II. Kitap: 21. Bölüm -Hayesan eden-
Cevapsız sorularla geçen aylar sonra araştırma ekibi yeniden bir araya geldiğinde aralarında bir kişi eksikti. Hilal...
Zaten bu toplanmanın amacı da oydu ya... Herkes işini titizlikle yapacak bir yeni bilgi için elinden geleni yapacaktı. Resmi bir araştırma olmadığı için fazla dikkat çekmemeleri ve sükûnetle işlerini yapmaları gerekiyordu.
Burak, Şemseddin hoca ve Onurun son konuşmasının üzerinden geçen bir haftanın sonunda herkes Fatih camii ve külliyesinin bir parçası olan medresenin önünde toplanacaklardı. Onur o gün heyecanına yenik düşüp buluşma saatinden iki saat önce gelmişti, içeri tek başına girmeye cesareti olmadığı için iki saat boyunca devasa kapının önünde bir ileri bir geri giderek grubun geri kalanını beklemeye başlamıştı.
İkinci gelen kişi ise Burak olmuştu, aslında o da evden bir hayli erken çıkmış ama yolda erken gittiğini fark edip oyalanmaya çalışmıştı. Lakin pek de oyalanabilmiş değildi Onurdan yarım saat sonra o da hemen oraya varmıştı bile.
Birbirini sokakta gören iki adam ilk önce heyecanla gülümseyip sonra birbirlerine ördükleri duvar yüzünden kendilerini toparlamıştı. Ciddiyetle yaklaşıp tokalaştıktan sonra halen içeri girmeye cesaret edemeyip kapının önündeki kaldırıma oturmuşlardı.
"Erken geldik galiba." Onurun sesini düzeltip sorduğu soru ile Burak gülerek "Galiba." diyerek omuz silkti.
"Hilal ile nasıl tanıştın?" Burak'ın ani sorusu ile Onur bir an kendini anılarının içine düşmüş halde buldu. Renkler solmuş yeniden o solgun dünyasına dönmüştü. Düşen omuzları ile merkezdeki günlerini düşünmeye başlamıştı. İlk gününden itibaren kendini izlerken yeniden hayata döndüğü günlerde yavaşlamış iyileşmesine haftalar kala taburcu olmadan önceki o günlere dönmüş ve Hilal ile karşılaşmıştı.
"Zorlanmak savaşmak değildir, geri çekilmek kaybetmek değildir." Onurun Hilale kurduğu ilk cümle o an bir kez daha tüylerini ürpertmişti. Burak Onurun ettiği bu lafa merakla kulak verdiğinde Onur konuşmaya devam etti. "Bunu Hilal'e kitaplığın önünde dakikalar boyu dikildiğinde söylemiştim. Sessiz sedasız dursa da büyük bir efor sarf ettiğini fark etmiştim."
"O gün kitap okumak için ortak alana inmiştim, merkezin öğlen saatlerinde doktorlar ile olan seanslardan sonra bize aktiviteler için ayırdığı alanda kütüphane kısmına gitmiştim ama bir hastanın kitaplığın önünde dikildiğini görünce bir süre durmuştum. O dönem ruhsal açıdan toparlandığım için çevremdeki hasta insanları incelemek ve fikir yürütmeyi hobi edinmiştim. En sonunda izlemeyi kesip yanına gittiğimde seslenmem ile kendine gelmişti."
"Bir süre sonra beni merakla izlediği için rahatsız olup ona deli mi oynuyor diye laf atmıştım, o da ayı değil miydi o diyerek beni düzeltmişti." Onur bir kez daha buna güldüğünde Burak da istemsizce gülmüştü.
"Millete deli dememe hem istemsizce gülüyor hem duyar kasıyordu. E yahu delirdik de oradayız yalan mı?" Onur Burak dan onay almak için başını ona çevirdiğinde Burak şen bir kahkaha attı. "Manyak!"
