16. İHTİRASLAR MAHZENİ
16, İhtiraslar Mahzeni
Euphoria, Bolshiee - Be A Hero
İDİL
Şarap mahzeninden koşarak çıktım. Hayalimden, bir anda ortadan kaybolacak kadar iyi hissettiren o tutkulu gerçekten arkama bile bakmadan kaçtım. Açık kapıdan süzüldüğümde sırtımı serin duvara yaslayıp soluklandım. Titreyen ellerimi göğsüme yerleştirdiğimde heyecanla gülümsedim.
Leonard doğum gününde beni öpmeyi dilemişti.
Dokunuşunun kaldığı alt dudağımı ısırdım. Tadını bilmiyordum çünkü buna karşılık vermeye cesaret edememiştim. Hem zaten sadece beş saniye sürmüştü. On beş kadar uzun olabilir miydi? Ya yirmi beş saniye boyunca öyle kaldıysa? Zaman algımın yok olduğu yetmezmiş gibi o büyülü yakınlık dışında hafızam da sıfırlanmıştı.
Beni öperken gözlerini kapatmıştı. Hiçbir anına inanması kolay olmayan bir olay yaşadığım için ben sadece Leonard'ı izlemek istemiştim. Mecburdum. Düşlerime izinsiz konuk olan kusursuz yüzü dibime kadar gelmişken onu seyretmekten başka çarem yoktu. Üstüme bir karanlık gibi çöktüğünden kirpikleri neredeyse siyahtı ve titriyorlardı. Eşsiz hissetmek nedir, öğretiyorlardı.
Sakinleşmek için soluklanırken başımı kaldırıp önümde uzanan merdivene baktım. Mahzenin açık kapısından yansıyan ışık sayesinde basamakları ayırt edebiliyordum ama oradan Leonard olmadan çıkmaya cesaretim yoktu. Doğrusu, onu böylece geride bırakmaktı kötü olan. Bugün dilek günüydü ve henüz ertesi güne gireceğimiz kadar uzun zaman geçmemişti.
Ellerimi göğüs kafesimden yavaşça indirdim. Yine onunla ilgili bir şey yaşadığımdan, avuçlarım nemliydi. Elbisemin eteklerini sıkarken derin nefesler alarak dik durmaya çalıştım. Sırtımı duvardan ayırıp döndüğümde şarap mahzeni hemen dibimdeydi. Birkaç dakika önce çıktığım kapıdan tekrar girdim.
Burası artık daha farklı hissettiyordu. Her şey. Düşüncelerim ve gördüklerim. Tamamen değişmişler, baştan aşağı yeniden inşa edilmişlerdi. Şarap şişeleri daha canlı duruyordu, aydınlatma için yerleştirilen ışıkların kaynağına baksam dahi bakışlarım kısılmıyordu, gözlerim sadece onu arıyordu. Onun mükemmeliğine hazırlanıyordu.
Leonard'ı, biraz önce durduğumuz yerde ama dizlerinin üzerine kapanmış bir hâlde buldum. Kravatı yere değecek kadar iki büklümdü sırtı, göğsü sessizce ama hızla inip kalkıyordu. Konuşmasa da zihninden fısıldanan bir şeyleri dinler gibi duruyordu, bu yüzden geldiğimi ne duydu ne de fark etti.
Burayı sadece ama sadece heyecandan terk ettiğimi bilmiyor olmalıydı. Öpüşünün pişmalığı içinde kıvrandığını görünce dizlerimin bağı çözülmekle kalmadı, beni Leonard'a bağladı. Ürkeceğini düşündüğümden yanına sessizce yaklaşıp, bacaklarımın üstüne metanetle çöktüm. Kıyısına sığındığımı duyumsadığında başını çevirip bana baktı. Neredeyse alnımı omzuna yaslayıp ondan özür dileyecektim. Özür dilemesine sebep olacak aptallığım için bağışlanma isteyecektim.
Gözlerime pür dikkat odaklandı, sanki kirpiklerini kıpırdatsa ortadan kaybolacaktım. Kilitli dudaklarından şimdi bile binlerce özür aynı anda dökülüyordu. Onu ilk kez bu kadar çaresiz bir endişeyle görüyordum. Işıklar yine ters bir açıda kalsa da yanaklarında nemli bir parlaklık vardı ve orası artık, benim en masum aydınlığımdı.
Bu kez ben ellerimi yanaklarına yerleştirip yüzünü komple bana doğru çevirmesini sağladım. Ruhunu her an teslim edecek gibi güçsüz ama bir o kadar da şaşkın duruyordu. Alphan mavilerinde yer edinen mahcubiyetten kopmayı başardığımda, gözlerimi dudaklarına indirdim. O sabit dururken ben yaklaştım. "İyiki doğdun, Leonard."
Onu öpmeye yeltendiğimde beni dudaklarıyla kucaklarken, "Geri döndün," diye fısıldadı.
Birinde hâlâ şiirimi tuttuğu ellerini yanaklarıma yerleştirdi. İkimiz de sanki diğerimiz kaçacak gibi birbirimizin suratını kavramıştık. Gözlerimi açsam utançtan gebereceğim için sımsıkı yummuş, tüm hareketliliği dudaklarıma vermiştim. Tadını hâlâ o kadar iyi bilmediğimi ya da aldıklarımın bana yetmediğini fark ettiğimde dilimi, ağzının dokusuyla tanıştırmaya cesaret ettim.
İstekli bir nefesle inledi. Gülümsemem gerekirken şaşkınlıktan donup kaldım, öpüşlerim yavaşlarken gözlerimi açtım. Karşılık vermediğimi anladığında boş durmak yerine aşağıya inip çenemin kıyısından öptü. Yanaklarını şefkatle okşarken Leonard'ın tutkulu mırıltısının etkisinden çıkamamıştım.
"Rüya gördüğümü biliyorum," diye fısıldadı utançla. Dudak kenarlarımdan üst üste, şefkatle öptü. "Vicdan azabından düşüp bayıldım. Uyandığımda sen gitmiş olacaksın."
Parmaklarımı saçlarının arasından geçirdim ve bu kez dudaklarının kenarlarını arzuyla süsleyen ben oldum. "O vicdanına söyle, azap çekmeyi bir kenara bıraksın."
Gözlerini araladığında, bakışlarını kaldırıp beni parlak kirpiklerinin altından inceledi. "Evet evet, bu gerçek," diye sayıkladı. "Sen rüyalarımda böyle konuşmazsın."
Bunların tamamen yaşandığına ikna olunca yeniden dudaklarıma kapanırken beni geriye itekledi. Ağırlığına direnmek zor olduğundan eziliyor ve gittikçe daha da kayıyordum. Yaslanacağım yerin bir şarap rafı olduğunu bildiğim ve kafamızda camların kırılmasını istemediğim için onu omuzlarından tutarak durdurmaya çalıştım.
Korkumu anlayıp ellerini belime yerleştirdiğinde parmakları etime işledi. Kucaklayarak ayağa kalkınca benim ayaklarım da yerden kesildi. O kadar yükseğe kaldırmıştı ki suratı göğüslerimin altında kalmıştı. Birkaç adımda uzun masanın yanına geldik ve beni fıçılardan birinin üstüne oturttu.
Islak dudaklarını süresi meçhul bir yakınlıkla devamlı hissettiğimden içim kıpır kıpırdı. Kulaklarıma dek yanıyordum ama bunu söyleyemiyordum, sadece yoğun duygularla hissettirebiliyordum. Geçen her bir saniye daha çok ispat ediyordum. Sırtımdan verdiği desteği azaltmasa da geriye kaymaya engel olamıyordum. Leonard'sa üstüme gelmek yerine beni kendine çekmeyi tercih ediyordu.
Artık nefes alamadığımı fark ederek durdum. Avuçlarını, bacaklarımın kenarına yasladığında gözlerime derin derin baktı. Açık renk teni kızarmış, alnı terle kaplanmıştı. Artık daha dolgun görünen dudaklarını aralık bırakırken, nefesini düzene sokmaya çalıştı. "Bana bak küçük büyücü, kendi iradenle durmazsan seni sonsuza kadar öperim ve bir an bile yorulmam."
Yanağımı utançla ısırdım. Neyden bahsediyordu bu karizmatik salak? Bana ne ima ediyordu? Bilmiyordum, bilmediğim için de sırf oyalanayım diye parmaklarımı uzatıp kravatının ucunu tuttum. Evire çevire oynadığım kumaşa bakarken gözlerim pişmanlıktan karardı. "Ne yaptık biz?"
Yanağımı okşadı. Ne yani, bana sevgi de mi gösterecekti? Titreyen bileğimi kavrayıp, avcumu kalbine yerleştirdi. "Son dileğimi gerçekleştirerek hayatımı kurtardın. Artık benim de heyecanla atan bir kalbim var."
Dudağımı bükünce dayanamayıp yeniden yaklaştı ama bakışlarımı kaldırdığımda yılgınca geri çekildi. Beni öpmek için fırsat kolladığı bu an karmaşasında bocaladım. "O biçim duygusal bir bağ olmadan öpüşmek..." Hayali tekrar heyecanlandırdı. "Biz iki sevgili değiliz."
"Nasıl yani?" diye sorduğunda başını eğip göz göze gelmemizi sağladı, bana bu kadar yakın baktığı için utançtan ruhumun helvasını pişiriyordum. "Biz zaten artık nişanlı değil miyiz?"
"Saçmalama, Leonard!" Yüzükten yoksun parmaklarımı suratına yaklaştırdım. "Öyle bir tören yaptığımızı hatırlıyor musun?"
Ellerimi tutarak kendi avuçlarına hapsetti. "Hepsine mi almak gerekiyor?" Parmak boğumlarımı okşadı. "Yarın bir mücevherciyle görüşürüm. Üstlerinde Leonard mı yazmalı yoksa Leo mu? Açıkçası Leonard bana çok uzun geliyor."
Söyledikleri karşısında öfkeyle karışık güldüm. "Bunları dalgaya mı alıyorsun yoksa samimi misin?" Yüzüme ciddiyetle baktığında fıçının üstüne biraz daha sindim. "Ne diyeceğimi bilmiyorum, yaşananlar rüya sahnesi gibi geliyor. En basitinden benden hoşlandığını söyleyebilir misin?"
"Hoşlanmak mı? Beni deneme." Gülerken cıkcıkladı ve mavi gözleri, aramızda geçenleri hatırlatmak ister gibi mahzende dolandı. "Bunun için yargılanman gerekse de kendine âşık etme büyüsü yaptığının farkındayım."
"Aşk mı!" Panikli sesimi alçalttım. "Sen şu anda bir de aşktan mı bahsediyorsun? Beni öptün ve bana âşık mı oldun? Biz bal şarabı yerine aşk şarabı mı içtik?"
"Sen bana âşık olmadın mı ki?" Yüzünü benimkinden alınganlıkla uzaklaştırdı. "Neden geri geldin öyleyse? Biraz bile mi sevmiyordun?" Kaşlarını çattı. "Sen benim duygularımı kendine büyü malzemesi yapamazsın."
