7. MASKESİZ BALO
7, Maskesiz Balo
Tylor Spencer - Tourner dans le vide
LEONARD
Sayın Leonard Alphan,
İleri düzeyde Türkçe ve Almanca, orta seviyede de İngilizce biliyorum. Yarı zamanlı olarak garsonluk, bebek bakıcılığı gibi mesleklerde faaliyet gösterdim. Okul notlarım iç açıcı görünmese de hiçbir ceza kaydım yoktur. Ayrıca şiir yarışmasındaki birinciliğim ve edebiyat, tarih, coğrafya alanlarındaki başarılarım da beynimin en azından sağ lobunun sağlam çalıştığını kanıtlıyor.
Yükseköğretime geçeceğim süreye kadar köşkte ya da dışarıda bir pozisyonu benim için uygun görürseniz burada kendimi fazlalık gibi hissetmemi engellemiş olursunuz. Yahut bıraksaydınız da soğuktan donsaydım.
Kıymetli vaktinizden ayırıp özgeçmişimi okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım bir miktar daha fazla zaman ayırıp benim için uygun bir iş alanı da düşünürsünüz.
Saygılarımla,
İDİL ULUKAN
Bu kız tam bir komediydi.
Bana kâğıdı verdiğinden beri kaç kere okuduğumu saymadım. Utanmasam cebimde taşıyacak, öfkelenir gibi olduğum her an çıkarıp okuyarak sakinleşecektim. Anlamlı başlayan cümlesi son anda bir kelimeyle kıvrılıyor ve konu yine İdil'in bakış açısına göre esprili bir dile evriliyordu.
Onun gibisini daha önce görmemiştim.
Görmedin mi hiçbir yerde? Hem de hiçbir hâlini mi? O da saklanıyordu senin gibi. Dünyanız henüz, onun için uygun bir yer değildi.
Bugün hava sadece soğuktu. Kar, yağmur, olası tüm fırtınalar çekilmiş ve geriye kendilerinden bir miras gibi sadece sert, kıpırtısız bir ayaz bırakmışlardı. Bunlar pencereden bakınca görebildiklerimdi. Hafta sonu tatilini gezerek geçirenlerden değildim, şirkete gitmezsem burnumun ucunu dahi dışarı çıkarmazdım.
Bu gece farklı olacaktı.
Geçen gün söz ettiğim şu balo muhabbeti. Kutlama yemekleri veya eğlenceler alışık olduğum organizasyon çeşitleri olsa da balo ilkti. Belki babam bile böyle türlüsüne hayatında ancak bir kez katılmıştır. Aynı zamanda ben de. Ayrıca İdil de.
Köşkte bir kızın benimle kaldığı dedikodusunun çalışanlarımdan çıkması mümkün değildi ama babamın henüz sağken kime, ne kadarını anlattığını bilmiyordum. Belki yakın arkadaşlarına İdil'den çok önceleri bahsetmişti. Belki de şu anda buradaki küçük kabalığımızı bilen fazlasıyla kişi vardı. Balo maskeli olmadığına göre suratlarımızı görmek için can atan herkes orada toplanacaktı.
Odamki koltuktan kalkıp kendimi boy aynasına bakmaya zorladım. Siyah bir smokinle kusursuza yakın bir Alphan profili çiziyordum. Babamdan sonra bütün sorumluluklar ve ortaklıklar bana kaldığı için her şeyi önceden olduğu gibi hatta çok daha iyi yapmalıydım. Kılık kıyafetimle, geceye uyum sağlamamla bugünlük başarı kotamın bir kısmını doldurabilirdim.
Saçımı bozmamak için alnımı özenle kaşıdım. Yalnızlıktan kafayı yiyecektim ve evin içinde hazır bir şekilde partiye gitmeye hevesli bir çocuk gibi dolaşmak istemiyordum. İdil'e onu saat kaçta salonda bekleyeceğimi de söylemiştim, bu yüzden zamanı da sigarasız bir şekilde bomboş değerlendirmeliydim.
Sigarasız. Ne elektronik olanı ne de pipo versiyonu. Yoğun duman ve kokunun üstüme sinme ihtimaline karşılık bugün ikisini de yasaklamıştım. Balonun kapalı bir alanda yapılacağı düşünülürse duş jeli ve parfümün aromasını hiçbir dış etkenin bozmasını istemiyordum.
Odanın içinde dönüp durmaya son verip, yarısına kadar okuduğum bir kitabı alıp koltuğa kuruldum. Birkaç dakikalık aralıklarla saati kontrol edişlerim, görünen o ki zamanın akışını değiştirmeye yetmiyordu. Ev neden bu kadar sessizdi? Sadece ben mi heyecanlıydım?
Kendimi vaktinden biraz daha önce koridorda buldum. İdil'in odasına Manal'ın girdiğini fark etmiş ama çıktığını henüz duymamıştım. Onun gibi hırçın bir kızı baloya hazırlamak... Her yere uyum sağlayabilir, zor olmayacak.
"Bay Leonard." Şöminenin önünde volta atarken Nina'nın sesiyle durdum. "Sıcak bir şeyler içmek ister misiniz?"
Başımı olumsuz anlamda salladım. Dişlerimi fırçaladıktan sonra su haricinde bir şey yudumlamayacaktım. En azından baloya kadar. Kendime uygun açıda bir koltuk seçtim, hayatımda ilk kez bir kızın merdivenlerden inişini izleyecektim.
Stresle oturmak mı? Onu sakinlikle bekleyeceğimi sanarken galiba yanılıyordum. Köşkten birlikte çıkacak ve aynı yere gidecektik. Bunun nesi normaldi ki? Hangi ara bu kadar samimi olmuştuk?
Üst katlardan bir tıkırtı duyunca bedenimi hızla koltuğa yerleştirerek bacak bacak üstüne attım. Ayağımı umursamaz bir tavırla salladım. Kesinlikle gerginlikten değil.
Minik bir topuk tınısından da anlaşıldığı üzere tamamen hazırlanıp gelmişti. Görüş açıma buz mavisi kumaşın parıltısı konuk olana dek gözlerimi kaldırmadım. Kaldırdığımda da dedim ki, bunu keşke hiç yapmasaydım.
Güzel biri olduğunu zaten biliyordum. Bu ilk dakikadan anlaşılabilecek boyutta, küçük bir gösteriydi. Fakat sanıyorum ki her kızın böylesine özenle hazırlanmış hâli eşsizdi. Aşağıya kıvrık dudaklarını saymazsak.Yüzünde yine memnuniyetsizlikle karışık bir heyecan vardı.
Tanrım, bu kızı mutlu etmek imkânsız mıydı?
Parmaklarını açıp kapatmaya son verdiğinde gözlerine odaklanabilmemi sağladı. "Sizler yatırımla uğraşan büyük, soğuk adamlarsınız. Romantik bir balo da nereden çıktı?"
Tıpkı tahmin ettiğim gibi konuşana kadar güzel bir heykelcikti. "Duygularımız olduğunu göstermek için."
Bana biraz bile güveni varsa bugün, şu dakikalarda sıfırdı. Düşüncelerimin doğruluğa olan yakınlığını teyit etmek için Manal'a merakla bakıyor, gözleri ek olarak Nina'yı da arıyordu.
Onu rahatlatma maksadıyla ayağa kalktığımda ceketimi düzelttim. "Gerçekten olması gerektiği gibi giyindin, ne eksik ne fazla. Gayet iyi görünüyorsun."
"Gitmekten vazgeçerim diye ödün koptuğu için böyle söylüyorsun."
Ciddi miydi? Söylediğine inanamayarak kaşlarımı çattım. "Bu saatte ikinci bir güzel kız bulamam."
İdil bana baktı ve ellerini, ruhu okşanmış biri gibi naif hareketlerle elbisesinin üstünde gezdirdi.
Boğazımı temizledim. "Arkadaşlarım var benim. Daha önce birlikte kutlamalara katıldığımız yüksek rütbeli çalışanlarım da var. Ama bu elbise sadece senin için, mesela bir başkası giyemez."
