21. NİTELİKSİZ SAVAŞ
21, Niteliksiz Savaş
Rammstein - Sonne
LEONARD
Anılar, ataklara dönüşebilirdi.
Şiddetli bir sinir harbini, bunalım takip edebilirdi. Kâbuslar uyanık ve uykuda gördüklerimiz olarak ikiye ayrılabilirdi. Kendinden ödün vererek kurduğun yeni düzen, bazen güçlü darbeler yerine titrek bir nefesle dağılabilirdi. Bir zamanlar hayatımızın merkezinde görmekten rahatsız olmadığımız o insanlar, bir süre sonra varlıklarıyla bile her şeyi mahvedebilirdi.
Alkole de sebep olabilirdi ama içmedim. Evin altında saklanacağım kadar büyük bir mahzen olduğu hâlde oraya gidip tek başıma içmedim. İdil olmadan yapmak istemiyordum; İdil'le yapmak istemiyordum. Sadece bir kez başımdan geçmesine rağmen, onunla bal şarabı şişesini keyifli bir sohbetin içinde patlatmayı seviyordum. Hiç değilse bunun değişmesine izin vermeyecektim. Kötünün içindeki iyi anılardan kurtarabildiğim kadarını kurtaracak ve tamamını biriktirecektim.
Çalışma odamda da samimi misafirlerimin kurcalamaktan hoşlandığı bir içki dolabı vardı. Aile şirketimizin eski olduğu düşünülürse farklı amaçlara hizmet etsin diye yapılmış da olabilir. Mesela bir gün bir adam, bir dedem, partneriyle tartıştıktan sonra iş saatleri içinde bir şişeyi kafaya dikmiş olabilirdi. Koltuğunda sızmış olabilirdi. Veya evlilik yıldönümü öncesinde tek başına kadeh kaldırıp, evdeki mutlu akşam yemeği için heyecanlanabilirdi. Bilmiyorum. Hiçbirinin nasıl hisler olduğunu bilmiyordum. Bir tarafta küçük bir aile parçalanırken, belki de benim cezam hiçbir zaman aile kuramamaktı. İdil'in fotoğrafını art niyetsiz bir sevgiyle okşarken, kaderime yenilmeyeceğime dair söz veriyordum.
Telefonumun ekranını bir çağrı doldurduğunda bunu küçük bir yenilgi sayarak yanıtladım. Geri çeviremeyeceğim kadar sıkıcı bir aciliyeti vardı. "Dinliyorum, Nico."
"Bir saat içinde, Pankow'da, silahsız."
"Aynen böyle mi söyledi?"
"Bir de parantez açtı," dedi. "Benim de orada olmamı istiyor."
Kravatımla oynarken geriye yaslandım. "Seni de kendisinin yanında sanıyor."
"İyi oynarım. Seçenekleri kabul ediyor musun?"
"Ekleme yapmayacak kadar uygun buluyorum."
"Harika. Peki ya adamlar?"
"Adamlarım yok."
"Kırıldım, eski dostum."
"Eski dostum demen beni daha çok kırdı."
"Senin kararların," dediğinde alınganlıkla güldü. "Kendine güveniyor olsan da bu kadar boş gelme. Bak ne diyeceğim, orada olacağımı taraflar kabul ediyorsa ben kendi takımımı olası bir tehdit için yanımda getirebilirim. Anlaşmanın dışında olduğuma göre kurallar beni bağlamaz."
"Öyleyse sen silah da taşıyabilirsin."
Tekrar güldü. "Mesajı aldım. Konumu gönderdiğim yerde görüşürüz."
Nicolas'ı uzun süredir tanıyordum ama yine uzun bir süredir yakın değildik. Zengin bir ailesi vardı fakat o hazır parayı harcamak için kullanırdı, kazanmak içinse hareketli işleri tercih ederdi. Bürokrat bir babanın, silahsız gezmeyen oğlu olarak bilinirdi. Bilenlerse dile getirmezdi, bu yüzden kimseden çekinmezdi. Bir ders arasında, ekonomi okumanın gençliğini çürütmeye meraklı aptalların işi olduğunu ağzından kaçırdığından beri aramız limoniydi Nicolas'la. Kaydını dondurup ortalıktan kaybolduğu günden itibarense neredeyse hiç görüşmüyorduk. Gerçi önceleri de çok yakın olduğumuz söylenemezdi, aynı amfide dirsek çürütmeye başladığımız zamanlara dayanan bir sınıf arkadaşlığımız vardı.
Nico, benim için karanlık bir pozisyon ayarlayabileceğini söyleyecek kadar çılgın biriydi. Yeteri kadar parayla bir mafya babasına bile dönüşebilirdim. Bunun sonucunda hayatım boyunca bir kez daha Hans Alphan kadar korkak görünmezdim, Korb Daghmar'dan daha korkutucu da olabilirdim. Fakat ben kendimi Levent Alphan'ın torunu olarak hissediyordum. Onu pek hatırlamasam da, köşkte uzun zamandır adı anılmasa da, eksik bir benzerlik bağı gibi. Bunu konuşma fırsatımız hiç olmasa da yarım kalan bir şeyleri emanet kabul etmişim gibi. Levent dedemin tüm karanlık teklifleri geri çevirdiğine emindim ve bir gün, eğer Tanrı bana bir şans verirse oğlumun dedesini değil, babasını ve büyük dedesini örnek almak isterdim.
İlk Hans ve ilk Korb oluşum beş yaşına, on sekiz yaşına, zaman zaman yirmi beşin aralarına dek ulaşıyorsa Levent Alphan gibi hareket edişim de Nico'yu reddettiğim güne dayanıyordu. Aşkın peşinden ülke değiştiren bir adamı rol model alabilmek için ne kadar zamanım kaldığını bilmiyordum ama o iri cüsseli adam, bana ne yapmamı fısıldamaya cüret edebilecek tek hayaletti. Hiç konuşmadan anlatacaklarını dinleyebileceğim tek sesti.
Jason'a arabayı hazırlamasını söylediğimde havanın, ceket giymemi gerektirmeyecek kadar sıcak olduğunu fark etmiştim. Nisan ayının son demlerindeydik; yirmi birine sadece birkaç gün kalacağı kadar son. Tanıdığım dürüst bir hayalet bana cesaretimin son damlasını o gün akıtmamı emrediyordu.
"Köşke mi gidiyoruz, efendim?"
"Pankow'a." Mesaj kutusunda gezinirken, adres bilgisini okuduğum an kaşlarımı çattım. Haritaları açıp teyit etmek yerine Jason'a beklemesini söyledikten sonra Nico'yu aradım, öğle saatlerinde pek meşgul olmadığından hemen açtı. "Burayı kim ayarladı?"
"İkiniz de rahatsız edilmeden konuşacağınız bir mekan istiyordunuz."
"Senin de aklına terk edilmiş bir kilise mi geldi?"
"Adını harabe koyalım. Bak, orada gerçekleştirilen ilk randevu sizinki değil çünkü baskın yemeyecek kadar ücra bir yerde."
"Herifi bir zamanlar dua edilen kutsal yapının içinde mi sorguya çekeceğim?"
"Olaya biraz dindar yaklaşmıyor musun, Leo?" Sesli bir nefes verdiğimde güldü. "Seni en son gördüğümde bir Hristiyan bile değildin."
"Lafın kısası Nico, randevu mekanının değişmesini istiyorum."
"Dostum inan ki senin için Berlin'i çıplak ayakla dolaşıp daha romantik bir bina arardım ama bizim karanlık takımın da bazı kuralları var. Mesela ilk seçimi ben yaptıysam ve her şey konuşulduktan sonra değiştiriyorsam tercih sırası karşıdaki kişiye geçer çünkü belki de orada bir tuzak kurdum. Karşındaki adama güvenme ama kendinin güvenilmez olduğunu da belli etme, kural bir. Dedikodumun yapılmaması için kurallara uymak zorundayım."
"O zaten aynı tarafta olduğunuzu düşünmüyor mu?"
"Evet ama şüpheye mahal verecek yere kadar."
Gözlerimi arabanın siyah tavanına diktiğimde her şeyi berbat etmemeye çalıştım. "İyi madem, senin de adını çıkartmayalım. Bu kez de onun canının istediği yerde olsun."
Nico'dan yardım istediğim için görüşme detaylarını ona bırakmıştım fakat bana, kendi camiasına has kurallardan daha önce bahsetseydi zamanında müdahale edebilirdim. Bu, bugünle ilgili tek dalgınlığım olarak kalmalıydı.
"İyi misiniz, Bay Leonard?"
Ayağımı stresle sallandırmayı kestiğimde bakışlarımı açık pencereden ayırdım. "Öyle olduğumu söylesem yirmi birinci yüzyıl kötülüklerine haksızlık olur."
"Sizin için yapabileceğim herhangi bir şey var mı?"
"Her zamanki gibi güvenli bir yolculuk yeterli."
"Siz güvende misiniz?" diye tereddütle sordu. "Birini sorguya çekmekten bahsediyordunuz."
Dikiz aynasından bakışarak konuşuyorduk ve bu noktada gözlerimi kaçırdım. "Eski bir kilisede olması kesinlikle saçmalıktı."
Jason'ın sessiz kaldığı birkaç saniye boyunca telefonu elimde çevirip Nico'dan dönüş yapmasını bekledim. "Yalnız mısınız yoksa arkadaşlarınız sizi orada mı bekliyor?"
Gülümseme yerine kullandığım buruk bir mimik dudaklarımda asılıyken, "Arkadaşlarımla eğlenceli konuları paylaşırım Jason," dedim. O esnada Nico'dan yanıt geldi.
Yeni konumu okumam ve bunu Jason'a bildirmem küçük bir zaman diliminde halledeceğim işler olsa da sessizliğim istemsizce uzadı. Plana uymak için yolcuğa çıkmış olmalı ki beni tekrar Pankow'a çağırıyordu. Fakat bu kez farklı bir bulvar üzerinden, bir başka sokağa.
"Sonuçtan memnun kalmamış gibi duruyorsunuz, efendim." Yaklaşımı bakışlarımı kaldırmama ve yeniden dikiz aynasına bakmama neden oldu. "Yoksa yine mi oraya?"
Telefonu pantolonumun cebine sıkıştırırken, "Hayır," dedim. "Bu kez bir soğuk hava deposuna.
***
Düşmanının, acılarını tanımasından daha güçlü bir silah yoktu. Vurulduğun yerleri, kurşunu kendisi atmış kadar iyi bilirdi. Bazen sana, yarana bant olacak anlaşmalar bile sunabilirdi. Yarayı açık bırakmak pahasına geri çevirmeliydin. Bu, senin de onu çok yakından tanıdığını gösterirdi. O yüzden oraya gittiğimde, nerede olduğumu iliklerime kadar hissetmemeliydim.
Arazi, aklım ermeden de canımı sıkan bir konuydu ve her şey yine bunun altından çıkıyordu. Ülkeyi terk eden Johanna bile. Johanna haksızdı. Johanna her kelimesinde haksızdı. Artık insanlardan kolayca nefret etmeye başladığımı öğrense belki de böyle yapmazdı. Bu kadar üstüme gitmezdi ve bebeğime, oyuncak bebeği gibi davranmaya kalkışmazdı. Bir gün onunla da soğuk hava deposunda ya da bana daha çok acı verecek bir başka yerde karşı karşıya gelecektik.
Şimdi bunun bir benzeri için yola koyulduğuma inanmak güç olsa da, tıpkı karanlıkla mutlaka bir noktada çarpışmam gibi Pankow ve Mitte arasında da uzun bir mesafe yoktu. Bir saat içinde tabirine uyacak olursak hangimizin daha geç veya erken varacağı tamamen meçhuldü. Yolu bulma işini Jason'a bıraksam da gözlerim bu ıssız bulvarda mekik dokuyordu. Sanki bir yerlerde hava gittikçe soğuyordu.
Dakikalar sonra karşımızda uzanan bordo renkli depo, tek katlı ve dikdörtgendi. Bahçe sayılamayacak kadar düz alanda sadece siyah bir Volvo duruyordu. Jason'a, o arabanın mümkün olduğunca yakınına sürmesini istediğimde fark ettim ki şehrin hangi çöplüğünden gelmeye çalışıyorsa onlardan önce konuk olan bizdik.
"Bay Leonard sizinle gelmeme izin verin."
Kesin bir dille, "Burada kalacaksın," dedim kapıyı açmak üzereyken.
"Böyleyken yararım dokunmaz, hiçbir işe yaramam."
Arabadan inmeyi erteleyerek yüzüne ciddiyetle baktım. "Jason sen bir koruma değilsin, özel şoförsün. Benden bu iş karşılığında para alıyorsun, kendini tehlikeye atmana izin vereceğimi mi sanıyorsun?"
Vücudu neredeyse tamamen bana dönüktü ve duygularını saklama konusunda en az benim kadar iyi olan bu adamın yüzünde ilk kez bir endişe vardı. "Bir serseri olduğumu sanmayın ama iyi dövüşürüm. Bana karşımda iki kişi varken güvenebilirsiniz."
