II. Kitap: 2. Bölüm -İnanç-

"Ne dediğini bilmiyorsun Hilal! Yorma kendini artık lütfen bırak da hemşireler yardımcı olsun kızım!"

"Baba sana yemin ediyorum anlattıklarım gerçek! Yalvarırım inanın bana!" Bir çığlık gibi firar eden cümlesi hastane odasında yankılanınca hemşireler dehşetle birbirine bakıp aceleyle işlerine devam etti.

Hilal her şeyi anlatmış olmasına rağmen ailesinin ona inanmamasına öyle çok kırılmıştı ki kırılan kalbi öfkeyle yanmaya başlamıştı. Attığı isyan dolu çığlıkları anlaşılmamanın öfkesini taşıyordu.

Sinirleri zaten bozuktu genç kadının... Yaşadığı acılar yenilir yutulur şeyler değildi, şimdi ise üstüne deli muamelesi görmek ipleri kopartmıştı.

Ailesi ona günler sonra başına ne geldiğini sorduğunda inanacaklarına inanarak her şeyi anlatan Hilal'in aldığı tek tepki dehşetle kireç kesen yüzler olmuştu.

"Anne, baba ne olur inanın bana! Yalan söylemiyorum size!"

"Söylemiyorsun kızım biliyorum." Annenin yatıştırıcı sesine şaşkınlıkla bakan Hilalin halini fırsat bilen hemşire sakinleştiriciyi genç kadının koluna usulca sapladı.

Annesi ona inanmamıştı. Sadece acıyarak onu yatıştırmak istemişti.

Bunun farkına varan Hilalin kırılan kalbi bir daha birleşmemek üzere dağılırken bir daha konuşmamaya yemin etti. Ona en yakınları bile inanmamışken neden bunları anlatacaktı ki?

*

"Hilal! Zeynep hemşire! Çabuk Hakan hocaya haber verin!"

Kastığım çenemi rahat bırakmaya çalıştıkça daha sıkı bastırdığımda çok yoğun duygular tarafından ezildiğimi hissettim. Bir parçam olmasını ister gibi kitabı göğsüme bastırırken kasılan kollarımı açmaya çalışan Gökçe hemşire yanıma çökmüş beni kendince sakinleştirmeye çalışıyordu. Oysa bilmiyordu ki hiç bir şeyin etkisine giremeyecek kadar dağıldığımı...

Nefeslerimi kısık kısık alırken yetmediğini hissediyordum.

Bir zamanlar dediğim gibi, nefes almak haram olmuştu...

Bakışlarımı zorla zeminden çekerken bana endişeyle bakan yüzlere çevirdim. Şimdi burada olsam da... Bir zamanlar oradaydım. Ve bu tarihe geçmişti.

Geçeceğine inanıyordum evet ama, yarıda kalan bir tarih ile bunun olacağına ihtimal vermek zor gelmişti. Gidişimin ardından ne olmuştu... Öğrenebilecek miydim? Kitapların sayfalarına yetmeyecek kadar çok şey olmuşken cevabımı kitaplarda bulamayacağımı biliyordum.

İletişime geçmem gereken insanlar vardı.

"Neler oluyor!"

Doktorum olan Hakan hoca hızla yanımıza vardığında çevredeki diğer hastaları hasta bakıcılar alandan uzaklaştırıyordu.

"Hocam anlamadım birden şoka girdi. Kasılmalar sonucu nefes dahi alamıyor." Gökçe hemşire suçluluk duygusu ile bana bakarken söylediklerinin sonucunda Hakan hoca önümde diz çöktü. Yüzüne oturttuğu otoriter ifadesi anında değişirken bana tebessümle bakarak ellerini hafifçe uzattı.

"Hilal? Beni duyuyor musun?" Sakinleştirici tonu ile gözlerimi gözlerine dikerken derinlerinde bir yerde üzüldüğüne şahit oldum.

Önüme düşen saçlarım arasından ona bakarken o bunu bir cevap olarak almış başını sallamıştı.

"Bizi yalnız bırakın. Boşaltın burayı." Demesi üzerine koca salonda tek ikimiz kaldığımızda o karşıma rahatça oturdu ve hafifçe öne doğru eğilerek bana bakmaya başladı.