Gözlerini şaşkın bir çocuk gibi kırpıştırdı. Ona masal falan anlatmıyordum. Söylediklerim maalesef gerçekti.
Elbisenin eteğini tutup salonun ortasında bir tür dönerken, "Peki herkes bu kadar abartılı giyinecek midir?" diye sordu.
Köşk ilk defa bir insanın ışıltısı altında cansız kaldı. Eski tuğlalardan, kalın duvar kağıtlarından, soğuk bir betondan fazlası olamadığını kanıtladı. O an, kahverengi saçları güçlü tutamlarla sallanırken üzerindeki kumaş bile içten içe gurur duydu, parıltısını usulca azalttı. İdil döndü, başım döndü. İdil durdu, başım dönmeye devam etti.
"Bana bir iyilik yap ve yakınmayı bırak," dedim sert bir cesaret kıvılcımıyla. "Yüzünün güzelliği bu balo elbisesini bile sönük bırakıyor, sen neyin abartısından bahsediyorsun?"
Benimle birlikte yürümesi için kolumu açtım. Neyse ki beni küçük duruma düşürmeyerek koluma girdi. Hırçın bir ruhu vardı ama iyi kalpliydi. Bununla yetinmeyi öğrenmeliydim.
Keskin bir ayaz dolu karanlığa çıktığımızda, Nina'nın üzerine yerleştirdiği tüylü paltoya biraz daha sıkı sarıldı. Eskisine kıyasla ona bu palto feci şekilde yakışmıştı. Bana daha önce böyle giysiler giymediğini itiraf etse de o kadar iyi taşıyordu ki aksi mümkün olamaz gibi geliyordu.
Jason'a işaret verdiğimde bizi es geçerek arabanın ön tarafına yöneldi. Kapısını ben açmak istiyordum. Kendini güzel ve özel hissetmesini sağlamak bana aniden çok iyi gelir olmuştu.
Arabaya binmek yerine kıpırtısız durduğunda başımı çevirip ona baktım. Nezaketimi açıklamamı ister gibi görünüyordu. "Nasıl başlarsa öyle devam etmeli. Gece boyunca sana bir leydi gibi davranmak zorundaydım."
Kalkık kaşları hizaya girerken elbisesinin eteklerini tutup zarif bir reverans yaptı. "Öyleyse uyum sağlamak zorundayım, ekselansları."
Neden bu kadar farklı olduğunu yavaş yavaş çözmeye başlıyordum. Ruhunu, bir buzun erimesi gibi bana sunuyordu. Öyleyse sıcaktım, öyleyse artık eskisi kadar üşümüyordum.
İdil bir çocuktu, bir yetişkindi, kalbi kırık bir öfkeli, neşeli bir genç kızdı. Aynı anda hepsi olabildiği için böylesine farklıydı. Yakınlarındaki birinin dikkatini çekmemesi mümkün değildi. Birine sıcakken diğerine soğuk yapabilirdi. Onu tanımlayamıyor ve çözmeye çalışırken zihnimi meşgul etmesini seviyordum.
Araba hareket ettiğinde kahverengi bakışları yine aynı gergin ifadeyle daracık alanda dolandı. Günler önce bu koltuklarda yarı balgın bir hâlde kucağımda yatıyordu. Islak saçları, anlamsız bakışları ve hiçbirimizin duyamadığı kelimeler fısıldayan dudakları. Dudakları bugünse kıpkırmızıydı.
Sakinleşmesini sağlamak için bir şeyler söylemem gerektiğini biliyordum. Bana zıt gitmeyecekse yolculuk anını keyifli bir sohbetle değerlendirebilirdik. "Her ne kadar şirket isimleri ve rekabetle gölgelense de neticede bir balo. Senin yaşıtında çocukları hatta eşleri olanlar var, o nedenle eğlence kısmı da gerçek."
Beni duymamış mıydı? Aslında cevap vermediğine göre kesinlikle duymuştu.
"Beni neden götürüyorsun?"
Yüzüme aniden bakmasıyla mı yoksa onu kaçırıyormuşum gibi korkulu ses tonuna mı şaşırsam bilemedim. "Canın sıkılmıyor muydu?" derken kekeledim. "Öyle demiştin sanki, yanlış mı anlamışım?"
"Yani bir günlüğüne canım sıkılmasın diye mi sana eşlik ediyorum?"
Yavaş yavaş konuştuğundan bir an bana canım dedi sanmıştım. Bir an güzel giyinip baloya gidiyoruz diye neler neler sanmıştım.
"O kadar değil elbet. Açıkçası İdil," diyerek konuşmaya devam ettim. "Yanımda kaldığın süre boyunca köşke çeşitli nedenlerle birbirinden farklı konuklar gelebilir. Seni bir odaya kapatmaya, saklamaya falan niyetim yok. Fakat açıkçası," dedim yeniden. "Gelen her kişiyi bu sürprizle karşılamak, herkese ayrı ayrı açıklama yapmak istemiyorum."
"Bütün dedikoduyu bir günde bitirelim diyorsun."
"Alınmazsan."
"Daha neler," dedi gülerek. "Sonuçta herkes beni en güzel hâlimle görecek. Sırf bu nedenle sana teşekkür bile edebilirim."
Göz mü kırpmıştı o? Belki de bakımı aksamadan yapılan, camları kapalı arabanın içinde nasıl olduysa gözüne bir toz kaçmıştı da bana öyle gelmişti.
Parmak uçlarımı cama değdirerek hafifçe vurdum. Mesajı alan Jason kısık sesli bir müzik açtı. Başımı hareket ettirmeden gözlerimi çevirerek İdil'e baktım. O da kendi tarafındaki camdan dışarıya bakıyordu.
Karanlığı izlemek istiyorsan yüzünü bana dönsene, İdil.
Parmaklarımı ikinci kez cama vurduğumda Jason sonraki müziğe geçti, üçüncü mesajımda da diğerine. Sonsuza kadar bunu denemeye gerek kalmamıştı çünkü bilmem kaçıncı müzikte balonun yapılacağı saraya yaklaşmıştık. Bu da böyle bir yolculuktu işte. Uzatmalara oynadığım sohbet ve İdil'in eşlik etmediği şarkılarla geçip giden.
Henüz Jason bile emniyet kemerini çözmeden kapısını kendisi açtı ve arabadan panikle indi, aynı gerginlikle kapıyı çarparak kapattı. Bu anı orada bulunan herkes görmüştü. Akıllarda kalma konusunda gerçekten üstüne yoktu.
Gözlerimi birkaç saniye kapalı tutarak arabanın içinde saklanmaya devam ettim. Fakat bu hâlde bile o kadar güvende olduğum söylenemezdi. İdil bu taraftaki kapıyı açıp beni kolumdan tutarak indirebilirdi. Bu yüzden Jason'ın arabanın etrafından dolaşmasını beklemeden dışarı çıktım.
İdil yanıma geldiğinde dudaklarını kemiriyordu ama bu vaziyette bile nasıl oluyordu da ruju yenmiş dudakları daha kırmızı bir hâl alıyordu? Davetimi fark ettiğinde koluma girdi. Vücudu soğuktan değil, panikten titriyordu.
O da gerçekten en az benim kadar heyecanlıydı ama benim için değil.
"Her şey yolunda," dedim telkin etmek maksadıyla. "Yalnızca iki saat, yolunda gitmeye devam edebilmesi için yeterli bir süre."
Onun hakkında yeni bir şey daha öğrenmiştim: Panik hâlindeyken sakinleştirmeye çalışıp bir yerlerini yırtsan da dönüp bakmıyor ve beynini kemiren düşüncelerle baş başa kalmayı seçiyordu. Böyle zamanlarda sanki zihninin dışında bir barikat vardı.
Görevli paltolarımızı aldığında neredeyse ondan bile çekinmişti. Gerçi bir saray çalışanı profili çizdiği düşünülürse ben bile saygı duyuyordum. Köşk, ışıltılı bir sarayın yanında oldukça sessiz ve karanlık kalırdı. Amacına uygun.