Her şeyi bir kanara bırakıp gülümseye engel olamasam da ifademi hemen silmem gerekiyordu çünkü önerisini kabul etmişim gibi görünmek istemiyordum. "Fakat senin, en az iki kişiyi haklamandan daha önemli bir görevin var. Arabada durup ceketimi koruyacaksın."
"Ceketiniz mi?"
Tekrardan katlarken hafifçe havaya kaldırdım. "Cebimde İdil'in el yazması şiiri var. Başına bir şey gelirse aynısına sahip olamam. Benim için canımdan daha değerli."
Siyaha yakın gözlerini kırpıştırdığında, dikkatimizi çekmek için Jeep'in ön kaputuna dostane bir yumruk indi. Mercedes Benz sahibi olsam da buna alınmadım. Jason bana kıyasla büyük bir refleksle döndüğünde, ellerini hemen direksiyona kenetleyip omuzlarını dikleştirmişti. Onun silahı da buydu. Motoru çalıştır, gazı kökle, düşmanın üstüne sür ve ezerek yok et.
"Sorun yok," dedim bu kez kapıyı açtığımda. "Nicolas, üniversiteden arkadaşım."
Önceden de iri bir çocuktu ama şimdi korkutucu bir adama dönüşmüştü. Gülünce gözlerinin kısılması, suratına yerleşmiş sert çizgilere tezat kaçacak kadar masumane bir oluşumdu. Klasik, siyah bir pantolonun üstüne yine siyah gömlek giyinmişti. Seyrelmeye müsait saçlarını tamamen kazıttığı için yüzündeki en belirgin renk, altın kolyesiyle aynı tondaki gözleriydi.
Kendimi olayların dışında tutmayı tercih ettiğimden bağlantılarım bile uzun süre görüşmediğim insanlardı ve bunlardan biri de Nico'ydu. Fakat ona güvenebilirdim. Nico'ya, soğuk hava deposunun içine yalnız girmeyeceğim kadar güvenebilirdim.
"Leo Alphan." Tokalaşmakla yetinmeye çalışsak da elimi, iki eliyle birlikte tuttu. "Uzun zaman oldu diyecektim ama tuzu kuru herif, hiç yaşlanmamışsın."
"Bir gençlik maskesi," dedim zorlukla gülümsediğimde. Başını sallayan Nico'nun gözlerini takip edince arabamın durduğu tarafa baktım. "Jason," dedim dişlerimin arasından.
"Adamının olmadığını söylemiştin."
Nico, Jason'a doğru ilgiyle yürürken kollarımı göğsümde birleştirdim. "O sadece şoförüm." İşbirliği için yeni simalara ve muhtemel güçlere her zaman merak duyardı. Hem temiz yüzlü hem de fiziken yapılı görünmesi ilgisini çekmişti. Jason'la göz göze geldiğimizde kendimi, "Aynı zamanda arkadaşım," derken buldum.
"Memnun oldum," dedi omzuna bir abi gibi vurduğunda. "Hayatına bu denli girdiğine göre ya çok iyi ya da çok zeki biridir."
"Ve çok güzel araba kullanır."
"Benim de tam böyle birine ihtiyacım vardı."
"Umarım bulursun."
"Tamam, bu esmer biraderi kapmama izin vermeyeceksin." Dik durmaya gayret eden ve başaran Jason'ı bırakıp tekrardan bana yaklaştı. "Öyleyse ben de kendi dostlarımı tanıştırayım." Ellerini ceplerine sıkıştırdığında oldukça kısık bir sesle, "Dicky ve Felix," diye mırıldandı.
Ben bile sesini zorlukla duyarken deponun iki ayrı köşesinden, iki farklı adam çıktı. Görmüş geçirmiş biri olsam da tam da filmlerdeki gibi şeklinde bir şaşkınlığın aklıma girmesine engel olamadım. Biri oldukça iriyken diğeri minyondu. Biri tek yumrukla parçalara ayırabilecekken, diğeri bacaklarına düğüm atarak seni yere serecek gibi duruyordu.
Başını sola yatırdığında büyük cüsseliyi işaret ederek, "Dicky," dedi. Sağa yatırdığındaysa küçük olan için, "Felix," diye açıkladı.
Ben de, "Merhaba," dedim soğuk bir tebessümle. Hiçbiri elini uzatacak gibi görünmüyordu. "Leonard Alphan." Fiziğim de işte, dev gibi olana daha yakın olmak üzere ikinizin ortası.
Dicky patronuna, Felix ise bana bakıyordu. Sanki bu bile kendi aralarındaki sözsüz iletişimin küçük bir örneğiydi. "Seni sevmişler," dedi Nico. Vay canına, umduğumdan daha büyük bir örnekmiş.
Dudaklarımı bükmüştüm ki, önümüzde uzanan uzun yoldaki tekerlek sesini ayırt ettim. Siyah bir SUV model araç, kesinlikle yol ayrımına sapmayacak gibi dümdüz bir seyir hâliyle depoya doğru yaklaşıyordu. Nico'nun ortadan kaybolmaları için adamlarına işaret vereceğini sanırken ellerini cebine yerleştirip bakışlarını kısarak ufku izledi.
"Sence de bu işte bir terslik yok mu?"
"Ne gibi, eski dostum?"
"Burayı o ayarladı fakat en son geliyor. Tuzaklar kurulabileceğinden bahsetmiştin, içeride tehlikeli şeyler olabilir." Tavanda buz sarkıtlarının asılı kaldığını hayal ettim.
"Her nereden dönüyorsa adres değişikliği gecikmesine sebep olmuştur."
"Peki ya onlar," dedim iki yanına koruma gibi dikilen absürt teşkilatını kastederek. "İhtiyaç hâlinde ortaya çıkmak için saklanmayacaklar mı?"
Aynı şeyden bahsettiğimize emin olmak için, "Dicky ve Felix mi?" diye sordu. "Her zaman yanımda dururlar, bunu herkes bilir ve böyle kabul eder."
"Fakat adamların burada kalmazsa ben de Jason'ı geride bırakıp tehlikeye atamam."
"Adamlarım mı?" dediğinde, sessiz kaldığım her bir saniye kısık bakışları düzelerek bir gülüş ifadesine dönüştü. "Bu ikisini öyle tarif etmem. Sana söylediğim adamlarımsa görebileceğin bir açıda değiller." Boynunu çıtlatır gibi geriye çevirip havaya baktı, gözlerini ardından yolun iki tarafında uzanan ağaçlık alanda dolaştırdı. "Herkesten daha önce gelmem sana endişe yerine güven versin Leo, ıslık çalmamı istemezsin."
Ne söylediğini anlamıştım. Nicolas, işleri tahmin ettiğimden daha yüksek bir rütbeye taşımış, göründüğünden daha büyük bir kabalığa liderlik ediyordu. Deponun çatısını, muhtemelen arkasını ve ağaçların sık olduğu kısımları boş bırakmamıştı. Oyunu bozmaya çalışanların bütün oyuncaklarını kırabilirdik.
Araba, küçük kalabalığımızın yakınına ulaşınca durdu. Siyah camların arkasını göremesem de hem şoför hem de yolcu kapısının açılacağını ve bir yerine iki kişinin dışarı çıkacağını tahmin edebiliyordum. Üzerinde durduğumuz kuru toprağa ayak basan yeni bedenler, kaşlarımı kaldırıp dudaklarımı bükmeme neden oldu. Nico'yu beklemeden onlara doğru yürüdüm, yürüdüm, acelesiz yürüdüm.
İkisi de aynı yakada olduklarına ikna etmek ister gibi siyah kot pantolonlar ve yakın renkte gömlekler giymişlerdi. Asker yeşili ve bataklık yeşili. Bu çabaya rağmen en az Dicky ve Felix kadar uyumsuz bir görüntü sergiliyorlardı.
"Seni yeniden görmek çok..." Güneş gözlüğünü çıkardığında sırıtışı basit bir mimik olmaktan çıktı. "Gereksiz açıkçası, Leonard Alphan."
"Sana da merhaba, Pedro." Yanındakine döndüm. "Hoş geldin Kevin, gözünün altındaki morartıdan dolayı az kalsın tanıyamayacaktım."
Ödeşmemiz gerektiğini düşünen, davetsiz bir misafirdi. Gözlerime, onu boğazlamak isteyeceğim bir diklikle bakıyordu. Kız arkadaşıma dokunan kendisi değilmişçesine bir de beni suç işlemişim gibi kesiyordu. Acaba yumruğum bir silah sayılır mıydı? Öfkeme şuracıkta yenilsem, sonrasında kaç acabaya sebep olurdum?
"Bizi kavga etmeye mi çağırdın?" diye sorunca Pedro'ya zorlukla döndüm. Telefonunu çıkarmış, neredese kulağına yaslayacaktı. "Eğer öyleyse kendi birliklerime haber verebilirim."
"Nelerin?" dedim, gülmemeye gayret ederek.
"Geçen gece kulağına sert bir darbe almadıysan ne dediğimi duymuşsundur."
"Benim duyularım iyi çalışıyor ama senin sesin biraz kısık geliyor." Başımı yana eğerek ağzının kenarına baktım. "Ve yara izin, üstünden epey zaman geçmesine rağmen dudaklarının seyirmesine neden olduğu için telaffuzunu bozuyor."
Hangi ara geldiğini anlamadığım Nico, ellerini hem benim hem de homurdanmaya başlayan Pedro'nun omzuna koydu. "Beyler sizi sohbet etmeniz için bir araya getirdim." Bana döndü. "Yani sen, Leo. Bu amaç için Pedro'ya ulaşmamı istemiştin fakat yumruklarınızı yarıştıracaksanız hemen bir ring ayarlarım. Sadece sen ve o." Gözlerime yıllar önce tanıştığımızı hatırlatmak ister gibi, ve adamlarım notunu düşerek baktı.
"Sadece konuşacağız," derken kendimi de inandırmaya çalıştım.
"Laf sokuşturmadan olursa bundan memnuniyet duyarım."
Beni kışkırtırken Nico'ya iyi adam gibi görünmeye çalışan Pedro'yu parmaklarımı çıtlarak cevapladım. Nico sabrımın kolaylıkla taştığını fark ettiğinde omzumdaki elini hareket ettirdi. "Dilerseniz artık girelim."
Nico'nun orta yolu bulmak için kibarlaşacağı kadar gergin bir ortam vardı. Geriye dönüp Jason'a son kez baktıktan sonra Pedro önde olmak üzere ilerledik. Nico ile iki yardımcısı hariç hepimiz olası bir tehlike için zamam zaman çevreyi inceliyorduk. Pedro cebinden bir anahtar çıkartıp büyük demir kapıyı açmaya yeltenene kadar bu bana güven veriyordu. İşte sonra da, onlar içeriye tozdan öksürerek girse de benim yüzüme sanki büyük bir soğuk hava dalgası çarptı.
Duvarlar solgunlaşana dek, canlı bir beyazlıkta olmalıydı. Yer yer uyarı levhaları asılmıştı. Kilitli tutulmadığı zamanlarda birileri içeri girip kar taneleri çizmişti. Anladık, travmalarım ve ben en ince ayrıntısına kadar anladık. Burası bir soğuk hava bir deposu. Burası, bir zaman önce epey soğuktu.
"Orada durup ısı hesabı mı yapıyorsun?"
Ben koridorun içindeki kapıları yine gözlerimle incelerken Nico, "Matematiği hep iyiydi," dedi.
"Nihayet olsun, babası boşuna mı bir profesörden özel ders aldırdı?"
Pedro, kendisini takip eden Kevin'le birlikte ilerlerken saçma eşleşmelerini memnuniyetsizlikle izledim. Nico yardımcılarına etrafı didikleme görevi verdiğinden geride sadece ikimiz kalmış gibiydik. Alt tarafı yalnız kalmamın eşit durmayacağını göstermek için beni beklemişti. Yan yana geldiğimizde ses tonumu olabildiğince alçalttım. "Kendimi kaybetmemi engelle."
"Ne?" Her şey bekleyebilir gibi durup yüzüme baktığında, tekrar konuşmadan önce sesini kısması için bir işaret verdim. "Dostum dışarıda arayı bulmak için ortaya attığım ring tavsiyemi unut," diye fısıldadı. "Her nerede olursan ol zehrini akıtmalısın, görüşme bunun için."
"Değil," dedim kararlılıkla. "Sorularımı cevaplayacak, bu kadar. Ben unutursam bile sen aklından çıkarma." Başını isteksizce de olsa sallayınca yürümeye devam ettik.
