II. Kitap: 6. Bölüm -Gizem-

Hakan hoca belki de ilk defa bende kendim hakkında anlattığım gerçekleri duyunca kendini tutamamış şok olmuştu. Hareketsizce bana bakarken gözlerinde bir şeylerin hesabı dönüyordu sanki. Belki de artık benimle nasıl ilerlemesi gerektiğini düşünüyordu kim bilir?

Derin nefesler alırken suyun hepsini bitirip bakışlarımı kapıya diktim. İçimden hemen zamanın geçip Şemseddin hocamın gelmesini dilerken karşımda oturan adam hala bana bakıyordu.

Daha fazla soru sorup yaramı deşmemesi için onunla hiç bir şekilde kontağa geçmezken hatta bir heykel gibi durup olduğum yerle bütünleşmeye çalışırken o irkilip kendine geldi ve öne doğru eğildi.

"Ailenden aldığım bilgilere göre yakın zamanda bir kaybın olmamış Hilal? Annen hatta olay sabahına kadar her şeyin yolunda olduğunu söylemişti."

"Her şey yolunda mıymış?" Bir alayla dudaklarımdan firar eden soru ile bende kollarımı masaya dayadım.

"Hiç bir zaman far etmediler ki beni? Acılarımı yok saydılar, bir kusur muş gibi hep örttüler."

Annemin asla geçmişe olan bağımı anlamaması ve bununla beni azarlaması kalbimde iyileşmeyecek yaralara sebep olmuştu.

"Yani diyorsun ki bu problemlerin en başından beri vardı?"

Öfkeyle elimi masaya vurduğumda doktor geriye çekildi. Problem mi? Benimle dalga mı geçiyordu bu adam! Ona canım yanıyor diyordum ve o ne olursa olsun benim acıma problem mi diyordu. İnanıp inanmaması bir yana bir insanın canını yakan şeye basit bir problem demek neyin nesiydi!

"Problem dediğiniz benim sebebi varlığım. Lütfen laflarınıza dikkat edin, sizin inanıp inanmamanız umurumda bile değil ama saygınızı koruyun."

Utançla eğilen başını kaldırdığında bakışlarında mahcubiyet vardı. Ama ne fayda, yakıp kül ettikten sonra...

"Özür dilerim öyle demek istemedim yani seni bu hale getiren durum diyecektim."

Küs bir çocuk gibi bakışlarımı başka bir yere çekip ona bakmayı ret ederken hala içimden dua ediyordum şu kapının açılmasını.

"Peki bana kaybettiğin kişilerin senin için olan anlamlarını söyler misin?" Farklı bir şekilde sorduğu soru gözlerimi yeniden doldururken başımı dikleştirdim.

"Biliyorum en başından beri paylaşmayı ret ediyorsun ama gerçekten merak ettim."

"Neden ret ettiğimi bilirken neden ısrar ediyorsun doktor?"

"Çünkü herkesin kırılma noktası vardır Hilal."

Başımı olumlu anlamda sallarken anlamlı cümlesi aklıma kazındı adeta.

"O zaman sana kötü bir haberim var, daha o noktaya gelmedim." Derken açılan kapı ile hızla ayağa kalktım. Geriye savrulan sandalyenin sesi kulaklarımı tırmalarken titreyen ellerimi yumruk yapıp içeriye giren insanları incelemeye başladım. Tanıdık bir yüz görmeyi beklerken diğer yandan da danışanlar giriyor yakınları ile selamlaşıyordu.

Kalabalığın arasında Hakan hoca öylece bana bakarken ben gördüğüm çehre ile nefesimi tuttum.

"Şemseddin hocam!" Acıdan kısılan sesimi ben bile duymazken o bakışlarını anında bana sabitlemişti. Yine eskisi gibiydi...

Kahverengi takım elbisesi, beyaz gömleği ve siyah paltosu ile tüm şıklığı ile karşımdaydı. Elindeki siyah deri çalışma çantası ile adeta eskilerden fırlamış gibiydi...

Hakan hoca arkasını dönüp baktığım yere bakarken Şemseddin hoca yaklaşmaya başlamış Hakan hoca da ayağa kalkmıştı.

"Hilal?" Yılların yorgunluğu ile adımı zikrettiğinde dudaklarımda acı bir gülümseme peydahlanmıştı.