Geniş alanın bir köşesine müzisyenler ve diğer köşesine uzun yemek masaları sıralanmıştı. Seyrek bir açıyla serpiştirilen yüksek, yuvarlak masaların etrafında servis için dönüp duran garsonlar vardı. Bir tepsi içki bana doğru geldiğinde adımlarımızı başka tarafa kaydırdım.
"Leonard Alphan!" Kırmızı suratlı yaşlı tanıdık Peter, kalın kollarını yön vermek için hafifçe açmıştı. "Hans'ın biricik oğlu."
Küçük kalabalığa doğru, "Herkese iyi akşamlar," dedim. Neyse ki bir süre nerede duracağımız artık belliydi.
"Merhaba hanımefendi." Babamının eski ortağı Peter, İdil'e saygılı bir selam verdi. Ardından eşi ve kızları, yakınlardaki diğer birkaç konuk da aynı sıcaklıkla yaklaştılar. İnsanlardan samimiyet gördükçe İdil'in de buzlarında bir erime meydana geliyordu.
"Konuyu açmak istemezdim ama Hans'ın ölümü için gerçekten çok üzgünüz."
"Kapatmak için de geç sayılmaz, çiçeğim Margit." Peter, yaş aldıkça artan bir romantiklik örneğiyle eşinin yüzüklerle dolu elini öptü.
"Sorun yok," dedim Peter'a. "Teşekkür ederim Bayan Margit. Sanırım kaybın ağırlığı, günler geçtikçe yavaş yavaş hafifliyor."
İşlemeli mendilini sallarken yoğun maskaralı kirpiklerini kırpıştırdı. "Seni burada, genç bir hanımefendiyle gördüğümde kardeşimi anımsadım. Sevgili anneciğim aramızdan ayrıldığında erkek kardeşim de Leonard, tıpkı senin gibi kendini aşka adamış ve ancak o tutku sayesinde iyileşebilmişti."
Peter, "Fakat çiçeğim Margit," dediğinde utançtan ezilmiş bir şekilde gözlerimi dahi kırpmadan dümdüz karşıya bakıyordum. "Onlar bize henüz böyle bir birliktelikleri olduğunu söymediler, belki de sadece arkadaşlar." Sesinde böyle bir şey olsa bana söylerdi alınganlığı vardı.
"Peter haklı," diyerek araya girdim. "Sevgili olmadığımız konusunda," dedim İdil'e dönerek. "Kendisi hem iş ortağım, hem de aile dostumuz olur."
"Ah, öyle mi? Hem de bu genç yaşta bir ortaklık."
İdil, Margit'e kıyasla daha şaşkındı. Buzlarını çözmek için hafifçe dirsek attım. "Ah! Öyle ya, aynen öyle! Leonard bu genç yaşta benim ortağım oldu."
Bir şifreyi çözmeye çalışır gibi odaklanan kısık gözleri, "Aslında benden daha küçük ama kafası iyi çalışır," açıklamasıyla sakinleştirdim. Yanımdan geçen tepsiye bakmamak için kafamı diğer tarafa çevirdim. Ah, İdil değil mi o? Ne tesadüf.
Masanın etrafından sıyrılıp yanına dek gelen Peter'ın kızlarıyla tanışıyordu. Bazı insanlar yeni kişilerin hayatına girdiğinde hafif ürkek ve ne diyeceğini bilemeyen kıpırdanmalar yaparlardı ya, tam da öyleydi. Ayıp olmasın diye espri niteliği olan her ufak şeye güldüğü belli oluyor ama açı sebebiyle ağzının ancak çeyreğini görebiliyordum.
"Hayalet adam, Leonard."
Sırtıma vuran ele döndüğümde refleksle çatılan kaşlarım yumuşadı. "Martin," dediğimde ellerimizi birbirine geçirerek tokalaştıktan sonra sarıldık. "Berlin'e dönmeye karar verdiğin iyi oldu, yüzünü unutmak üzereydim."
"Peki ya benim yüzümü?" Martin'in geldiği yönde beliren kabarık saçlı süliete baktım. "Unuttum de, unuttum de ki aldığım tüm o pahalı kremler bir işe yarasın!"
İşte onu görmeyi gerçekten beklemiyordum. Daha doğrusu Martin'in bu topluluğa katılmaya ikna edebileceği aklımın ucundan geçmezdi.
"Yasmin," dedim sırtını sıvazlarken. "Kızma ama yüzünün unutulması mümkün değil. Hiç değişmemişsin."
Omzuma vurduğunda, "Seni düzenbaz işbirlikçi!" dedi. Ses tonunu azaltması için işaret parmağımı dudaklarıma dokundurup çekerek sus işareti yapsam da omuz silkti.
"Gel Yasmin, şöyle gel." Margit yanını işaret ettiğinde Yasmin sarılmak için o yöne yürüdü. Masa artık ancak iki tam, bir yarım aileye yeterdi. O nedenle diğer misafirler izin isteyerek uzaklaştılar.
"Yeni bir kız!" dedi Yasmin, Margit'in ona anlatmaya başladığı şeyleri umursamayarak. İdil'i gözlemlediği saniyeler arttıkça ağzındaki gülümseme biraz daha büyüyordu. "Yeni, güzel bir kız."
Yasmin'in bakışları bu defa bana çevrildiğinde İdil'i ona da takdim ettim. "İdil Ulukan. Aile dostumuz ve iş ortağım."
"Merhaba."
"Merhabanı yesinler." Gülüşü bir milim azalmadan Peter'ın kızlarını hafifçe itekleyerek İdil'in yanına geldi. "Leonard'la ortak olduğuna göre epey başarılısındır ama ben seni hiç tanımıyorum. Aslında var ya, bu camia umurumda değil." Atıştırmalıklardan birine keyifsizlikle yöneldi. "Sadece işin dedikodu kısmı dikkatimi çekiyor. Peki sen? Sen bu zamana kadar nasıl dikkat çekmedin ki?"
İdil bir anda, kendinden daha yaramaz bir çocukla oynamak zorunda kalan diğer çocuk gibi ürkekleşti. "Ben mi? Ben çünkü," diye mırıldanırken başını eğip, Yasmin'in süzdüğü balo elbisesine baktı. "Her zaman böyle giymem, o nedenle dikkat çekmemişimdir."
Masadakilerden bir kahkaha patlaması yükseldiğinde İdil neredeyse yerinden sıçradı. Hemen sonra dudağı yukarıya doğru zorlukla kıvrıldı. Dönüp bana baktı.
Yabancı insanların arasında ona tanıdık gelen tek şeydim.
Her şeyin iyi gittiğine dair inancını arttırmak için başımı hafifçe salladım. İdil de başını sallayıp gülümsedi ve içinde tuttuğu nefesi bırakıp, belirgin bir rahatlamayla yeniden diğerlerine döndü. Bu kez daha sıcak bir tavırla gülümsedi.
O an İdil'in neyi olduğumu bilmiyordum. Hayatında belki de ilk kez dahil olduğu böyle bir kalabalığın içinde, muhtemelen avuçlarını terleten bir utançla bana baktığında, benim gözlerime sığındığında, İdil'in neyi olduğumu bilmiyordum. Hiç görmediği babası gibi, abisi gibi, sevgilisi gibi, yakın bir arkadaşı gibi. Onun küçük bir kız çocuğu saflığında göründüğünü bilirken, İdil için ne ifade ettiğimi bilmiyordum.
"Öyleyse okulunu bitirdin," dedi Yasmin, lokmasını çiğnerken. "Eh, küçük duruyorsun. Okulunu bitirdin değil mi, sahte diplomayla koskaca şikete ortak olmamışsındır."
"Zaten diplomasıyla değil, parasıyla ortak oldu."
Birkaç farklı çeşitten içki bardaklarıyla dolu tepsi masamıza gelene kadar herkes İdil'i daha saygılı bir merakla inceliyordu.