Mesafeyi ölçebildiğim kadarıyla, depoda birbirine bağlanan dört ara koridor vardı ve biz tam ortadaki ana koridorun sonuna doğru ilerliyorduk. Pedro'nun, peşinde Kevin'le sola döndüğünü görmüş olsam da varacağımız yer meçhuldü. Ortalıkta görünmeyen Felix olabildiğince sessizken, Dicky kontrol amaçlı gezdiği bölgelerden konum bilgisi verir gibi tok adım sesleri çıkartıyordu. Gözlerim, örümcek ağlarının istila etmeye başladığı rutubetli tavanda dolaşırken çatıdakiler diye düşündüm. Bahçede saklananlar ve Jason. Düşmanlarım da dahil, burada yalnız değilim.
Pedro ve Kevin bizi, sonuncu sol dönüşe açılan bir genişlikte bekliyorlardı. Havalandırmadan yansıyan ışık, gri boruların pasını aydınlatırken havada uçuşan tozları da beliginleştiriyordu. Pedro, yıllar önceden kalmış ya da deponun kilitli tutulmadığı zamanlarda kafa çekmeye gelenlerin taşıdığı sonra da geri alamadığı iki adet metal sandalyeyi ortaya itekledi. Karşılıklı konumlandırdıktan sonra birini üfleyip üstüne oturdu. Bir bacağını büküp dizine yasladığında diğerine geçmem için bana işaret verdi.
Boşluğuyla dikkat çeken odanın merkezine yürürken Pedro'ya gözümü kırpmadan baktım. Çok şiddetli dövüşmediğimiz için suratında yeni izler yoktu. Demek ki beni, balo gecesinde sarayın bahçesine sızdığı zaman ki kadar deliye döndürmemişti. Karşısındaki sandalyeyi, taş zeminde rahatsız edici bir ses çıkararak tam yanına, oldukça da yakınına getirdim. Başını çevirip bakarken, yanında oturma ihtimalimden rahatsız görünüyordu.
"Gel ve otur, Kevin."
"İkimiz konuşacaktık."
"Öyleyse neden yalnız değiliz?"Pedro başını hafifçe çevirip Kevin'i kastederek, "O sadece bana eşlik ediyor," dedi. "Hatırlarsan arabamı da kullanıyordu."
Jason'dan özür dileyerek, "Fakat gördüğün gibi ben şoförümü dışarıda bıraktım," karşılığını verdim.
Bir yenilgiyi kabul ederek askerini el hareketiyle çağırdı. Kevin'in oturmasını, ellerimi belimin arkasında birleştirip geri geri yürüyerek bekledim. Nico da acelesiz adımlarla içeri girdiğinde, Dicky ve Felix kapıda belirdi.
"Hepiniz tarafından mı sorguya mı çekiliyoruz, ha Nico? Senin adil davrandığını sanıyordum."
Nico, bir anda Pedro'dan nefret eder gibi görününce adalet nutku çekmek için araya girmekten vazgeçtim. "Doğrusu, beni kendi tarafında sanıyordun ama sana kuralları en başta anlattım. Ben sadece ikinizi bir araya getirmekle görevliyim ama rahatsızlık veriyorsam kapının dışında kalırım."
"Ya deveyle cüce?"
Bu benzetmenin onları kızdıracağını sanırken Nico omuz silkti. "Havaya kalkan bir yumruk yanlışlıkla bana değmezse neler olup bittiğini umursamazlar."
Pedro oturuşunu düzelttiğinde kollarını göğsünde bağladı. Bıkkınlıkla üflediği nefeste sanki bir tür şarkı mırıltısı saklıydı. "Sizi korkutmak istemem ama oradan bakıldığı kadar az değiliz. Gördüğünüz tek şey bir araba olsa da arkasından kaç tanesinin geleceğini tahmin bile edemezsiniz. Telefonum da maalesef oldukça yakınımda, konuşmama gerek kalmadan yapacağım küçük bir çağrı, buraya sığamayacak kalabalıkta bir ordu toplar." Yara izini gerginleştirerek gülümsedi. "Hatırlatmak istedim."
Nico, uçları turuncu olan sakalını karıştırarak odanın karşısına yürüyüp pencereden dışarı baktı. "Fakat ıslık sesi Pedro, telefon bağlantısından daha hızlı bir iletişim ağıdır. Hatırlatmak istemezdim."
Onlar Nico'nun ağzından çıkanlara odaklanmışken ben ikisini aynı anda izliyordum. İlk pot kıran Kevin'di. Pedro'ya, şimdi ne yapacağız der gibi bakıyordu. Pedro ise potların büyüğünü kırarak gülüyordu, gerginken böyle yapardı. Onu bir zamanlar çok kez gerdiğim için tepkilerinin anlamını iyi biliyordum.
Pedro ağzında bir şeyler gevelerken pencerenin yanından ayrılan Nico, "Ben sigara içmeye çıkıyorum," diyerek yanımızdan geçti. "Dicky ve Felix burada ama kulaklarını yanımda götürmüşüm gibi rahat konuşun."
Nico gittiğinde yardımcıları aynı pozisyonda durmaya devam etti. Hep böyle mi yapardı yoksa onları bilerek mi benimle bırakmıştı emin değildim ama gerek kalmamasını umuyordum. Birilerinin Pedro'yu ya da Kevin'i elimden almasına umarım gerek kalmazdı.
"İstediğimiz sorudan başlayabiliyor muyuz, Alphanların biricik vârisi."
"Hayır," dedim, tek bir kelimeden ibaret olmasına rağmen sesimin böylesine sert çıkmasına biraz şaşırarak. "Ben cevap alana kadar aynı soruda kalacağız."
Başını geriye yatırıp güldüğünde adem elması düzensiz bir ritimle kıpırdadı. "Peki, soğuk hava deposundaki soğuk çocuk. Isıyı yavaşça düşürelim."
Soğuk kelimeler, soğuk zihnime nüfuz ettiğinde dişlerimi gıcırdattım. İlk sorum, "Johanna'yla neden birliktesin?" oldu.
Pedro yavaşça yanındakine yaklaşıp fısıldadı. "Kevin sakın eski sevgilisini sorduğunu İdil'e anlatma."
"Birincisi, sevgilimin adını tekrardan ağzından duymayayım. İkincisi, kışkırtmalarının bedelini Kevin'e ödetirsen bu büyük bir haksızlık olur."
Gözünün altındaki morluk, düzgün suratında bir gölgeye sebep olurken çenesini cesurca dikleştirdi. "İdil'le konuşamamamın sebebi siz değilsiniz, o gece telefon numarasını almayı unutmuş olmam."
Kevin'e, sırtında kanatları beliriyormuş gibi hayranlık dolu bakışlarla yaklaştım. "Dediklerimi unut Pedro, onun payına düşen dayağın meğer seninle hiçbir ilgisi yokmuş."
Kevin rahatsızlıkla geriye kaydığı için sandalye hafifçe sürüklendi. "Neye bu kadar kızdığınızı anlamıyorum. Sizden başkasının o kızdan etkilenmesi mümkün değil mi Bay Leonard?"
Mucizenin bu kadarı be, kanatlarında alevler de belirmişti. Kolumu havaya kaldırdığımda, "Rüya görmen için iyi uykular Kevin," dedim.
Yumruğumu suratına geçiremedim çünkü bir şey belime yapışarak beni oradan uzaklaştırdı. Gözlerimi Kevin'den zorlukla çektiğimde dirsek hizamdaki karmaşık saç tutamlarına yüzümü ekşiterek baktım. Dicky daha kolay yapacağı hâlde beni güç bela uzaklaştırmaya çalışan Felix olmuştu.
"Sen ne yapıyorsun bücürük, kollarımı bırak!"
"Nicoli'ye söylediğinizi duydum," diye fısıldadı nefes nefese. "Kendimi kaybetmemi engelle demiştiniz. O yokken istenileni biz devam ettiririz."
Nicoli de kim diye soracak kadar afallamıştım. Pedro kıkırdarken benim suratım hâlâ buruşuktu çünkü konsantrasyonumu kaybetmiştim. Felix'i itekleyerek uzaklaştırdığımda yakalarımı düzeltirken, "Bıktım kurallarınızdan," diye parladım. "Bir dahakine lütfen özellikle yardım istediğimde ulaşın."
Felix alnını sildikten sonra karşımdan alıngan bakışlar eşliğinde geçti. Ağzım kururken dudaklarımı yaladım. Tam da tahmin ettiğim gibi çıkmıştı, boş bir anımda olsam beni yere serebilirdi. Demek biz koridorda yürürken o her şeyi duyabilmek için sessizdi. Nico'nun böyle dikkatli adamlar bulması iyiydi ama ucu bana dokunduğunda kötü hissettiriyordu.
"Leo sen bu kadar mı güçsüzleştin? Bir cüceyi bile zapt edemiyorsun."
"Cüce dediğin adamla depodaki odalardan birinde kapalı kalsaydın af dilerken ağlardın. O nedenle laflarına dikkat et çünkü hayal ettikçe izlemesinin ne kadar keyifli olacağını düşünmeye başlıyorum."
Eskiden durduğu yere gittiği için Felix'in ifadesini göremiyordum ama Pedro'nun gülüşünün azalarak yok olması, doğru bir noktaya ayak bastığımı kanıtlıyordu. "Şimdi," diyerek devam ettim, az önce karizmam çizilmemiş gibi. "Cevap alana kadar aynı noktada kalacağımı söylediğim için tekrar soruyorum. Johanna'yla neden birliktesin?"
"Özel hayatım hakkında mı konuşacağız?"
"Seni nasılsın diye sormak için çağırmamışımdır, değil mi?"
"Her zaman iyi olduğum düşünülürse, haklısın."
"Kötülere bir şey olmaz diye boşuna dememişler. Kötü demişken, Johanna'yla neden birliktesin?"
"Bu konudan devam etmeye kararlısın."
"Muhtemelen cevap alamadığım içindir. Neyse, peki Johanna'yla neden birliktesin?"
Beni en ikna etmeyecek cevabı öne sürerek, "Çünkü onu seviyorum," dedi. "Neden öyle memnuniyetsiz duruyorsun, sorun ne? Güzel ve zengin bir kadın. Yaptığım en mantıklı seçimdi."
Bakışlarımı kıstım. "Tamam, zengin kısmından devam edelim. Bir anda ortaya çıkıp birlikte olduğunuza inanmamız için sana ne kadar para verdi?"
"Muhtemelen inanmazsın ama ben bile aşkı parayla karıştırmam."
"Peki ya çok parayla?" diye sordum. "Daha çok bir para karşılığında aşkın hakkında konuşur musun?"
Kevin'in ona baktığını bildiği için gözlerini benden ayırmadı. Bununla da yetinmeyip tepeden tırnağa yavaşça süzdü. "Parayı sen mi vereceksin?"
"Neden olmasın? Tek bir anlaşmayla elde ettiğini ikiye, belki üçe bile katlarsın."
"Roksanfordların çok zengin olduğunu unutma."
"Senin de deyiminle, karşında Alphanların biricik vârisi duruyor."
Pedro şiddet yerine banknot seçtiğim için afallamıştı. Şakağında sıralanan saç diplerini düşünceyle kaşırken, "Onlar gerçekten çok zengin," diye tekrar etti.
"Johanna'nın babası bir avukattı, Pedro. Benimkiyse milyoner."
Önce duraksadı, hemen ardından burnunu kaşıdı. Şimdi Kevin de Pedro'yu kendine getirmek için ona uyarıcı bakışlar atmak yerine bana odaklanmıştı. Pozisyonları farklı olsa da aynı kişiye çalıştıkları düşünülürse bu zaten kaçınılmazdı.
"Yani her cevabım karşılığında aşağı yukarı bir milyon euro mu alacağım?"
"Abartma!" diye bağırdım. "Ailem senin keyfin için mi çalıştı? Şımarık tekliflerini de seni de vücudunun her bir uzvunu da şu pencere demirlerinin arasından dışarı iteklerim, limitlerini zorlama."
"Buraya seninle dövüşmeye gelmemiştim." Hatırlatma mı yoksa savunma mı yaptığı belli değilken omuz silkti. "Madem aklına takılanları öğrenmek istiyorsun, işimi tehlikeye atmayacağım kadar bilgiyi makul bir fiyat karşılığında satarım." Görüşmeyi neden kabul ettiğini de böylelikle itiraf etmişti.
"Fakat, Bay Pedro..."
Sağına dönüp, "Karışma Kevin," derken sesi sabırsızdı. "Bunu ilk kez yapmıyorum, ben parayı böyle kazanırım. Gerisini dinlemek istemiyorsan beni arabada bekleyebilirsin."
Kevin, işler çığırından çıkana dek kimin emrinde olduğunu pek bilmiyor gibiydi. Arazi satışı gerçekleşmediği için ilişkilerinin sonlandığı Johanna'ya göre hareket etmeye devam mı etmeliydi yoksa ona daimi bir çıkarcılık teklif eden Pedro'nun izinden mi gitmeliydi? Elbette, detayların bu kadarı umurumda değildi.