"Eminim Hilal de o an bunu söylemiştir, neyse sonra masalara ayrı ayrı oturmuş ben kitap okuyor o beni izliyordu, rahatsız olduğumu belirtmiş olsam da merakını anlayabiliyordum. Neyse Hilal alanı terk edecekken birden kaçarcasına masama gelip karşıma oturdu ve kitaplarımdan birini alıp rastgele bir sayfasını açtı."
"Kaçarcasına mı?" Burak'ın o ana kadar çatılmayan kaşları çatılınca Onur anlatmaya devam etti.
"Bizim psikiyatristlerden doktor Hakan diye bir adam vardı, Hilal bunun seanslarına girmiyor kaçıp duruyormuş o gün de ona yakalanınca benim masaya sığınmıştı. Hilal haliyle yaşadıklarını anlatmadığı için bir türlü teşhis koyamıyorlar ve tedavi sürecine başlayamıyorlarmış Hakan hoca da bunun yüzünden Hilal ile uğraşıp duruyordu."
"Bir de yaşadıklarını anlatsa bulunduğu durum daha da kötüleşirdi herhalde, akıl sağlığı yerinde olup oraya hapsolması korkunç bir düşünce." Burak'ın anlattıklarına Onur da katılıyordu. Mantıklı bir insanın yapacağı şeyi yapmıştı ona göre Hilal. Eğer başına gelenleri anlatsaydı yüksek ihtimal o doktorlar ona inanmazdı. Üstüne ağır ilaçlar ile yanlış bir tedaviye maruz kalırdı.
"Ya siz nereden tanışıyorsunuz, sadece üniversiteden mi?" Onur cevabını bilmesine rağmen sorduğu soru ile Burak onu başını sallayarak onaylamıştı. "Evet ben onun üst sınıfındaydım."
Daha sonra ikilinin arasında bir sessizlik meydana gelmişti. Yoldan gelip geçen araçlar ve insanları sessizce seyrediyorlardı bir tek. Çok sürmeden aralarına katılan grubun geri kalanı ve hocalar ile beraber külliyenin kapısının önünde toplanmış harekete geçmek için Feride hoca ile Şemsettin hocanın gözlerinin içine bakar olmuşlardı.
"Hocam geçelim mi?" En sonunda dayanamayan Burak herkesin söylemek istediği şeyi söyleyince Şemsettin hoca gözlerini restorasyon yüzü görmemesine rağmen asırlardır sağlam duran dev işlemeli ahşap kapıdan çekti.
Derin bir iç çekerek geçelim der gibi başını salladığında kapıyı açmış ilk adımını sağ ayağı ile atarak fısıldamıştı sessizliğe. "Bismillah."
Şemsettin hocanın ardından herkes ondan örnek almış saygıyla Medrese'nin sınırına adım atmışlardı.
Burası büyük bir alanı kapsıyordu, içerisinde eğitim çağı gelmiş çocuklar için mekteplerin, hastane, bakım evinin, aş evinin, kalacak evi olmayanlar için yurtların bulunduğu ve kendi camisinin bulunduğu bir medreseydi. Lakin günümüzde sadece aş evi, yurt, manevi konular, yardım konuları ve sosyal hizmetler için işlev görüyordu.
Yüz yıllardır yardıma muhtaç olan insanlara kapılarını açmış olan bu Medrese bugün bir nevi yardım kuruluşu olarak faaliyetini sürdürüyordu. Fatih camii ve külliyesinin bir parçası olan medresenin yönetimi günümüze kadar aile yadigarı bir miras gibi torundan toruna nesillerce devri mülki olmuştu. O zamandan beri Medresenin ana çalışanlarının soyları ataları gibi bu kuruluşta çalışmayı sürdürmüştü.
Bu zira onlar için büyük bir mirastı...
Adımlarını attıkları gibi ekibin her bir üyesi yoğun bir duyguyla burun buruna gelmişti. Ne olduğunu anlamaları o an için güçtü. Onurun tüyleri ürperirken Burak'ın gözleri dolmuş dokunulmamış güzelliğe bakakalmıştı.