"Hocam."

Tam karşımıza geçtiğinde doktor hakan elini uzattı. "Merhabalar ben psikiyatrist doktor Hakan Yılmaz."

Şemseddin hoca elini uzatıp sıktığında başını sallayıp cevap verdi. "Memnun oldum doktor bey bende, profesör Mehmed Şemseddin Ak."

"İsminiz çok hoşmuş hocam."

"Benim ebeveynlerim de tarihçiydi aralarında olan bir şakadan geliyor." Hocam yine geçmişe dalmış keyifle anılarını anlatırken dudaklarımdan bir kıkırtı firar etti. Dersine ilk girdiğimizde kendi ismine baya şaşırmıştı hatta şaka yaptığını sandığımız için bir süre inanamamıştık.

"Tanıştığıma yeniden memnun oldum, buyurun siz Hilal ile konuşmanıza bakın ben gidiyorum. Görüşmek üzere."

Şemseddin hocam baş selamı verip karşıma otururken ben titreyen ellerimle sandalyemi düzeltip oturdum ve heyecandan ne yapacağımı şaşırdım. Nasıl konuşmalıydım ki şimdi?

"Derslere girmeyi kestiğinde hakkında hiç haber alamadık Hilal."

Otoriter sesi ile omuzlarım düşerken başımı istemsizce eğip mahcubiyetimi sergiledim.

"Senin gibi geleceği parlak bir öğrencinin bu kadar uzun süre olmaması bizi endişelendirdi doğrusu. Başına bir şey geldi sandık en sonunda geçen ay ailen ile iletişime geçtim ve durumu öğrendim."

"Özür dilerim hocam, okula bildirmeliydim."

"Neden özür diliyorsun Hilal, elinde olan bir durum değil bu yaşadıkların. Umarız ki kısa sürede yeniden aramıza dönersin."

Dolan gözlerimi gözlerine kaldırdığımda bunun asla olmayacağının farkındaydım.

"Gözlerindeki acının sebebi ne Hilal? Daha aylar önce açılışta çok mutlu ve iyi görünüyordun. Ne oldu da birden bu hale geldin? Ailenin dediği kadarıyla o günden sonra olmuş her şey."

"Hocam söylesem inanır mısınız?"

"Bunu olanları bilmeden cevaplayamam Hilal." Diyerek nefesini bıraktığı sırada tam başımı eğecekken masadaki çantasının üzerine ellerini koydu. "Ama."

Ama...

"Akıl sır ermese de... Bir şeyler olduğu belli Hilal." Kısık sesi bir sır söyler gibi gizemliyken çantasını açıp iki dosya çıkardı.

Kalbim boğazımda atarken o kelimeleri bekliyordum.

"Harem defterlerinin bulunduğu odada bir başka odaya açılan geçit bulduk. Sonradan yapıldığı belli büyük ihtimalle ki daha sonuçlar elimize geçmedi ama birinci dünya savaşından on yıl önce örülen bir duvar söz konusu."

Kalbim duracak gibi yavaşladığında o ince sızıların esiri olmuş kas katı kesilmiştim.

"Bulduğumuz defterlerin birinde yeni bilgilere eriştik. Elimizde olanlarda bulunmaya onlarca olayın yazıldı defterler..." Gözümün içine baka baka konuşurken hiç bakışlarını kaçırmadan sayfayı araladı ve önüme doğru itti.

Mimiklerinden ne kadar ciddi olduğunu anlarken bakışlarımı çekip kağıttaki fotoğraflara baktım.

Mürekkep aksa da hala yazanlar anlaşılıyordu. Gözlerimi kısıp yazanları okurken benim adımın geçmesi ile zorla yutkundum.

"İkinci Ahmed'in nikahlı karısı Hilal sultanı çok net olmayan bilgiler ile biliyorduk. Sahibi olduğu mal varlıkları, okullar, imarethaneler vesaire lakin bu defterlerde haremdeki varlığı hakkında bilgiler bulunuyor Hilal." Sonda adımı bastıra bastıra söylediğinde titreyen ellerimi hızla bacaklarıma indirdim.

"Aklımı kurcalayan onlarca şey var Hilal lakin bu zırvalıkları dinlemek ister misin bilmem..."