"Sen benden her cevabın karşılığında bir milyon euro isterken ben sana devamlılık teklif ediyorum." Çıkarcılık dolu sesim, buranın bir zaman soğuk işler için kullanıldığını anımsatmak istercesine buz gibi yükselirken mavi bakışlarıma da aynı donukluğu yerleştirmeye çalıştım. "Benim tarafıma geç."
Hemen aynı saniyede, "Nasıl?" diye sordu.
"Yıllar önce herhangi birileri bunu yapmanı istemişti ama seni uzaklaştırmıştım. Şimdi kendi isteğinle olsun. Sana açıkça iş teklif ediyorum."
"Biz," diye mırıldandığında, tüm farkındalıkları içten içe reddetmeye çalıştım. "Birlikte mi çalışacağız?"
Başımı önce yavaş, düşündükçe de mantıklı gelmiş gibi daha hızlı salladım. "Sen bağlantılar kolunu oluşturacaksın, ben de para ve güç kaynağını. Sen merak ettiklerimi canın pahasına araştırmaktan sorumlusun, bense başka bir patrona ihtiyaç duymayacağın kadar ödeme yapmakla sorumluyum. İhtiyacımız olanları alacağımız bir ortaklık sunuyorum, ne diyorsun?"
Kevin'in sırtını dikleştirip kendini belli ettirmeye çalışmasına gülmek istesem de yüzünü ovuşturan Pedro'ya odaklandım. "Sahici değil, tuzak kuruyorsun. Bunu asla yapmazsın," diye sayıkladı. "Senin öyle şeylerle bir ilgin olmaz."
"Çocukluk arkadaşım Johanna Roksanford'un arkamdan iş çevirdiği bir menfaatler dünyasında yaşıyorsak, o kadar da emin konuşma derim."
Öyle şaşkındı ki kararsızdı. Mesela balo gecesinde dedikoduları kimin çıkardığını öğrenmek pahasına küçük bi ortalıklık teklif etseydim, yüzü kan içindeyken dahi bunu kabul ederdi. Şimdiyse kısa süreli fakat sağlam bir iş almıştı, hem para hem bana zarar verme imkânı. Üstelik eskiden yakın olan iki varlıklı insanın tam ortasındaydı. Kendini paylaşılamayacak kadar önemli hissediyor bile olabilirdi.
"Bak Pedro," diye başladım söze. "Hayatında aşağı yukarı bir konuda falan haklısındır; benim karanlık işlerle bir alakam olmayacağı konusunda. Muhtemelen biliyorsun ama yine de söyleyeyim, İdil'e miras kalan araziyi aylardır satamıyoruz. Birileri buna hep engel oldu. Birileri araziyi yaktı." Birileri derken gözlerine dikkatle bakmıştım. "Onlar ışığa çıkmıyorsa, ben karanlığa girerim. Elinde bir ışık tutarak rehber olmak istiyor musun yoksa ret mi ediyorsun?"
"Sevgili düşmanım," dedi tatlılıkla. "Bak ben... nasıl söylenir. Tamam işte, evet ödeme aldım. Johanna'dan bir an bile düşünmeyeceğim kadar yüklü ödeme aldım. Paranın kökünü de çabucak kuruttum. O izin vermeden ortadan kaybolursam gırtlağıma çöker hatta iki mislini ister." Dirseklerini kemikli dizlerine yerleştirip stresle sallandırırken, tırnaklarının kenarıyla oynadı. "Birkaç ay sonra hâlâ aynı düşüncede olursan, seninle memnuniyetle çalışırım."
Dilimi damağıma değdirip, boş alanda yankı yapacak kadar büyük bir itiraz mırıltısı çıkardım. "Birkaç ay çok uzun bir zaman. Bana hemen bugün içinde varacağım bir anlaşma lazım." Boynumu çıtlatırken başımı sağa yatırdığım an Kevin'le göz göze geldim. "Sen." Duruşumu düzeltirken gülümsedim. "Nasıl daha önce aklıma gelmez." Doğrusu B planı bile değildi, A'nın içindeydi. "Birçok şey biliyor olmalısın."
"Ben mi?"
"O mu?" Kevin afalladığı için kekelerken Pedro olabildiğince kendinden emindi. "Abilerinin araziye talip olması mı sana çok şey bildiğini düşündürüyor? Geçen akşam Peter'ın evinde bulunan öylesine biri işte."
"Abilerim değil," diye düzeltti Kevin. "Sadece bir abim var, Armin. Benjamin ise kardeşim, benden küçük."
"Şimdi biz bu bilgiyi hangi deliğimize sokalım!"
"Beyler lütfen," dedim bir alkış sesiyle aralarına girerek. "Doğrusu, ben de dahil olmak üzere hepimiz Johanna'nın direktifleri doğrultusunda aynı çatının altındaydık. Rollerimizi küçümsemeyelim. Ayrıca," dediğim noktada göğsümü şişirecek kadar büyük bir nefes aldım. "Öylesine biri dediğin adam benim için günün yıldız ismiydi. Kız arkadaşıma dokunmuştu." İşaret parmağımı sol yanağıma, gözümün biraz altına vurup çektim. "Üstelik parmağını bile kırmamıştım. Aramızda zaten yarım kalmış bir uzlaşma var."
"Bana yumruk atmıştınız." Kevin de titreyen parmağıyla sol yanağındaki morluğu gösterdi. "Suratımı bir kontrat sayarsanız, bu da imzanız."
Esprisini anladığımda neredeyse bütün dertlerimi unuturcasına güldüm. "Sana sadece öfkeyle bakacağımı sansam da komik birisin." Gülmeyi kesmeye çalışırken burnumu çektim. "Kontrat demek ha, güzel. Bir de imza. Farklı bakış açıları olan insanlarla çalışmayı severim."
Pedro sabırsızlıkla, "Onunla düşündüğün işleri yapamazsın," diyerek üsteledi. "Şirketinde bir pozisyon ver, inek gibi çalışır ama karanlık ilişkilerde dağınıktır. Arkasını toplamak için ekstra birkaç kişi daha gerekir."
"Beni tanımıyorsun," diye çıkıştı Kevin. "Sorun hiçbir zaman bende değildi tamam mı, beni yanına alan insanlar hep yanlış kişilerdi. İşleri dağınık olan onlardı. Sadece bir buçuk senedir piyasadayım." Bir sırrı geri almak ister gibi dudaklarını içine çekti. "Demem o ki ben sadece..."
"Öğrenme aşamasındasın," diye tamamladım. Kevin benden olumlu bir karşılık gördüğünde, fikrimi her an değiştirebilirmişim gibi başını aceleyle ama isteksizce salladı. Birkaç adımda geriye gidip, sırtımı arkamdaki duvara yaslayarak onlara uzaktan baktım. "Peki neden bu aşamadasın, Kevin?"
"Söyledim ya, henüz bir buçuk sene..."
"Neden şu anda buradasın Kevin?" diye sordum. "İyi bir hayat elde etmek için burslu bir öğrenciydin, şimdiyse ticaret uzmanısın. İmrenilecek bir kariyer sahip olup, burslu okuyan o çocuk gibi tırmalamaya devam edebilirdin. Oysa sen, rakamın yanına kolay yoldan eklenecek fazladan sıfırlar için bir adamın kız arkadaşına yazılma rolü yapıyorsun. Neden Kevin, neden o gece elimde heder olma hakkını başkasından alıyorsun?" Cevap vermediğinde, "Para!" diye haykırdım. "Ezik bir suratla da olsa harcamaya değer bir miktar para. İnsanlar nasıl olsa kafamızın içine girip anılarımızı göremiyor, herkes sattığımız kişilikten bihaberken bize bir efendiymişiz gibi hizmet ediyor. Karnı tok, obur bir ego."
Kevin gözlerini kaçırmak yerine bana bakmaya devam ediyordu. Sanki karşısında bir ayna vardı, sanki onu daha önce uyaran olmamıştı. Ben de bu yüzden Pedro'nun mırıltılarını duymazdan gelerek tekrar konuştum.
"Gördüğün gibi sana soru bile sormuyorum çünkü işin iç yüzünü tahmin edebiliyorum. Belki sen de tahmin edebiliyorsundur, karşı karşıya geldiğimiz o ilk andan itibaren İdil'e karşı olağandışı bir tavrını yakalasaydım gözümü senden bir an olsun ayırmazdım. Oysa sen, Johanna ortaya çıktığında değişerek kendini ele verdin."
Programlanmış gibi sadece, "Affedersiniz," dedi.
Buna karşılık Pedro, "Geri zekalı," diye söylendi.
İkisinin birbirine attığı ölümcül bakışlarını bölmek istemesem de tekrar araya girdim. "İşi yokuşa sürmeden kabul ettiğin için endişelenme, hoşuma giden bir cevap aldıysam başın belaya girmez çünkü seni korurum." Ellerimi yumruk yapıp yaslandığım duvara vururken, "Cevaplar," diye hatırlattım. "Pedro'ya bahsettiğim cevaplar da buydu ama o, benim tarafımdan korunmayı reddetti."
Pedro dünyanın en masum insanı olmasa da en şaşkını gibi ellerini iki yana açtı. "Sadece bir süre daha Johanna'ya bağlı kalmak zorunda olduğumu söylemek istedim."
"Böylelikle, gerekirse aldığın parayı geri vererek yakanı ondan kurtarma şansını da kaybettin."
Hayret etmek ya da şoka girmek, suratındaki ifadesizliğin tam tabiri her neyse bir an için hareketsiz kaldı. "Bu kısmı konuşmamıştık."
"Konuşalım," dedim. "Beni seç, konuşalım."
"Leonard bak alenen isim veriyorum ve nedenini açıklıyorum. Neden seçim yapamayacağımı söylüyorum."
"Öyleyse gözlerimi çeviriyorum ve aynı teklifi başkasına sunuyorum." Kevin'e bakarak, "Beni seç sana yardım edeyim," dedim.
"O beş para etmez bir kukladan fazlası değil!"
Kevin'e bakmaya devam ederken elimin tersini sallayıp, "Şu anda senden bahsetmiyoruz Pedro," diyerek onu kışkışladım. "Bize kendini tanıtma."
"Soyadına bak, Braunz. Bunu daha önce hiç duydun mu? Kimseye bir şey çağrıştırmazken başkaları hakkında ne kadar şey biliyor olabilir ki?"
"Kimselerle değil, etrafımdakilerle ilgileniyorum ve Kevin de, bu her ne kadar doğrudan kendi seçimiyle olmasa da o merkezin içinde."
"Ayrıca yine o Kevin de, kız arkadaşınla düşündüğünden fazla ilgileniyor." Pedro ne yazık ki dikkatimi çekmeyi başarmıştı, bu yüzden keyiflendi. "Kevin, Kevinler, Braunzlar ya da bilmem neler. Johanna'nın İdil'e bulacağı adaylar asla bitmez. Biraz daha yakışıklısı eninde sonunda aklını çelecektir."
Hassas biriyle konuşur gibi, "Ama seni uyarmıştım," diye fısıldadım. "Demiştim ki, sevgilimin adını ağzından duymayayım."
Beni önemsemeden devam etti. "Veya şöyle düşün, Leo. Kevin'in kafasını açıp bakamadığın için o gece gerçekten ne hissettiğini bilemiyorsun. Herif belki seninkinin tenini düşünmeden edemiyordur." Duvardan ayrılıp yürüdüğümde Pedro da ayağa kalktı ama ateşle oynamayı sevdiğinden, susmak yerine konuştu. "Hatta belki de," dediğinde sırıttı. "Kevin için basit bir iştir ama sen gece arkanı döndüğünde kız onu hayal ediyordur. Tetikleyici unsurlar göz önüne alındığında birlikte iş yapmanız sence de tehlikeli bir kumar olmaz mıydı?"
Gidecek bir yeri kalmadığında çelimsiz omuzlarını dik tutmaya çalıştı. Cebinden ulaştığı telefonuna avcumu yapıştırınca yere düşürdü. Gözleri korkuyla kısılınca, sadece birkaç gün görüşmediğimiz hâlde onu pataklamayı özlediğimi fark ettim. Tam bir dayak arsızıydı ama bana karşı da özel bir ilgisi vardı.
"Bütün tahriklerine rağmen ilk yumruğu senin atmanı bekleyeceğim," dedim kararlılıkla. Pedro, kısmen arkamda kalan Kevin'e bir bakış atarak dikkatimi o yöne kaydırmaya çalıştı. Numarayı yediğimi sandığı esnada parmaklarımı, suratıma inmek için yükselen koluna doladım. "Fakat muhtemelen bana vurmana izin vermeden bileğini havada yakalayacağım."
Bileğini ters çevirdiğimde Pedro'yu sandalyelerin olduğu tarafa itekledim. Kevin ayaklandığı için onun sandalyesi de çarpmanın etkisiyle tok bir sesle yere düşmüştü. Pedro'ya yardım etmesini tek bir bakışımla yasakladığımda, kol düğmelerini çözerek yürüdüm.