Sevda o an aralarında tek konuşabilen olmuştu. Titreyen sesine söz geçirmeyi bile düşünememişti o an. "Sizde benim hissettiklerimi hissediyor musunuz?"
Kimseden ses çıkamazken sadece başlarını sallamakla yetinmişler alanda görünen tüm binaları seyre durmuşlardı. Bahçenin bu tarafında çalışan gönüllüler dışında kimse yoktu. Lakin kalabalığın sesi arka bahçeden 'ben buradayım' dercesine yükseliyordu.
"Gençler toparlanın hadi." Feride hoca herkesi kendine getirmeye çalışırken Burak ellerini yüzüne götürüp çaktırmadan taşan göz yaşlarını sildi.
"Artık alıştım diyerek işe koyulduğum da her defasında duvara tosluyorum. Geçmiş öylesine büyülü öylesine eşsiz ki hocam..." Fethi arkadaşlarının hatta hocalarının bile düşüncesini dile getirmişti. Bu mesleği yapanların hepsi onunla aynı fikirdeydi. Tarih onları şaşırtıyordu...
"Bugün buraya gelmeden idari sorumlusu Cemal bey ile konuştum, kendisi gelemeyeceği için bize buranın manevi açısından sorumlu olan İsmail hoca eşlik edecek." Şemsettin hocanın kısa bir bilgi verip ilerlemesi ile herkes peşine takılmıştı.
O sırada misafirlerinin gelişini arka bahçede gönüllü yardıma gelen gençlerle hasbihal ederek bekleyen İsmail hoca uzaktan duyduğu sesler ile gençlerden bakışlarını ayırıp arkasını döndü.
Misafirlerinin geldiğini gördüğü gibi geçlerden yardım alarak oturduğu minderden ayağa kalktı. Yetmişli yaşlarında olan İsmail hocaya da zaman kimseye acımadığı gibi acımamıştı. Yılların yaşanmışlığı sırtına yük olmuş, yüzünde izler bırakmıştı.
Şemsettin hoca ve Feride hoca İsmail hoca ile karşı karşıya geldiklerinde sırayla tokalaştılar. "Hoş geldiniz, nasılsınız?"
İsmail hocanın sorunun ardından gençlerle tokalaşmış saygı çerçevesinde elini öpmek isteyenlere gerek olmadığını belirtmişti.
"Hoş bulduk."
"Teşekkürler İsmail bey sizi sormalı?"
"Şükür bugün de yüce Mevlam bana nefes almayı nasip eyledi."
Onur hafif bir şaşkınlıkla Burak'a bakmıştı o an. Zira kendisi böyle yerlere Hilal'den sonra gelmeye başlamıştı. Alışık olmadığı ortamlar ve insanlarla karşılaştıkça bir tek ona mı farklı geldiğini anlamak için çevresine bakar olmuştu. Ve anlamıştı ki o hariç herkes buna alışıktı. Normal hayatta pek denk gelmezdi böyle derin cümleler kullanan insanlarla zira günümüzde bir çok şey unutulur olmuştu...
"Buyurun şöyle geçin soluklanın bir şerbetimizi için yol yorgunluğunuzu atın." İsmail hocanın buyur etmesi ile ekip boş minderlere oturmuştu. Gönüllü gençler izin isteyip işlerinin başına döndüğünde artık yalnız kalmışlardı. Şerbetler gelene kadar havadan sudan bir muhabbet açılmıştı.
Kısa süre sonra herkes ikram edilen gül suyu şerbetlerini yudumlarken Şemsettin ve Feride hoca lafa girdi.
"Cemal bey size bugün ki geliş sebebimizden bahsettiler mi?" Feride hoca elindeki bardağı yer sofrasına bırakarak sorduğu soru ile İsmail hoca başını usulca salladı.
"Üniversite araştırmanız için bilgi edinmeye geldiğinizi söyledi lakin belli ki daha fazlası var..."