"Açıkçası sana karşı..." dediğimde göz göze geldik. Öyle beklentili bakıyordu ki bu hâli bana sadece umudu çağrıştırıyordu. Ağzımdan dökülecek bir sözün bu denli mühim olacağını tahmin edemezdim. Sabırsızca sallandı, evlilik teklif etmiş bir adam bile böyle gergin olamazdı. "Çok güçlü duygular hissediyor,um."
Rahatlamayla nefes verdi. Başını şükreder gibi tavana kaldırırken gözleri kapalıydı. "Biliyordum, anlamıştım. Beni öptüğün ilk saniyeden sanki kulağıma fısıldamıştın."
"Beni ilk sen öptün." Bunu bir de bana yıkmaya çalışıyordu.
"Fark etmez." Ellerimi tutarak bileklerimi dudaklarına götürdü, öpünce içim gıdıklandı. "Sonuçta daha tutkulu bir öpüş için geri döndün." Oturduğum fıçıyı gülümseyerek süzdü.
Kollarımı kendime çekip kucağımda saklarken başımı da indirmiştim. "Utanıyorum ben."
"Ben de bayağı utanıyorum ama delirdim. Bu yüzden her gün bayram tadında geçecek, çok heyecanlı."
Kendime engel olamadan kıkırdadım. "Nasıl hemen böyle değişebildin? Bir öpücük büyüsü kurbanı olduğunu yutturamazsın bana."
Saçımı geriye iteklediğinde ortaya çıkan gerdanıma dalgınca baktı. "Buraya geldiğinden beri önce neşen bana bulaştı, sonra çocuksu yanın. Aylar boyunca sana her baktığımda sadece güzelliğini gördüğümü mü düşünüyorsun? Benden çok şey aldın, bana çok şey kattın. Bugün içimden söylediklerimi dışa vurabiliyorum, yapmak istediklerimi yapmaya cesaret edebiliyorum. Değişimim haftalar sürdü ama bunu göstermem sadece birkaç dakikamı aldı. Beni kaç dakika öptüysen, tam olarak o kadarımı."
Leonard hayallerimde bile bu kadar içten değildi. Sınırları aşıyor, çizgileri yakıyordu. Mavi gözleri beni darmaduman ediyordu; korkutuyordu. Geride bıraktığımız her bir saniye, hislerimin miktarı artıyordu.
"Leonard bence bir süre uzak kalmalıyız." En doğrusu bu olduğundan gözlerimi kaçırdım. "Her şey çok ani geliştiği için korkuyorum. Ben insanların yüzüne bakmaya hazır değilim."
Sessiz kalacağını zannetsem de beni yanıltarak kolumu okşadı. "Seni anlıyorum. Anlamak için gayret ediyorum. Baştan sona kadar haklı ve mantıklısın. Evdekiler de bizdeki değişimi fark edecektir." Yine de bu kadar erken bir kabullenme beklemediğimden gözlerine endişeyle baktım. Dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı. "O yüzden herkesten saklanmak için Berlin dışına bir tatile gitmeliyiz."
Beni yine ciddiye almamıştı. İşaret parmağımı, göğsü mü yoksa tırnağım mı sertti ayırt edemeden önce onun tenine sonra kendime batırdım. "Ben birbirimizden uzak kalmaktan bahsediyorum."
"Şu anda senden uzaktayım zaten." Bacaklarımızın yapışmasına bir santimden az kalan boşluğu izledi. Belki öyle bir boşluk bile yoktu. "Karşımdasın ve öpmüyorum. Bunun dışında benden ne bekliyorsun?"
"Ben senin dileğini gerçekleştirdim ama kabul ediyorum ki bunu kendim için de yaptım. Bir itiraf istiyorsan işte söylüyorum, seni öpmek istedim. Çünkü seni beğeniyorum, kalbimle henüz bu konuyu konuşmadık ama etkilenmeyecek bir adam değilsin. Diğer nedenleri görmek için lütfen aynaya bakınız."
"Beni sadece yakışıklı olduğum için mi öptün yani? Dudaklarımın şekline, yanağımdaki gamzenin hatırına." Sessiz kaldığımda yutkunup tekrar kaşlarını çattı. Duyguları bir saniyede değişebiliyordu. "Eğer benden azıcık hoşlanmıyorsan dediğin gibi olsun, uzak duralım. Canın sadece öpmek istediğinde beni arayacaksan da gerek yok, kalsın. Ben sevgiden yoksun bir yakınlığa katlanamam."
"Bana âşık olmuş gibi konuşuyorsun."
"Çünkü sana âşığım." Bu, Leonard'la öpüşmekten bin kat daha şaşırtıcıydı. "İlk görüşte ya da bu son gün de değil, bir zamandır. Aşkın sadece uzun yıllarda ortaya çıkabileceğini düşünenler halt etmiş. Seninle aynı evde yaşasınlar da görelim. Sen, kendine benim gözümden bak da o zaman göreyim." İtiraflarını sıralarken bir an bile bocalamasa da duraksayıp ellerine baktı. "Sıkıldım, İdil. Yüz yıllık evde yüz yıl süren karanlığı yaşamaktan, uykusuzluktan, üşümekten, sıkıcı biri olmaktan sıkıldım. Herkes duvar gibi olduğumu düşünürken sen o duvarda bir pencere gördün. Yemin ederim ki haberim yoktu, sen açana kadar ardında baharın gizlendiği bir pencerem olduğundan haberim yoktu. Kalbimi, avuçlarının içinde duydun. Kemiklerimin arasında senin için çırpınıyor."
Kederle yumuşamış kaşlarımın ardından, Leonard'a hüzünle baktım. Omuzlarını düşük görmeye bile dayanamıyordum. Duyduklarımın üzerine, dünyanın en şanslı kızı olduğumu düşünüyordum. Parmaklarımı yüzüne yerleştirdiğimde gözlerini teslimiyetle kapattı. "Sen çok güzel birisin. Bunca zaman neye sahip oldun bilmiyorum ama her şeyin en iyisini hak ediyorsun."
"Eğer öyleyse seni. Her şeyin en iyisi sensin." Ellerimin yüzünde daha uzun süre kalmasını ister gibi bileklerimi tuttu. "Ben seni istiyorum."
Göründüğü gibi değildi, ben daha duygusaldım. Kalbim göğsüme, anladıklarımsa zihnime sığmıyordu. İçimden sadece birkaç yüz kez teşekkür etmek geliyordu. Bugün dilek günüm olmasa da sonsuza dek yakınımda olmasını diliyordum ve bunun son isteğim olmasını bile kabul edebilirdim, artık geriye kalan birçok şey umurumda değildi.
Kollarımı kaldırıp boynuna doladığımda sarıldık. "Geçmiş olsun." Mahzendeki dolaplara acı bir tebessümle bakarken fısıldadım. "Artık sevgilimsin."
"Madem öyle istiyorsun..." O da belimi okşadı. "Sevgilin de olurum senin."
Yakasına döndüğümde parfümünden bir nefes aldım. "Sevgili zebanim."
Her şeyde beni taklit ettiği gibi bunda da aynısını yaparak dudaklarını boğazıma dek çevirip derin bir nefes aldı. "Sevgilim, büyücüm."
Senin. Bana böyle bir inancı aksettireceğini asla bilemezdim. Leonard, tıpkı saklamadığı gibi bir duvardı ama penceresini açmamı sağlayan sadece ben değildim. Her seferinde önüme dikilen, beni soğuk mavi buzullarıyla bakıştıran oydu. Eritmek istedim, erittikçe de tarif ettiği o pencereyi bulabildim. Yüzeğinde toz barındıramayacak kadar deniz tuzu ve acı denizinin ıslaklığı vardı. Bir fırtınaya maruz kalmışçasına donmuş, duyguları saklamaktan yok olmuş. Meğer asıl kahramanın bunların hiçbirinden haberi bile yokmuş.
Bana artık anlatmak düşüyordu. Bu rüyadan uyanana kadar Leonard'ı hayatın güzelliğine ikna etmek ve bir daha unutmasını engellemek. Sanırım beni böylesine çok sevdiğini söyleyen birinin yanında kalmalı ve onun cesaretinden, cesurlukla payımı almalıydım.
"Konuş İdil," diye mırıldandı. "Senden iyi şeyler duymama izin ver. Bana olan hislerini itiraf et. Etkilenmekten daha fazlasını da hisset. Lütfen benden hoşlanmış ol. Senin benden hoşlanmana ihtiyacım var. Çünkü sen eğer benden hoşlanırsan-"
"Seni seviyorum."
Yüzünü boynumdan ayırdığında saçlarının önü karmaşıktı. Leonard'ın ayarlarını bozmak ve onu böylesine dağıtmak... Açığını yakalamak hatta ihtirasla kışkırtmak. Beni indirdiği bu cehennemin dibinde bal şarabı içip dudaklarından öpmek. Tüm bunların tek bir nedeni olmalıydı: Ben Leonard'ı seviyordum.
"Hâlbuki hiç beceremezsin ama ciddiyetle bakıyorsun." Baş parmaklarıyla elmacık kemiklerime kavisler çizdi. "Kalbimin hırsızı sevginin ne demek olduğunu nihayet öğrenmiş. Öpeyim seni bir kere." İleriye doğru uysallıkla uzandığımda minnetle öptü. "Tatlıya bağladığımız için teşekkür ederim güzel kahraman."
Alışmam zaman alacaktı... "Benim pelerinim bir büyücünün pelerini. Kendini kollamaya devam et."
"Tamam, öyle yaparım. Beni öpmek için yanıma gelirsen bu kez yarım saniye düşünürüm ama sana her zaman teslim olurum."
"Gelemem ki yanına." Köşkün odalarını, karanlık köşelerini bucaklarını düşününce o çekingen sıcaklık yine kulaklarıma tırmandı. "Ben sana utanıyorum diyorum, herkesin hemen yarın bir şeyleri çakmasını istemem."
"Bana büyü yaptığını söyleyebiliriz."
Gözlerimi devirdiğimde burnumdan makas aldı. "Anlamıyor musun, bu çok saçma. Daha dün kavga eden ikilinin ertesi gün el ele gezmesi insanlara ne düşündürür?" Dudağımı ısırdım. "Bir gecede işi pişirdiğimizi sanacaklar."
"Öyle yapmadık mı?" diye sorduğunda elimi hemen ağzına kapattım. Buna rağmen avcumun arkasından boğukça konuştu. "Gece yarısına yakın bir zamanda şarap mahzenine inip öpüştük."
"Böyle kimse duymadı, gazeteye ilan ver." Elimi indirdim ama avcumu üstüme de silmedim. Sonuçta dudaklarım, avuçlarımdan bile daha çok kaplıydı Leonard'la.
"Neden olmasın, ayıp bir şey mi? Bu sadece magazine girer. Sonuçta sen Leonard Alphan'ın birlikte olduğu kızsın." Yüzünü ekşitti. "Haberleri olsa kesin böyle iğrenç ve soğuk yazarlardı. Birlikte olduğu kız! Ne kadar basit bir düşünce. Bana sorsalar nasıl samimi açıklarım hâlbuki."
"Magazin yok, unut." Elimi yüzüne yakın bir mesafede salladım. "İlerisine karar vereceğiz ama ikimiz de istediğimiz için bu süreyi yine beraber geçireceğiz. Senden tek ricam bana yardım edebilmen için benim gibi düşünmen. Bunu biraz gizlice deneyelim."