"Seni uzun zamandır bu halde görmedim Hilal... Ne oldu da bu denli yıkıldın?"

Cevap arar gibi bana bakarken gözleri kollarım arasındaki kitaplarda takılı kaldı. Gözlerinde parlayan ışıltılar ile dudaklarım titrerken Ahmed'in gözlerini hatırladım. Bana bakarken yıldızlar can buluyordu gözlerinde...

Gözlerimden dolup taşan yaşlar ile başımı eğdiğimde omuzlarım çaresizlik ile düştü.

"Bu kitap mı seni bu hale getirdi? Bakabilir miyim?" Uzattığı eli ile daha çok kitaba sarıldığımda o yavaşça elini çekti. "Tamam, sakin ol almayacağım."

"Sana ilaç vermek istemiyorum Hilal. Seni uyutan ilaçlar sadece sana kaçmakta yardımcı oluyor bunun farkındayım. Senin yüzleşmeye ihtiyacın var. Her ne yaşadıysan yüzleşmelisin. Ki iyileşmeye başlayasın. Nereye kadar kaçacaksın?"

Titrek bir iç çekerek gözlerine baktığımda hüzünle beni izlediğini fark ettim. Sanki acıma ortak olur gibi...

"Anlıyorsun beni değil mi?" Diyerek kaşlarını kaldırdığında tepki veremedim.

"O yüzden şimdi beraber sakinleşmen için çabalayacağız ve ilaçlara gerek kalmayacak. Tamam mı?" Cevap alamayacağını düşünerek söylediklerine başımı salladığımda ufak bir şaşkınlık yaşamış ardından kendini toparlayıp ellerini havaya kaldırmıştı.

"Şimdi, biliyorum zor gelecek ama benimle beraber nefes almaya çalış." Dedikten sonra derin nefesler almaya başlamış ve her seferinde ritmik bir şekilde ellerini havaya kaldırıp indirmişti.

Zorlanarak ona ayak uydursam da bir süre sonra nefeslerimi düzene soktuğumda kalp atışlarımın dizginlendiğini hissettim. Artık nabzım kulağımda atmıyordu.

Hakan hocanın gözlerinde gördüğüm parıltılar artarken kaşlarım çatıldı. Neden bana öyle bakıyordu? Başımı kaldırıp gözlerine dik bir şekilde bakmaya başladığımda hissettiğim duygular ile tüylerim ürperdi.

Dudaklarında can bulan tebessüm ile başını salladığında şaşkınlığım artmıştı.

"Aferin, işte böyle..."

"Hilal bana derdini anlatmadığın sürece elimden senin için hiç bir şey gelmeyecek ve bu, bu beni çok çaresiz bırakıyor." Bir anlık, bir anlık his ile dediklerinin o da farkına varınca hızla ifadesini koruyup başını eğdi.

"Yani, doktorun olarak seni iyi etmek benim önceliğim." Ne dese fayda etmeyecekti artık. Anlamayacak kadar aptal değildim. Lakin sessizliğimi korudum.

"Şimdi nefesini kontrol altına aldığına göre hayal et, yeşilliklerin arasında huzurlu bir ormandasın. Güneş tepeden gülümsüyor, rüzgar baharın esintisi ile esiyor ve kuşlar adeta şarkı söylüyor. Adım attıkça içindeki huzursuzluk yok oluyor. Her adımda huzura yaklaşıyorsun, seni mutlu edene. Her ağaç bir anı, her çiçek bir duygu. Hayal et... Seni mutlu edeni hayal et."

Kapalı gözlerimin ardından geçmişle sakinleşirken kasılan kaslarımın ağrıyarak gevşediğine canlı canlı şahit oldum. İşinde iyi bir doktordu, çabalamasından belliydi.

Titrek bir iç çekip doğrulduğumda yorgunluktan uykum gelmişti. Sanki günlerdir uyumamış gibi uykuya muhtaç kalmıştım. Yorgun bakışlarım ile Hakan hocaya bakarken o hüzünle bana bakıyordu. Her seans olduğu gibi...