Aslında düşündükleri gibi bir ortaklık yoktu. Babam İdil'e bir arazi bırakmıştı ve satışı oldu bittiye getirilmeyecek kadar önem teşkil ediyordu. İdil de neyse ki tez canlılığına rağmen mantıklı bir kız olduğu için sabırsızlık etmemiş, bu konudaki tüm kararları bana bırakmıştı.
Mirastan pay olarak sadece test kitapları istemeye devam ediyordu...
"Öyleyse Leonard kendine zengin bir-"
"İş ortağı bulmuşsun, ne mutlu sana."
Martin kolunu Yasmin'in omzuna atarak susmasını sağladığında silkelenip önümdeki kadehe döndüm. İdil'in elleri masanın işlemeli beyaz kumaşının üstünde hafifçe kıpraşıyordu. Ona servis edilen kadehe baktığını fark ettim.
Herkesin yakınındakiyle sohbete girmesinden güç bularak kulağına eğildim. "Beyaz şaraptan hoşlanmıyor musun?"
Kadehini kısık gözlerle incelerken, "Ben ne bileyim?" diye sordu. Bunu söylerken daha çok kendi kendine konuşur gibiydi.
"Haklısın," dediğimden kulağından uzaklaştım. Babamın ölümünden dolayı kutlama görüntüsü vermemek için masadaki kimse kadeh kalmıyor, benden bir hamle bekliyorlardı. İdil içmeyecekse bunu yapmazdım.
Peter'ın kızlarından biri, "Meyveli soda kokteyli deneyebilirsin," dedi bardağını havaya kaldırarak. "İçindeki alkol oranı çok az. On sekiz yaşını doldurdum ama ben bile sadece bunu tercih ediyorum."
Muhatabı olan İdil tavsiye için bir şeyler söyleyecekken, muhtemelen teşekkür edecekken Yasmin araya girdi. "Belki içkiden hoşlamıyor, belki tüm kadehleri pencereden aşağıya dökecek kadar nefret ediyor. Zorlamasanıza."
"Anladık Yasmin, alkolü bıraktın."
"Hayır Margit, sadece o yüzden değil. Hamileliğimde beni perişan etti şu zehirli zımbırtılar. İçkinin bebeğe zarar verdiğine dair söylenenlerin bir tıp efsanesi olduğunu savunanlar aklıma girmişti. Neredeyse çocuğumu düşürecektim."
"Tıp efsanesi mi?" diye sordu Peter. "Birinin hayatı söz konusuyken efsaneler ne zamandan beri önemsiz sayılıyor?" Kırmızı suratında şaşkınlık, kızgınlık, merak, sitem gibi çeşitli duyguların hepsi aynı anda vardı. "Güzeller güzeli biricik eşinin kimlerle arkadaşlık ettiğine dikkat etmelisin, Martin."
"Endişelenmeyin," dedi Martin bize bakarak. Kolunu Yasmin'in beline sardı. "Eşim de oğlumuz da gayet sağlıklı. Üstelik onu bakıcısına bırakıp buraya yalnız gelebileceğimiz kadar büyüdü."
Yasmin de söz ister gibi elini havaya kaldırarak, "Benim de alkole olan nefretim baki kaldı," dedi.
Cümlelerin sonunda gözlerimi çevirip İdil'i izliyordum. Tanrı şahidim, biri ona kendini kötü hissetirse ya da sıkıldığını anlasam bir başka masaya geçerdim. Ama iyi gibiydi. İyi, gibi.
Gözlerinde yeni insanları tanımanın merakı vardı. Bazı anlarda, sohbet ilgi alanı dışında kaldığında bakışlarını etraftaki diğer konukların üstünde gezdiriyordu. Birileri dikkatini çekerse de ayakkabısına dek süzüyordu. En çok da sarayın duvarlarındaki motiflere, müzisyenlere ve kenarları işlemeli büyük pencerelere bakıyordu. Görmek istiyordu, tanımak istiyordu, öğrenmek istiyordu.
Ona bildiğim her şeyi anlatmak istiyordum.
Peter'ın kızları kıkırdayarak gizlice kadeh tokuştururken İdil kaçmak ister gibi kafasını benden tarafa çevirdi ama gözlerimin içine de bakmadı. Birilerinin konuyu yine alkole getirmesini istemediğini anladığımdan dönüp ona baktım.
Sadece İdil'in duyacağı bir sesle, "Nasıl gidiyor?" diye sordum.
"Eh işte."
"Sen bu balo işini sevmedin."
"Köşkten iyidir," dedi omuz silkerek. "Yetimhaneden de iyidir. Yani konutlardan daha iyidir."
Açık sözlülüğü onu daima mecburi bir açıklamalar zincirine yönlendiriyordu. Dudaklarımı yalarken başımı salladım. "Dirseğini masaya yaslayıp, çeneni avcuna yerleştirip, örtünün danteliyle oynadığına göre pek eğlenceli bulmadın."
Dantelle oynamaya devam ederken aniden durup gözlerini bana kaldırdı. "Ayıp olur mu?"
Tepemizden sarkan avizenin içindeki güçlü ışık sadece İdil'in bakışlarını aydınlatırken, bana doğrulttuğu kahverengi gözleri aristokrasiyi siktir etmeme yeterdi.
"Olmaz," dedim keskin bir sesle. "Sen mesela bu örtüyle oynarken eğleniyor musun? Öyleyse oynamaya devam et. Veya çeneni eline koy yahut herkese gözlerini devir. En fazla ne olabilir ki? Sana kim bir şey söyleyebilir ki?"
"Sen sarhoş musun?"
Kadehi ağzımdan usulca indirdim. "Ne? Hayır, hayır. Ben sadece... kendini rahat hissetmeni istiyorum. Sıkılırsan söyle, eve döneriz."
"Sıkıldım."
"Şimdi olmaz."
"Daha demin!" dedi öfkeyle. Sakinleşmek için gözlerini kapatıp açarken sesini alçalttı. "Az önce sıkılırsam gidebileceğimizi söylemiştin."
"Hani bizler yatırımla uğraşan büyük, soğuk adamlardık ya," dediğimde ee der gibi masumca başını salladı. "Aramızdan birinin kıçını kaldırıp bir çeşit konuşma yapması lazım."
"O zaman sen kaldır-"
"Baloyu organize eden iş adamının," dedim aceleyle. "Bir şeyler söylemesi gerekiyor. Söz veriyorum dinledikten sonra gideriz."
Beni Jason bırakabilir demesinden ödüm koparken dudaklarının içini dişleyerek kafasını çevirdi. Gözleri birkaç saniye yine dolu duran şarap kadehine takıldıktan sonra Yasmin'e baktı. Galiba Yasmin'in anlattığı anı, bir süreliğine sakinleşmesini sağlayabilirdi.
"Kızlar sıkılmadık mı? Güzel kızlar bile sarayda kapalı kalmaktan sıkılır."
"Yasmin, uslu dur sevgilim."
Yasmin'in söylediğine gülümseme İdil, lütfen sen de uslu dur.
"Margit kulaklarını kapatır mısın?" Margit gülümseyerek kulaklarını elleri beş karış uzak şekilde kapattığında Yasmin de Martin'e döndü. "Biz sizin kadar yaşlı değiliz, diplomasiden veya iş yemeklerinden hoşlanmıyoruz. Bunalmaktan makyajım aktı tatlım, baksana."
Gözlerini Martin'in yüzüne yaklaştırıp üst üste kırpıştırdı. Sevgili dostum, uzun ve düz saçlarının altından göründüğü kadarıyla yine yelkenleri tek bir tavır karşısında o bilindik sulara indiriyordu.
"Siz naparsınız bilmiyorum ama benim kız haklı beyler, çıkıp biraz hava alsınlar."
İdil çok kısa bir an bana dönse de bakışları henüz gözlerime ulaşmadan Yasmin kolunu çekiştirdi, ardından bana da göz kırptı. "Ben de senin kızını kaçırıyorum, Leonard."
"Yasmin lütfen, böyle konuşmanı gerektirecek bir şey..." Kadehi masaya bıraktım. Yok. Ne yazık ki ortada hiç de öyle bir şey yok.