"Kaç saat gizli tutacağız?"
"Gün, hafta, belki bir ay." Ağzı kapanınca sıkıntıyla ofladım. "Bilmiyorum. Köşktekiler neyse de bu eninde sonunda dışarıya taşacak olan büyük bir dedikodu. Mücadele etmenin zorlaşacağı kadar kalabalık bir çevreniz var. Her şeyin başındayken bu biçim olaylar yüzünden yıpranmayalım. Aramızdaki bu özel şeyin bir çırpıda bitmesini istemiyorum."
Diğerlerini duymayıp tek bir noktaya takılmış gibi, "Bitmeyecek," dedi. "Sen beni terk edene kadar sürecek."
"Neden seni terk edeceğimi düşünüyorsun ki?"
Bana güvenmiyor gibi değil, kendinden emin değil gibi efkârlı baktı. Hâlbuki bunun böyle olmadığına emindim. "Hiç, öylesine. Ben asla ayrılmak istemem de, o yüzden. Biterse sen öyle uygun gördüğün için biter."
"İlk günümüzde son günümüzü mü konuşacağız?" Fıçının üstünden kayarken beni yakaladığında belimden tutup indirdi. Evet işte Leonard'a aşağıdan açık bir hayranlıkla bakmalarımın ve onu bir dev gibi güçlü görmelerimin ilki... Amacıma doğru yürümek için arkamı döndüm. "Yanında kalem var mı? Ceketinde kesin bir tane olmalı."
Beni abayı yaktığı belli olan güleç bakışlarla izliyordu. "Ceplerimi karıştırabilirsin, büyücü."
Gözümü ondan ayırmadan parmaklarımı ceketinin iç cebine daldırıp bir dolma kalem çıkardım. Önceden çok kez gördüğüm için kalemi buraya sakladığını biliyordum. Hareketlerimi merakla izlediği hâlde bir şey söylemek yerine bu kez de raflara yürümeye başladım. Beni yakından takip edip peşimden tıpış tıpış gelmesine bayılıyordum.
Bir zamanlar şarap sözü verilen kişilerle dolu listenin asılı durduğu bölüme ulaştığımda kalemin kapağını ağzımla açtım. "Nasıl olsa artık kullanmıyorsunuz, buraya mühim bir tarihi not düşelim."
Ben alt kısmı epey boş olan eskimiş kâğıda bugünün tarihini yazarken o da hemen arkamdan izliyordu. Kenarına küçük bir kalbi özenli çizmeye çalışmama güldü. "Mahzendeki tüm şişeler şahit ki doğum günümde heyecandan ölüyordum."
Ne kadar harika bir iş çıkardığımı görmek için elimi belime yerleştirip doğrulduğumda sırtım Leonard'ın göğsüyle çarpıştı. Bana bu kadar yakın durduğunu bilmiyordum. Kalemin kapağını kapatırken sakin kalmaya çalıştım. Eğilip boynumu öptüğünde donakaldım. Yetmedi, ellerini belimin etrafına dolayıp arkamdan sıkıca sarıldı.
"Evimi bu mahzenin içine taşıyabilirim, biliyor musun? Beni, hayatına sığdırmayı kabul ettiğin için her şeyi yapabilirim."
Sıcak dudaklarından tenime dökülen nefesiyle gıdıklandım ve yüzümü ona çevirmeye engel olamadım. "Sen yaşamaya layık birisin."
"Eğer istersen beni öldürebilirsin." Göz göze, dudak dudağaydık. "Bu kadar yeter dediğin bir an gelirse beni öldürmeden terk etme. Anlaştık mı?" Sessizliğim karşısında parmaklarını gıdıklarcasına hareket ettirdi. "Bana anlaştığımızı söyle. Sözlerine bağlı kaldığını biliyorum."
Bu ciddi ortamda gülmemek için parmaklarını tutarak elimin içine hapsettim. "O zaman birbirimize kıyamete dek söz verdiğimizi de hatırlarsın. Hangimiz cennete giderse diğerimiz onu yanına dileyecekti. Beni çılgına döndürtsen de seni terk etmem doğru olmaz." Dudaklarına uzandım. "Öpeyim bir kere."
Belki de hislerimize isim koymak yanlıştı. Normal bir durumla bir araya gelmiş ve ilk görüşte etkilenmiş insanlar değildik. Aramızda uçurumlar vardı ve ne köprü kurmayı ne de oradan atlamayı denememiştik. Karşıdaki diğer uçurumu sadece merakla izlemiştik. Üstünde yetişen çiçekleri, tepesindeki gökyüzünü merak etmiştik. Bugünse mesafeleri yürüyerek aşmıştık. Birbirimize, hoş gelmiştik.
"Birazdan seni odana çıkaracağım," dedi, öpüşlerimiz sona erdiğinde. "Sana iyi geceler dileyeceğim ve bu kez de orada öpeceğim."
"Kimse duymadan," diye fısıldadım.
Sıkıntıyla da olsa, "Kimse duymadan," diye tekrar etti.
Şiirimi masanın üstünden aldığında ceketinin sol iç cebine, kalemle birlikte sıkıştırdı. Muhtemelen o kalemin ebedi yeri artık bu parşömenin yanıydı. İşi bitince ceketi giymek yerine parmağına takıp sırtına astı. Ellerimiz birbirine kenetli bir hâlde mahzenden çıktık ama kapıyı kilitleme esnasında bile bırakmadık. Issız koridorları ışık yakmadan ve geldiğimiz zamana tezat olacak gülücüklerle geçtik. Depodan çıkan son merdivenin ucundayken geride bıraktığımız karanlığa gülümsedik.
Köşkün zeminine adım atar atmaz ondan koşarak kaçtığım için arkamdan, "Hey!" diye seslendi. Kusura bakma ama olmaz, hemen alışamam yoksa yakalanırız. İkinci katı da süratle aşıp yatak odalarımızın olduğu üçüncü kata tırmanmayı başardığımda odamın kapısına yaslanıp soluklandım. Bizi güvende tutmam gerektiği kadar biraz dinlenmeye de ihtiyacım vardı.
İnatçı Leonard hâlâ gelmemişti. Tırabzanlardan vücudumu sarkıttığımda geciken adımlarının bu yetmezmiş gibi bir de yavaş olduğunu gördüm. Duyması için topuklarımı vurarak sabırsızca bekledim.
"Bütün köşkü mü gezdin?" diye sorduğumda elindeki kutuyu gösterdi.
"Hediyeni aşağıda bırakacağımı mı sanıyorsun? Ama korkma büyücü, sana olan sevgim de aşağıda kalmış değil." Eğilip yanağımı öptü. "Geldim bak, yanındayım."
"Beni her fırsatta böyle öpecek misin?" Çünkü dayanamam.
"Tabii ki."
"Ya biri görürse?"
"O zaman bana âşık olduğunu açıklamak zorunda kalırız." Ellerini, güven vermek istercesine omuzlarıma yerleştirdi. "Merak etme, bundan rahatsız olmadığımı söyleyeceğim."
"Benimle dalga geçiyorsun! Biz bunu idare edemeyeceğiz." Kollarımı göğsümde birleştirdiğimde basamakların kıyısından ayrılıp duvara yaslandım. "Senin yüzünden hemen yarın şak diye anlayacaklar."
"Özür dilerim ama seni sevdiğimi senden bile saklamazken diğerlerinden nasıl gizli tutabilirim? Bana bir kez daha yol göster öyleyse."
"Olay basit," dedim omuzlarımı kaldırdığımda. "Bir süre, birlikte olmamız mümkün gibi davranmalıyız. İyi anlaştığımıza emin olurlarsa kararımızı garipsemezler. Mesela bu süreçte eskisine kıyasla bana biraz iyi davran."
Gözlerime, gittikçe kararan mavi kıvılcımlarla baktı. "Sana tüm dünya iyi davranmak zorunda."
Yutkunurken bakışlarım titredi. Bir anda, Leonard'dan beni kurtarmasını istedim. Ona, beni neden daha önce bulmadığını sormak istedim. Ben küçücükken, dünya kötülüğe o zamanlar başlamışken neden yanıma gelmediğini kırgınca merak ettim. Ne cevap vereceğini bilemediğim içinse dile getirmek mantıksızdı. Bu yüzden sadece kollarımı uzatıp beline doladım. Bu kadarından anlamasını bekledim.
"Nasıl rahat edeceksen öyle yapacağız büyücü, beni ikna edemeyeceğin hiçbir şey yok." Kutuyu ve ceketini tutsa da bana sevgiyle karşılık verdi. "Öyle bir anda sarıldın ki, beni duygulandırdın. Şimdi odana tek başına gönderemem. Önce seni uyutur, sonra giderim."
"Bu işin galiba en çok da uyurken yalnız kalmayacağım kısmını seveceğim."
Elindekileri bırakmak için kendi odasına gittiğinde ben de hızlıca üstümü değiştirip en tatlı pijamalarımı giyindim. Keşke genç kız yerine genç kadınların tercih ettiği saten giysilerim olabilseydi. Buna önceden takılmamıştım ama bu geceden itibaren pijamalarımın dahi şık olmasını istiyordum.
Leonard kapımı sessizce çaldığında yüzümü temizlemeye ancak fırsat bulabilmiştim. Onu koridordaki karanlıktan, içerideki loş ışıltıya davet ettim. Kapıyı birlikte kapattığımızda kıyafetindeki değişimi izliyordum. Buna köşkteki hayatım boyunca sadece bir kez, aynı anda odadan çıktığımız tesadüfi bir anda Leonard banyoya giderken tanık olmuştum. Şimdiyse üstündeki pijamalarla epey yakınımdaydı.
Yaşını daha da küçük gösteren siyah bir eşofman altı ve bisiklet yaka lacivert tişört giyinmişti. Vücudundaki irilik, boyunun uzunluğu, teninin rengi, tüysüz kolları, geniş omuzları, şişkin göğüsleri...
"Bu hâlinle de çok tatlı görünüyorsun."
İltifatı alanın ben olduğumu fark ettiğimde başımı gülümsemeyle indirdim. Ayak bileğimi açığa çıkaran kısa, çizgili pijama altım ve beyaz renk ayıcıklı tişörtüm. İdil Ulukan gecenin bir yarısında daha ne kadar tatlı görünebilirdi ki?
İleriye adım atıp kollarına dokundum. "Üşümüyor musun böyle? Takvimler haziranı gösterene kadar kazaklarını kaldırmayacağını söylemiştin."
Benim vücut ebatlarıma iri gelen elini uzatıp boynumu okşadı. "Senin, hazirandan önce çıkageleceğini nereden bileyim? Öyle görünüyor ki ben artık kolay kolay üşümem. Cehennem dediğin evim yansa ne olur, söyleyeyim mi? Dokunuşun kadar küle döndüremez."
Ağzımın aralık kaldığını fark ettiğimde hemen kendime gelerek kapattım. Belki sabah olunca bunların hiçbiri yaşanmamış olurdu. Hatta belki yetimhanedeki yatağımda açardım gözlerimi. Sonuçta hepsi, boyutlar arası çalışan bir zebaninin dileğiydi. Oyun çok büyüktü, yazıktı bana.