Heyecanlı gözlere bakarak söylediği cümle ile Şemsettin hoca başını salladı. "Evet, Haseki Hilal sultanın hakkında burada belgeler bulunduğu bilgisi var elimizde, doğru mudur?" O zamana kadar gizli yürütülecek dedikleri araştırmanın detayını kendi ağzıyla anlattı Şemsettin hoca.
İsmail hoca önce şaşırmış merakına yenik düşmüş kendi içinde neden Hilal sultan diye düşünmüştü. Onca adı tarihe geçmiş padişah ve hanım sultan varken neden o?
"Hilal sultan mı?"
"Evet." Onur başını hızla sallamış heyecanla öne atılmıştı.
"Elbette arşivde var lakin aradığınızı bulur musunuz bilemem. Biliyorsunuzdur İmarethane binasının arşiv kısmında bu zamana dek izin ve teknik engeller dolayı giriş yapamadığımız bir daire vardı geçen ay sonunda engeller kalkınca devletimiz araştırma ekibi ile içeriden çıkan tüm orijinal baskıları ve eserleri zimmetine geçirdi. Lakin her bir sayfanın fotoğrafı, kopyalarını bize verdiler."
"Buluruz buluruz." Burak sabırsızca mırıldandığında Sevda dirseğini ona vurup susturmuştu.
"Valide Zümrüt Şah Sultan dan sonra burada en çok emeği geçen sultan kendileriymiş, validelerinin mirası olan bu medreseye gözü gibi bakmış kendileri öyle kurallar koymuş ki sayesinde günümüze kadar büyük bir hasar almadan ayakta kalmış burası. Bilirsiniz Sultan Ahmed Han'ın bir çok yenilikçi kararlarının arkasında da Hilal sultan vardı. İleri görüşlülüğü ile tarihimizin ve topraklarımızın yüzlerce eseri halen ilk gün ki gibi korunmaktadır."
Ekip üyeleri bir zamanlar yan yana oturup yemek yediği, konuştuğu arkadaşının bir başkasından böyle dinlediğinde bir anlığına dehşete düşmüştü. Akılları almamıştı yine...
"Biz aslında bu yeni bulunan defterlerde kendisi hakkında yeni yazılar olduğunun duyumunu aldık onlara göz atmak istiyoruz."
"Elbette, çıkan her evrak devletimiz tarafından korunma altına alındı burada ise sadece kopyaları mevcut dediğim gibi."
"Biliyoruz lakin biz biraz da sizden bilgi almak istiyoruz, burayı nesillerdir ailecek koruduğunuzu biliyorum elbet atadan kalma hikayeler, duyumlar vardır elinizde." Şemsettin hoca asıl konuya değindiğinde İsmail hoca tebessümle başını salladı.
"Olmaz mı... O vakit şerbetleriniz bitince arşive geçelim."
Bunu duyan gençler saniyesinde bardaklarını bitirdiğinde İsmail hoca gülmeye başladı.
"Pek heyecanlısınız gençler."
Bunun üzerine Fethi zoraki bir gülüş ile başını salladı. "Yaa ya hocam evet öyle."
Bunun üzerine Sevda bu sefer dirseği ile Fethiyi uyarmıştı. Yahu bu çocuklar niye her defasında saçma saçma konuşup gereksiz dikkat çekiyordu?
"Gençler de bitirdiğine göre vakit kaybetmeden başlayalım mı?" Feride hoca gençlerin daha fazla otururlarsa pot kıracaklarını anlamış ipleri eline almıştı. İsmail hoca başını sallayarak ayağa kalkmaya yeltendiğinde yanında oturan Onur hemen koluna girip yardımcı oldu.
"Sağ ol evladım." İsmail hoca elini usulca Onurun eli üstüne bırakıp çekti.
"Estağfurullah hocam." Onur kolunu çektikten sonra herkes gibi hocanın peşine takıldı. Yavaş ama emin adımlarla Medresenin ana binasına yaklaştıklarında İsmail hoca cebinden anahtarlığını çıkartıp kilitli kapıyı açtı.