"Hocam lütfen, dinliyorum."

"Dönemin isimlerinden sıra dışı olan bir sultan. Gizemlerle dolu bir hayat..."

"Seni tanıdığımdan beri II. Ahmed'e olan ilgini biliyorum ve birden burada oluşun?"

"Tarihin açığa çıkması neden senin başına gelenler ile eş zamanda oldu? Bu neyin bağlantısı anlamıyorum."

Ardı ardına kurduğu cümleler tüylerimi ürpertirken tek kelime edecek gücüm kalmamıştı.

"Hilal harem defterinde Hilal sultan ile alakalı olan kısımlar bana seni hatırlatıyor. Dış görünüş anlatımı, karakter davranışları... Seni yazmışlar gibi." Kısılan sesinin ardından cebinden mendilini çıkarıp alnındaki terini sildi ve nefesini düzene sokup devam etti.

"Bir kaç ay öncesine kadar ismen bildiğimiz sultanın hakkında çıkanlar bize yeni kapılar araladı Hilal." O kadar heyecanlıydı ki bir tarihçinin keşfinden sonra yaşadığı duygu patlamasını resmediyordu adeta.

"Hocam ne demek istiyorsunuz?"

"Hilal sultanı araştıracağım?" Böyle duymayı beklemediğim cevabı ile şoka girerken ne diyeceğimi bilemedim. Şemseddin hocam nasıl bir duygu yoğunluğu geçiriyorsa yerinde duramayacak kadar kıpırdanmaya başlamıştı. Kapalı olan dosyayı açıp karşıma koyduğunda soğuk kanlı kalmaya çalış işaret ettiği satırları okudum.

"Saklı kalanları bizimle gün yüzüne çıkarmak ister misin?"

Etrafımda olup bitenleri duyamaz olurken bir anda dünyam tepe takla olmuştu. Hani soğuk kanlı olacaktım? Nasıl bir anda bu hale gelebilmiştim?

"Ben buradan çıkamam." Diyerek başımı eğdiğimde o elini masaya vurdu.

"Zorla kimse seni burada tutamaz Hilal! Ailenle gerekirse ben konuşurum bunun senin kariyerin için ne kadar önemli olduğunu anlatırım sen sadece evet de."

"Evet de ki benim bu akla mantığa sığmayan düşüncelerimi doğrulayalım."

"Aklınızda ne var hocam?"

"Orası da şimdilik bende kalsın. Sen cevap ver, istiyor musun istemiyor musun?"

Titrek bir iç çekip başımı olumlu anlamda salladığımda kendimi yeniden bir bilinmezlik uçurumundan atarken bulmuştum. Beni neler beklediği meçhuldü.... Yine.


*

"Az kaldı gitmene değil mi?" Onur ile bahçede bir banka oturmuş çevreyi izlerken bir konu bulup konuşmaya başlamıştım yoksa ikimiz de sus pus duracaktık.

"Evet iki hafta ve geri eski hayatıma döneceğim."

"Yeniliklerle... Bundan sonra kendini eskisi gibi yorup zorlamak yok tamam mı?"

"Aynen öyle, hayatımın kıymetini bileceğim. İş uğruna sağlığım ile oynamayacağım." Başını sallayarak söylediklerine gülerken ona doğru döndüm.

"Biliyor musun ne oldu?"

"Ne?"

"Daha kesin değil ama buradan çıkma gibi bir şansım var."

"Aman kaçacağım deme o iş yaş." Kaşlarını kaldırarak dalga geçtiğinde göz devirdim. "Ha ha ha çok komik."

"Şaka bir yana nasıl olacak o iş?"

"Ailem ile konuşacağım hatta hocam da konuşacak."

"Hani şu geçen ziyaret günü gelen adam?"

"Ever Şemseddin hocam."

"Bak bu günün ikinci güzel haberi sevindim, hayırlı olsun."

"Sağ ol."

"O zaman bu best friend hallerimizi dışarıda da sürdürürüz umarım." Alayla söylediklerine gülüp başımı salladım. "Gazeteci bir arkadaşa ihtiyacım olacağı için elbette."

"Vay ben işim için istiyorsun benimi için değil yani." Üzülmüş gibi kalbini tuttuğunda içtenlikle bu haline kahkaha attım. Ve aylar sonra gerçekten kendimi iyi hissettiğim bir an olmuş oldu.