"Değil ağzından, kafandan bile sileceğim bütün olanaksız hayallerini. Buysa tek çare, ödemen gereken her bir bedeli ödeyeceksin." Pedro kalkacakken omzuna bastırıp tekrar oturttum. "Kız arkadaşımın adının, senin sesinden döküleceği kadar beter bir yüzyılda yaşıyorsak dedikodumu kimin çıkaracağı umurumda değil."
"Kevin, ara!"
Hareket etmemesi için dizimi karnına bastırdığımda kollarımı acele etmeden sıvamaya başladım. "Sadece konuşalım demiştim, lafı her seferinde başka yere çektin. Para verecektim, şımarıklık ettin. Seni koruyacağımı söyledim, elimin altına kadar geldin. Ben senin hangi dilden anladığını unutmuşum."
"Kevin!" dediğinde, Dicky ve Felix kendi adamları tehlikeye girmesin diye ne yaptılar bilmiyordum. Pedro'dan ve onun açık kahve gözlerinde kolaylıkla yakaladığım korkudan sıyrılamıyordum.
"Johanna'yla neden birliktesin?"
"Para dedim ya!" Sessizce beklediğimi görünce daha fazlasını istediğimi anladı. "Seni kıskandırmak için! Öyle bakma, yakışıklılık değil düşman arıyordu hatun. Beni de abisi sayesinde tanımıştır."
"Arazi satışını engelleme konusunda yalnız mı yoksa bir ortağı var mı?"
"Ben ne bileyim be!" Kalkmaya yeltendiğinden göğsünden itekledim.
"Pedro sana şu anda bütün felsefecilerin araştırdığı kadim soruları sıralasam bile cevap vermek zorundasın."
Kevin, Felix'ten onu bırakmasını istiyordu. Dicky'nin ayakkabıları, olası bir tehdite karşı korkunç bir sabitlikle görüş açımdaydı. Pedro, bedenim ve gözlerim onun üstündeyken kendi telefonuna ulaşamıyordu. Kısacası yapmamız gereken sohbeti, onun bildiği pozisyonlarda gerçekleştiriyorduk. Dolayısıyla buna kurallara bağlı kalmak denebilirdi.
"Johanna'nın kimlerle işbirliği yapacağını değil öğrenmek, hayal bile edemem! Fakat bence kimseye ihtiyacı yok, fiziksel güce ve birkaç aracıya sahip olmak ona yetiyordur."
"Araziyi aldıktan sonra ne yapacak?"
"Ebesininki ama!" Yutkundu. "Ortaklarına sorsana, bana değil Braunzlara yatırımcı olmuştu!"
Başımı salladığımda gözlerimi çevirdim. "Gel bakalım Kevin, diğer dizimin altına."
"Armin," dedi çabucak. "Bayan Roksanford ne dilerse onu yapacağımızı söylemişti. Bize fikrimiz hiç sorulmadı, merak bile etmedi."
Felix, Kevin'i iteklerken elimi kaldırıp durdurdum. "Sorularıma cevap verecekse oradan da konuşabilir." Dicky'e bir işaret verdiğimde, ondan da Pedro'yu tutmasını istedim.
Pedro, kendinden kat be kat güçlü biri tarafından kaldırıldığında kımıldamaya bile cesaret edememişti. Sınırları aşmadığı sürece canının yanmayacağını biliyordu, merak ettiklerim bile hiç umurumda değildi. Sonuçta buraya sadece biraz daha fazla para için gelmişti.
Dicky Pedro'nun kollarını geriye döndürüp tutarken Kevin, deponun içinde yankılanacak kadar büyük bir nefes çekti. "Armin kendine bir ticaret ofisi açmak istiyor, bu doğru. Hayalini gerçekleştirme amacıyla Berlin'e dönecektik fakat arazinizin konumu işi için çok alakasızdı. Detayları tartışacak kadar olumlu bir görüşme olsaydı muhtemelen oraya ek kazanç için bir butik otel dikeceğini falan söyleyecekti."
"Kevin sen bir süzme salaksın."
"Çeneni her açtığında Dicky bileklerini biraz daha sıkacak."
Kevin, Dicky'nin ufak örneği karşısında bağıran Pedro'ya bakar gibi olsa da hemen bana döndü. Yüzündeki teslimiyet ifadesi, anlattıklarına inanmamı kolaylaştırıyordu. "Johanna Roksanford yatırımcı rolünü üstelense de paranın tamamını vereceği için yasal sahibi o olacaktı. En başından beri planlarını zorlaştıracağı kişiler değildik. Ortaklığı başarabilseydik tüm bunların karşılığında abim Berlin'in merkezinde özel bir ofise sahip olabilecekti. Sözlerimin doğruluğunu şuradan teyit edebilirsiniz, Bayan Roksanford araziyi alıp tekrardan size hediye edeceğini dile getirmişti."
Volta atarken durdum. "O Johanna'nın şişirdiği anlık bir yalan balonu değil miydi?"
Fazla açık verdiğini fark eder gibi gözlerini yorgun bir ifadeyle kaçırsa da, "Hayır," dedi. "Ne yapmamızı söylediğinden beri kendisinin de ne yapmak istediğini anlatıyordu. Arazi alınacak ve asıl sahibinin olacak. Sürekli bu sözleri tekrarlıyordu."
"Yani her şey arazinin bana ait olmasını istediği için miydi?"
"Size değil, kendisine. Arazinin kendisine bırakılması gerektiğini düşünüyordu."
Nico'nun kapıya yaslı bir hâlde durduğunu fark edince dikkatim dağıldı. Dikkatim dağılmasaydı saatlerce aynı cümlede takılı kalabilirdim. "Buna rağmen günün sonunda orayı bana hediye ediyor."
"Olayları bilmiyorum, kişileri tanımıyorum ama sanki seni biraz fazla seviyor." Kapıdan tarafa ters bir bakış attığımda Nico geriledi.
Çatık kaşlarımla tekrardan Kevin'e döndüm. "Johanna'yı ne kadar zamandır tanıyorsunuz?"
"Sadece birkaç haftadır."
"Peki size nasıl ulaştı?"
"Bilmiyorum." Bakışlarımı kısınca, "Ama bir fikrim var," diye düzeltti. "Thomas, Peter'ı tanıyorsa oğlu Robert'ı yani eniştemi de tanıyordur. Bayan Roksanford sırf arazi uğruna da olsa sizinle ilgili gelişmeleri, erkek kardeşi aracılığıyla yakından takip etmiştir. Sonradan kazanılan bir akrabalık ilişkisi ve tanınmamış Braunz soy ismi," dediğinde Pedro'ya neredeyse nefretle baktı. "Yeterince güvenli görünmüş olmalı."
"Vay canına," dedim dudaklarım kıvrıldığında. "Kafan ticaret dışındaki konulara da çalışıyormuş."
Kevin bir şey demek yerine sessizce nefes verdi. Kolları Felix kadar ufak biri tarafından tutulsa da ona sert değil, güçsüz bir bakış atmakla yetindi. Kendini unutturmak ister gibi gözlerini ikinci kez kaldırmadı.
Nico'yu bulmak için başımı geriye çevirdiğimde, bu kez de pencereye yaslanıp izlediğini gördüm. Hiç ses çıkarmadan sadece el sallayınca dışarıda ve içeride her şeyin yolunda olduğunu anladım.
"Son bir soru," diyerek yarı yarıya söz verdiğimde bu defa Pedro'ya döndüm. "Buraya neden geldiniz?"
Batmakta olan güneş, tam karşı duvardaki pencereden yansıdığı için saçlarının ucu parlıyordu. Kıpırdaması zor olduğundan terle kaplanmış alnında su noktacıkları vardı. "Artık susman karşılığında günün en boktan soru ödülünü yine sana veriyoruz."
"Bileğini sıkma Dicky," diye uyardığımda Pedro bağırmayı kesti. "Onun iletişimi böyledir. Anlamaz, anlatamaz." Başımı sağa sola salladığımda, "Aslına bakarsan zaman harcanmaz," dedim. Pedro'ya tekrardan sırt çevirip Kevin'e döndüm. "Buraya neden geldiniz sorusundan daha farklı anlamlar çıkaracağını umuyorum."
Kevin bocalar gibi olsa da sessiz kalmak ya da Pedro'nun kaderini paylaşmak yerine konuşmayı seçerek, "Konuyu biraz daha açarsanız," dedi.
"Silahsız ve adamsız bir şekilde buraya gelmekteki gizli hedef nedir?"
Pedro'nun bir solucan gibi kımıldayarak Dicky'e zorluk çıkarmasını neredeyse tiksinerek seyretti. "Kendisini size dövdürtüp darp raporu alacak sonra da şikayetçi olacaktı. Magazine yayılmaması için vereceğiniz rüşvet dahil, yüklü bir tazminat ödeyeceğinizi düşünüyordu."
Nico ıslık çaldığında başımı oynatmadan sadece gözlerimi Pedro'ya çevirdim. "Kanıtlar?"
"Fiziksel ve dijital deliller," diye devam etti Kevin. "Onu darp etseydiniz vücudundaki izler ve gömleğinin içine sakladığı çalışır vaziyetteki ses kayıt cihazı."
Kevin'in bu son itirafı üzerine Pedro laftan anlamaz birine dönüşmüştü. Ona yürüdüğüm her an, Dicky'den kurtulabilirmiş gibi geriye kaymaya çalışıyordu. "Şu anda bizi dinleyen birileri var mı peki?"
"Hayır," dedi Kevin arkamdan. "Sadece kaydediyor. Şiddet gösterdiğiniz ana kadar olan kısımları temizleyecekti ve geriye sadece sesinizle yumruklarınız kalacaktı."
"Tanıklarım olduğu hâlde," dedim Nico ve iki adamının kesinlikle benim tarafımda olacağını kabul ederek. "Hangi hakim sadece bu kadarını kabul eder ki?"
"Roksanford Hukuk Şirketi bünyesinde çalışan bir avukatı mahkeme salonunda gören her hakim. Savunmanız iyi yapılsa da Bay Leonard, sizin bile onların karşısında dava kazanmanız imkânsıza yakın."
İşte, Johanna'nın kendi şahsi çıkarları için Pedro'nun yanında olduğu bir konu daha. İç yüzünü bilmedikleri gerçekleri buradaki herkese hatırlatarak, "Roksanford Hukuk Şirketi'ne karşı bir davayı kazanmam imkânsız olabilirdi," dedim. "Eğer şirketin bünyesindeki en iyi avukat benim özel avukatım olmasaydı."
Thomas Roksanford. Hayatının büyük bir kısmında kardeşse, diğer kısmında kesinlikle benim arkadaşımdı. Hukuk kurallarına bağlılığıysa, bir doktorun ettiği Hipokrat Yemin'inden farksızdı.
Elimi uzatıp Pedro'nun bataklık yeşili gömleğini kurcaladım. Küfürleri eşliğinde, göğüs hizasındaki cepte keskin dokuyu ayırt ettim. Kötü amaçlara hizmet edilmemek için yapıldığına inanmak isteyeceğim kadar iyi bir tasarımı vardı. Gizli bir tasarım. İnce yüzeyini parmaklarımın arasında çevirdiğimde neredeyse tenimden kayıp gidecekti. Pedro'nun gözlerinin içine bakarak onu yere düşürdüm. Kirpiklerimi kırpmadan ayağımın altında zafer dolu bir çıtırdama sesiyle ezdim.
"Günü kazandığını mı düşünüyorsun? Öyle yap, günü kazandığını düşün, sadece bir günü, bugünü!"
Pedro'yla aramdaki mesafe çok yakın olmasa da tükürükler saçarak konuştuğu için alnımı sildim. "Kazanmakla bir derdim yoktu, beni mücadelenin merkezine çeken sizsiniz."
"Sıradaki görüşmeye Roksanfordların avukatlarıyla değil, tehlikeli adamlarıyla geleceğim Leonard. Limitlerimi o zaman kullanacağım ve sen bugünü iyi değerlendiremediğin için pişman olacaksın."
"Bunu itiraf edeceğime inanamıyorum ama..." Tiksintiyle güldüm. "Johanna'ya, her şeyi senin anlattığını söylesem bana inanır. Küçük bir meblağ karşılığında senin, ona ihanet ettiğini söylesem gözünü bile kırpmadan inanır."
"Öyleyse sahtekârın tekisin."
"Yalandan az, gerçeklerden biraz fazla." Bu cümle hiç hoşuma gitmemişti ve tabii ki Johanna'ya gidip kendimi savunacak hâlim yoktu fakat karşımda Pedro olduğu için bazen kafadan atabilirdim. "Sonuçta sana her cevabın karşılığında bir milyon euro verecek kadar aptal olsaydım tüm bildiklerini dökecektin. Bir şey fark etmiş sayılmaz."
"Ben de Kevin'i uzun uzun anlatacağım." Şimdi ikisi bakıştığı için Pedro sırıtıyordu. "Sırf diğer gözüne de yumruk yemek istemediği için nasıl bir papağana dönüştüğünü anlatacağım. Dinliyor musun, ödlek kuş? İkinci bir morluk yerine hayatının geri kalanını karartmayı seçmenin sonuçlarına katlanacaksın."
