II. Kitap: 13. Bölüm -Sır-
Buraya uzun uzun acımı yazabilirim, hatta kelimelerin bile kifayetsiz kalacağı duyguları yazabilirim. Hepimizin acısını, korkusunu, üzüntüsünü, öfkesini, nefretini, isyanını, çaresizliğini, tükenmişliğini ve daha nicesini yazabilirim. Hepimiz başta depremden bizzat etkilenenler olarak çok zor günler geçiriyoruz. Bazen geçmek bilmiyor, bazen su gibi akıp gidiyor zaman. Bu süreçte herkes elinden gelenin fazlasını yaptı. Kimi finansal yardım, kimi maddi yardım, kimi ise bizzat emeği ile yardım etti. Allah hepinizden razı olsun.
Okuyucularım arasında depremden bizzat etkilenenler var belki çok erken bölüm atmaya bilmiyorum ama size ve tüm okuyucularıma biraz olsun moral olmak istiyorum. Umarım bugün kalbinizi ısıtırım. Sizi çok seviyorum...
Depremden dolayı hayatını kaybedenlere Allahtan rahmet, yaralılara acil şifa, yakınlarına sabır diliyorum. Hepimizin başı sağ olsun Türkiye.
-
Yorgundu lakin gücü tükenmiş olmasına rağmen başı dik bir halde anlamsız arayışlarına devam ediyordu Ahmed. Kim bilir Hilal ne haldeydi? Günlerdir aklından geçen tek soru buydu genç adamın. Onu bir hayal gibi gizli odada gördüğünden beri yüreğine düşen kor onu kasıp kavuruyordu. Sevdiği kadının en az onun kadar korktuğunu ve çaresiz kaldığını biliyordu. Aralarında mesafeler olsa da bu onu hissetmesine engel değildi. Doğru ya... Bir söz vardı, 'Gerçek sevgi zamana ve mesafelere yenilmez.' diye doğru söylemişler. Kim bilir sevdiği kadın, ruh ikizi, ikinci şansı orada yalnız başına nasıl ayakta durmaya çalışıyordu...
Ahmed en azından bebeklerimiz benimle diye düşünüyordu. En azından diyordu, en azından evlat özlemi çekmiyorum diyordu. Ama sonra aklına Hilalin buruk bakışları geliyor beraberinde bunu düşündüğü için kendinden nefret ediyordu. Daha neredeyse iki aylık olan bebeklerinden birden koparılmış olmak bir anne için çok ağırdı.
Ahmed çocuklarını her ne kadar arayışlar sırasından annesi ve kardeşine emanet etse de saraya döndüğü gibi onları yanına alıp bizzat kendisi ilgileniyordu. Eksikliği biraz olsun doldurabilmek için elinden geleni yapıyor hatta bebeklerin yanına Hilale ait şallar bırakıyordu. Belki kokusunu duyarlar da sakinleşirler diye. Ne acı...
Sabah ezanı ile namazını kılıp yola çıkıyor gece yarısına kadar at sırtında arayışlara düşüyordu. Lakin biliyordu bu çaba boşunaydı ama insanları susturması da gerekiyordu. Kimse işin gerçeğini bilmiyordu. Hilalin geleceğe döndüğünü bir tek o biliyordu.
Onu kaçıran kafirler ise gördükleri ile beraber toprağa gömülmüştü. Tüm bilgileri edinene kadar zindanda sürünmüşlerdi lakin işleri bitince canları alınmıştı. Ve bu sır yeniden gizemini korumaya devam etmişti.
Adamın şahit oldukları öyle efsunluydu ki akli dengesini kaybetmiş konuştuğu üç laftan ikisi yalan çıkıyordu. Bizzat Ahmed girmişti sorgulara, olurda birisi Hilal'in yok oluşunu duyar ve iş çığırından çıkar diye dikkatli davranmıştı. Zira bir başka kaosu daha kaldıracak gücü kalmamıştı.
Devlet ve diplomatik işler ile hiç ilgilenememiş olsa da onları güvendiği paşalarına ve veziriazamına devretmişti. Zira ne doğru dürüst düşünmeye nede karar vermeye gücü vardı. Ya öfkesine yenilecek ya da aklının ona oynadığı oyunlara kapılıp bir hataya düşecekti.
Bir yandan hasta yatağında yaşam mücadelesi veren dostunu diğer yandan belki de hiç geri gelmeyecek olan sevgilisini düşünüyordu çaresizce. Aldığı her nefes haram olmuş ciğerlerini yakıyor kaybetmenin ağır yükü ile eziliyordu. Öyle ki toprakla bir olacak kadar dibe batıyordu...