Dudağımı stresle ısırırken İdil'in arkasından baktım. Salonun sağ ve sol olarak iki uç kısmında da yukarıya doğru uzanan geniş, taş merdivenler vardı. Gözlemlediğime göre ikisi de ortak bir balkona ya da terasa açılıyordu.
Anlamlandıramadığım bir sebepten gittikçe soğuyan bakışlarımı salonun içinde gezdirdim. Yaş ortalaması kırk bandıydı ve ortalamayı düşüren de bir şey kaçırmak istemeyen işkoliklerdi.
Benim burada ne işim vardı? Sıkıcı mıydım yoksa yaşlı mı?
İdil'in diğerlerinin yanında ne işi vardı? Sıkıcı mıydım yoksa onun için fazla mı yaşlı?
"Martin, baksana." Peter, eşiyle fısıldaşırken Martin de merakla bana döndü. "Yasmin'le aranda kaç yaş var?"
"Yaşıtız, Leonard. Tanışma hikâyemizi anlatırken sana bin beş yüz kez aynı kolejden mezun olduğumuzu söyledim."
Başımı sallarken ensemi kaşıdım. O zamanlar aşka inanmıyordum ki hikâyelerine kulak vereyim.
"Hey," dedi kolumu dürtüklediğinde. "Kimi beğendin de yaşını tahmin edemiyorsun, işin erbabına göster bakalım."
Martin burnunu kaşırken salonun içini süzdü. Eros'un oklarından daha hızlı dolanan gözlerine tepki olarak kaşlarımı çattım. "O çapkınca kaşıdığın burnunu kırarım Martin, sen evlisin."
Bana süratle döndüğünde ellerini savunmayla açtı. "Senin için bakıyordum dostum, aksini nasıl düşünebilirsin?" Başını eğdiğinde likörlü çikolata tabağına uzandı. "Hem ima ettiğin gibi bir şey olsa kıracağın bir burun bulamazdın. Yasmin hemen o saniye icabıma bakardı."
"Kafanı kırmasına bile yardım ederim."
"İnan bana Leo, çapkınlık hatalarımdan ders aldım. Beni ispiyonlayabileceğin en ufak açığım yok. Telefonuma şifre bile koymuyorum, daha ne yapayım?"
Kadehi küçük bir yudum almak için dudaklarıma götürürken, "Dikkat et," diye uyardım. "Bu defa da gözlerine şifre koyman gerekebilir."
Müzik kesilince sahnede baloyu organize eden yatırımcı belirdi. Bakışlarım hemen o saniye merdivenden inen kalabalığa yöneldi, bir o kadarı da konuşmayı kaçırmamak için bahçeden içeriye süzülüyordu. Fakat yine de tüm bu saygılı adımlar dikkatini çekmemişti bazı gençlerin.
Henüz salona gelmeyen ve muhtemelen de gelmeyecek İdil gibilerin.
"Ne yani, şimdi siz aynı yaşta olduğunuz için mi bu kadar iyi anlaşıp evlenmeye karar verdiniz?"
"Ne?" Martin gözünü, konuşma yapan iş adamından zorlukla ayırdı. "Sen ne anlatıyorsun, dostum? Konuyu kapatamamanın bir sebebi varsa açıkça söylesene."
"Hiç, önemsizdi." Birkaç saniye yatırım tavsiyesi dinledikten sonra yeniden Martin'e döndüm. "Diyorum ki aşk için yaş önemli midir?"
Aşk kelimesini duyan Martin gevrek gevrek gülümsedi. "Önemli olmaz mı? Kafaların uyuşması lazım bir kere. Bak bize, ne güzel anlaşıyoruz."
"Yaşıtsınız diye mi?"
Öyle bir dudak büzdü ki doğrusunu bilmediğine emindim. "Bana kalırsa öyle. Yani en azından hayatları bizim gibi olan adamlar için öyle."
"O ne demek?"
"Mesela kendine bir bak. İşkolik, disiplinli, otoriter, mesafeli, antipatik..." diye devam ederken bakışlarımı kısınca neyse ki sustu. "Yakışıklı bir adamsın. Bu nedenle sana da yaşına uygun hanımlar gider, anlaşabilmeniz için. Eh, aşağı yukarı senin gibi yirmi beş."
"Çok dedin ya."
"Bu sorular ve tavır," dedi beni süzerken. "Sen gönlünü bir çıtıra mı kaptırdın?"
"Sadece sohbet ediyoruz Martin. Hadi artık önüne dön de bir diğer soğuk adamı dinleyelim, bizim romantizmle ne işimiz olur."
Hayatımda ilk kez işimle ilgili bir yerde, işimi bir kenara bıraktım. Dersten kaytaran liseli bir çocuk gibi beni neden heyecanlandırdığını bilmediğim kızı düşündüm. Adına flört mü deniliyordu?
Şu romantizmle ilgili terimleri de acilen öğrenmem gerekiyordu.
Konuşma, anlayamadığım bir anda bitti. Alkışlayanlara vaktinden geç katıldığımda Martin bana başını sallayarak bakıyordu. Harika ya, gerçekten harika. Daha ben ne olduğunu bilmeden hislerimden haberdar görünen birileri vardı.
Kalabalık yeniden özgürlüğe dağıldığında bakışlarım İdil'i aradı fakat koşa koşa bana gelip, yakalarımdan tutup, eve gidelim Leo eve gidelim diye sızlanmamıştı. Kalbim bu yüzden çok kırılmıştı.
Henüz orkestra devreye girmediği için yukarıdan, bilmediğim güzel bir noktadan gülme sesleri yankılandı. Ekşimiş bir suratla çikolatalara baktım, ben baktıkça onlar daha da tatsızlaştı.
"Bugün balo var diye bahçeye çıkıp kaçamak yapmayacak değiliz."
Ben ölü gibi bakmaya devam ederken Margit yüksek bir sesle, "Peter!" dedi. "En güzel hanımefendiler salonda. Bahçede ne görmeyi umuyorsun?"
"Çiçeğim Margit. Bana ne salondan, bana ne bahçedeki kadınlardan. Kaçamak derken zehirli dumandan bahsettim." Parmaklarının ucuyla ceketinin cebine vurdu.
Açık balkon kapısındaki seyrek kalabalıktan gözlerimi ayırmadan, "Yanıma almadım," dedim.
"Dert ettiğin şeye bak evlat, iki kız babası olarak dumansız hava sahası mümkün değil. Bende bolca stres yoldaşı var."
Ben geriden gelirken Martin sohbet için iyice yaklaşmış, neredeyse Peter'ın koluna girmişti. "Çok mu kaprisli olurlar, Peter? Ben de bir kızım olmadığına hüzünleniyordum."
Peter gülerken adımlarımız yavaşça sarayın dışına kayıyordu. "Büyüdüler ve gitmelerinden ödüm kopuyor. Geçen her bir gün vedalaşmaya biraz daha yakınız, aşkımızın kuşları yuvadan uçacak."
"Onları böylesine sevip rahat ettiriyorsan belki de evlenmezler."
"Bunu bir de benim yaramazlara sor. Baksana, balkonda genç erkeklerle buluşuyorlar."
Bahçeye çıktığımızda söz konusu çöpçatan balkonun kısmen altında sayılırdık. Daha iyi görebilmek için geniş adımlarla karşı tarafa geçmemizi gerektiren bir yürüyüşe önderlik ettim.
"Bunlar Küba'dan geliyor." Durduğumuzda bana da bir puro uzattı. "Margit kokusunu ağır bulmadığı için tekrar sipariş edeceğim."
Öyleyse harika, koku problemi olmadığına göre ben de rahatlıkla içebileceğim.
"Beyler bir görüşmesi yapıp size katılırım." Peter puroyu tuttuğu eliyle ekrana bir şeyler tuşlayıp, yuvarlak gözlüklerinin ardından telefona bakarken geri geri yürüdü. "Margit yanında iş konuşmamdan nefret ediyor."