"Sen de onu cehennemden mi izleyeceksin?"
"Mutlaka bir başka iş," dedi öfkeyle. "Sıradaki patronum her kimse onun kapısının önünden seyrederim. Nihayetinde ben çizdiğim yoldan sadece para için çıktım, Kevin ise korkaklığı yüzünden."
Gömleğimin kollarını aşağıya indirirken, "Çizdiğin yolları sana sokmalı," diye düzelttim. "Veya seni alıştığın yollara. Düzenini bozmaman için hangisi gerekiyorsa artık."
Neşeli bir sesle, "Alphan Köşkü'ne çıkan bir yol olabilirdi," dedi. "Az önce sıradaki patronum olmak istediğini varsayarsak. Düşmanıyla iş yapan aptal bir patron, herkesi kendisi gibi zanneden enayi patron."
Yerde birkaç parçaya ayrılmış vaziyette duran metali, ayakkabımın ucuyla ittirdim. "Ses kayıt cihazının işlevsiz olduğu düşünülürse ağzını kırmamam için bir sebep yok, doğru konuş."
"İdil'in yanağını okşayan ben olmadığım için mi uyarılarım bir anlam ifade etmiyor?"
Dişlerimi, muhtemelen sonradan sızlayacağı kadar sıkarak Pedro'nun tam önüne geldim. Elimi çenesine yasladığımda bunun bir barış anlaşması saymış gibi gülse de, tutuşum sertleştikçe rengi attı. Ceviz kırar gibi kemiğini kırmak istiyordum. "Bana sataşabilirsin ama cümlelerinin öznesini değiştir."
"İdil," diye mırıldandı zorlukla. Biraz daha sert sıktım. "Kevin keşke onu öpseydi."
Dişinden bir kırılma sesi gelene ya da dudaklarının arasından kan fışkırana dek sıkmaya devam edecektim.
"Belki de yapmıştır."
Elim artık Pedro'nun gırtlağındaydı. Öyle ani ve sert yapışmıştım ki Dicky geriye kayarak duvara yaslanmıştı, Pedro da hâlâ ona bitişik olduğundan aramızda kalmıştı. Af dilemek için bir şeyler mırıldandıkça diğer elimi de boğazına yerleştirdim. Gözlerim, onun gittikçe koyulaşan gözlerindeydi. İçi kazılmış bir toprağı andırıyordu.
"Leonard, lütfen."
Zihnim tek bir amaca kilitlendiğinden, derime nüfuz eden diğer diğer parmakları umursamıyordum. Yarım kaldığın işi burada bitir, dünyadan bir pisliği yok et. Düşüncelerini öldürmenin yolu, beyin ölümünün gerçekleştiği yerde başlar. Döngüyü hızlandırabilirsin.
"Dostum, tamam."
Pedro'nun bir pislik olması benim suçum değildi ama bedelini ödüyordum. Güzel sevgilim ödüyordu. Hakkında kötü konuştuğu üçüncü gündü. Onunla ilgili her şeyden yeterince korku duyarken buna hakkı yoktu. Yapamazdı, kimse yapamazdı.
"Bu kadar yeter! Geride İdil var, kız arkadaşın!"
Pedro'nun gözkapakları indiğinde ben de elimi indirdim. Dicky onun baygın bedenini kolaylıkla kaldırırken karşımda Nicolas'ın durduğunu fark ettim. Beni engellemek için konuşan oydu ama neredeydi, bunu bir an olsun düşünmemiştim. Şimdi Nico'nun, benim hakkımda neler düşündüğünü de erteledim.
Dicky, Pedro'yu ayıltırken Nico'yu öylece bırakıp Kevin'e baktım. Tekrardan bakışlarımla konuştuğumda Felix onun kollarından sıyrıldı. Kevin bileklerini ovuştururken başımı çevirip Pedro'yu işaret ettim. "Onu al ve götür, arabasını son bir kez kullan. Ayrıntıları öterse Johanna'ya benim adımı ver. Olanları Leonard Alphan anlatacak deyip bırak, üstelemez."
Kevin başını salladı. Gözümü kırpmadan odaklandığım için bakışlarını sürekli kaçırıyordu. Sandalyeye yığılan Pedro'yu kollarının altından tutarak kaldırdı. Yüzüne bir tokat atıp ayıltma isteğimi bastırmaya çalışırken kapının ağzına geçip dışarı çıkmalarını engelledim. Bu ani karar değişimim, Kevin'in Pedro'yu tutan kollarının güçsüzleşmesine neden oldu.
"Bu hayalleri ikinci kez hatırlarsam, adını anmak zorunda kalırsam, rüyalarımın tek bir anına girersen ertesi gün seni bulurum Kevin Braunz. Git ve kendini bir önceki sözleşme yeri olan kiliseye kapat. Aklıma gelmemek için dua et."
Kapıdan sadece geçecekleri kadar dar bir çekilmeyle ayrıldım. Başını sallamadı ya da bir şey söylemedi, söz vermedi, sanki ben ona dokunmadan bile Pedro'dan daha beter bir hâle geldi. Koridoru sürüklenen ayaklarla geride bırakırlarken peşlerinden sakin bir hayalet gibi yürüdüm.
Sonsuza kadar ayılmayacakmış gibi duran düzenbaz Pedro'yu, arabanın arka koltuğuna vücudunu düzeltmeden attı. Kendisi de şoför koltuğuna geçtiğinde emniyet kemerini takmadan ve geriye bakmadan park alanından süratli bir çıkış yaptı. Toprakta derin bir tekerlek izi oluşturarak, yoğun bir toz bulutu eşliğinde hızla uzaklaştı.
Bıraktığım gibi duran Jason'la iletişime geçmeye henüz hazır olmadığım için soluklanma ihtiyacıyla soğuk hava deposunun bahçesinden uzaklaştım. Rüzgâr ağaçları salladıkça ortaya çıkan hafif ritim düşüncelerimi yerine getiriyordu. Deminkileri değil, daha eskileri. İyi olanları.
Omzumda bir el hissettiğimde başımı gökyüzünden refleksle indirdim. Nico, kapağı açık bir sigara paketi uzatıyordu. İçlerinden birini büyük bir iştahla çektim. Ucunu yandırmasına izin verdikten sonra dumanı ağzımda uzun süre bekletmemeye özen göstererek ardı ardına üfledim.
"İş bittiğine göre beni eski bir arkadaşın gibi görüp neler olduğunu anlatacak mısın?"
"Kız arkadaşımın arazisi," dedim özetle. "Birileri orada tatsızlık çıkarıyor."
"Ne gibi?"
"Kundaklamışlar."
"Sen buna sadece tatsızlık mı diyorsun?" diye hayretle sordu. "Pedro ve yanındaki mi yapmış?"
"Bağlantılar," dedim sessizce. "Sürpriz isim Kevin zaten o kadar cesaretli değil ama elinde benzin şişesini taşıyanın Pedro olmadığını, görüşme teklifimi kabul ettiğinde anladım. Yapsaydı Berlin'de kalmaya bile kıçı yemezdi."
"Ve yine de onu sorguladın."
"Fırsattan istifade biraz sohbet etmiş olduk."
Dirsek attığında, "Dostum bayağı fenaymışsın," dedi.
"Kapıdan izlediğin kadarıyla mı?"
Sigarayı sıkıştırdığı parmaklarını sallarken güldü. "Bir bahis oynamış gibi seyrettiğim konusunda haklısın keşke daha erken gelseydim de hiçbir anını kaçırmasaydım."
İzmariti, bir günlüğüne çevre kurallarına uymayarak yere atıp keyifsizce ezdim. "Keşke bazı anlar hiç yaşanmasaydı."
O da henüz yarıya kadar içtiği sigarayı atıp aceleyle söndürdü. Elini tekrardan omzuma koyduğunda kendisine bakmamı sağladı. "Dinle Leo, ben seni hiç bulaştırmadan Pedro'yu yeryüzünden silebilirim veya istersen söz konusu arazine geceli gündüzlü adamlar dikebilirim. Bu insanları kalıcı olarak keyif sınırlarının uzağında tutabilirim." Heyecanlı konuştuğu için bölmesem de gözlerim anlamak için kısıktı. "Ama bana da öğret."
"Neden bahsediyorsun, Nico?"
"Soğuk ve bir o kadar karanlık bakışlar," dedi aynı heyecanla. "Nasıl yapıyorsun?"
Onca şeyin üstüne en çok bu duyduğuma afallamıştım. "Hiçbir şey yaptığım yok," dedim şaşkın bir savunmayla.
"Pedro'yu boğazlarken senin değil, Dicky'nin yanındaydım. Daha iyi müdahale edebilmek için tam karşında duruyordum. Bu mavilikler, senin duygularını saklarken gözüne baktığın o kişinin her şeyini bilen bir karadeliğe benziyordu. Kapkaranlıktı Leo, cehennemin küllerinden oluşan iki nokta gibiydi."
Nefesimi bıkkınca verip bakışlarımı devirdim. Neredeyse Pedro'yu gözlerimle etkisiz hâle getirdiğimi öne sürüp, fantastik bir kahraman olduğumu söyleyecekti.
"Deden Korb Daghmar," dedi kısık bir sesle. Ayağımın ucuyla toprağı eşelemeyi bıraktım. "Tehlikeli bir adammış. Buralarda yaşayanlara zaman zaman anlatılır. Kan bağın olduğu için ona elbette benziyorsundur ama bu kadardan ibaret olmayabilir. Belki ruhunuzda bir eşleşme vardır."
Nico'ya döndüğümde sert bir ifadeyle, "Gözlerimi oymamı mı istiyorsun?" diye sordum.
"Dostum, affedersin." Pişmanlık dolu sesi iyice kısıldığında koluma dokunmuştu ki çabucak vazgeçti. "Aranız kötüyse de bunu bilmiyordum."
Gözlerimi ovuşturup toparlanmaya çalıştım. Korb'a benzetilmeyi aşmam hiç kolay olmayacaktı. Sıradan, sinirli bir adamdım. Birilerinin yansıması ve devamı değildim. Ben insanları kukla yapmazdım, gerektiği durumlarda hesap sorardım. Hayatıma karışılmadığı sürece, kimsenin yaşamını kurcalamazdım. Çocukları ve bebekleri severdim, onları incitmezdim.
Sahte bir neşeyle, "Eğer kendine hâlâ bir din seçmediysen," diye devam etti. "Bugünkü ölümcül davranışlarından sonra günah çıkarma ritüeli için Hristiyan olabilirsin."
Konuyu değiştirmeye çalıştığını fark etsem de ciddiyetle uyardım. "Dalga geçme, bunlar hassas konulardır."
"Alınma, o kadar da süper kötü değildin. Mesela bütün mafya babaları da kötü değildir," dedi yumuşak bir sesle. "Bazıları sadece hak edenin parasını alır ve uygun bir dille cezalandırır. Aşağı yukarı senin gibi davranır. Benimkileri bile hiç konuşmadan yönlendirdin, bu sanki doğanda var."
Aklıma, bana yıllar önce yaptığı teklifler gelse de Korb'a benzememek için bakışlarımı yumuşak tutmaya çalıştım. "İki adamı eski bir depoda sorguya çektim diye gelecek planım bu mu olmalı?"
"Çok sağlam başlangıç, daha ne istiyorsun? Hayalin evlenip çocuk yapmak ve sadece onlara para yetiştirmek için çalışmak mı?"
Bir aydınlanmayla duraksadım. "İmkânsız mı?"
"Ah, şey." Ağzı kapalı bir şekilde kıkırdadı. "Affedersin. Senin bir kız arkadaşın olduğu için bu muhtemel."
"Muhtemel diyorsun."
"Hey, bayağı mutlu oldun."
Koluma üst üste vururken geri çekilmeye çalıştım. "Abartma," dedim mimiklerimi toparlarken. "Sadece dudaklarım seyirdi."
"Epey garip. Üniversitedeyken otuz beş yaşında gibi davranırdın, şimdiyse bir liseliye dönmüşsün. Gençlik maskeni kime yaptırdığın belli." Ben dudaklarımı kemirdikçe Nico daha çok güldü. "Vay canına, cidden sırıtıyorsun. Git ve onunla evlen, hiç durma."
"Bana emir verme, Nico."
Bıkkın bir nefes üflediğinde ellerini yalvarır gibi birleştirip gözlerime dek kaldırdı. "Bana ne ama lütfen fazla geç kalmadan gidip şu büyüleyici kızla evlenir misin?"
"Bak işte şimdi oldu," dediğimde başımı salladım. "Tamam, öyle yaparım."