Herkes yeniden ayağa kalkacakları günü bekliyordu, tüm halk sevdikleri ve içlerinden biri olarak gördükleri Baş haseki sultanlarının iyiliği için dualarını eksik etmiyordu. Adaklar adanmış, arayışlara gönüllü katılanlar bile olmuştu şu kısacık zamanda.
Ahmed bir kez daha derin bir nefes alıp karanlığa bürünmüş köyü izlerken askerlerine verdiği talimat ile sessiz ve olaysız bir şekilde hanelerin kapılarını çalıp çevrede olup bitenleri sordurdu. Sırf Hilal için de değildi artık bu çaba, eşkıya ve diğer kafirlerin temizlenmesi için bir yoldu sadece.
Yavuz atının yelesini okşayarak Ahmed'in yanına geldiğinde Ahmed iç çekişlerini durduramadan bir kez daha derin bir nefes alıp Yavuza döndü.
Hilalsiz aldığı hiç bir nefes can olmuyordu ona.
"Var mı bir haber?" Alaylı bir gülüş oturmuştu ruhuna, cevabını bildiği soruları bilmiyormuş gibi sorduğu için. Öyle güzel oynuyordu ki karşısındaki adamın çektiği acının asıl nedenini anlayamazdı.
"Tepenin ardındaki köyün korktuğu bir çete varmış. Eşkıyalar hem haraç kesiyor hem mal mülklerine el koyuyormuş üstüne yoldan geçenleri de soyuyorlarmış." Sıkıntı ile başını salladığında Ahmed'in kaşları öfkeyle çatılmıştı.
"Bunca zaman zulüm görmüşlerse neden haberini göndermemişler Yavuz? Bile bile boyun eğmişler kansızlara!" Ahmed'in artık sabrı kalmamış yakıp kül etmek için yer arar olmuştu.
Yavuz arkadaşının gözlerinde gördüğü alevlerden sakınmak için bakışlarını kaçırıp konuşmaya devam etti. "Gidenler olmuş Hünkarım, lakin onları da yarı yolda yakalayıp..." Gerisine gücü yetmemişti. Zaten anlayan da anlamıştı anlayacağını.
"Kafayı yiyeceğim Yavuz, ben yıllardır bu pislikleri topraklarımdan arındırmaya çalıştıkça onlar yeniden çoğalıyor!"
Ahmed öfkesini harlayanlara karşı parmağını havaya sert bir hamle ile kaldırıp kasılan çenesini araladı.
"Lakin ben onlara anladıkları dilden konuşmasını bilirim. Ölmek için yalvaracaklar, gören ders alacak o yola girdiyse kendi isteği ile dönecek. Dönmeyenleri döndürmesini bilirim Evelallah!"
Ahmed öfkesini dindirmek ister gibi ayazı içine çekerek derin soluklar alırken Yavuz düşünceli bakışlarını göğe dikmişti. Genç adam günlerdir dostunun yanında olup acısına ortak olmuştu. Bazen sadece susarak yan yana otursalar da Ahmed'e yalnız olmadığını hissettirirdi. Yavuz gibi ince ruhlu bir adamın hali böyle hüzünlüyken dostu kim bilir nasıl acı çekiyordu. Yavuz duyduğu iç çekiler ile gözlerini usulca kapatıp dua etti Rabbine. Dinsin bu acılar, yetsin alınan nefesler.
Yavuz sessizliğe gözlerini yeniden araladığında karanlık ile karşılaştı. Bir süre karanlığı bir anlam aramak için izlerken tane tane düşen karı fark etti. Ahmed de onun gibi başını göğe kaldırdığında yağan onca kar tanesine rağmen biri usulca dudağına konup eridi. Böylelikle Kış öpücüğü Hilal'in dudaklarını Ahmed'e sunmuş oldu, kış hüzünle onların aşkını seyrediyordu zira. Belki aralarında yüzyıllar olsa da tam şu an aynı mevsimi yaşıyordu iki aşık. Kış. İki tarafında bir olduğu bir an sunmuştu Yaradan onlara. Kış öpücüğünü...
Bir anlık kavuşma hissi ile Ahmed'in omuzlarındaki yükler yok olurken gülerek başını eğip elini dudaklarına götürdü. Sanki Hilal öpmüş gibi hissetmişti bir anlığına da olsa. Kalbi sıcacık olmuştu... Hilal'in hala orada bir yerde onu beklediğini bilmek bir umut doğurmuştu yüreğinde. Her şeyden bağımsız bir umut. Hep olanın aksine yeni ve daha sağlam kökleri olan bir umut.