Bu hissin burukluğu ile başımı eğerken o fark etmemişti ve etrafı izlemeye devam etmişti.

"Hadi aileden imza alınıp çıkacaksın da bu Hakan hoca bırakmaz seni."

"O ne demek?" Çatık kaşlarım ile sorduğum soruya omuz silkti. "Adam kesin teşhis koyup tedavi etmek için can atıyor gibi ya da bana öyle geliyor."

"Can atmaya devam etsin o zaman." Diye söylendiğimde güldü.

"Bazen diyorum ki, ya geçmişte doğmuş olsaydım ve kaderim tekrarlansaydı yine depresyonun esiri olsaydım başıma ne gelirdi? Mesela bundan bir kaç yüz yıl önce."

"Tedavi olma şansın o zamanlarda da vardı Onur. Her ne kadar şu anki ile aynı şekilde olmasa da o yıllarda Osmanlıda darüşşifa veya bimarhane denilen yerlerde tedavi olabilirdin. Psişik hastalıkların tedavisinde ilacın yanı sıra müzik, su ve koku terapileri etkili yöntemlermiş. Bu metotlar Selçuklulardan miras alınmış diye geçiyor kitaplarda."

"Gerçekten mi? Bilmiyordum bak bu kadarını! Cidden tarih okuyan farkı! O dönemlerde insanlar eminim daha saygılıdır bu rahatsızlıklara sahip olanlara. Baksana şimdi dışarıda öcü görmüş gibi bakıyorlar en ufak rahatsızlığı olana."

"Elbette tamamen peri masalı değildi o dönemler ama saygı ve sevgi ayrı bir seviyedeydi."

Onur yükselen kaşları ile başını yana yatırdı. "Sanki o zamanlarda yaşamış gibi konuştun."

Dudaklarımda buruk bir gülümseme can bulurken omuz silktim. "Kim bilir belki de yaşamışımdır."

"Reenkarnasyon diyorsun yani? Hinduizm ile mi ilgilisin yoksa?"

"Hayrı öyle demek istemedim."

"O zaman, zaman makinesi icat edildi ve sen yüzyıllar arası yolculuk mu yaptın?" Alayla söylediklerine göz devirip önüme döndüm. "Kabul et komikti."

"Ha ha ha Onur. Oldu mu?"

"Oldu! Neyse konu böyle konulardan açılmışken tarihten biri ile tanışabilme şansın olsa kim olsun isterdin? Bak böyle sorunca insanın aklında bir yığın isim geliyor."

"II. Ahmed."

"Bak o da benim aklımdan geçti, adamın dünyaya kattıkları say say bitmez Osmanlının sayılı iyi padişahlarından vallahi."

Kendi kendine konuşmaya devam eden Onuru izlerken bakışlarım boşluğa dalmış gerçekten Ahmed'in yeniliklerinin değerini fark etmiştim.

"Geçen ziyaretime bir arkadaşım geldi havadan sudan konuşurken konu mal mülke gelince dolara ve altına yatırım yap dedi anlamadım, hani tamam son yıllarda dolar neredeyse 6 tl oldu ama yani yatırım yap denilecek kadar da kötüleşmez durum. Yani inşallah."

"Yap sen yine de zararı olmaz." Diyerek güldüğümde başını salladı.

"2020 ye şurada iki ay kaldı çok garip zaman çok hızlı geçiyor cidden."

"2020..." Diyerek başımı salladığımda zamanın nasıl bu kadar hızlı aktığını sorguladım kendi kendime. Eskiden sanki daha yavaştı...

Esen soğuk rüzgar ile hırkama sıkıca sarılıp binanın giriş kapısına döndüm. "Üşüdüysen girelim." Onurun teklifi ile başımı sallayıp ayağa kalktığımda beraber binanın girişine doğru yürümeye başladık.

"Sıcak bir kahveye ne dersin?"

"Hayır demem." Diyerek güldüğümde başını salladı ve benimle beraber kafeteryanın yolunu tuttu.

"Hatta kahveyi alıp salona geçelim kitap okuruz ne dersin?"

"Sen istersen oku ama benim kitaba dikkat verecek bir halim kalmadı maalesef."