"Bu binaya giriş kısıtlı, malum içeride tarihi eser sayılacak maddi ve manevi değerleri yüksek parçalar var. Ayrıca dediğim gibi kültür ve turizm bakanlığı tarafından korunuyor."
Sırayla herkes içeri girdikten sonra kapı kapatılmıştı.
"Şimdi bizim iki arşivimiz var birinde bizde korunmasına izin verilen orijinal eserler ve evraklar bulunmakta diğerinde buradan çıkan ama şu an burada olmayan her şeyin kopyalarının bulunduğu arşiv. Nereden başlayalım?"
Herkes cevap vermesi için Şemsettin hocanın gözlerinin içine baktığında Şemsettin hoca cevap verdi. "Önce Hilal sultan hakkında bulunan kağıtlara bakalım."
"Yani kopya arşivine." Diye mırıldanan İsmail hocayı başını sallayarak onayladı.
Adımlar alt kata inen merdivenlere yönelirken İsmail hoca sonradan ek yapılan elektrik düğmesine basmış karanlık merdiven yolunu aydınlatmıştı. Herkes sırayla aşağı kata inerken İsmail hoca dizlerinden mütevellit yavaş yavaş adım atıyor arada Onurdan yardım alıyordu.
"Yaşlandık artık, niyetim elden ayaktan düşene kadar burada görevimi layıkıyla yerine getirmek. Benden sonra torunuma emanet edeceğim İnşallah. O da burada büyüdü sayılır, oğlum ile gelinim doktorlar hayatları hastanede geçtiğinden torunuma benle hanım baktık epey bir vakit."
Fethi sessizce Burak'ın kulağına eğilip "Maşallah dedemin tüm hayat hikayesini öğrendik."
"Oğlum sus duyacak adam."
"Duymaz duymaz."
"Şşşt!" Sevda tedirgince Fethinin omuzuna vurduğu an Fethi susup göz devirmişti.
Merdivenleri indiklerinde dar ama uzun bir koridor ile karşılaştılar koridorda dört oda vardı. İsmail hoca sağdan ilk kapının önünde durup anahtarlarını yeniden çıkarıp kapıyı açtığında eli ile içeri buyur etti.
Herkes sırayla içeri girdiğinde günümüz mobilyaları ve ofis eşyaları ile düzenlenen bir arşivle karşılaştılar.
"Sizin istediğiniz kopyalar bu rafta." İsmail hocanın işaret ettiği rafa ilerlediklerinde iki kalın bir ince dosya ile karşılaştılar.
Dosyaları alıp masaya geçtiklerinde herkes oturmuş incelemeye koyulmuştu.
"İsmail bey bu yeni bulunan defterlerde size farklı gelen bir şeyler var mı?" Feride hoca dosyanın sayfalarını çevirirken sorduğu soruya İsmail hoca başını sallamıştı.
"Farklı demeyelim de alışa gelmemiş bir olay olmuş ona epey şaşırdık."
"Nedir?"
"Bu bulunan defterlerde önemli günlerde olan bitenin, kimin gelip kimin gittiğine dair olan evrakların detaylı rapor edilişi vardır. Bir olay dışında her şey olağan lakin öyle bir şey olmuş ki nasıl taş taş üstünde kalmamış anlamadım."
O an zaten soğuk olan taş duvarlı odada soğuk bir rüzgar esmişti, zehir gibi soğuk.
Onur Burak'ın gözlerine endişeyle bakarken Fethi ile Sevda aynı korkuyla hocalarına bakmıştı. Ne olmuştu...
"Burada." Şemseddin hocanın elindeki dosyada cevaplarını bulmuştu. Ortaya bıraktığı dosyaya tüm bakışlar kayarken Onur yazandan hiç bir şey anlamadığı için olan biteni çehrelerine bakıp tahmin yürüterek anlamaya çalışıyordu.
