomas'ın bile bir şeyler bilip bize söylememesinden şüpheleniyordum. Bugün tanıdığım insanlardan en az biri bu işin içindeydi.
"İnan bana İdil, daha azı için uğraşacağım ama başımıza ne gelirse gelsin ikimiz birlikteyiz ve sen zarar görmeyen taraf olacaksın." Beni kendine çektiğinde yüzümü göğsüne yaslayıp saçlarımı okşadı. "Söz veriyorum, tek bir iz almadan atlatacaksın."
Kokusu, meçhul bir yangının dumanları arasından gelir gibi olsa da ona güvendim. Aslında hayır demeliydim; hayır sevgilim, zarar göreceksek de beraber. Birimizin iyileştiren taraf olması için sapasağlam kalmasına gerek yok. Yaralı çocukluğumuzu, yarım ruhumuzu, bazen ne kadar aynı olduğumuzu ve bu benzerliklerin bile bizi ne kadar iyileştirdiğini hatırla.
Sarılmamız, odamıza dönmek için sona erdiğinde Leonard beni öpmek için burnumun ucuna dek yaklaştı. Gözleri, yüzümün her bir santiminde mekik dokurken durgunlaştı ve uzaklaştı. Kaşlarımı çatarak hemen yanımda kalan aynaya döndüm. Kirli kıyafetlerine sarıldığım için alnıma, tıpkı onun alnındaki gibi siyah bir is lekesi yapışmıştı.
Söz veriyorum, tek bir iz almadan atlatacaksın.
Boğazımdaki buz kütlesini indirmek için yutkundum. Leoanard bir şey demeye, yeni bir inanç aşılamaya çalışmadan alnını saçlarıma yorgunca yaslayarak sessizliğini korudu. Daha azı için uğraşacaktık ama kötülüğün yaklaşmasına engel olamayacaktık. İkimiz birlikte olacaktık ama karanlık lekelerin tenimize yapışmaması için birbirimizi sonuna kadar koruyamayacaktık.
Bölüm Sonu.
Balım mrb..
8 bölüm sonra bitecek gibi hissediyor musunuz siz de...
Araziyi kim yaktı? Biliyorsanız hemen söyleyin.
Johanna Leonard'a karşı hâlâ bir şeyler hissediyor mu?
Johanna ve Pedro arasındaki ilişki gerçek mi?
Anlık bir tetiklenmeyle İdil ve Kevin'i shiplediniz mi söz aramızda kalır.
21'i de hızlı yazmaya çalışacağım, parmaklarım su toplasa da bu yaz bu kitap bitecek.......
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top