"Benim de biraz işim vardı, yüzüme tonik sürecektim." Leonard'dan sıyrıldığımda aynanın önüne gelerek banyoya yerleştirmek yerine gün ışığında hazırlanmayı tercih ettiğim için odamın bir köşesine dizdiğim bakım malzemelerinden, temizleyici olarak kullandığımı alıp pamuğa damlattım. Dediklerini sindirmek için artık hiç değilse birkaç dakikam vardı.
"Sen ne yapıyorsun?" Yanıma ciddiyetle gelip, parmaklarımın arasındaki pamuğu aldı. "Cildine çok sert davranıyorsun, kıpkırmızı kesildin. İzin verirsen bir kez de ben deneyebilir miyim yoksa tahriş olacak."
Başımı büyülenmişçesine sallamaktan başka çarem yoktu. Çenemi kavradığında diğer eliyle pamuğu sürecekken vazgeçip burnuna yaklaştırarak kokladı. Ardından diğer kutulara şüpheli bir bakış attı. "Bunlar en iyi markalar mı? Onaylı mı? Dermatologlar önermiş mi?"
"Ben böyle şeyleri hep eczanelerden alırım."
İkna olduğunda pamuğu yüzümde sakinlikle gezdirdi. Hareketinin yönü nereye kayarsa gözleri de o noktaya gidiyordu ve bu yüzden onu rahatça izleyebiliyordum. "Bunu duyacağımı zannetmiyordum büyücü, sağlığına önem vermene sevindim."
"Hayır sadece param yok."
Kaşları çatılsa da gözlerim yerine işine odaklı kaldı. "Ama neyse ki sana borçlu olan bir sevgilin var. Keşke beni iflas ettirecek kadar çok şey istesen de hayata sıfırdan başlasam. Nasıl bir duygu olduğunu hep merak etmişimdir."
Heyecandan bir panik atağı daha durdurmaya çalışırken her zamanki alaylı İdil gibi güldüm. "Dert etme, sana bir gün ayrıca bunun için de yardım ederim."
Yanağımı okşadığında dokunuşu pamuktan bile yumuşaktı. "Gerçekten çok iyi kalplisin."
İşimizin bu kısmı bittiğinde yüzümü yıkamak ve kalp atışlarımı dindiren nefesler almak için banyoya gittim. Amy tonikten sonra durulamaya gerek olmadığını, zaten cildimizin emmesi gerektiğini söylemişti de şimdi bunu kim takar? Suratımdan sular akarken doğrulup aynaya baktım. Amanın Amy. Tatilden er ya da geç dönecek olan Ivan. Beni sobeleyen Manal ve sevgili kuzen Teo.
Leonard'dan hoşlandığımı düşünen herkesi bir gecede haklı çıkarmıştım.
İlk dakikalar hariç, hiç utanmadan dudaklarına da yapıştım. Öpüşmeyi tutkulu bir seviyeye ben çıkarmıştım. Sevgili olduğumuzu ortaya yine ben atmıştım. Eh, onu odama da almıştım. Saymaya devam ederken parmaklarımın bittiğini fark ettim. Havluya kurulandığımda aynadaki yansımamdan kendime umutsuzca şans dileyip banyodan çıktım.
Leonard'ı yatağımı incelerken buldum. Bir şeyleri sırf hoşlanmamak için izleyip kulp takmaya baylırdı ama bu kez çenesini sıvazlayarak gözetliyordu. "Nevresimleri mi beğenmedin?" diyerek takıldım.
Odaya girdiğimi görünce ayıldı. Yanına geldiğimde kolunu omzuma atıp, başını kafamın tam üstüne yasladı ve mecburen ona uyum sağladığımda aptal aptal karşıya baktım. "Bu yatak biraz küçük mü?"
"Gayet rahat ve yeterli. Deli yatsam da sığabiliyorum."
"Ama ya ben?"
"Seninki odanda."
"Yanılıyorsun, benimki yanımda."
Kolundan çıktığımda tatlı gülümsemesine kapılmayarak yatağıma ilerledim ve pikeyi itekleyip usulca altına kaydım. "Yanılmıyorsam sen benimle uyumaya değil, beni uyutmaya gelmiştin." Saçlarımı yastığın gerisine atıp başımı yastığa koyduğumda elimde olmadan esnedim. "Hadi, görev başına."
Beni sanki başka boyuta geçmiş gibi izlemeye son verdiğinde gözlerini kırpıştırarak kendine geldi. Karşısında soyunmuş değildim, alt tarafı yatağa girmiştim. Ama Leonard'ı yakından tanıyanlar, onun tatlı uykuya karşı yoğun bir ilgisi olduğunu bilirdi.
"Sadece şaka yaptım," dedi nihayet yürüdüğünde. "Sanki diğer günler seninle mi uyudum? Endişelenme, bunu atlatabilirim." Yatağıma oturmak yerine halının üstüne çöktü. "Zaten zebani dediğin böyle dizlerinin üstünde durmaya layıktır."
Elimi okşamaya başladığında kaşlarımı hüzünle çattım. "Böyle de kendimi hastane yatağında uzanıyormuş gibi hissettim." Pikenin ondan taraftaki ucunu araladım. "Birazcık gelebilirsin."
Hiç ikiletmeden yanıma kıvrılsa da uzanmamış, sırtını yatak başlığına yaslar hâlde kalmıştı. Bir anda birbirimize bakamayacak kadar utanmıştık. Öpüşmek doğalsa, öpüştüğün kişiyle uzanmak da doğaldı aslında.
"Sen hiç rahat değilsin," diyerek konuyu açtım. "Ve bu her nedense ilk kez umurumda."
Beni, karşıdaki pencereye dümdüz bakarak cevapladı. "Ne yapacağımı bilmiyorum ki. Masal mı okumalıyım? Normalde sen kendini uyutmak için bir şeyler anlatırdın, ben de dinlerdim." Baş parmağını aceleyle geriye çevirdi. "Yani kapının dışında kaldığım zamanlar."
"Tatlı günlerdi." Duygusala bağlamamak için hemen gülümsedim. "Elektrik kesintisi yüzünden hâlâ jenaratör almadığına göre, öyle olmalı."
"Çünkü karanlığın buraya yakıştığına seni inandırmıştım."
Başını çevirip bana baktığında gördüğüm güzellik, şükürler sıralamam için bir araya gelen nedenler topluluğuydu. Buna kayıtsız kalamıyordum, biraz bile benim olma düşüncesi çılgına çeviriyordu. Deliliğin bir sınırı olduğu fikriyle hareket ederek bakışlarımı yarı uzanma pozisyonundaki kasıntı duruşuna çevirdim. "Sen gerçekten rahat değilsin, vücudunun yarısı yatağın dışında. Biraz daha yaklaşabilirsin."
Örtünün altına girmeyen bedenine bakarken dudak büktü. "Gayet iyiyim, epey de keyifliyim."
Emin olmak için dirseklerimin üzerine doğrulup inceledim. "Tamam ben geriye kayıyorum, sen de biraz daha yaklaşabilirsin." Neredeyse aşağıya düşecek olsa da cıkcıkladı. "Üstünü ört hiç değilse, hava soğudu."
Bunu da kabul etmediğinde pikeyi aramızda savaş malzemesi yaparak çekiştirdik. O kadar sert mücadele ediyordum ki neredeyse tırnaklarım kırılacaktı. Sessiz kalmak için dişlerinin arasından, "Rahat dur büyücü," diye çıkıştı.
Örtüyü vücuduna sarmama direnirken beni durdurmaya çalıştı ama bilmiyordu ki ben bu oyunu yenerdim. "Üşüyeceksin, hasta olacaksın, sonra da öpüp bana bulaştıracaksın!"
"Sen de bana bir güzel çorba yapacaksın," dediğinde dirseği geriye kaydı. Komodinin üstüdeki ıvır zıvırların tamamı yere düşünce gözlerime dudağını ısırarak baktı. "Borcum gittikçe katlanıyor. Uzanmaya devam et, şimdi toplarım."
Leonard kalktığında ben de ondan geriye kalan boşluğa kaydım. Başımı yataktan sarkıtınca kıkırdadım. Artık bana sinirli bir ciddiyetle bile bakamıyordu.
"Burada kişisel eşyaların da varmış." Eli ayağına dolanınca heyecanlanıp tekrar düşürdü. "Sorun değil, bakmadan da yapabilirim."
Kolumu aşağıya uzatıp etrafa saçılan tel tokalarımı topladım. Yeni yıkanmış çamaşırlarımın hepini yerleştirmediğim için küçük sepetimde katlı duruyorlardı. Yani Leonard tek bir dirsek hareketiyle ortalığı çarşamba pazarına döndürene dek.
Gerçekten de yarı kapalı gözlerle birkaç saniyede topladığında her ihtimale karşı bu kez yatağın diğer tarafına kendi isteğiyle geçti. Çok utandığı için inadını bir tarafa bırakıp örtünün altına bile giriyordu ki kapımın çaldığını işittik.
"İdil," diye mırıldandı Manal'ın sesi. "Gelebilir miyim? Önemli bir durum."
İkimiz de paniklediğimizde dizlerimizin üzerine doğrulduk. Bir şey söylememem için elini ağzıma kapattığında başımı sağa sola sallayıp açmaya çalıştım çünkü Manal'ı tanımıyordu. Uyumuş numarası yapmam onu buraya gelmekten alıkoymazdı.
"Beni duymuyor musun?" Ayaklarını sabırsızca vurduğunu korkuyla ayırt ettik. "Ah, uyuyorsan da sorun yok. Yine de odana gireceğim."
Leonard'ı yataktan iteklediğim an Manal da içeri girdi. Siyah saçları kabarıktı ve pijama takımı kesinlikle benimkinden daha hoştu ama bunu övemeyecek kadar gergindim. Yatağımın altına sürünen sesin Leonard'a mı ait olduğunu yoksa bunu kafamdan mı uydurduğumu düşünüyorum.
"Uykuda değilsen cevap vermelisin," dedi nefes nefese.
Kirpiklerimi kapatıp araladım. "Gözlerimi şimdi açtım."
"Neyse neyse, sorun yok.Ben de garip sesler duydum ve bil bakalım bu sesi başka kim duymuş?" Dudağını ısırdığında cevap vermesem de başını heyecanla salladı. "Evet, Jason! Onunla sahanda karşılaşmakla kalmadık, alt katı birlikte gezdik. Olmayan uykum iyice kaçtı." Kapıyı kapattı, acaba Leonard arkamda dikilmeye devam ediyor olabilir miydi? "Fısıltılar resmen yerin altından yükselip koridorlardan geçerek üçüncü kata tırmandı. Gaipten tıkırtılar en son burada bitti." Kaşlarını çatarak, "Fakat sen uykudan uyanmış gibi değil de sabırsız bir endişeyle bakıyorsun," dediğinde güldü. "İdil bana sakın köşke erkek attığını söyleme."
Sabırsız endişe dolu bakışlarıma bir de dehşet ifadesi yerleştirdiğimde gözlerimi irileştirdim. "Saçmalama Manal, telefonumun sesi biraz açık kalmış." Telefonumu nereye koyduğumu bile hatırlamadığım için elimi gelişigüzel salladım. "Ben sadece video izliyordum."