"İşte böyle durumlarda başlanması gerekir okumaya, tamam dikkat verememeni anlıyorum zorlanıyorsun ama bir sayfa oku gerisi gelmezse bırak yarın denemeye devam et."

"Haklısın bir yandan başlamam gerek artık..."

Beraber kafeteryaya girdiğimizde poşet çayların bulunduğu yerden kahve alıp bardağa bir kaşık attık ardından sıcak suyu doldurup kupayla geri koridora çıkıp salona ilerledik.

"Burası artık sıkmaya başladı, hoş kendi hayatım da sıkıcı yani öyle farklı şeyler yapmıyorum ama yine de insan kendini güvende hissettiği yerdeyken daha mutlu oluyor. En basitinden kitabı şu an odamda okusam eminim on kat daha mutlu olurdum."

Onur fazla konuşkan çıkmıştı, ilk baştaki o ukala çocuktan eser kalmamış belki de ayların birikimini dökmeye başlamıştı bana. Her ne kadar diğerlerine karşı hala o ukala tavrını takınsa da birbirimizle daha çok vakit geçirmiş olmamız nedeni ile bana karşı daha rahattı.

Aslında iyi gelmişti bana.

Biraz olsun kafamdaki sesleri susturabilmişti... Güldürmüştü beni bu acının içinde. Bir dost gibi hüznüme saygı duymuş, mutluluğuma eşlik etmişti.

Yoksa sessizliğime devam eder yine kendimi odama kapatırdım, o günü beklerdim.

Kitaplığın en yakınında olan boş masaya geçtiğimizde kupaları bırakıp raflara ilerledik.

Tarih bölümünü es geçip gözüme çarpan ilk kitabı, Çalıkuşu'nu elime aldım ve yerime geçtim. Daha önce okusam da bu bir kez daha okumak için bir neden olamazdı.

İlk sayfasını açıp bakışlarımı ilk kelimeye sabitlediğim sırada Onur karşıma oturdu.

"Bir sayfa okumadan kalkamazsın ona göre." Diyerek sayfalarını çevirdiğinde kaldığı yeri bulmaya çalıştığını anladım.

"Tamam deneyeceğim."

Sonrası sessizlik.

Okudum ama okuduğumu anlamadığım için her defasında dağılan dikkatimi yeniden toplamaya çalışıp baştan okumaya çalıştım. Tekrar tekrar okuduktan sonra boş boş sayfaya bakmaya başladığımda aklımı dolduran düşünceler yüzünden tek kelime anlamaz hale gelmiştim.

Soğumuş kahvemi başıma dikip bitirdiğimde göz ucuyla Onura baktım ve çoktan on küsür sayfa okuduğunu fark ettim.

Nasıl da dikkatini sabitlemişti... Şanslı.

Eskiden bir oturuşta kitabı yarılardım hatta bir ara hayatım sadece kitaplar üzerine olduğunda okumam hızlanmıştı bir yarışa girer gibi hızlı hızlı okuyordum. Oysa acelem de yoktu...

Tadım kalmamıştı eskisi gibi. Melike ile oturup şiir okuduğumuz öğlen saatlerini hatırlıyorum da nasıl da ilham doluydum. Heyecanla bir şeyler yazar her ne kadar amatörce olsa da Melikeye okur ondan her defasında nasıl hissettirdiğini öğrenirdim...

Şiir denilince aklıma hep Ahmed gelir. Kendisi şiir gibi adamdı zira. Nefes almak gibi kolay geliyordu ona her defasında şiir okumak. İlk başlarda ne kadar şok olsam da alışmıştım buna.

Bakışlarımı sayfadan zorla çektiğimde nerede kaldığımı anlamayarak baştan okumaya başladım.

Ara vere vere sonunda ilk sayfayı bitirdiğimde üstüme çöken buhran ile kitabı kapatıp yerine kaldırdım.

"Bir saatte bir sayfa. Tebrikler." Alay mı ediyordu yoksa cidden mi tebrik ediyordu anlayamamıştım çünkü nötr bir ifade takınmıştı.

"Emin ol o bir sayfayı tekrar tekrar okuduğumu diğer sayfalara yaysak bir on sayfa çıkardı."

"Umarım kısa sürede bu dikkat dağınıklığını yenersin Hilal."

"Umarım."


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top