Ahmed atının dizginlerini sıkıca kavradığında başını sallayarak atının yönünü çevirdi ve payitahta doğru sürmeye başladı. Emrindeki askerler ve Yavuz tek bir kelime etmeyip Ahmed'in peşine takılırken hep beraber bir umudun peşine takıldıklarını bilmiyorlardı.
Gecenin yarısı, ayazın iç titrettiği bir vakitte Ahmed sarayına, evine varmış kendini bebeklerinin yanında bulmuştu. Onlara sıkıca sarılıp yatağa uzandığında minik suretlerine gülümseyip parmak uçları ile yanaklarını okşamaya başlamıştı. Ahmed uzanıp bebeklerinin boyunlarını öptükten sonra gülerek onları yeniden uyutmaya çalıştı. İki haftada daha çok kat etmiş kolları arasında bir sağa bir sola sallanarak onları kısa sürede uyutmayı başarabilmişti.
Sabahın ilk ışıkları gözlerini aralayan Ahmed iç çekerek başını yastığına daha çok gömmüş ardından kısık gözlerle boş yanına bakmıştı. Bir kez daha iç çekip dua ettiğinde yorgun bedenini yataktan zoraki kaldırıp hazırlanmaya başlamıştı. Önce abdestini almış ardından sabah namazını kılıp bir süre kapalı gözlerini Yaradan'a dua etmişti.
Vakit geçtikçe bebeklerinin uyanma saati yaklaşmıştı. Bebekler ile ilgilenmek için daireye gelen Melike ile Lalezar çocukları alıp süt anneye götürdüklerinde Ahmed bir kaç kahvaltılık atıştırıp sofradan kalmıştı. Bugün divan toplantısına katılması şarttı. Daha sonra ise yeniden yola koyulacaktı. Belki Hilal'i değil ama bir sürü belayı bulacak onların cezasını kesecekti.
Ahmed dairesinden çıkmak için hazırlanırken kapısının kırılmasını ister gibi çalınması ile kaşlarını çattı. Kapı ağalarının yükselen sesleri bir yana "Hünkarım!" diye sabredemeyip seslenen kişi Yavuzdu.
"Gel." Ahmed'in tok sesi ile kapı aralanırken içeri nefes nefese Yavuz girdi. Daha doğrusu daldı. Yüzü kıpkırmızı kesilmiş nefessiz kalmış soluklanıyordu. Belli ki tüm gücüyle buraya kadar koşmuştu genç adam.
Ahmed iyice meraklanırken kaşları da beraberinde çatılıyordu. "Yavuz nedir bu halin?" Başını anlamak ister gibi eğerken arkadaşına bir adım atıp onu izlemeye devam etti.
Nefeslenerek ellerini dizlerine dayayan Yavuz zoraki doğrulup selam verdiğinde saçları tutam tutam alnına düşmüştü. Yüzünde kocaman bir gülümseme canlanırken gözlerinin doluşu ile Ahmed daha fazla dayanamadı. "Yavuz adamın sinirini attırma konuşsana!"
Yavuz onun sinirini aldırış etmeyim inci tanelerini göstererek genişçe gülümsedi ve gözlerinden düşen bir damla sevinç yaşı ile konuşmaya başladı.
"Hünkarım! Hilal sultan!" Tek kelimesi, tek kelimesi Ahmed'in kalbini bir anlığına sekteye uğratmış ritmi dışında attırmaya yetmişti. Hayatının anlamı olan ismi böyle gülen gözlerin içine bakarak duyması yetmişti umuda sıkıca tutunmaya.
Konuşamadı o an Ahmed, sesi içine kaçmıştı beraberinde boğazında Hilal gittikten sonra hep var olan o yumru daha çok büyümüştü. Ahmed'in burnu sızlarken gözlerinin de yandığını hissediyordu ama kendine mani olamayacak kadar gücünü kaybetmişti.
"Hilal sultan geliyor!" Yavuz kahkahaları arasında bağırdığında Ahmed gözlerini sıkıca kapatıp duraksadı. Karşısındaki genç adamın ne dediğini idrak etmeye çalışırken aklı gidip gelmişti. Dehşete düşmüş konuşmak için kendinde güç arıyordu, tutulan nutku, lal olmuş dili ile öylece kala kalmıştı.