Pencereye yürürken omzuma vurdu. "Şaka yapıyorum, istedikleri kadar yakışıklı olsunlar o kadar da cesaretli değillerdir."
Manal'ı takip ederken çaktırmadan da geriye bakmaya çalışırken konuyu uzatmak için, "Kimler?" diye sordum.
Perde açık olduğundan perveza rahatlıkla yaslandı. "Misal olarak yani, beğendiğimiz bütün erkeklerden bahsediyorum."
Ensemi panikle kaşırken soğukça gülümsedim. "Burada durup erkeklerden mi konuşacağız?"
"Evet, her zamanki gibi."
Gecenin bu saatinde hiç uykusu yokmuş gibi canlı bakan gözlerine masumlukla odaklandım. "Biz insanları ayırt etmeden dedikodu yaparız."
Bileğindeki tokayla oynarken güldü. "Tam olarak bu yüzden sarışın, esmer, kumral fark etmeksizin arkalarından bir güzel konuşuruz."
Kısacası Manal beni öldürüyordu. İki kişi göründüğümüz odada aslında üç kişi olduğumuzu Manal'a nasıl anlatabileceğimi bilmiyordum. Leonard'ın yatağımın altında saklanmasının mantıklı bir izahı yoktu. "Artık lütfen sadece neler olduğunu anlat, çok merak ediyorum."
Yine heyecanlı bir nefes alıp dudaklarını yaladı. "Muhtemelen bu gece yarısı curcunasına sebep olan, ilaçlı köşelere uğramayıp hayatta kalmaya devam eden bir fareydi. Bilirsin işte, o sesi bir kez duyduğunda huzursuzluğu üstünden atamazsın. Nina'yı uyandırmaya kıyamadım çünkü sabahları zaten çok erken kalkıyor. Amanda'nın odasına gitmek için çıktığımda bir de kimi göreyim dersin?"
"Jason," dedim fısıltıyla. Sanki Leonard hiçbirini duymamış da bu sorun olurmuş gibi.
"Aslında ilk önce beyaz ışık gördüm."
"Biri kafana mı vurdu?" Trajik olsa da gülüp omzumun gerisine baktım. "Yoksa bu yüzden mi saçma sapan şeyler anlatıyorsun?"
"Hayır şapşal, telefon fenerinden bahsediyorum." Elini kalbine götürdüğünde konuşmaya iştahla devam etti. "Beni fark ettiğinde ışığı hemen indirdi ama bir kez birbirimize doğru yürümeye başlamıştık, artık konuşmak zorundaydık. İkimizin de aynı sesi duyduğu anlaşılınca alt katı dolandık. Ah, gerçekten korku filminin heyecanla beklenen romantik sahnesiydi ve üstünde takım elbise olmadığı hâlde... Evet, doğru anladın. Onu yataktan kalktığı ilk hâliyle, pijamalarıyla gördüm. Bunun nasıl farklı hissettirdiğini biliyorsun. Sen de daha önceki haftalarda Bay Leonard'a o şekilde denk geldiğini söylemiştin. Bir erkeği yatak pijamasıyla görmek—"
"Dünyanın en normal şeyidir," diyerek çabucak sözünü kestim. Sesimin yüksek çıktığını fark ettiğimde gülümseyip omuz silktim ama daha fazlasını anlatırsa hiç umursamadan elimi ağzına kapatabilirdim.
"Ama bana böyle anlatmamıştın."
"Çenemin düştüğü bir ana denk gelmiştir." Gittikçe kızardığıma eminken geriye doğru birkaç adım attım. "Ne diyeceğim, devamını yarın tartışsak olur mu? Benim başım birazcık ağrıyor." Muhtemelen birkaç gün de ağrımaya devam edecek.
"Ah tabii," dediğinde pervazdan kaydı. "Sana ilaç getirmemi ister misin?"
"Merak etme, uyursam tamamen iyi olurum."
Başını salladığında kollarımı sıvazladı. "Umarım yarına kadar bir şeyin kalmaz. Sözünü unutmadıysan o cazibeli kafelerden birinde kahve içmeye gidecektik."
"Canım bunu yapmak isterse..." Leonard yarına yaşama hevesi bırakırsa...
"Elbette canın ister, sözünü ettiğimiz yer bir askeri okul gibi. İsmini boşuna mı cazibeli koyduk? Bütün emektar yakışıklı garsonlar dört dönüyor ve Jason'ın beni bir yere davet etmediği günlerin acısını ancak onları dikizleyerek çıkarabiliyorum. Ama bu kez sokağın sonundakine gidelim. Orayı hiç denemedik."
Kendi cenazeme katılmış gibi buruk bir gülümseyle Manal'a veda ederek kapıyı kapattım. Hiçbiriyle ne ufak şey yaşamadığım hâlde geçmişim erkeklerle doluydu ama ne yapayım, onların dedikodusunu ve eleştirisini yapmak ayrı bir keyifli oluyordu. Hem ben nasıl Leonard'ı anlatabilirdim ki? Bence duygularımı ilk kez ona itiraf ettiğim için Leonard benimle gurur duymalıydı.
Odaya döndüğümde çatık kaşlar ve buz gibi donuk mavi bakışlar göreceğimi sansam da boşlukla karşılaştım. Yatağın burasında komodin olduğundan görüş açımı kapatmamak için diğer tarafa, yani Leonard'ı iteklediğim kısma geçtim. Saçlarımı geriye atıp dizlerimin üstüne çömeldiğimde yatağın sarkık örtüsünü kaldırıp döşemenin üstüne baktım. Tahmin ettiğim gibi, ne eksik ne de fazla.
Zeminde boylu boyunca uzanmış, ellerini de karnının üstüne birleştirmişti. Kirpiklerini bile kırpıştırmadığı gözleri, ranzanın demirlerine odaklıydı. Boyutu küçülse tam da küsmüş bir çocuk olduğu sanılırdı.
Sorumu sakince sormak için derin bir nefes aldım. "Neden yatağın altında durmaya devam ediyorsun?"
Cevaplarını yüzüme bakmadan sıraladı. "Acayip sinirliyim. Biliyorum çok yersiz ama elimde değil. Dışarı çıkarsam tartışabiliriz ve ilk kavgamızın başka erkekler yüzünden olmasını istemiyorum."
"Merak etme bir saniyede bile kavga edecek yeni bir şey buluruz. Hadi, gel de şunu sakinlikle konuşalım." Yan profolindeki kusursuz duruşunda bir değişim meydana gelmeyince dişlerimin arasından, "Çıksana!" dedim.
Boynunu bana çevirdiğinde suratı asıktı. "Neden bağırıyorsun? Sesin kısılırsa yakışıklı garsonlara nasıl sipariş vereceksin?"
"Bunu tartışamayız bile çünkü o bekar bir kız olduğum zamanlara özgüydü. Miladını doldurmuş bir konu olduğu için eleştiriye kapalı."
Artık beraber olduğumuzu vurgulamam onu gözle görülür bir biçimde rahatlatsa da çabuk ikna olmayarak bakışlarını sitemle çevirdi. "İnsanlar rol icabı biz sevgili olur, bir birlikteliğimizi gizleme rolü yapıyoruz."
"Belki de ben ters doğmuşum." Deyim bile sayılmayan bir bakış açısını Leonard'a nasıl anlatacağımı bilemediğimden en aydınlatıcı açıklamam, "Hani öyle derler ya," oldu. Artık kesinlikle öfkeli görünmüyordu ama nedense daha da garipti. "İyi misin? Daldın."
"Affedersin. Bir şey düşünüyordum."
O yatağın altında, ben dizlerimin üstünde olsam da sormadan edemedim. "Neyi?"
Gözlerini bana çevirdiğinde, ortamdaki yarı karanlığa rağmen mavi bakışlarından bir gölge geçti. "Ne kadar güzel bir bebek olduğunu," dedikten sonra uzandığı yerden sürünerek çıktı.
Ayağa kalktığında üstünü ve saçlarını silkeledi ama ikimiz de Amanda'nın her köşeyi parlattığını biliyorduk. Eğer öyle olmasaydı bir kez bile hapşırmadan duramazdı.Örtüyü benim için açtığında yeniden içine kıvrıldım ama cevabı bilsem de yanıma uzanıp uzanmayacağını sordum.
"Bu giysilerle yatağına giremem, kirlendiler. Eskiden, yani sadece bir kez yapmış olsak da elektriklerin kesildiği o gece gibi yanında duracağım. Sen uykuya dalmadan da gitmeyeceğim."
"Ama yine de konuşalım," dedim esnememi bastırırken. İyi şeylerden. "O zaman da senin sesinle uyumuştum."
Saçlarımı okşarken sıcacık gülümsedi ama aniden ortaya çıkan o keder mimikleri de tamamen silinmemişti. "Gözlerini kapatana kadar anlatırım."
Gözlerine dalarken, "Ne kadar güzel bir bebek olduğumu nereden biliyorsun?" diye sordum.
Dokunuşu önce yavaşladı sonra toparlamak için hızlandı. "Çünkü sen benim bebeğimsin ve çok güzelsin," dedi gülümseyerek.
"Bebeğim," diye tekrar ettim. "Galiba daha önce kimse bana bebeğim demişti."
Yutkunurken bakışları titredi, çenesi kasıldı. "Ya büyücü? Bunu söyleyen oldu mu?"
"Büyücü de demediler."
"Çünkü bunlar sadece ikimize özel. Bu yüzden de daha önce kimsenin aklına gelmemiştir."
Çabucak hak verdiğimde başımı salladım. Bunun üzerine parmaklarını resim çizer gibi burnumun üstünde dolaştırdı. "Bebeksin çünkü kalbindeki temiz ışıltı buraya yansımış, bebek gibi kalmışsın." Bu kez yukarıya, göz pınarlarıma ve kaşlarıma tırmandı. "Büyücüsün çünkü derin bir bakışınla insanı büyüleyebilirsin." Tenime tırnağının ucu yerine parmağıyla dokunmayı tercih ettiğinden elinin tersiyle yeniden yanaklarıma, oradan da dudak kenarlarıma indi. "Balımsın," diye fısıldadı. "Çünkü hiçbir şişeye hapsedilemeyen bal şarabı, öptüğüm dudaklarında yıllanmış." Yerden hafifçe doğrulduğunda üstüme doğru eğildi. "Bu tadı, kendi mahzenime mühürlemek istiyorum."
***
Bu gece ikinci bir düş görmedim ya da Leonard'dan başka bir şey hatırlayamadım.
Gözlerimi açtığımda yanımda değildi. Burada uyuyup uyumadığını, gittiği anı, ne kadar zaman birlikte kalabildiğimizi bilmiyordum. İnsan bir düşün içindeyken uykuya dalar mıydı, buna gerek var mıydı? Yine bilmiyordum. Bildiğim tek şey bu boşluğun ilk saniyesinden itibaren onu özlediğimdi.
Ellerimi yüzüme kapatıp sessiz bir sevinç çığlığı attım. Amanın! Hans Alphan'ın oğluyla birlikteydim, emanet yerini bulmuştu çünkü beni hayatının merkezine koymuştu. Onu hiç tanımadığım için hayal edemiyordum ama babam hayatta olsaydı eminim ki buna çok sevinirdi. İyi bir adamın yanında, güvendeydim. Kalbine dek girebilmiştim.