"O gün," Diye başladı İsmail hoca, sesi bir hayli kısık çıkmış masal anlatır gibi devam etmişti. "Sultan Ahmed Han'ın nikahlı zevcesi haseki Hilal Sultan ve cariyeleri Medresemizi uzun bir vakit evvel karar verildiği üzere ziyarete gelmişler."
Onur can kulağı ile hocanın anlattıklarını dinlerken ekip arkadaşları dehşetle dosyada fotokopisi çekilmiş sayfaları okuyordu.
"Geldikleri gibi Dar-ül ulum, Medresemizin talebeleri heyecanla sultanın çevresini sarmış kendileriyle hasbihal etmek için sıraya girmişti. Kız çocuklarının masalsı hikayeler ile tanıdıkları Hilal sultan onları ziyarete gelmişti. Ne güzel bir gün!"
İsmail hoca evraklarda yazanlardan çıkmış bir hikayeye dönüştürerek anlatmaya başlamıştı olan biteni...
*
Nefes nefese kalmış kendime toparlanmak için vakit ayırdığım sırada üzerime şakasız koşarak gelen Ahmed ile yerden kalkıp kılıcımı havaya kaldırdım ve saldırısını def ettim.
Kendimi bir kaç adım geriye attığım gibi isyan ederek bağırdım. "Ahmed lütfen dur iki dakika nefesleneyim!"
Ahmed beni ayıplar gibi başını iki yana sallayıp kılıcını kıvrak hareketler ile etrafında döndürüp kaşlarını havaya kaldırdı. "Cık cık cık düşmanın da sana iki dakika mı verecek sanıyorsun?"
Kılıcı toprağa saplayıp bir süre de ona dayanarak dinlendim. Resmen kendim kaşınmıştım, şimdi de meyvesini yiyordum. Daha doğrusu boğazımda kaldığı için yiyemiyordum. Sabah Ahmede hamladığım için dert yanmış biraz yürüyüş yapalım dediğim için şu an bir saattir aralıksız kılıç talimi yaptırıyordu bana.
"Aylardır kaslarım erimiş resmen, şuna bak bileklerim ağrıyor biraz kılıç tutmaktan."
Ahmed benim hafif dalgaya alıp söylediklerime iç çekerek bakışlarını kaçırmıştı. O an farkında olmadan onun canını yakmıştım, sonra kendimin de.
"Ahmed yapma böyle." Doğrulup kılıcımı topraktan çıkardım ve ona doğru yürüdüm. "Sen üzülünce canım daha çok yanıyor..." Yanağını usulca okşayıp ona uzandım ve dudaklarına bir buse kondurdum.
"Tamam, özür dilerim." Diyerek avucumun içini öptüğünde gülümsedim ve başımı iki yana salladım.
Ahmed derin bir nefes alıp toparlandığında sırıtarak üzerime doğru gelip bileğime hamle yaptı. Kılıcı tutan elim havada ters döndürdüğünde hamlesinden kaçmak için hızla geriye çekilip döndüm ve kolumu kurtarıp kılıcımı daha sıkı kavradım. "Oyunbozanlık yapma!"
Ahmed cevap vermeyip kılıcını sert bir hamle ile yukarıdan indirdiğinde karşılık verip havada çarpıştırdım. Hemen ardından kılıcını indirip sağdan bir saldırı yapmış onu da eğilerek savurmuştum. Seri ve sert darbelerinden fazla düşünmeden kurtulurken benim de artık saldırmam gerektiğini hatırlayıp beklemediği bir anda onun gibi seri bir şekilde saldırmaya başladım.
Tabii ki de Ahmed için baş etmesi kolay saldırılardı bunlar eminim zorlanmıyordur bile hatta kendini daha geride tutmak için frene bile bastığını düşünüyordum. Ama ortalama bir insan ile bu şekilde çatışacaktım her türlü.
Daha zoru gelirse de artık Allaha emanet.
Bir anda kafamda benden bağımsız iç sesimi duyunca kaşlarım çatıldı. Yeniden mi ortaya çıkmıştı bu deli!