"Çok yoruldun değil mi? Hakkın var. Zor bir kriz geçirdin Hilal... Şimdi odana gidip dinlen kendini daha iyi hissettiğinde yeniden bir seans yapalım. Biliyorum yine konuşmayacaksın ama iyi olman için bunlar şart Hilal."

Dakikalar sonra elimdeki kitabı alan hasta bakıcılarına karşı çıkamamıştım. Zorluk çıkarmadan odama çıkarılmış ve ihtiyacım olan uykuya kavuşmuştum. Uyudukça uyuyasım geliyordu, saatlerce düşünmemek ölesiye cazip geliyordu ki uyku en yakınım olmuştu.

Yatağa uzanmış yorgunca tavanı izlerken kendimi çok kötü hissediyorum. Bu halde olmayı hak etmiyordum. Kendime kızıyordum neden bu kadar güçsüz olduğuma kızıyordum, ama elimden başka bir şey gelmiyordu.

Ben gücümü Ahmed'den alırdım... Ona yaslanırdım, onda dinlenirdim...

Şimdi burada yapayalnız kalmıştım.

Uyku beni usulca kendine çekerken karanlığa teslim oldum, aydınlık olmasını yeğlerken.

*

"Gökçe hemşire sana bir sorum olacak." Belki de ilk defa ona soru sormam bomba etkisi yaratırken o şaşkınlıkla bana döndü. "Evet, dinliyorum?"

"Aile dışında ziyaretçi gelebilir değil mi?"

"Evet tabii sizin isteğiniz üzere görüşme sağlanır sadece."

"Tamam teşekkür ederim."

"Neden sordun ki? Birisini mi bekliyorsun?" Tebessümle sorduğu soruya başımı olumlu anlamda salladım. Birisini bekliyordum doğru ama gelmesi imkansızdı...

İkimiz de bahçede yürümeyi kestiğimizde yan yana banka oturduk. O günden sonra ortak alana gitmeye cesaret edememiştim. Bir yanım gitmek için can atsa da diğer yanım korkudan diline dahi almıyordu o fikri.

Esen rüzgar ile üzerimdeki ince hırkaya sarılırken kısık gözlerle karşımdaki ağacın gövdesini seyretmeye başladım. Düşüncelerim arasında yalnız kalırken aylardır iç sesimin bile uğramadığını fark ettim. Yalnızlığın en uç noktasındaydım adeta.

Ailem bana inanmazken nasıl yanımdalar diyebilirdim ki?

Bir rüzgar daha esince beraberinde saçlarım yüzüme savruldu. Onları geriye çekmeye dahi tenezzül etmezken ürperen tüylerim ile bakışlarımı dikkatle arkama çevirdim. Uzakta bir hemşire ile konuşan Hakan hocayı görünce onun bakışlarını yakaladım. Elindeki dosyayı hemşireye verip bu tarafa doğru gelmeye başladığında yine beni seans için zorlayacağını anlamıştım.

Gitmeme gibi bir seçeneğimiz vardı, zorunlu olan haftalık seans dışındakileri ret edebilirdik. Ondan kaçıyordum adeta, o gün gözlerinde gördüğüm parıltılar kendimi garip hissettirmişti. Belki ben yanlış anlamıştım ama bir hayranlık sezmiştim...

"Hakan hoca geliyor." Gökçenin sorusu ile bakışlarımı yeniden ağaca sabitledim.

"Hilal, nasılsın? Bugün daha iyi görünüyorsun bakıyorum da?" Karşımıza geçmiş kısa sakalları arasında yer edinen geniş gülümsemesi ile enerji yayıyordu adeta. Onun gibi doktorlar buradaki hastaların en yakını oluyordu.

Kahverengi saçları, kısa sakalları ve hatlı yüzü ile otuzlarında bir erkek için oldukça dikkat çekiciydi. Dış görünüşten ziyade genelde enerjisini konuşurlardı buradakiler. Böylelikle bir insanı etkileyenin sadece dış görünüş olmadığı anlaşılıyordu...