Bugün, yeni hayatımın ilk günü olduğu için uzun ve keyifli bir duş aldım. Cilt bakımımı ertelemeden yapsam da kendime sert davranmadım, Leonard tenimde kötü bir farklılık görürse endişelenebilirdi. Her ne kadar duygu değişimlerimden dolayı gözlerim sulansa da hafif bir makyaj yapmayı ihmal etmedim.
Mutfakta şimdiden akşam yemeği için hummalı bir çalışma başlamıştı. Manal'ın, elektrik süpürgesi sesinin geldiği yerde olduğunu bilsem de önce karnımı doyurmak zorundaydım. Açlıktan zihnim, sadece sevgili zebanimi düşünebilecek bir boşluğa dönüşmüştü.
"Guten morgen!" diye bağırdım Leonard'ın dilinde. Normalde Amanda hariç herkes benimle az buçuk Türkçe konuştuğundan bunu hiç yapmazdım.
"Günaydın Lili," diyen Nina'ya sarıldığımda biraz şaşırdı. "Kahvaltını hemen getiriyorum."
Nina benim için servisi çok erken hazırlayıp dolapta beklettiğinden ona yardım edeceğim bir iş olmuyordu. Önüme içi dolu bir tabak ve ek atıştırmalıklar bıraktığından, sofrayı sermek yarım dakika bile sürmüyordu. Sandalyedeki sabırsız keyif sallantılarım kısa sürünce çatalı bırakıp öğünümü inceledim. "Bunlar benim için mi? Maydanozlara dek..."
"Menümüzde değişikliğe gidildi." Ellerini kurularken o da masanın yanında durmuş, sanki gözleri kapalı hazırladığı için ilk kez görmüş gibi hafif şaşkınca bakıyordu. "Tamamı Bay Leonard'ın seçtiği yiyecekler."
"Bay Leonard çok meraklıysa kendisi yiyebilir." Tabağı ileriye doğru itekledim.
Nina tabağı tekrardan önüme çekti. "Üzgünüm ama bugün hamur işi pişirmedik."
Yiyeceklere yılgınca baktım. İki kaşık soya fasulyesi, yabani ormanların bağrından kopup gelen sebzeler, bir kase meyveli yulaf ezmesi, haşlanmış yumurta. Yemeklere âşık bir kızın sevmeme ihtimali ne varsa hepsi önümde toplanmıştı. "Bir dilim ekmek verin bari."
Sofrayı sadece Türk çayının desteğiyle biraz olsun neşelendirsem de yarı tok mideyle kalktım. Dayımlarda geçirdiğim birkaç sene de dahil, seçme lüksümün olacağı bir konforlukta büyümemiştim. Resmen taştan yumuşak ne bulsa yer deyiminin karşılığıydım. Ama boğazıma takılıp beni gıdıklandıran maydonazla yumurtanın beyazı hariç.
Elimde bir elmayla Manal'ı aramaya çıktığımda onu meşhur aşk koridorunda buldum. Yerleri paspaslamakla kalmamış, elinde bir süngerle iyice ovalayıp üstüne cila da çekiyordu. "Senin içine Amanda mı kaçtı?"
Beni duyduğunu anlayacağım kadar duraklasa da yüzüme bakmadan alnını silerek işine devam etti. "Türkçe'yi iyi anlamıyor diye arkasından çok rahat konuşuyorsun ama Almanca çeviri yoluyla kulağına giderse sana küser."
Amanda hakikaten de biraz böyle biriydi. Bir kelimeyi azıcık yüksek sesle dile getirseniz neredeyse dudaklarını büker ve sizden birkaç gün kaçardı. Leonard bile ona bir şey söylerken kibar davranıyordu. "Aramızda kalmalı," dedim böyle olduğu için. Elmamı kütürdetirken çömelip Manal'la aynı boya geldim. "Her yeri böyle paklayacaksan günler sürer, sana yardım edeyim."
"Bay Leonard," dediğinde bir tanesini taktığı kablosuz kulaklığını düzeltti. "Gezerek yemek yemeği yasaklayacak, seni ilgilendiren kısım burası. Yere kırıntı döküldüğünden köşkü farelerin bastığına kanaat getirmiş. Yani dün gece bizi yataktan kaldıran tıkırtılar gerçekmiş, Bay Leonard da duymuş."
Senin patronun kıçını kollayan bir düzenbazdan fazlası değil diye düşünürken kabuklu lokmamı hızlıca yuttuğum için boğazım acıdı. Elma çöpünü avcuma saklayıp ayağa kalkarken öksürdüm. "Ben de çıkıp kütüphaneyi çitileyeyim öyleyse."
Önlüğünün cebinden çıkardığı telefondan bir müzik açarken kendini temizlik meditasyonuna kaptırdığını anladım. "Yanına kurabiye almadan gideceksen kolay gelsin, Lili."
Herkeste de bana laf sokma ve yediğime karışma çabası vardı. Ben çok aç değildim, onlar hep toktu. Hem ben bu mutfağa hak ettiği değeri veren kişiydim bir kere. Sadece istiyordum ki insanlar yeni tarifler denesin çünkü bilsinler ki yiyecek biri hep var...
Şireli ellerimi odamdaki banyoda yıkadıktan sonra kendimi yatağa attım. Bu bakış açısını düşünmek çok utanç vericiydi ama Leonard'la henüz kütüphanede bir yakınlık yaşamadığımızdan orada fare tıkırtıları duyamazlardı, yani boşuna temizlememe gerek yoktu. Günün ilk saatlerinde en sevdiğim öğüne karışıp beni öfkelendirmeseydi onu arayabilirdim ama çok yazık ki sırayı Amy'e kaptırmıştı.
Selamlaştıktan sonra, "Okuldan dönüş yolu," dedi nefes nefese. "Bu tepeyi yerle bir edip lüks bir site yapmalarını bekliyorum, şımarık veletlerle kavge edecek kızlarım da hazır. Hey, aynı güzergahtan yürüyoruz! Liz, Ola, Kate!"
Burukça gülümsedim çünkü bazı veletler şımarık oldukları kadar baştan çıkarıcı da davranabilirlerdi. "Meşgulsün, seni sonra aramalıydım."
"Dert değil, tiyatro kulübünden çıkmalarını beklerken bayağı dinlenmiştim. Sen nasılsın, her şey yolunda mı? Yolunda değilse de başka bir zaman anlat, bir bardak su içmeden dram dinlemeyi kaldıramam."
"Ne dram ne de öfke." Dudağımı ısırırken parlattığım tırnaklarımı izledim. "Anlatacak kötü bir şeyim yok çünkü süper iyi gidiyor."
"Amanın, desene hayat bizi yine büyük bir felakete hazırlıyor."
Sırtımı dikeleştirirken yastığı da huzursuzlukla düzelttim. "Şunu yapıp durma, kötülüğü çağırıyorsun."
Yılgın bir nefes verdiğinde, "Bir zebaninin evinde yaşıyorsun," diye hatırlattı.
Bunu kimse göremediği için gözlerimi devirdim. "Aynı zamanda iyi biriymiş işte. İlk haftalardaki görüşüm senin için bu denli gerçekçiyse, aylar sonraki daha da ikna edici olmalı çünkü Leonard'ı yakından tanımaya başlıyorum."
"Sorun asla bu değil Lili, seni üzmediği sürece onunla bir problemim olmaz. Belki orada bulunsam ben de böyle düşünürdüm ama değilim, o yüzden birimizin yelkenleri suya indirmemesi lazım. Bu her ne kadar son dakika kumralı, yakışıklı, Alphanların tek vârisi, zengin bir asilzade olsa da."
Titrek bir nefes çektim. "Yardımın için teşekkürler."
"Leonard'dan bahsettikçe başına bela açıyorum." İçten bir kahkahayla güldü. "Senin yelkenler batmadan kapatıyorum ben, yarın devam ederiz."
Hangi yelkenlerden bahsediyordu? Alphan mavisine dokunmayı aklımdan geçirdiğim o ilk anda kaybettiğim ve aramaya çıkarken kendimi Leonard'ın dalgalarını solurken bulduğum, tarihi geçmiş yelkenler mi? Gemi, kendini okyanusun içinde bulunca savaşmayı unutmuş ve küçük bir balık olmuştu. Ne yelkenden ne de güvenli kayalıklardan tek bir iz kalmamıştı.
Bugün Manal meşgul olduğundan dışarı çıkamayacağımız kesinleştiğinde, iyi bir fikir olmasa da zihnimdeki edebiyata ara verip biraz matematik çalıştım. Ivan en az iki hafta sonra dönecekti ve onu sadece aptal bir gülümsemeyle değil, dolu bir beyinle de karşılamam gerekiyordu. Leonard'dan kimseye bir şey çaktırmama sözü almışken gidip Amy'e anlatmam doğru değildi ama dün geceki kısa sohbette bile Manal sanki bir şeylerin farklı olduğunu sezmişti. Ivan ise buradaki en dikkatli ve kurnaz kişiydi. Meteo Adremov diye biri hiç var olmasaydı dünyadaki diyebilirdim. Kısacası, her bir karşılaşma bizim için ayrı ayrı zor olacaktı.
Peki artık Leonard'la karşılaşmalarım? Sevgili zebanimin gözlerine yalancı bir soğuklukla bakabilir miydim? Dudaklarını öpmeden durabilir miydim? Belki de onu ilk gördüğümde planları bozma pahasına boynuna atlar ve her şeyi kendi ellerimle, yürekten mahvederdim.
Tabii ki de böyle bir şey yapmadım.
Arabasının sesi duyulduğunda ayaklarım sabırsızlansa da kapıyı açan yine Nina oldu. Bu kez koltuğun yanında dikelmiş, dudaklarımı kemire kemire izledim koridoru ve gözlerimiz buluşana dek bu, diğer günler arasındaki tek farktı. Çünkü bakışlarımız birbirine değdiğinde başımızı eğip gizlice gülümsedik.
"Erken geldiniz ama yemeği her zamanki saatte mi hazırlayalım, efendim?"
Leonard bana bakıp, "Acıktık mı?" diye sordu. Başımı salladığımda Nina'ya, "Hemen yiyelim," cevabını verdi.
Nina mutfağa gittiğinde salonda yalnız kalmıştık. Dudaklarım, içini dışını ısırmaktan diş dizlerimle dolu olsa da Leonard kol düğmelerini çözerken bana kıyasla sakindi. Merdivenlere bakıp durmasa tamamen iyi olduğunu düşünecektim. O ise beni şaşırtarak kısık bir sesle, "Doğru yapabiliyor muyum?" diye sordu. "Açık vermemek için fazla konuşmamaya çalışıyorum, kalbim çok hızlı atıyor. Sana henüz nasılsın bile diyemedim."
Ve nedense bu panikli tavrı benim daha çok hoşuma gitti. Ayrıca anladım ki, mahzen gibi kuytu karanlık köşeler haricinde eskiye yakın davranırsak kimse köklü bir değişim fark etmezdi. Manal'ın koridordan döndüğünü göz ucuyla fark edince, "İyiydim!" diye parladım. "Sen sabah kahvaltıma karışana dek. Bütün iştahımı kaçırdın, gün boyu bir şey yemek istemediğimden açlıktan bayılacağım."