Elini tutup aşağıya indirdiğimde tokalaştık. Aramızda, buraya geldiğim ilk andaki gibi sessiz bakışmanın aynısı yaşandığında dostluğumuz baskın olmalı ki sarıldık. O bana mafya babası olmayacaksam iyi bir baba olmamı, ben de ona daha fazla kötülüğe bulanmadan arınmaya başlamasını tavsiye ettim. İkimiz de birbirimize söz vermeden vedalaştık.
Arabaya hiç konuşmadan bindim, Jason da bir şey sormadı. Hava kararmaya yüz tuttuğu için artık köşke döneceğimizi düşünüyordu. Benimse duş alıp üstümü değiştimeye ihtiyacım vardı. İdil'i, görür görmez sarılacak kadar özlemiştim ama kendimi baştan aşağı kirli hissediyordum. Bu yüzden beni önce bir otele bırakacak, takım elbisem için de hızlı bir kuru temizleme bulmaya gidecekti.
Jason'a yarım saat içinde çözeceğimiz bu sorunları anlattıktan sonra cep telefonumu çıkardım. Öne çekmeye karar verdiğim bir diğer konunun görüşmesini de yapmam gerekiyordu. Hemen burada, şimdi. Kendimden oldukça emin ve hiç hissetmediğim kadar cesaretliyken.
"Merhaba. Mücevher setin son durumu nedir?"
"Künye ve küpe tasarımı, bir değişiklik yapmak istemezseniz tamamen hazır efendim."
"Peki ya yüzük?"
"İlk siparişiniz olduğundan, kolyeden daha önce bitmişti fakat süresi meçhul bir zamanda alacağınızı söylediğiniz için aynı şekilde bekletiyoruz."
Adam karşımdaymış da her hareketimi izliyormuş gibi gözlerimi kaçırarak başımı salladım. Davranışlarıma tezat giden güçlü sesimle, "Yirmi bir nisan sabahında hepsini teslim alacağım," dedim. "Yüzük de dahil."
***
İdil'i düşlediğim her anın arka planında sanki bir klasik müzik çalıyordu. Başyapıtlar, ödül alanlar, en sevilenler, değeri bilinenler. Onu gördüğümde kafamın içindeki orkestra devreye giriyordu. Melodiler zihin kıvrımlarımda dolaşırken ruhumuz dans ediyordu. Tartıştığımız veya hiç konuşmadığımız anlar dahil. Sadece bakışıyorduk ama her zaman bir sahnenin ortasındaydık.
Sesini duymadığım zamanlardan önce de sözlü müziklere karşı pek ilgim yoktu. Sadece koşuya gittiğim zamanlarda tempomu arttırmak için kelimeleri baskın olan şiddetli ritimler dinlerdim. Fakat bir süredir kulaklığımı sadece iletişim için kullanıyordum. Bugünse romantik plakları sıkıca tutmuş, Jason'ın üçüncü kattaki odalardan birine taşıdığı pikabı izliyordum.
Ev hiçbir zaman o kadar da kalabalık olmadığından odaların neredeyse tamamı boştu. Annem kalıcı misafirlerden hoşlanmadığı için fazladan yatak ranzalarını yıllar önce köşkün altındaki depoya indirtmişti. Gerçi öyle olmasaydı bugün yine birinden tamamıyla vazgeçip tasarımını yeniden yapacak ya da yaptıracaktım. Fakat söylemek istediğim şu ki, uğraşmamı gerektirecek bir şey yoktu. Üçüncü kattaki, içinde sadece küçük bir mobilya takımı bulunan odayı istediğim hâle getirmek vaktimi hiç almamıştı. İstediğim hâlden kastım İdil, İdil'in sevdiği sanatçının şarkıları ve İdil'in sevdiği adam olarak ben. Umarım bu, onun da istediği bir vaziyettir.
Jason daha önce çıkardığı sehpanın üzerine pikabı yerleştirirken ben de Manal'ı görmek için kapının kenarından ayrılmamaya çalışıyordum. Koridorun ucundaki pencereyle müzik odası arasında mekik dokuduğumu söylesem daha doğru bir tabir olurdu. Hâlbuki merdivenden çıkarken de sesini duyabilirdim ama sanırım yine biraz fazla heyecan yapmıştım.
"Buyurun, Bay Leonard."
Sesini arkamdan duyduğumda bakışlarımı pencereden zorlukla ayırdım. Belki de itiraf etmeliyim, İdil bahçede olduğu için onu görme bahanesiyle sürekli bu köşede soluklanıyordum. Onu doya doya izlemek içinse bu kısmı çabucak atlatmalıydım.
Yürümeye başladığımda Manal'ı peşimden sürükleyerek açık kapıdan içeri girdiğimde, "Müzik odası," dedim.
İşaret parmağımın ucunda sadece pikap vardı ama başını salladı. Tepkisi bununla sınırlı kalınca kötü mü, diye soracağım esnada Jason'la ikisini beklemedikleri bir anda karşılaştırdığımı fark ettim. Suratları bu yüzden kasılmış olmalıydı.
"Ben İdil'i alıp gelene kadar burayı biraz güzelleştirir misin?" Antika raflara dizilen bibloları düzelttim. "Ne bileyim işte, plakların sıralanışı ve çiçeklerin canlı görünen taraflarını dışa çevirmek gibi. Jason da müziği halleder, hangisini çalacağını biliyor. Köşkün kapısını seslice açarak bir mesaj veririm." Eşikten geçerek koridor tarafına geçtim. "Bizi burada yan yana durarak karşılarsınız. Karşılarsınız derken, sizi seviyor ya hani o yüzden daha çok mutlu olur."
"Tabii."
"Tabii."
"Elbette."
"Elbette."
Onları elimi kaldırarak susturdum. Aynı anda aynı kelimeleri söylüyorlar, pişti olmamak için yeniliyorlar ve yine aynı şeyi dile getiriyorlardı. Önce hangisinin konuştuğunu bile anlamıyordum. "Yani her neyse," dedim. "Bunları el birliğiyle hallederseniz." Yola koyulacağım sırada duraksayıp, "İyi görünüyor muyum?" diye sordum.
İdil'le aramdaki ilişkinin boyutunu bilmeseler de farklı şeyler olduğunu artık herkes anlamıştı. Yine de alışılmışın dışında davranışlar sergilediğim için bunu garipsemelerini beklemiştim. Oysa onlar zaten benim büyücüye tutulmam kaçınılmaz gibi hiç tepki vermeden, sakince karşılamışlardı.
Jason konuşmak yerine Manal'a baktı. Manal da söz hakkının kendisine geçtiğini anlayınca, "Gayet iyi görünüyorsunuz," dedi. Ardından Jason'a baktı.
Bu kez Jason söz almak için bana döndü. "Kıyafetleriniz de gayet uyumlu."
Başımı eğip açık renk kazağıma ve gri pantolonuma bakarken gülümsedim. Yeniden onlara baktığımda, iletişim sorununu kolaylıkla çözdükleri için daha çok gülümsemek istedim fakat fazla abartmamak için boğazımı temizleyerek ciddileştim. Yakalarımı düzeltirken gözlerime aylar öncesine ait bir Leonard Alphan bakışları yerleştirdim. "Sakın buradan ayrılmayın. Birkaç dakika sonra dünyanın en güzel kızıyla döneceğim."
Hah, bu aylar öncesinin Leonard Alphan'ı mı! Öyleyse aptal olmalı. Tutamıyordum ki çenemi. İdil yine de dikkat etmem konusunda kararlıysa beni, herkesten uzak bir yere kendisiyle birlikte kapatmalıydı. Gerçi henüz aramızda bir şey yokken de Manal'la dedikodumu yaptığı düşünülürse gelişmeleri bizzat yetiştiriyor olmalıydı. Bakın ben büyücü, bu da en günahkâr eserim.
Tüm gerçekler bir tarafa, İdil yalnızlıktan sıkılıp eve girmeden ona yetişmeye odaklanmalıydım. Merdivenleri, eskimiş döşeme tahtasını, kalın halıları ağlatarak kendimi bir rüzgâr hızıyla dışarı attım. Bir diğer sorun da şu ki, kimse çıkıp bana ne olduğunu sormuyor. Her zaman anormal biriymişim gibi olağan tepkiler veriyorlar hatta neredeyse görmezden geliyorlardı. Sanki herkes, çalınan çocukluğuma dönmemi en az benim kadar mantıklı buluyordu.
Arka bahçeye giderken yavaşlamaya çalıştım. Küçüklüğümden beri var olan ağaçlar, çimenler haricinde köşkün etrafında bitki sayılabilecek tek şeydi. Annem çiçeklerin yapay olanlarını tercih ettiğinden, Levent dedemin zamanından kalanlarla hiç ilgilenmemişti. Babam da bunu umursayacak kadar dışa dönük bir insan olmadığından elini sürmeye yeltenmemişti. İdil bir şeyler yapmak isteyene dek, burası terk edilmiş gibiydi.
Güneşten bakışları kısıktı ama bakışlarını kısarken kızanlara değil, gülümseyenlere benziyordu. Baharın geldiğini bana müjdelemek için yeşil bir elbise giyinmişti. Saçlarının örmüştü, zapt etmeye çalıştığını söylesem daha doğru olurdu. Doğal ışığın altında teni olduğundan daha açık görünüyordu. Kelimenin tam anlamıyla parıldıyordu. Parıldıyordu... Güneş kremi hatırlatmamı yapmadığımı fark ettiğimde, omzumu duvardan ayırarak koşar adımlarla yanına gittim.
Ayak seslerimi duysa da bana döneceği esnada belinden yakaladım. "Leonard!" dedi çığlıkla ama güldü de. "Ödümü patlattın."
Bu açıda kimsecikler olmadığı için omzunu üst üste öperken, "Bir çiçeği uzaktan izlemek çok sıkıcıydı da," dedim.
Yanağımı okşarken gıdıklanarak kıkırdadı. "Çabuk büyümüşler, değil mi? En sağlıklı olanlarını almışsın, toprağa ekip sulamamız yetti."
"Aramızdaki ilişkiye benziyor. Ben de seni tıpkı böyle büyüteceğim. Ne kadar zaman geçerse geçsin, gözlerine her baktığımda genç ve güzel bir kadın göreceğim. Ama yine de güneş kremini ihmal etmedin balım, değil mi?"
Kendini benden sıyırdığında ellerini bırakmamak için karşısına geldim. Işığın, rengini güçlükle kırdığı kaşları çatıktı. "Yaşlanacağımdan mı korkuyorsun?"
"Aksine, bana yetişmen beni daha da mutlu eder." İfadesi değişmeyince dudağının kenarını okşadım. "Her zamanki gibi parıldıyorsun ama doğal mı, krem mi öğrenmem lazımdı. Güneş ışığı bu saatlerde tehlikeli."
Parmaklarını yüzümde gezdirirken, "Sense asla değişmeyecek gibisin," dedi. Kibarca, yaşlanmayacaksın demek istemişti. "Kusursuz bir güzelliğin var."
Gözlerimi kapattığımda, "Güneş kremi," diye mırıldandım.
Yanağımdan, canımı acıtacak sertlikte bir makas aldığında uzaklaşmasına fırsat vermeyerek kendime çektim. "İltifat ederken yaptığın hoş değil. Nasıl karşılık veririm biliyor musun?" Avucunu yaprakların üstünde kendinden pek de emin olmadığı açık bir ifadeyle dolaştırdı. "Beni kızdırırsan köşkün etrafını bir gül bahçesine dönüştürürüm."
Sessiz kaldığımda gözlerime anlık bir pişmanlıkla baktı. Gülmemi beklerken duruşumu korudukça da çekingenlikle. Parmaklarımı yanaklarına yerleştirerek yüzünü tam karşıma hapsettim. "Öyle yapacağına söz ver."
Hayretle bakarken, "Sinirlerimi tepeme çıkaracağına eminsin yani," dedi mırıltıyla.
Sabırsızca nefes aldığımda, "Bir gün gideceğin kadar çok kızarsan," diye üsteledim. "Gül tohumlarını ekmek için de olsa geri döneceğine dair söz ver."
Başını yavaşça salladığında yüzünü göğsüme yasladım. Yanımda olduğu her bir anın tadını çıkarmak ister gibi saçlarını okşadım, uzun uzun kokladım. Neyse ki İdil, negatif düşlere dair anlık gelecek planlarımı garipsemek yerine bu konuda da yanımda oluyordu.
"Artık eve girelim mi?"
Fısıltılı sorumu hiç konuşmadan yanıtlamak için geriye çekilip elimi tuttu. Bu, onun beden diline göre evet anlamına geliyordu. Seninle o karanlık eve girmek için yürürüm. Seninle o soluk merdivenleri bir kez daha çıkarım. Seninle müzik dinlerim. Seninle dans da ederim.
Aralık bıraktığım kapıyı iyice itekleyerek duvara çarptırdım. Gülerek ne yaptığımı sordu. Omuz silktikten sonra, köşkün önüne geldiğimiz an bıraktığı elimi uzattım. Dudaklarını kararsızlıkla kemirirken bir müzik sesi duyuldu. Buralarda rastlamaya alışkın olmadığından şaşırsa da geriye kalan tek bir ihtimali fark ederek tekrar güldü. Parmaklarını, havada bekleyen avucumun içine sıkıştırdı.