Ona cevap vermememi umursamadan gülmeye devam ederken Gökçe hemşireye döndü. "Nasılsın Gökçe hemşire? Sözlendiğini duydum hayırlı olsun." O an merakla bakışlarım Gökçe hemşirenin parmaklarına giderken nasıl fark etmediğimi sorguladım. Hoş fark edecek kafa kalmamıştı ya.

"Sağ olun hocam, hayırlısı ile seneye bahar düğün olacak. Sizi de beklerim!" Konuşurken gözleri parlıyordu... Buruk bir gülüş ile bakışlarımı çektiğimde bir zamanlar benim de aynı heyecanları yaşadığımı hatırlamıştım. Nişanım, kınam ve düğünüm hayal dahi edemeyeceğim kadar güzel geçmişti...

Hakan hoca solan gülüşü ve geride kalan tebessümü ile bana baktığında dolan gözlerimi hızla kapatıp görmemesini sağladım.

Benim hüznüm mutluluğunu soldurmuştu.

"Gökçe hemşire odama çıkmak istiyorum." İstem dışı sert çıkan sesim ile gözlerimi açtığımda hızla ayağa kalkıp Gökçe hemşireyi beklemeden binaya doğru ilerlemeye başladım. Bu his midemi bulandırmış beni rahatsız etmişti. Neden diyordum ardı ardına bıkmadan, neden öyle bakmak zorunda.

Koridorda koşar adım yürürken karşıdan bu tarafa doğru gelen baş hekim ile adımlarımı yavaşlattım. Gökçe hemşireye bakmak için arkamı döndüğümde onun da koşarak yanıma geldiğini gördüm.

"Yetiştim şükür!" Diyerek güldüğünde yeniden ilerlemeye başladım.

Yaklaşan başhekim ile geçip gitmesini dilerken o yavaşlayıp konuşmaya başladı. "Hilal hanım bugün nasılsınız?" Yaş alan adamın gözlerine yorgunca baktığımda bir cevap almış gibi başını salladı. "Bende size uğrayacaktım bugün. Size bir haberim var." Demesi ile merakla ona döndüm.

"Nedir?" Diyerek cevap vermesini hızlandırdığımda o elindeki dosyaya baktı.

"Pazar günü olacak ziyaret listesinde sizi Mehmed Şemseddin Ak hocanız ziyaret etmek istiyor anladığım kadarı ile."

"Ne?" Ciğerlerimdeki tüm nefesi bırakarak söylediğim kelime ile ikisi de bana baktı.

"Hocam olduğunu nereden biliyorsunuz?" Şaşkınlığımı kenara itip merak ettiğim soruyu sorduğumda başhekim etkilenmiş gibiydi. Belki de bir akıl hastasından bu denli dikkat beklemiyordu.

"Detaylar kısmında kendiler yazmışlar, ayrıca ailenize bildirip onay aldım."

Başımı sallamakla yetinirken derin bir nefes aldım. Sorgulamayı odama bırakıyordum.

"Görüşmeye sizin de onayınız var mı peki?" Diyerek tek kaşını kaldırdığında hayır diyeceğimi bekliyor gibiydi.

"Evet." Diye mırıldandığımda gökçe hemşire şaşkınlıkla gözlerini araladı. "Ziyarete kabul ettiğiniz ilk kişi." Diyen başhekimi başını sallayarak onaylayan Gökçe hemşire pembe önlüğünü düzeltti. "Aylar sonra..."

Odama gitmek için merdivenlere yöneldiğimde Gökçe hemşire hızla başhekime bir şey söyleyip peşime takıldı.

Kalbim heyecanda dört dönerken sorularımın cevabını bulacağım kişinin geleceğini dört gözle beklemeye başlamıştım. Bir umut yeşermişti sanki yüreğimde, ne için olduğunu bilmediğim bu umut aylar sonra solup giden heyecanımı yeşertmişti...

Şemseddin hocada aradığım cevaplardan bir kaçını bulacağımı biliyordum, bir tanesine bile razıydım aslında.

Anlamadığım şey neden ziyaret edişiydi. Tamam üniversite hayatımda en sevdiğim hocaydı bize gerçekten değer verirdi ama bir akıl hastanesine ziyarete gelecek kadar yakın mıydık?