O kaşlarını kaldırınca ben daha çok çattım ve surat ifademi kendine kopyala yapıştır yaptı. "Hah, küçükhanımın nankörlüğüne de bakın! Biz senin sağlığın için beslenmeni bile düşünürken layık olduğumuz muamele bu mu?"
"Düşünme." Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Düşünme. Sana, buna ihtiyacım olduğunu düşündüren şey nedir? Düşünme."
Sırtı dönük olduğundan arkasından geçen kimse görmüyordu, bu yüzden beni hayranlıkla süzüp iç çekti. "Haklısın, seninle bunun için tartışmamalıyız." Aynı Leo, farklı ima.
Elini yüzünü yıkamak için kravatını gevşeterek yukarı çıktığında ona sinirle baktım. Aynı Lili, farklı ima. Beni neden çağırmıyordu?
Sofra tamamen hazır olduğumda yine herkesin de bizimle oturmasını teklif etti. Zaten uzun zamandır böyle yapıyorduk ama sadece bir çeşit davet duyduklarında salonda kalıyorlardı ve Leonard da bunun farkındaydı. Afiyet olsun dileklerimi ilettiğimde yemeğe başladık.
Leonard, Walton'a bir şeyler sorarak onu sürekli konuşturmaya çalıştı. Çünkü genelde işle ilgili geçmişe dair bilgileri ve tecrübeleri tartıştıktıklarından bana hiç söz hakkı geçmiyordu, yani bilerek yapıyordu. İkimiz de saçmalayalım diye. Bazı anlar mesafemiz o kadar abartılıydı ki, buraya geldiğim gün yaptığımız kavgada bile birbirimize karşı daha samimiydik. Fakat ortak bir karar aldığımız için yapacak bir şey yoktu. Yoksa masanın altından ayaklarımıza basıp, bacaklarımıza bıçak batırarak şakalaşmayı biz de isterdik.
Tabaklarda son kırıntılar kalmıştı ki, "Kahveleri de dışarıda içelim," dedi. Bana doğrulan suratında yalancı bir gülümseme vardı. Dudaklarındaki neşeye uyum sağlamayan gözleri, diğerlerinin üstünde dolaştı. "Özellikle çalışanlarının ilgili ve samimi olduğu kaliteli bir mekan öneriniz var mı?" Son olarak odak noktası tahmin ettiğim kişide durdu. "Manal?"
Dirseğimi masaya yerleştirip alnımı sıvazladım. Dünü unutmuş gibi yapamıyordu. Ne erkek dedikodusunu, ne askeri okula benzeyen cazibeli kafeleri.
"Evet, Bay Leonard." Bu daha çok efendim der gibiydi.
"İdil seninle zaman geçirmekten hoşlanıyor, sanırım bana kıyasla onu daha eğlenceli yerlere götürüyorsun." Masanın sağ ucuna doğru kısa bir bakış attı. "Bu akşam Jason'la birlikte, size katılsak sorun olur mu?"
"Dördümüz mü?" Soru Manal'dan çıkmış olsa da gözleri irileşen kişi sayısı üçtü.
"Rahatsızlık vermeyeceğimizi düşünüyorum." Yeniden Jason'a baktığında bu kez güldü. "Dedikodu yapmak isterseniz kulaklarımızı kapatırız."
Ne yazık ki bu ilginç teklifi reddedecek gereksiz cesarete ne Manal ne de Jason sahip değildi. Sandalyemi iteklediğimde onlar da bu anı bekliyormuş gibi bana uyarak ayağa kalktılar. "Öyleyse gidip hazırlanalım." Yönümü merdivenlere çevirmeden önce Leonard'a gizlice işaret verdim.
Nina ve Amanda her şeyi halledebileceklerini söyleyip Manal'ı üstünü değiştirmesi için hemen özgür bırakacaklardı, Jason ise tıpkı zebani patronu gibi takım elbiseyle dolaştığından daha bu saniyeden dışarı çıkıp arabanın içinde bekleyecekti. Üçüncü kata kadar arkama bile bakmadan tırmansam da bu sahneleri görebiliyordum.
"Ne yapmaya çalıştığını anlayabiliyorum." Sahanlığa ulaştığımda Leonard da basamakları ikişer üçer çıkıp bana yetişmişti.
"Manal'a jest. Jason'ı seviyormuş ha, bunu nasıl fark etmedim?" Gülerken bir sır paylaşıyormuşuz gibi dibime kadar geldi. "Niye hiç anlatmıyorsun? Bundan sonra öğrendiğin her şeyi bana da söyle."
Kolunun altından geçerek ondan sıyrıldım. "Ben bir ispiyoncu değilim."
Bu kez de karşı duvara doğru yürürken gözlerini küçülttü. "Biliyorum, biliyorum. Dedikodu yapmayı tercih eden bir kızsın. Nelerden bahsettiğinizi de yanlışlıkla duymuştum."
Üste çıkabilmek için hızlıca düşünüp, çenemi de dikleştirerek konuştum. "Manal'ın Jason'a hissettiği şey sadece bir hoşlantı, ayrıca tek taraflı olduğunu da düşünmüyoruz. Jason'ın davranışlarını incelik, kesinlikle boş değil."
Yüzüme gölge gibi çöken bakışları daha da kısılırken, "Erkeklerden bahsettiğinizi de biliyorum," diye üsteledi. Taktı mı takıyordu. "Peki konu hiç bana geldi mi, bundan biraz olsun nasiplenebildim mi?"
Öyle büyük bir zaferle bakıyordu ki, tükürüğümde boğulur yine de karşısında yutkunmazdım. "Seni zaten yeterince görüyoruz, bir de dedikodunu mu yapacağız?"
"Beni eşofmanla yakaladığın bir anı anlatmışsın ama, yalancı büyücü. Gerçekten söyleyecek başka bir şey bulamadın mı? Bu sahnenin nesi önemli olabilir?"
Harika, o hâliyle ne kadar yakışlığı göründüğünden haberi olmadığı yetmezmiş gibi bir de küçümsüyordu. "Takım elbisenin derine yapışık olmadığını kanıtladın. Bu da bir şeydir."
Geri geri yürüyerek yavaşça uzaklaştı. "İyi, gideyim de en güzel takım elbisemi giyineyim."
Bunun ne kadar kötü bir fikir olduğunu cazibeli kafeye gittiğimizde öğrenecekti.
Hızlı bir son durum bilgisi: Yanılan ben oldum.
Jason'ın şoförlüğünde, masum Manal'ımın tarifleriyle bizim antikalaşmış mekanların bulunduğu sokaklara girdiğimizde Leonard yine en iyi görünen erkekti. Bunun, sadece onu sevdiğim için böyle hissettirdiğini de düşünmüyordum. Çünkü o farklıydı işte ve bu yeterdi. Vücutları dövmelerle dolu, punk tarzda giyinenlerin yanı sıra eşofmanla gezen, spordan döndüğü belli olan öğrenci grupları da fazlaydı. Ama takım elbiseli kişilerin sayısı aşağı yukarı... ikiydi.
"Buradaki çocukların orduda olması gerekmiyor mu?"
Sokağın iki ucuna da bakan Leonard'ı sırtından itekleyerek çift kanatlı açık kapıdan girmesini sağladım. Telefonla görüşme bahanesiyle bizi geride tutup, Manal'la Jason'ı masa seçmek için önden göndermişti.
"Epey uzak bir yer," lafını sokmayı es geçmediğinde benim için çektiği sandalyeye oturdum. "Yoksa ben sırf siz Berlin'in diğer uçlarında gezin diye benzin parası yetiştirmek için mi çalışıyorum?"
Leonard abartıyla güldüğünde Manal'ın irkildiğini fark ettim. Hepimiz birbirinden farklı, kişisel sebeplerden gergindik. "Bizi Jason getirmiyor, tek başımıza geliyoruz."
"Ayıp ediyorsun," dediğinde hemen karşındaki Jason'a baktı. "Gerekirse ben taksiyle dönerim ama hanımefendileri yalnız bırakma. Bundan sonra önceliğin onlar, ben ikinci sıradayım."
"Nasıl isterseniz." Jason'ın iri siyah bakışları yanlış bir şey dile getirmekten korkar gibi hepimizde süratle bir tur döndü. "Yani hem hanımefendiler hem de beyefendi nasıl isterse ona göre hareket ederim."
Leonard'la göz göze geldiğimizde sıcacık gülümsemiştik ki sipariş almak için yaklaşan, kolları dövmeli genç garson suratını düşürmesine neden oldu. Tavsiye ettiğimiz kahveleri kimsenin yüzüne bakmadan, sadece garsonun ayakkabısına odaklı bir dalgınlıkla dinleyip onayladı.
"Hava biraz bunaltıcı." Birden kalktığında ceketini çıkarıp sandalyesinin arkasına astı. Kolundaki düğmeleri çözdüğünde yukarıya doğru sıvadı. "Sen de biraz rahatlamak için ceketini çıkartabilirsin Jason, benim yüzümden giyindiğini biliyoruz. Rahat ol."
Jason'ın ilk önce buna gerek olmadığını söyleyeceği zannetsem de ikili arasında bir tür, sadece erkekler anlar bakışması geçti. Bunun üzerine Jason kravatını tutarak doğrulduğunda, tıpkı Leonard'ın yaptığı ceketini çıkarıp sandalyesine astı. Kısa saçları ve esmer teniyle patronuna hiç benzemese de bir anda epey uyumlu görünmüşlerdi. En basitinden Jason da etrafı en az Leonard kadar şüpheyle izlemeye başlamıştı.
Leonard bardağını dudaklarından indirirken, "Tavsiye ettiğin yer," demişti ki küçümsemeyle güldü. "Bu muydu Manal?"
Manal sanki konuşan benmişim gibi gerginlikle suratıma döndü. "İdil de çok beğenmişti."
Bu kez de Leonard bana sabırlı bir beklentiyle baktı. "Öncelikle temiz bir yer," diyerek açıkladım. Leonard hariç üçümüzün de sipariş ettiği soğuk kahvemden bir yudum aldım. O, içeceklerin bile sıcak versiyonlarını içerdi. "Öyle hijyenli ki, bu lezzetli kahveleri hazırlayan baristaları bile görebiliyorsunuz."
Leonard başını geriye çevirip ekipman tezgahına ve siyah önlükler giyinip uyum içinde çalışan erkeklere bir bakış attı. "Sorsan bir Türk çayı demleyemezler."
Bu akşam Manal'a jest yaptığını iddia eden kısım palavraydı. Eğer çok iyi niyetliyse bu nedenin de küçük bir payı olabilirdi ama asıl amacı kesinlikle bu semti tanımaktı. Eh, biraz da kendini tanıtmak.
Çantama uzandığımda telefonumu çıkarıp Leonard'a, bir bahaneyle sadece ikimiz olarak buradan ayrılmamız gerektiğini anlatan bir mesaj çektim. Onun mesajlaşma alışkanlığı olmadığından bildirim sesi genelde açıktı ve telefonu şimdi de ötmüştü. Ben telefonu elime almışken Leonard'a mesaj gelmesini yadırgamadılar çünkü bu şüpheye mahal vermeyecek kadar imkânsız olduğumuzu insanlara ispat etmiştik. Ne güzel ne güzel, belki de boşuna endişeleniyordum.