Sensin deli, hem korkma benden. Ben senim, sen bensin, biz biriz. Ben hep vardım lakin sen duymamazlıktan geldin. Varlığım yalnızlığının bir kanıtıydı bu zamana kadar, ama artık yalnız değilsin, bana muhtaç değilsin.
Akli melikelerimin yerinde olmadığından şüphe ediyordum bazen ama bu iç sesi de kendim yönettiğimi bildiğim için fazla korkmuyordum.
Ahmed kılıcını çekip "Ne oldu?" diyerek durduğunda omuzlarımı silktim.
"Hiç, aklıma bir şey geldi de."
"Ne geldi?"
"O da bana kalsın hünkarım!" Deyip sol çaprazından hamle yaptığımda Ahmed gülerek def etti. "İşte böyle, zayıf yanları bul ve hazırlıksız yakala. Acıma!" Bu haline kahkaha atmadan duramamıştım. Ahmed arada ona izin versem beni asker gibi eğitip bir de üstüne bana 'Aslanım' diyerek gaz verecek kadar yükseliyordu.
"Hünkarım."
Uzaktan yanımıza gelen asker ile durduğumuzda Ahmed başını kaldırdı. "Söyle."
"Hünkarım, Divan-ı hümayun Kubbealtı dairesinde toplandılar."
Saat o kadar geçmiş miydi yahu? Öğlen işi olacağını biliyordum ama zaman öyle hızlı geçmişti ki ikimiz de şaşırmıştık. Ahmed ile bakışıp kılıçlarımızı askerlere teslim ettik ve sarayın yolunu tuttuk.
Ahmed üzerini değiştirip hazırlandıktan sonra daireden çıkmış ben ise hamama girip yıkanmıştım. Hamamdan sonra hazırlanıp bebeklerimle ilgilenmiş onları da hazırlayıp babaannelerini ziyaret etmeye gitmiştik.
"Sultanım." Melike haremde karşımıza çıktığında gülümsedim. Selam verip yanıma gelmiş cariyeden Hümayı kucağına almış benimle yürümeye başlamıştı. "Nasılsınız?"
"İyiyiz ya siz? Hüseyinle nasıl gidiyor?" Göz kırparak fısıldadığımda Melike saniyesinde kızarmıştı. "Şükür sultanım. Size bir hususu söylemek için yanınıza geliyordum bende."
"Neymiş?" Koridoru dönerek sorduğum soru ile Melike heyecandan titreyerek bana bakıp gülmüştü.
Saniyesinde olayı kapmış yürümeyi kesip dolmaya başlayan gözlerimle ona bakmıştım. "Yoksa düşündüğüm şey mi?"
Melike utanarak gülüyor bir yandan da bakışlarını kaçırıyordu. "Sultanım nasıl anladınız?"
"Anayım ben anlarım." Diyerek gülmüş sonra ona uzanıp sıkıca sarılmıştım. Tabii bu arada yavrularım aramızda lokum olmuştu. Tatlı lokumlarım.
"Allah sağlıkla, hayırlısıyla kucağınıza almayı nasip etsin Melike. Ben çok mutlu oldum... Bu duyguyu yaşayacak olmana ayrı sevindim. Anne olmak çok farklı bir his hele ki sevdiğin adamdan bir parçan olması..."
"Sağ olun sultanım..."
"Eee peki Hüseyin'e söyledin mi ne tepki verdi?"
"Çok mutlu oldu sultanım, hele ilk anlarda kal geldi koca adama." Boştaki eli ile dudaklarını örtüp kıkırdamış sonra parlayan gözleri ile gözlerime bakmıştı. "Hayatımızın en güzel anıydı sultanım, bebeğimizi kucağımıza aldığımız anı hayal dahi edemiyorum acaba nasıl olacak..."
"Ayy kıyamam size, merak etme daha çok vakit var alışacaksın daha kolay olacak. Tecrübe konuşuyor!" Kahkahamı bastırmadan şen bir gülüşle koridoru inlettiğimde hayat bana o an bir başka güzel gelmişti.