Kendi ellerimle içime bir kurt düşürdüğümde ciğerlerimdeki nefesi titreyerek bıraktım ve odamdan içeri girdim.

Titreyen dizlerim ile yatağıma vardığımda bu ani düşüş ile içimdeki anlamsız umut da kırılmıştı. İnancımı yeniden kaybederken kendimi kandırmayı bırakmam gerektiğini anlamıştım. Umutlarım yeşerdikçe kökünden söküyorlar canımı daha çok yakıyorlardı zira.

"Ben çıkıyorum Hilal, eğer bir isteğin olursa hemşirelere seslenirsin. Görüşürüz." Odadan çıkan Gökçe hemşirenin arkasından bile bakmamış titreyen dizlerimi tutan cılız ellerime odaklamıştım bakışlarımı.

Sağlıksız bir şekilde kilo kaybetmiştim geleceğe döndüğümden beri... Kilo bir yana sağlık problemleri de baş göstermeye başlamıştı. Ani ayağa kalkma ile oluşan baş dönmelerim ek olarak bilinç kayıplarım ile hastalıklı bir hal almıştım.

İnsanın ruhu hasta olduktan sonra bedeni de bitap düşermiş. Ben kaldıramamıştım bu acıları.

Ama şimdi güçlü olma zamanıydı. Aklı başında birisi gibi görünmeliydim ki insanlar beni dinlesin. Ve eminim ki, Şemseddin hoca tarihteki değişimi veyahut benimle olan bağları fark etmiştir ve evet, kesinle fark etmiş bu yüzden ziyaretime geliyordu!

Heyecanla yerimden fırladığımda hızla masamın başına geçip sandalyeye oturdum ve boş kağıtlardan birini alıp elime kalem aldım. Aklıma gelen soruları listelemeliydim ve düzgün cevaplar için anlaşılır hale getirmeliydim.

Heyecanla tuttuğum kalem elimden kayarken sinirle nefes alıp yeniden tuttum ve kendime söz geçirip sakince yazmaya başladım. Uzun zaman sonra elime kalem almanın sersemliği ile parmaklarım sanki birbirine girerken bunu umursamadan devam ettim.

Heyecanım hiç sönemeyecek gibi alev alev yanarken geçen zamanı fark etmemiştim bile. Saatler artık dakikalar gibi geçer olmuştu bir süreden sonra.

İnsan bir çok eğlendiğinde zamanın nasıl geçtiğini anlamazmış bir de beklemeyi kestiğinde. Bir nehir gibi önümden akıp giden hayatı izliyordum artık. Karışmaya cüretim, değiştirebileceğime inancım kalmamıştı. Olmayacaksa olmasın ama sonum da yaklaşsın der gibi bekliyordum son nefesimi.

Ölümü yine bir kaçış yolu olarak seçtiğim şu günlerde neyin günah neyin yanlış olduğunu kavrayacak halde değildim. Ölüm kurtuluş olmuş kalan son inancımı da toprağın altına benden önce gömmüştü.

Vaktin nasıl geçtiğini anlamazken yaklaşan akşam yemeği saati ile koridorlarda yükselen yüksek sesler ile bir transtan çıkmış gibi bakışlarımı göz yaşlarımdan ıslanmış kağıttan çektim. Şişmiş gözlerimi zorlukla açıp kaparken ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bu kadar çok mu kendimi kaptırmıştım? Oturmaktan ağrıyan bedenimi geriye iterken peçetelere uzanıp hala ıslak olan yanaklarımı sildim.

Kendime çeki düzen verdikten sonra ıslanmış kağıdı kenara alıp başka bir kağıda yazdıklarımı geçirdim ve bu sefer işim hemen bitmiş yemeğim gelmeden masadan kalkmış olmuştum.

Odanın penceresine yaklaşıp kararmaya yüz tutmuş göğü izlerken bakışlarımı istemsizce bahçeye indirmiştim. Tam o an gözlerim buraya doğru bakan doktor Hakanı bulunca kollarıma sardığım ellerimi sıkılaştırdım.