Ekrana birkaç saniye baktıktan sonra ayaklandı. "İdil'le bir görüşme için gitmemiz gerekiyor. Hem yalnız olmalıyız hem de fazla gecikeceğimizi düşünmüyorum. Siz burada kalın."
"Efendim arabayı kullanırım." Manal'ı kastederek, "Önce köşke, sonra sizi bırakacağım yere," dedi. "Ben hızlı sürebilirim. Hem ehliyetim de var."
Ben gülmemek için yanaklarımın içini dişlerken Leonard hiç etkilenmeyerek suratını buruştu. "Seni bu yüzden işe aldım, Jason. Kahveleriniz bittiğinde hâlâ yoksak biraz dolaşırsınız." Ceketini sandalyeden alırken dışarıyı işaret etti. "İnsanlar bir yerlere yürüyorlar, onları takip edebilirsiniz. Gelmemize yakın haberleşiriz. Hesabı da merak etmeyin, İdil şimdi öder."
O anahtarı teslim alırken ben de çaprazlama astığım ufak çantamın fermuarını açıyordum. Masanın etrafından dolanıp yanıma geldiğinde kasaya birlikte gittik. "Senin kredi kartını kullanıyorum, yani her halükarda senden çıkıyor."
"Kaynağı fark etmez," derken bana biraz yaklaştı. "Hesap öderken çok havalı görünüyorsun."
Yakalanacağız diye ödüm kopuyordu. Hazır hissetmeden ilişkimizi itiraf etmekten daha kötü bir şey varsa bu da kendiliğinden anlaşılmasıydı. Bu en yakınınız bile olsa dedikodudan, dolayısıyla berbat hissetmekten kurtulamazdınız. Ya da bilmiyorum, belki de alakası yoktu. Öğrenecektim. Sonuçta Leonard'la yaşadığım bu eşsiz durum, diğer basit flört ilişkilerim gibi değildi.
Arabayı park ettiğimiz yer kafeye yakındı, bu yüzden neredeyse koltuğa oturana dek onları izleyebildim. Biz henüz kapıdan çıkarken az uz konuşmaya başlamışlardı, Manal gözlerini kaçırarak gülümsediğinde Jason da başını çevirmişti. Tamam, belki bu kendimi onlar adına iyi hissetmeme bir süre yetebilirdi.
Sokaktan sıyrılıp ana yola geçtiğimizde Leonard keyifli bir sesle, "Beni nereye götürüyorsun?" diye sordu.
Sabırsızca direksiyonu işaret ettim. "Asıl sen beni nereye götürüyorsun?"
"Söyleyeceğin yere." Sessiz kaldığımda omzunun üstünden kısa bir bakış attı. "Bana bir sürpriz hazırlamadın mı? Bu kadar plan sadece Jason için miydi?"
Benimle dalga geçtiği için dalgayla güldüm. "Elbette öyleydi. Sen onlara jest yaptın ama planında bir şey eksikti. Ah hayır, aslında fazlaydı. Sen ve ben fazlaydık, artık özgürler."
"Dilek de mi dilemeyececeğim?"
"Her gün senin doğum gününmüş gibi yapamayız."
Omuzlarını kaldırıp indirirken direksiyonu sıktı. "O zaman geri dönüyoruz."
"Tamam, tamam!" İnatla aynı konuda kaldığı yetmezmiş gibi çocuklaşıyordu da çünkü nazının bana geçeceğini biliyordu. Oflarken ellerimi dizlerimin üstüne yerleştirdim. "Dile benden ne dilersen."
Dudağının bir köşesini stresle kemirse de ciddi kalmaya çalıştı. "Matematiğin kötü olduğu için belki farkında değilsin ama," dediğinde yutkundu. "Seni öpmeyeli neredeyse bir gün olacak."
"Dileğin yine..." demiştim ki kendime engel olamadan parmaklarımı çıtlattım. "Beni öpmek mi?"
Gözleri ağır ağır kapınıp açıldığında sanki karşısında akıp giden gri bir asfalt yerine ben vardım. Sanki onunla konuşurken her yerdeydim. "Dilek büyücüsüne dönüştüğün zamanlar senden hep bunu isteyeceğim."
Bana bakmadığı için Leonard'ı özgürce izleyebildiğim anlardan birindeydim. Ama sanki her an kafasını çevirecek ve bu seyrimi aniden bölecekti. Aşkın doyumsuz tehlikesi. "Hemen durdur arabayı."
"Ne?" Kısa bir anlığına yüzüme baksa da çabucak yola odaklandı. "Bu cümleyi her duyduğunda gideceksen işimiz var seninle. Bana kızma saatin geldi diye arabayı ıssız bir yolun ortasında durduracak değilim. Yine şarap mahzeninde olduğumuzu sandın herhalde. Kurt kapar, ayı kaçırır, zebani bile yetişemez sonra."
Kafamı geriye kaydırdığımda ensemi koltuğa bıkkınca yasladım. "Arabayı uygun bir yere çek ki seni öpebileyim, paranoyak zebani."
Teklifimin gerçekçiliğini ölçmek için yüzüme bakmak yerine sessizliğimi dinledi çünkü sessizliğimin çok şey anlattığını biliyordu. Karşımıza çıkan ilk ara yola saptığında bizi, iki yanında meyve ağaçları sıralanan, bir müddet sonra da ormanın kıyısına çıkaran kırsal bir alana getirdi. Böyle bir ıssızlığa çıkacağımızdan onun da haberi yoktu ama uygun bir yer tanımına da uyuyordu.
"İşte durduk." Arabadan koşarak inecekmişiz gibi emniyet kemerlerimizi aynı anda çözdük. "Sen istedin diye." Sırtını geriye yasladığında saçlarını özenle düzeltti. Dileğini dilerken bile bu kadar gergin değildi. "Ağaçlara o kadar iyi bakmışlar ki akşamın bu saatinde bile yeşil görünüyorlar."
"Farları açık bıraktığın için de olabilir." Gülmemek için ben de karşıya odaklandım. "Işık, karanlığa değince orayı aydınlatır ya hani."
Önemsiz bir şey duymuşçasına, "Biliyorum," derken gülüyordu. Daha büyük bir gülümsemeyle motoru tamamen kapattıktan sonra, "Işık," dediğinde beni, "Karanlık," dediğinde kendini işaret etti.
"Ve aydınlık," diye fısıldarken dudaklarına uzandım.
Oturma açımızı değiştirip birbirimize döndüğümüzde tutkuyla öpüştük. Gözlerimizi sımsıkı yumduğumuz, Leonard'ın yanağımı zarifçe okşadığı çok utangaç bir tutkuyla. Dişlerini o kadar sık fırçalıyordu ki ağzında kahveyle karışık nane aroması hâlâ duruyordu. Çantamdaki meyveli sakızlar da umarım patlayan şeker oyunu bağımlısı bir adamı etkileyebilirdi.
Anlık bir haz yükselmesiyle dudağını sertçe ısırdığımı fark ettiğimde ondan intikam dolu bir atak beklerken birkaç saniye dursaksayıp, hiçbir şey olmamış gibi yavaşça öpmeye devam etti. Bana kıyamıyordu. İşin sonunda zevk olsa da ve buna hazır beklediğimi bilse de bana kıymamayı seçiyordu. Gözlerimin dolduğunu hissettim.
"Leonard seni seviyorum," diye mırıldandım, nefeslerimizin arasından. "Seni gerçekten seviyorum."
Dudakları kımıldamaya devam ederken uykuda gibi, "İnanıyorum ama öpmeye devam et," diye sayıkladı. "Söyleme, anlat."
Asla sonu gelmeyecek gibi hissettiren bir coşkuyla anlattım. Ellerimi boynuna kenetlediğimde ensesindeki kısa, düz saçlarını kurcaladım. Sert görünümlü adamın saçları ipek gibiydi, dudakları yumuşacıktı, kalbinin güzelliğiyse bana yeryüzündeki tüm kötülüğü er ya da geç unutturacaktı.
"Sırtım acıyor." Yan döndüğüm ve efor harcadığım için gittikçe yoruluyordum ama bitmesini istemiyordum. "Kurtar beni buradan."
Parmaklarını belime kenetlediğinde beni kucağına geçti. Dizlerimi bir yere çarpmamak için bükerek kaydığımda onun kucağındaydım. Anın büyüsünü idrak etmeden önce sırtımı direksiyona yaslayarak biraz rahatlamaya çalıştım.
Leonard gözlerimin içine ciddiyetle bakarken hemen yanındaki kolu hareket ettirerek koltuğunu geriye kaydırdı.
Önümde uzanıyordu, gittikçe üstüne doğru geliyordum.
Bir anda daha beyaz ve iri görünen elini yüzüme yaklaştırıp saçımı geriye kaydırdı. "Biraz da böyle anlatır mısın?"
Başımı onun değimiyle arsızca salladığımda göğüslerim ona değene dek öne yaklaştım. Tamamen uzanmasak da eğimliydik ve bu aslında daha kışkırtıcıydı. Yüzümüzde nemli bir kızarıklık varken, bulduğumuz her fırsatta yine de gözlerimizi kapatıyorduk. Hangi pozisyonda olduğumu düşünmemeye çalışıyordum; nerede oturduğumu...
"Tanrı beni cezalandıracak." Kolumu ve belimi aynı anda okşadı. "Ben çok kötü bir adamım, seni her fırsatta öpmek istiyorum."
Onunla konuşmak için bileğimi köprücük kemiğine koyduğumda işaret parmağımı da çene kemiğimde gezdirdim. "Galiba ben seni baştan çıkardığım için böyle yapıyorsun."
"Beğendin mi yaptığımı? Büyücü diye diye seni büyücüye dönüştürdüm."
Başımı bir kabullenmeyle salladım. "Bu yüzden cehennemde karşılaşmamız olası."
"Ama böyle konuşmamıştık," dediğinde parmaklarımı dudaklarına götürüp öptü. "Birimizin, diğerimizi kurtarmak için cennete gitmesi gerekiyordu."
"Yazık oldu." Yakınırken hisli bir nefes aldım. "Peki şimdi ne yapacağız? Hatalarımızın üzerine bir bardak soğuk su iyi gider."
Dişlerini gösterecek kadar büyük güldüğünde gamzesi belirginleşti. Ben yanağındaki çukurla ilgilenmek için hayranlıkla eğilirken, o yine dudaklarımı hedef almak için yaklaştı. "Seni bilmem ama ben biraz daha bal şarabı içeceğim."
Bölüm Sonu.
First kiss isteyenler nerede bi toplaşalım shzhejsjs
İdil'in birilikte olduklarını saklaması sizce yersiz mi yoksa çok mu eğleneceğiz?
Bu ölçüde itiraflar bekliyor muydunuz?
Bölümde en şaşırdığınız kısım?
Eeennn sevdiğiniz kısım?
Leo'nun anlatımından okumak... erken gelmem için boll yorum balım, benim acilen aşktan tutuşan ve itiraf edemediğinden kuduran bir zebani yazmam lazımm🖤
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top