Bu kötüydü çünkü eğer Peter yanımızda kalmaya devam etseydi Martin'i lafa tutardı ve ben de balkonu rahatlıkla gözleyebilirdim. Şimdi açık vermemek için bu eylemi seyrek yapmam gerekecekti.
"Babandan sonra," diye mırıldanarak sessizliği böldü. "İşler nasıl gidiyor?"
"Kötüyse kredi verir misin?"
"Veya sormadım say." Bir elini cebine yerleştirdikten sonra puroyu hafifçe kaldırarak konuşmaya devam etti. "Ama sahiden Leo, bizim gibiler için bir ay batıp çıkacak kadar uzun bir süre. Her şeyin garip bir şekilde bu kadar... süper gitmesi normal mi?"
Ne demek istediğini anlamadığım için yüzüne bir mana ararcasına dikkatle bakındım. "Çok çalışıyorum, Martin."
"Ben de bunu kastediyorum," dedi, puroyu kendi kendine söndürmeye yemin etmiş duruşunu korurken. "Yaşayacak zaman bulabiliyor musun?"
Kafamı çevirirken alt dudağımı içime çektim. "İdare ediyorum."
"Bir ölüyle yer değiştirmişçesine." Ellerini havaya kaldırdı. "Üzgünüm."
Peter yanımıza gelene dek yaklaşık beş dakika geçmişti ve ben o anlarda ne konuştuğumuzu hatırlamayamaz ama bir cümleyle özetleyebilirdim: Asıl konudan sapmak için açılan boş lakırdılar topluluğu.
"Martin! Martin bana bak, yukarıya!"
Yasmin'in uzaktan gelen sesiyle hepimizin başı yukarıya doğruldu. Oradaydılar. Oradaydı.
Martin parmaklarını uyuşuk hareketlerle balkona doğru sallarken zorlukla gülümsedi. "Bir ticaret şirketi sahibiyle evli değilmiş gibi özgür davranmaya ve düşmanlarımızı güldürmeye bayılır."
Peter kahkahalı bir öksürük krizi eşliğinde, "Çocuk ruhlu kadınlar yaşlanmayı geciktirir," dedi.
Anlatsana Peter, ölü gibi görünen adımı da çocukluğuna döndürür mü? Çünkü ölmeye o zamanlarda başlamıştım. Biliyorum biraz erken ve biraz da cinayet gibi.
"Senin yeni arkadaşın İdil, ne kadar da uslu."
"Bir de bana sor," dedim purodan bir nefes çekip balkondaki mavi kumaşa bakarken.
Gerçekten de Martin, o kızın gözlerinin bana öfkeyle de mutlulukla da baktığı oldu. Nasıl olur da bir anı diğerine değişemem? Yıldızsız, karanlık bir gökyüzünün altında yükselen sarayın konuklarıyız hepimiz. Balkonda durup yine bana bakıyor Juliet gibi ve ben hemen o saniye gökyüzünün o kadar da yıldızsız olmadığını düşünmeye başlıyorum. Yanıma gelip Romeo'yu anlatsa, dinleyecek gibi teslim oluyorum.
"O nasıl bir nefes verişti ahbap, duman altında kaldık." Martin elini sallayıp öksürürken dikkatsizliğim sebebiyle de güldü. "Yoksa sana kök mü söktürüyor? Köşkte birlikte yaşadığınızı söylemiştin."
Boğazımı gürültüyle temizledim. "Bir mecburiyet yüzünden oldu o."
"Tabii tabii, muhakkak."
"Babamın vasiyeti, Martin."
"Affedersin dostum, doğru söylüyorsun." Dudaklarını içine çekti. Samimiyetine inanacağım kadar kafası karışık görünüyordu. "Bu ortaklık da mı aynı sebepten?"
"Bir ara konuşuruz."
Bazen az insanın bildiğini öğrenmeye heyecan duyarsın. Bildikten sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olamacağını akıl edebilsen, saklanırsın.
"Gelmiyor musun?"
Peter ve Martin salona döneceğini belli ederken balkona bakmamaya direndim. "Kısa bir görüşme yaptıktan sonra dönerim."
Onu biraz daha izledikten sonra ancak gidebilirim.
İdil'in bugün çok güzel görünmesi ve ortamın şiirselliği beni bir romantik gibi düşünmeye itiyordu. Bunların bir daha gelmeyecek çok çok kısa, anlık düşünceler olduğunu biliyordum. Belki de sadece bu yüzden tadını çıkarmak istiyordum. Sadece bu yüzden.
Bir daha baloya katılmayacaktık ve bir daha ona güzel bir elbise almama izin vermeyecekti. Kol kola bir kalabalığa girmeyecektik. Yabancı oluşuyla beni heyecanlandırmayacaktı. Sadece bu nedenle. Neden, neden, neden!
Balkondaki mavi dahil tüm kumaşlar yavaşça azalıp yok olduğunda ben de artık buradan uzaklaşmaya karar verdim. Birileriyle muhatap olmamak için telefonla konuşma rolü yapmaktan da sıkılmıştım. Nedense bağıra çağıra konuşmayan sesler bana artık sıkıcı da geliyordu.
Puronun geri kalanını söndürüp atabilmek için sarayın bahçesinin tenha bir bölümüne ilerledim. Beklediğimden daha karanlıktı ve sanki her şey özellikle planlanmıştı. Eğer birileri gizlice gelip öpüşsün istiyorlarsa, bugünkü konuklar o tür kaçamaktan oldukça uzak insanlardı.
"Yaraların iyileşmiş."
Kulaklarıma eriştiği an kalbimden kan yerine öfke pompalayan sese döndüm. Karanlığın içinde saklandı diyemeyeceğim kadar güne uygun giyinmişti. Şekil değiştirip insan formunu almış bir çakaldan farklı ruha sahip değildi.
"Adımı söylemeyeceksin," dedi karanlıktan yavaş yavaş çıkarken. "Çünkü adım bir marka, çünkü adım bir başarıyı temsil ediyor, çünkü adım senin düşmanın."
"Adını bir tavsiye için söylerim." Geri geri yürürken ellerimi iki yana açtım. "Siktir git, Pedro."
Tıslayarak güldü. "Sen düşmanlarından kaçarken öyle mi yapıyordun?"
Hangi cehennemden çıktığını bilmiyordum ama hazır çıkabilmişken kolay gitmeyeceğine de emindim. "Hayır ben genelde düşmanlarımı..." Dişlerimi sıkarken ağzımı kapattım. "Kovalayan taraf olurum."
Ceketini havalandırarak karşıma dek geldi. Dudağının kenarındaki yara izi de gülümsemesine bağlı olarak genişledi. "Öyleyse düşsene peşime."
"Ben seni zaten yakaladım, adım atmamı gerektirmeyecek kadar ensendeyim."
Açık kahve gözlerini döndürürken ensesini itinayla kaşıdı. "Kendimi öyleyse neden bu kadar özgür hissediyorum?"
Onu anlayabilmek için başımı yana eğip suratına baktım. Uzun boyluydu ama benim kadar değil. "Çünkü ensende olan sadece ben değilim. Hemen arkanda durup seni kollayan sürün var. Onlar sana tehlikeli bir özgürlük vadediyor ama sen bunu fark edemeyecek kadar tutsaksın."
"Tıpkı senin de dediğin gibi liderler önde olur Leonard, unuttun mu?
"Ve sınırları her zaman ben belirliyordum, yaklaşamadığın için hatırlamaman normal."
Birbirimizi parçalamak isterken ben başımı dikleştirdim o da dudaklarını yaladı. "Yokluğumda sadece ekonomi kitapları okumamışsın."
Havanın dondurucu soğuğunu henüz fark ederken ellerimi pantolonumun ceplerine yerleştirdim. "Ne istiyorsun?"
"Bir balodan tek beklentim eğlenmek." Beni süzerken yüzünü ekşitti. "Bunu da seninle yapamayacağım kesin."
Ona dokunmak istemediğim için ayağımı kenara atarak önünü kestim. "Davetli listesinde yer almadığına eminim."