Yanında olan baş hekim ile lambanın altında durmuş konuşsa da bakışları buradaydı.

Başımı yana yatırıp anlamak ister gibi gözlerimi kıstığımda o çekingen bir tavırla başını çevirdi. Sonra buraya hiç bakmadı. İkili konuşa konuşa bahçenin çıkışına ilerlerken evlerine gittiklerini anladım. Günlük giysileri ile sokaktan geçen bir kimseyi andırıyorlardı. Kim derdi ki bu iki adam bir akıl hastanesinin doktorları diye?

Eve gitmek, aklımdan geçen bu düşünce bedenimi özlemle titretirken yuva özlemi ile yanıp tutuştuğumu hissettim. Ev denilen yer kendini ait hissettiğin ve güvende olduğunu bildiğin yerdi. Annem ile Babamın yanına, eve şimdi gitsem bu özlem dinecek miydi?

Cevabını bildiğim soruları kendime sora sora canımı daha çok yakarken gözlerimi kapatıp sakince yuva dediğim sarayı hatırlamaya çalıştım. İç mekanın detaylarını hatırladıkça dudaklarımda bir tebessüm can bularken unutmamış olduğum için kendimle gurur duyuyordum.

Sonra onları hatırladım, ailemi. En zoru olan kısım geldiğinde acıyla yüzümü buruşturup gözlerimi daha sıkı kapattım. Ben her şeyden önce bebeklerimi bırakmıştım. "Allahım!" Nefes almaya çalışıp tıkandığımda elimle göğsüme vurdum. Aklıma getirmemek için savaştığım ama her seferinde en derinimden yaralandığım bebeklerim bir kez daha beni can evimden vurmuştu.

Aşk bir yana, acısına dayanılıyordu. Kendimi bildim bileli dayanmış baş edemesem de kendimce yolunu bulmuştum. Ama evlat? Bu çok başkaydı. Kendinden olanı kaybetme acısı dayanılmazdı.

"Getirme aklına işte getirme!" Kendime kızıp saçlarımı geriye taradığımda yerimde kıpırdanıp odada tur atmaya başladım. Aklımı başka bir şeye vermeye çalışırken gözlerimden taşmak için çırpınan göz yaşlarımı durdurdum. Şimdi akarsa durduramazdım. Daha kötü olmadan sakinleşmeliydim yoksa toparlanmam çok zor olurdu. Hele ki bir kaç gün sonra Şemseddin hoca ile görüşecek olmam! Eğer iptal edilirse kim bilir ne zaman gelirdi! Kaçıramazdım!

Kendimi düşüncelere verdiğim anlarda adımlarımı hızlandırıp canımı yakan gerçekleri kalbime gömmeye çalıştım.

Bir anda odanın kapısının tıklanması ile durduğumda odanın ortasında titrek vaziyette dikiliyor vaziyette kapıya bakıyordum. "Akşam yemeği." Odanın kapısını açıp içeri tepsi ile giren hemşire kuşkuyla beni süzdüğünde el verdiği kadar normal davranmaya çalıştım.

"Sen iyi misin?" Tek kaşı havada yemeği masaya bırakırken sorduğu soru ile hızla başımı salladım. "İyiyim."

"Yemekten önce ilaçlarını alır mısın? Dozları azaltılmış Hakan hoca öyle belirtmemi istedi."

"Uyutmayacak mı yani?"

"Evet, sadece sakinleşmende yardımcı olacaklar."

Hemşirenin gözlerine uzun süre bakmış olacağım ki gerilmiş merakla başını eğmişti. "Bir şey mi oldu?"

"Hiç."

Diyemezdim ya uyutun beni diye.

Uyutun da görmeyeyim, uyutun da unutayım, uyutun da yaşamayayım.

Yaşamak... Hak etmediğimi düşünüyordum. Onlar artık toprak olmuşken benim nefes alıyor oluşum haksızlık gibiydi. Sevdiklerin artık yanında değilse ne manası kalırdı hayatın? Mutluluğum, huzurum, nefesim elimden alınmış bir terkedilişe kurban gitmiştim.

Neden bunu bana layık görmüştü ki?