Temasta kalışımızın da heyecanıyla, "Gerçekten neler oluyor?" diye sordu.
Kalbim beni zora sokarken güçlükle, "Anladığım kadarıyla birileri müzik dinliyor," dedim.
Basamaklara ulaşmadan önce karşımıza çıkan Nina'dan gözlerimizi kaçırdık. Bize yol verdiğini ayaklarının kaymasından anlayınca ilerlemeye devam ettik. Sıra ikinci kattan inmek üzere olan Walton'a gelince, kutsal kitabı taşıdığı için tırabzana yapışarak önceliğini ona verdik. Dudaklarında tebessümlü bir dua mırıltısıyla yanımızdan geçerken bakışlarımızı yerden kaldırmadık ama ellerimizi de bırakmadık.
Jason ve Manal üçüncü katta tam da istediğim bir pozisyonda, omuzları birbirine değecek yakınlıkta -bu benim talimatım değildi- bizi bekliyorlardı. Açık ve net bir şekilde el ele olduğumuz için Jason ağzını hızlı kapatmış, Manal ise İdil'le bakıştığını anlayacağım kadar heyecanlı mimikler sunuyordu. Kapıya yaklaştığımızda gitmek için yavaşça uzaklaştılar.
"Leonard bu harika! Daha doğrusu, burası harika! Zamanda ve mekânda yolculuk gibi."
Plak dönerken neşeli bir gülüşle izledi. Elimi bırakıp diğer plakları kurcalamaya koyulacağı esnada yetiştim. "Heyecanlandığında elimi bırakıyorsun ama şimdi sırası değil. Şimdi sadece dans etmemiz gerekiyor."
Kolumu başının arkasına uzatıp örgüsünü çözdüm. Saç tutamları hırçın olduğu için çabucak dökülmedi, onları önce parmaklarımla tarayıp biraz uysallaştırmam gerekiyordu. İdil beni izlerken yapmak zor olsa da yoğun dalgaları, yüzünde doğru bir konuma getirebilirdim. Tokayı arkamda kalan sehpalardan birine, gözlerimi ondan ayırmadan bıraktım.
"Yalvarırım benimle dans et."
Balo gecesindeki ilk dansımızı hatırladığında dudaklarını dişledi. Ona yine aynı teklifi yapmıştım. Gerçek bir cevap beklediğimi fark ettiğinde, "Kimse dansa kalkmıyorken," diye mırıldandı. "Senle ben..."
"Kimse kimseyle dans etmezken dans edelim mi istiyorsun?" dedim sessizce.
"Kimse kimseyle dans etmezken dans edelim mi istiyorsun?" diye tekrar etti.
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırsam da o günkü kadar ciddi görünmemin imkanı yoktu. "Yalvarıyorum kimse kimseyle dans etmezken sen benimle dans et."
Yanağını düşünceyle kaşıdı. "Ve işte sonra da şey demiş olmalıyım..."
"Benimle dans etmiş olmalısın." Elini tutarak yüzünden çektiğimde onu odanın merkezine getirdim.
Parmaklarım sırtındayken tüm bunlar, olduğundan daha anlamlı bir hâl aldı. Köşkün kullanılmayan odasında dans ediyorduk, sessiz duvarlarında melodiler geziyordu, buz gibi elimi tutuyordu. Kapıyı açan yoktu, birileri gelip müziği kapatamıyordu, kimse rüyanın en güzel yerinde onu benden alamıyordu.
Köşkü, babam yaşlandıktan sonra kimsenin dinlemediği Türkçe kelimeli ritimlerin doldurmasını özlediğimi fark ettim. Plakları satın aldığım yere göre bu şarkı dans etmek için en uygun olanmış. Anlamadığım noktalar olsa da sanki İdil'den bahseder gibiydi. Sözcükler, genç bir kızı övmeye benziyordu. Onun gözlerine, dudaklarına, burnunun ucuna bile baktığım için şarkıda geçen her bir sözün manasını hissedebiliyordum ama kelime yelpazesi geniş olduğundan bazı derinlikleri anlamakta yine de eksik kalıyordum. Örneğin, bu Firuze de kimdi? Üzüm buğusu gibi olmak ne demekti? Sevda büyüsü gibisin sen dediği yerde insan neden kıpırdayamıyordu?
"Şarkılarını mırıldandığım bir şarkıcının adını nasıl hatırladın?" diye sordu. "Baloda beni dansa kaldırırken söylediklerini nasıl unutmazsın? Fil hafızalı olduğunu düşünmekte haklıymışım."
Başımı durgunca salladım. "Bu bazen bir lanetmiş gibi hissettirebiliyor."
Bakışlarını odanın içinde yarım tur çevirdikten sonra gözlerime odaklandı. "Romantik olduğunuz kadar lanetlisiniz de."
Dudaklarının üstüne doğru, "Büyülendiğim kısmı es geçmeyelim," dedim.
"Sahiden Leonard," diye fısıldadı nefesime eşlik ederken. "O gece neden seninle dans etmemi istemiştin?" Üstüne basa basa, "Yalvarmıştın," şeklinde düzeltti. "Bu kısım benim de an be an aklımda."
Pedro, baloya üvey anneni mi getirdin dediği için. O kızın babanın genç sevgilisi olduğunu düşünüyorlar iğrençliği yüzünden. Bunu babam yaşarken duysaydı ani bir kalp krizinden ölebilirdi. Şimdiyse karşımda dedikodu salgınından habersiz, yaşamaya devam eden tertemiz bir kalp vardı. Dişlerimi sıktım. "Benimle birlikte adapte olman içindi."
"Normal insanlar hemen o gün bile sevgili olabilirdi," dedi gülerek. Göğsünü bana biraz daha yaklaştırdı. "Çünkü gayet yakın dans ediyorduk."
Kıvrımlarını hissettiğimde bakışlarımı indirmeye engel olamadım. "Bak şu işe. Boş yere bu kadar geç kaldım."
"O zamanlar bana karşı bir şeyler hissediyor muydun ki?"
"Sana karşı duygularım sanki çok eskiye dayanıyor."
Parmakları her an çekilecekmiş gibi kıpırdadı. "Bu kabul edeceğim bir cevap değil."
Tavrı karşısında gülerken elini biraz daha sıkı kavradım. "Evet, hoşlanıyordum."
İstediği cevabı aldığında çenesini dikleştirdi. "Berbat geçindiğimiz hâlde mi?"
Belinden itekleyerek onu kendime bastırdım. "Birbirimizden neredeyse nefret ettiğimiz hâlde."
Dudaklarım istekle kıvranırken sadece küçük bir öpücük bıraktı. Gözlerimi tekrar araladığımda kirpiklerinin kapanıp açıldığını fark ettim. Bir şeyler onun da kafasını kurcalıyor gibiydi. "Şimdi her şey yolunda mı?" diye sordu beni haklı çıkararak. "Hayatımızda."
Hiç görüşmediğim çocukluk arkadaşım hayatımızı mahvetmek ister gibi çıkagelmişti. Kimseye güvenmememin doğru bir karar olduğunu kısa bir zaman önce teyit etmiştim. Satılması engellenen arazi yanmıştı. Belki de müşterileri kalıcı olarak kaybetmiştik, artık her şey biraz daha zordu. "Birlikteyken gayet iyiyiz," dedim. Çünkü böyle olduğuna inandığımızda üstesinden gelmeyi öğrenirdik.
"Sonsuza kadar iyi olamasak da ben hep seninleyim."
Bu bana tahmin ettiğinden daha fazla güç verdiğinde dizlerimin üstüne çökmeye direndim. Çünkü ona biraz daha var. "İnan bana, sonsuza kadar iyi olacak."
"Dünya felaketlerle dolu bir yer, insanın kendini hazırlaması kötü bir şey değildir."
Bir süredir dans eder gibi sallanmayı kesmiştik ama eli omzumda, aynı duruştaydı. Parmaklarımı onunkilere kenetleyip dudaklarıma götürdüm. "Felaketlerle dolu bir dünyada, bizim için her şey yolunda olsun diye elimden geleni yapacağıma söz veriyorum."
Kararlılığım karşısında başını sallayıp güldü. "Öyleyse bizim için bir plak seçip son şarkıyı aç. Senden, gelecek günlerimize gelsin. Git ve üstünü okumadan iğneyi o çizgiye batır."
"Pekâlâ," dedim dudaklarımı büküp geriye doğru yürürken. "Ne de olsa bu kadın hep romantik aşklardan bahsediyor, öyle değil mi?"
Gülerken bakışlarını uyarıyla kıstı. "O kadar da emin olma derim."
İdil'in ara ara mırıldandığı melankolik ezgileri hatırlamaya çalışırken kolu havaya kaldırdığımda plak durdu. Etiketi okumadan yenisini yerleştirdiğimde iğneyi son çizgiye getirdim, gerçi okusam da birkaç kelimeden müziğin içeriğini tahmin edebilmem mümkün değildi. Söz henüz başlamadan açtığım bu yeni müzik, yorganın içine girmek ya da başını masaya yaslamanı gerektirecek gibi hissettiriyordu. Pencereden kar yağışını izlemek ama harlı yanan şöminenin hiç ısıtmaması gibi. Soğuk kalbinle bir kadeh tokuşturmak, günün sonunda onun bile seni terk etmesi gibi.
"Galiba dans edemeyeceğiz," dedim sıkıntıyla.
Bana doğru uzattığı ellerini tuttum. "Hayır, bu kez olabildiğince yakın oturacağız."
İdil'in verdiği yön doğrultusunda yürüdüğümüzde beni tekli bir koltuğa neredeyse itekledi. Henüz yerleşmiştim ki kendini kucağıma bıraktı. Bacaklarını uzatmasına yardımcı olduğumda kollarını boynuma doladı. Kendimi daha fazla kaybetmemek için onu hemen öpücüklere boğmak yerine sırtını okşayarak sakinleşmeye çalıştım.
Bir dakikadan daha uzun bir zaman boyunca sessiz kalıp gözlerimizin tam içine baktık. Saçlarımı bozmadan karıştırırken, "Bana neden bu şarkıları hediye ettin?" diye sordu.
"Sezen Aksu." Başını salladığında yarın kutlayacağımız doğum günü konusuna girmemeye çalıştım. "Sevdiğini biliyorum. Sıradan bir müzik şöleni olmaması için bulabildiğim kadar plak aldım. İstediklerin burada yoksa Türkiye'den de sipariş edebiliriz."
"Türkiye'yi özledim." Bakışlarını indirdi. "Yani işte, dayımın evini bile."
"Gitmek ister misin?" Gözleri parladı ama bunu asla itiraf edecek gibi durmuyordu. Sorumu bu kez, "Oraları hatırlıyor musun," olarak değiştirdim.
"İstanbul'u merak ediyorum," demekle yetindi.
"Açıkçası ben de öyle." Gülümsememe eşlik etmeyince toparlamaya çalıştım. "Birlikte gitmek zorundayız anlamında söylemedim. Sonuçta orası senin ana vatanın, ne zaman istersen tek başına da ziyaret edebilirsin." Beni davet etmesi gerektiği yerde gülünce bu sefer biraz alınmıştım. "Neden beni asla geride bırakmayıp sonsuza kadar Sezen Aksu dinleyecekmişiz gibi bakıyorsun, İdil Ulukan? Bana kızdığında soluğu İstanbul'da alacağını ağzından kaçırdın bile."
"Çünkü seni asla geride bırakmayacağımı söylemiştim." Şarkıcının sesiyle aynı anda, "Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem, gitmem," dedi. "Kıyamete dek sözümüz söz, Leonard Alphan. Şarkılar hiç bitmesin, hangimiz terk ederse diğerimiz onu affetmesin."
Bölüm Sonu.
Bölümü okumadan önce nasıldınız, şimdi nasılsınız? Ne kadar etkilendiğinizi merak ediyorum^^
Soluksuz okuduğunuz kısım neresiydi?
Leonard'ın Pedro ile görüşmesi ve Kevin'inden bilgileri koparmasını doğru buldunuz mu, sizce gerekli miydi yoksa beklemeli miydi?
Ve Leonard'ın öfkesi, benzemekten korktuğu Korb'u andırıyor mu? Onunla ilgili sahneleri henüz okumasak da düşüncenizi merak ettim.
Son olarak, kitapta en sevmediğiniz karakterleri sıralayacak olsanız?? Çünkü sadece 1 tane değil diye düşünüyorum..
22'yi erken yazmam için yıldıza basmanızı ve yorum sayısını biraz fazla tutmanızı rica edeceğim. Bomba bir bölümle geliyoruz, 21 son durağımızdı. Artık soluklanmak mümkün değil o yüzden iyice dinleninn
Ig, twitter, pinterest ve spotify: karanligiyazar
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top