Sağa kaydırdığım ayağıma bakarken kıkırdadı. "Bırak da bununla güvenlik ilgilensin."
Üstünden geçmeye yeltenirken diğer ayağımı da ötekinin yanına getirerek bu defa bedenimle önünü kestim. Göğsümü ona sert bir biçimde çarptırdığım için tökezleyerek birkaç adım geriye gitti.
"Rica ederim engel olma. Hem ayrıca benim tarafımda olanların birçoğu içeride," derken göz kırptı.
"Kuyruğundaki acıyı yenilemek için geldiysen bir randevu ayarlarım. Burası sana uygun bir yer değil." Tepeden tırnağa incitici bir biçimde süzdüğümde tek kaşımı kaldırdım. "Düzeltiyorum. Sen buraya uygun biri değilsin."
"Sen başkalarını düşünür müydün? Ya da belki de," diye devam etti gözlerini kısıp. "Sen kendinden başka birini daha düşünür müydün?"
Pantolonumun cebinde durmaya devam eden iki elimi de söyleyeceği her kışkırtıcı şeye hazırlıklı olarak sıksam da çenemdeki kemikleri kıpırdatmamaya çalıştım.
"Baloya üvey anneni mi getirdin?"
Kumaşı yırtarcasına çıkardığım elimi o saniye Pedro'nun boğazına sararak, bedenini duvara sertçe yasladım. Kafatasından birkaç kemik çatlamış olmalıydı, ben gırtlağındaki damarları patlatmadan hemen önce.
"Leo-"
Sıktığım çenem, onun her yerinden daha fazla acıyordu.
"Le-"
Her şeyden önce buz gibi ellerimin kokuşmuş tenine temas etmesinin ürpertisiyle titremişti bedeni ama bunun sebebi, yavaşça nefessizliğe dönüşüyordu.
"L-"
Durmadım. Ne çenenimi sıkmaktan ne bu pisliği boğmaktan vazgeçmedim. Bir yok oluşun feryadını seyrederken gözümü bile kırpmadım.
"Seni öldürüp, yeryüzündeki herkesi sen derdinden kurtarabilirim."
Yahut katili bile olmak istemediğim için bundan da vazgeçerim. Ölmemeliydi, ölmek için diz çökmeliydi.
Dokunuşumun hafifliğinden istifade soluklanmaya çalıştı. Neye, kime, hangi iğrenç bakış açılarıyla dolu bir canlıya değdiğimi idrak ettiğimde elimi süratle çektim. Titreyen parmaklarıyla yakasını gevşetmeye çalıştığını algılayabiliyor ama ona bakmıyordum. Kaskatı kesilmiş bakışlarımı duvardaki boşluktan ayıramıyordum.
Sanki orada hâlâ Pedro'nun gözleri vardı, sanki orada hâlâ pis bir düşünce asılıydı.
Kalkacak kadar güçlü olmadığından sürünerek uzaklaşmaya çalıştı. "Ben değil," dedi kesik kesik. "Sadece ben değil. O kızın, babanın genç sevgilisi olduğunu söylüyorlar!"
Ölmek için can atan herife döndüğümde kıçının üstünde geriye kaymaya devam etti.
"Bu dedikodu yüzünden geldim, tamam mı! Beni buraya çeken şey bu dedikodu!"
Bakışmamız uzadıkça gözlerimle hançerler saplanıyordu. "Git. Pedro. O kadar sinirliyim ki," dedim dişlerimin sıkmaktan kanamak üzere olduğuna eminken. "Kuyruğundaki acıyı hatırlatmakla kalmam, kuyruğunu kesip sana yediririm."
Öksürükleri eşliğinden ayaklandığında aramızda sağlam bir mesafe yerleştirmişti. "Seni kızgın görmek bugünlük yeter, sevgili düşmanım. Savaşımızın hemen bitmesini istemiyorum." Çıkıp geldiği karanlığa doğru kaybolurken, "Yakında yine görüşeceğiz," dediğini duydum.
Ve uzun bir süre boyunca, zihnimde yankılananlar dışında ikinci bir ses duyamadım.
Sarayın etrafından dolanırken insanların yüzlerine baka baka yürüdüm. Tebessümlere karşılık vermeden ilerledim ve yapmam gerekenin ne olduğuna emindim.
Ana salona ulaştığımda, ardına kadar açık çift kanatlı geniş kapının önünde durdum. Bana çarpan bakışları gördüm, hemen sonra İdil'i yoklayan gözleri izledim. Bazen de tam tersi, İdil'den sonra beni arayan simaları inceledim.
Bir dedikodu salgını.
O kızın, babanın genç sevgilisi olduğunu söylüyorlar. Pedro bunu söylerken yalnız ama düşünürken değil. Babam İdil'i hayatımıza almak zorunda kalırken masum değil ama İdil de kesinlikle suçlu değil.
Ceketimi düzelttikten sonra aynı donuk ifadeyle masaya dek ilerledim. Hararetli bir sohbete daldıklarından beni fark etmemişlerdi. İdil de canı her neyi dinlemek istemiyorsa sıkıntılı bir ifadeyle çevresine bakındığında beni gördü. Beni gördüğüne neredeyse sevindi.
Gittikçe yaklaşsam da yüzümdeki mimiksizlik baki kalırken kaşlarını çattı. Ne olduğunu sormak istediğine ama ne olduğunu sormayacağına emindim. Dokunmak için izin istemememin ürkekliği içinde olsam da kolunu tuttum ve gözlerine dek yaklaştım.
"Yalvarırım benimle dans et."
Bakışları irileşse de kolunu bırakmadım, o da çekmedi. "Senle ben," dedi kısık bir sesle. Güya bomboş olan piste baktı ama orayı görebilmek için aslında kafasını çevirmesi gerekiyordu. "Kimse kimseyle dans etmezken dans edelim mi istiyorsun?"
"Yalvarıyorum," diye düzelttim. "Yalvarıyorum kimse kimseyle dans etmezken sen benimle dans et."
Bunu romantik bir konu dışında algılamış gibi hiç düşünmeden, biraz olsun gülümsemeden, yalnızca endişeyle başını salladı. Elimi kolundan bileğine dek sürükleyip elini tuttum. Kolumuzu hafifçe kaldırdıktan sonra, birkaç adım önden giderek İdil'i boş alana zarif adımlarla götürdüm.
Kimse dans etmezken müziğin arttığını duydum, belki de değiştiğini. Parmaklarımı açık tutarak elimi beline yerleştirdim. Avucum neredeyse sırtı kadardı ve bu yüzden onu, buradaki herkesten koruyabildiğimi zannettim.
Ayaklarını ayaklarıma uydururken gözlerime bakmaya direniyordu. Ne yapacağına karar veremiyordu. İnsanlara bakmaktan utandığından gözleri alakasız her bir noktayla savaş içindeydi.
"Benden çekinme," diye fısıldadım. "Buradaki hiçbir şey hoşuna gitmiyorsa gözlerime bak."
Başını kaldırdığında gözlerimin içine herhangi bir duygu belirtisi göstermeden cesurca baktı. Makyaj kalıntıları kirpiklerinin kıyısına düşmüştü. Ağlayacak kadar gülmüş müydü? Onu kim bu kadar güldürmüştü?
"Sana sarhoş musun diye sorduğumda evet demeliydin."
Romantik bir anda yüzüme tükürmeyi seçmiş ve ben de kabul etmişim gibi dudaklarımı yaladım. "O zaman da değildim şimdi de değilim. Alkol kokusu alıyor musun?"
"Hayır, sadece..." Gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. Nedense ilk saniye değil, birkaç sonraki saniyelerde açtı. "Aslında kokusuzsun."
"Bak gördün mü, sağlamım." Ayrıca Peter'ın puro tercihi de bayağı sağlam çıktı.
"İşin içinde bir iş var gibi zebani." Bakışları kısıktı, yüzüne dikkatle bakan biri kavga ettiğimizi bile düşünebilirdi. "Beni yine hangi günaha bulandırıyorsun?"