Yetmemiş miydi yaşadıklarım? Yetmemiş miydi çektiğim acılar? En iyi O bilirdi ne çektiğimi, aramızda olan güçlü bağ değil miydi ne çektiğimi bilmesinin sebebi? Şimdi neden beni yüzüstü bırakmıştı?

Çaresizlikten ona yalvarırken neden bir işaret göndermemişti, neden beni yalnız bırakmıştı?

Küçük bir çocuğa dönüşmüş ailesine olan muhtaçlığı gibi ona muhtaç olmuştum. Sevgisine, güvenine...

İnsan her defasında yapmam dediğini yapardı. Derdim ki 'Ne olursa olsun isyan etmeyeceğim elbet bir çıkış yolu verilir.' ama sözümde duramamıştım. Geleceğe kayıplar ile dönünce o yanım da orada kalmıştı.

Dostumu son nefesini verirken ardımda bırakmış, onlarca insanın ölümüne sebep olmuş yetmemiş aileme bir şey diyemeden ortadan kayıp olup geleceğe dönmüştüm. Kim bilir geçmişte nasıl bir yokluk yaratmıştım onlara... Ardımdan ne düşünmüşlerdi? Onları terk ettiğimi mi?

Peki ya çocuklarım? Annesiz büyüyüp nefret duymuşlar mıdır bana? Hayal kırıklığı sarmış mıdır sevdiklerimin kalbini?

Ya Ahmed? Nasıl dayanmıştı kaybedişin acısına?

Kafamda yüzlerce soru vardı, biri gidiyor diğeri geliyor cevapsız kalsalar da bir yenisi için yer açıyorlar beni delirtmek için el ele veriyorlardı.

Kendim bile bana acımazken yaşadıklarım neydi...

İmtihan mı?

"Hilal." Soğuk bir tonda işittiğim adım ile bakışlarımı duvardan çekip hemşireye çevirdiğimde elinde ilaçlar ile yanıma adım atışını gördüm.

"İyi gelecek." Bir çocuğu ikna eder gibi konuştuğunda gözlerim dolmuştu.

"Düşüncelerimi de susturacak mı?" Acıdan kısılan sesimi işitmesi ile kaşları çatılırken sadece başını salladı.

Çaresizce ilaçları alıp içtiğimde üstü kapalı içip içmediğimi kontrol eden hemşire beni masadaki yemek tepsisi ile yalnız bırakmıştı.

Yemeklere bakarken kasılan midem ile bakışlarımı başka bir yöne çevirip derin bir nefes aldım. Kendimi sıkarken zoru zoruna masaya oturup yemeği az da olsa yedim ve kalanı koridordaki rafa bıraktım.

Odama dönerken hissettiğim yoğun basınç ile bir süre etrafıma bakmaya başladım. Her şey rengini yitirmişti sanki... Boğuk havada nefes alamazken adım atmak da zor oluyor beni olduğum yere çiviliyordu adeta. Sanki karabasan görüyordum.

Bir bekleyişe baş koyup olacakları sabırla beklerken kısa süre sonra bir anda her şey normale döndü. Ne olduğuna anlam veremezken ürperen tüylerim ile hızla odama girip kapıyı kapattım ve derin soluklar alarak kapıya yaslandım.

Yere son bahar yaprağı gibi kayan bedenim sonunda zemine ulaşınca bu hissin nereden tanıdık geldiğini sorgulamaya başlamıştım. Daha önce başıma gelmiş gibi her anımı kurcalarken bedenim ilaçların etkisi ile uyuşmaya başlamış beni uykunun kollarına bırakmıştı.

*

Allah der ki "Kimi benden çok seversen onu senden alırım..."

Ve ekler: "Onsuz yaşayamam" deme, seni onsuz da yaşatırım.

Ve mevsim geçer,
gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar,
canından saydığın yar bile bir gün el olur, aklın şaşar.

Dostun düşmana dönüşür, düşman kalkar dost olur, öyle garip bir dünya.

Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur...

"Düşmem" dersin düşersin, "Şaşmam" dersin şaşarsın.

En garibi de budur ya "Öldüm" der, yine de yaşarsın.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top