"Siz Valide sultanımızı mı ziyaret etmeye gidiyordunuz sultanım?"
"Evet."
Melike ile yol boyu bu meseleyi konuşmuş onun heyecanına ortak olmuştum. Bundan sonrası için ayak üstü fikir alış verişi yapmış artık nedimem olarak çalışmamasına karar kılmıştık. Zaten narin bir yapısı vardı bir de hamilelikle daha çok yorulacaktı buralarda. Emrime güvendiği kefili olduğu bir cariyeyi kendi seçecek özel olarak hazırlayacaktı gitmeden.
"Valide sultanımıza haber verin Hilal sultanımız ziyaret etmek isterler." Melike kapıdaki cariyelerden haber uçurmalarını istedikten sonra kapılar açılmış içeride bekleyen cariyeye iletilmiş o da Valide sultanın huzuruna çıkmıştı.
Kısa bir süre sonra içeri girdiğimizde terasa çıkmış validemizin elini öpüp hayır duasını almıştık. Valide sultan kucağında iki torunu ile hasret giderirken gülerek bana döndü. "Kilo almışlar maşallah bak şu yanaklara."
Bebeklerimin en tatlı aylarıydı, ponçik yanakları, minik elleri, süt kokan tenleri...
Her hafta bir yeni değişim oluyordu mesela artık boyunlarını dik tutabiliyorlar hatta yavaş yavaş sürünme aşamasına geçmişlerdi bile. Tabii genelde yattıkları yerden döne döne bir yere ulaşıyorlardı ama hırs yaptıklarında sürünmeye de geçiyorlardı.
"Ahmed gibi çok hareketliler, Ahmed bu aylarda sürünmeye başlamıştı aslında çok erken ama torunlarım nasıl peki?"
Valide sultan sanki düşüncelerimi okumuş gibi soru sorduğunda hemen cevapladım. "Çocuklar da sürünmeye başladı bende diyorum erken ama meğer babalarına çekmişler."
Gülerek Hüma ile Beyazıd'ın yanağını okşadıktan sonra Melikeye dönüp baktım. Validemize haber vermek istiyordu müjdesini.
Melike bakışlarımı hissettiği gibi başını kaldırdığında onay verdi.
"Validem, Melike hatunun size bir haberi var daha doğrusu bir müjde." Kıkırdamamak için kendimi sıkarken Valide sultan merakla başını salladı. "Nedir?" Bir bana sonra Melikeye bakmış sonra halime gülerek yeniden Melikeye dönmüştü. "Melike?"
Melike bize yaklaşıp ellerini karnının üzerinde birleştirdi. "Sultanım, Hüseyin paşa ile bir evladımız olacak."
"Allah'ım ne güzel bir haber! Tebrik ederim Melike hatun, Rabbim analı babalı sağlıkla büyütmeyi nasip eylesin." Coşkulu bir tebriğin ardından elini uzatmış Melike de öperek geri çekilmişti.
"Lale?"
"Buyurun sultanım."
"Lokmalar dökülsün haremde dağıtılsın."
*
Kenan ağanın konağında matem havası esiyordu o akşam. Gerim gerim gerilmiş duvarlarda çıt çıkmıyor aile bireyleri nefes almaya dahi çekinir olmuş birer heykele dönüşmüştü.
Kenan ağa utançta boğuluyordu lakin bunun tek sebebi oğlu Aliydi. Nasıl olurdu da oğlu babasını başını öne eğdirmiş sadakatle bağlı olduğu hünkarının karşısında utançtan kaldıramaz hale getirmişti!
Ah Ali, ah.
Gençtir, kanı deli akar demek bile boş kalmıştı onun için o akşam üstü.
Ne hadsizlik etmişti de kabahatinin bedeli sürgün olmuştu Ali'nin?
Ali ise öfkeden kavruluyor aldığı her nefeste yeminler ediyordu.
İntikam yeminleri.
Ali çoktan hayesan etmiş, doğru yoldan dönmüştü lakin kimse fark etmemişti.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top