İnsanların meraklı bakışlarına hızlı bir göz çevirmesiyle karşılık verdikten sonra İdil'e biraz daha yaklaştım. "Bu defa bizi günahtan arındırıyorum."
"Yeni mesleğin mi?"
"Sus da dans edelim."
"Bana gerçekleri anlatmazsan gitmeden önce köşkün camlarını taşlarım."
"Daha güzelini yaptırırım."
"Antika olan her şeyi kırarım."
"Test kitaplarını şöminede yakarım."
Suratını buruşturdu. Elimin içindeki parmakları da düşünceyle kıpırdanıyordu. Yeni bir laf dalaşına hazırladığını bu kadar belli etmesine gülümsemek istedim.
"Amacın beni herkesin görmesini sağlamaksa başardın, artık son verelim mi?"
Aksini iddia etmeyecektim, herkes bizi böyle yakın görsün diye uğraşıyordum. Yanlış anlayacaklarsa bizi yanlış anlasınlar ama İdil'i o kirli suçlara bulaştırmasınlar.
"Yoksa benimle dans etmek istemiyor musun?"
"Sen benimle sadece dans etmek istemiyorsun," dedi kaşlarını çatarken. Rol yeteneği sıfır. "Buradakilere bir şey anlatmaya çalışıyorsun." Farkındalık tam puan.
"Haklısın," diye onayladım. "Seni dansa kaldırış nedenim farklı ama..." Ben yutkunurken boğazımdaki hareketliliği izledi. "Müzik bitmesin istiyorum."
Gözlerini kırpıştırırken dağınık kirpikleri, hedefini bilmeyen sivri oklar gibi kararsız kıpırdandı. "Öyleyse rol icabı," dediyse de devamını getirmedi.
Bana biraz daha yaklaştığında göğüslerimizi birbirine yapıştırdık.
Bazen yorulup başını yasladı, sayısız kez ayağıma bastı. Konuşmak istedi ama söleyecek bir şey bulamadı. Sadece bitsin istedi. Ya dansımız ya da uzaklığımız.
Müzik sona erdiğinde birkaç elden alkışa benzer sesler duysam da İdil'i aynı fakat daha hızlı bir zariflikle masaya götürdüm. Koşudan mı gelmiştik yoksa danstan mı belli değildi, nefes nefeseydik.
İdil birkaç yudum suyu zorlukla içtikten sonra bir şey söylemek ister gibi bana baktı. Sessizliğini duydum. İyi geçinemeyen iki insan olarak aynı evde yaşarken, birbirimizin hiçbir şeyi olduğumuzu sansak da aramızda büyüyen bir bağ vardı. Çeşitli duygu filizleriyle oluşan, soğuk bir bağ.
"Bize müsaade," dedim sırtımı dikleştirirken. "Sizinle harika bir gece geçirdik, her şey için teşekkürler."
Martin, "Bu kadar erken mi?" diye sorduğunda omzunu sıkmakla yetindim.
"Nasıl olsa İdil'le sözleştik." Yasmin elini sallayarak bize veda etti. "Dost olma yolundaki adımlarımızı çoğaltacağız."
"İdil lütfen ailenden bir kerecik izin al ve bizde kal." Peter'ın kızlarından dudak bükerek konuşanı, ayrıca ellerini çenesinin altında da birleştirmişti ki yanlış söylediği bir detayı fark ederek parmaklarını suratından indirdi. "Bir yakınından," diye düzeltti. "İzin alabilirsen, bize gelmeni isterim."
Ailenden bir kerecik izin al. Ben daha hareket etmeden masadan usulca uzaklaşan İdil'e baktım. Kırgın yüzünde bir hüzünle yutkundu. Ailenden bir kerecik izin al.
"Yakını benim." Sadece soruyu soranın gözlerine bakarken zorlanmamaya alıştım. "İdil zaten reşit, istediği her yere gidebilir. Kimseden izin alması gerekmiyor."
Bakışlarımı diğerlerine çevirdikten sonra, yani bence İdil'in bir ailesi olmadığına en başından beri haberdar olanlara, "İyi geceler," dileyerek oradan uzaklaştım.
Aynı noktada beni beklemeye devam eden İdil de koluma girdi ve saraydan ölyle çıktık. Romantik balodan veya dedikodu salgınının içinden; fark etmez. Biz, arkamızdaki gözlere karşılık sırtımızı dik tutarak buradan birlikte yok olduk.
Sarayın bahçesinden çıktığımızda Jason'ı hemen aramadım çünkü arabanın ayağımıza dek gelmesine değil, birlikte biraz yürümeye ihtiyacımız vardı. Görevliden paltolarımızı almış olsak da hemen üstümüze geçirmedik. Ellerim yine buz gibiydi ama üşümüyordum. Ya da artık o kadar soğuktum ki, havadaki donukluğu fark etmiyordum.
"Sen ne yapmaya çalışıyorsun?"
Kimsenin uğramadığı belli olan ara sokaktan yürümeyi, işte tam da bu yüksek sesi sebebiyle seçmiştim. Ağzımdan verdiğim nefes gökyüzüne doğru buharlaştı. "Seni korumaya çalışıyorum."
Benden sıyırdığı kolunu ötekiyle birleştirerek göğsünde bağladı. "Kimden?"
"Paltonu giy, hava çok soğuk."
"Sana beni kimden koruduğunu soruyorum! Sence şu anda hangisi daha çok umurumda?"
Yüzüne bakmadan elinde sıktığı paltosunun ucunu tuttum. "Tahmin edebiliyorum." Paltosunu kaldırıp omuzlarına atarken bana engel olmadı. "Ama benim umurumda. Üşüme."
Gözlerimin içine kızgınlıkla bakmaya çalışsa da kaşlarındaki ifade yumuşadı. Çenesiyle benim paltomu işaret ederken, "Sen de giysene zebani," dedi. "Umurumda olduğundan değil de, sıcağı seversin."
Bakışlarımı karanlık göğe doğrulturken paltomu giyindim. Nispet yapar gibi düğmelerinin hepsini de kapatıp yakalarımı kaldırdım. Parmaklarımın her bir hareketini dikkatle izliyordu. Daha neler ama sanki gerçekten üşümediğime emin olmak istiyordu.
"Isındıysan konuş artık." Bakışlarını ellerimden zorlukla çekti. "Beni kimden koruyorsun?"
"Dedikoduya aç meraklı gözlerden, incitecek her bir sözden, olumsuz laflar fısıldayan başıboş çenelerden."
Dudak büzdü. "Peki kendinden?"
"Gerekirse kendimden de."
Bir an olsun düşünmeden cevap verişim karşısında kaşları havalandı. Gerekirse kendimden, bazen en çok da kendimden. Nasıl oldu bilmiyorum ama kader bizi bir araya getirdi, üstelik seni bana emanet edilmiş şekilde. Neden böyle olduğunu anlamayı reddediyorum ama biz bir araya hiç gelmemeliydik, üstelik bu şekilde.
Aniden beliren bir taşkınlıkla, "Beni buraya sen getirdin!" dedi.
"Doğru." Çok doğruydu. "Ama yalnız değil." Yürümemiz gereken karanlık ve sessiz sokağın diğer ucuna baktıktan sonra girmesi için kolumu açtım. "Bir kalkanla birlikte."
Gece başlamadan önce her şey düşündüğüm gibiyse de yanıldığım bir nokta vardı. Beklemediğim bir salgından çıkardığım sonuca göre, bazı insanlar maskeye gerek duymayacak kadar yabancıydı. Ve aynı gece sona ererken benim de maskem kaymak üzereydi ama altından çıkan da ilk kez kendi benliğimdi.
Bölüm Sonu.
Sinirden Pedro'yu yedim.
Kitabımızın kötü karakteri de kendini gösterdiğine göre hiçbir güzel bölüme güvenmeden devam edebiliriz... (şaka, ironi)
Haftaya bugün görüşürüz diye umuyorum
,
,
,
🍷
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top