"Ne?" Zoraki dudaklarından çıkan şaşkınlık nidası ile Yavuz heyecanla ellerini kullanarak konuşmaya başlamıştı.
"Saraya bir asker geldi, İstanbula yakın bir konumda Hilal sultan karşılarına çıkmış! Yoldalarmış payitahta geliyorlarmış hatta gelmişler bile halk peşlerine takılmış Sultanım!" Yavuz haftalar sonra bu müjdeli haberi can dostuna verdiği için o kadar mutluydu ki kendini bağıra çağıra kahkaha atmamak için zor tutuyordu. Bir çocuk gibi sevinmişti.
Nefesi bir anda kesilen Ahmed'in kaybettiği dengesine destek olan Yavuz endişeyle dostunun yüzüne baktı. "Hünkarım iyi misiniz?"
Yavuz'un gülen gözleri anında endişeyle kısılırken Ahmed'i daha sıkı tuttu.
Ahmed nefes almak için çırpınırken aralanmış dudakları ile Yavuzun çehresine baktı. Gözlerinden akan yaşları hüzünle seyreden Yavuz başını eğip iç çekti. "Sana yemin ederim o geldi." Fısıltısı öyle güçlüydü ki Ahmed bir anda nefes almış arkadaşına sıkıca sarılmıştı. Göz yaşları haftalardır birikmiş gibi akarken iç çekerek gülmeye başlamıştı. Yavuza sıkıca sarılırken başına yukarı kaldırdı. Teşekkür ederim Allah'ım.
Sonra genç adam gözlerini silip arkadaşından uzaklaşmış onunla beraber dairesinden çıkmıştı. Koşar adım sarayın koridorlarını geçerken dakikalar sonra kendisini dışarıda sarayın ana kapılarının önünde bulmuştu.
Kalabalığın arasında gördüğü suret ile dizleri titrerken çenesini kasıp dik durmaya çalıştı. Hilal'i atın üzerinde yorgun biri ifade ve özlem dolu gözleri ile Ahmed'e bakıyordu.
Zor olsa da... Sonunda buluşmuşlardı.
*
Hekim kadının verdiği ilaçları tek tek içip Lalezara uzattığımda o ağızlarını kapatıp tepsiye bıraktı. Bir kaç gündür belki yeniden sütüm gelir diye uğraşıyordum. Onlara göre bir kaç haftayken benim için aylar geçmişti. Her ne kadar süt anneler bebeklerimi doyursa da insan kendi yapamayınca içine bir acı düşüyordu. Kendi çocuklarının karnını doyuramamak güçsüz hissettiriyordu.
"Sultanım, Hünkarımızın işleri bitmiş has odaya dönüyorlar." Kapıdaki kalfanın bilgilendirmesi ile başımı sallarken ayağa kalkıp kurulan sofrayı inceledim. Eksik kalmazken dairenin kapısı çalmıştı. Merakla 'gel' derken kapılar açılmış içeri Melike ve Esma hatun girmişti. Kucaklarında bebeklerim ile yanıma geldiklerinde gülerek onları iki kolum arasına alıp sarıldım.
Dudaklarımı yanaklarına usulca dokundururken onlar aralanmış ağızları ile yanaklarımı emmeye çalışmıştı. "Miniklerim annelerini mi öpüyormuş?" Diye mırıldanıp daha sıkı sarıldığımda odada yalnız kalmak istediğimi belirtip divana geçip oturdum. Bebeklerin başları boynuma gelecek şekilde yatırdıktan sonra gülerek geriye yaslanmış sırtlarını okşamaya başlamıştım.
Aldıkları nefesler bir süre sonra yavaşlarken uyuyakaldıklarını anlamıştım. Kollarım arasında kendilerini ne kadar rahat hissettiklerini bildiğim için biraz daha geriye yaslanıp rahatça uzanmalarını sağladım. Bakışlarım odada dolanırken akşamın karanlığı çökmüştü bile. Odada yanan mumlar loş bir ışık bırakırken terastan esen rüzgarla hafifçe dalgalanmıştı. Bu güzel manzarayı seyrederken usulca açılan kapı ile gülerek başımı oraya çevirdim.
Görüş açıma Ahmed girince dikkatle doğrulup ayağa kalktım. Ahmed gülerek bize bakıp yanıma yaklaşınca uzanıp kollarını bedenime sardı ve dudaklarını dudaklarımın üzerine kondurdu. O iç çekerek bir öpücük bıraktığında ben gülerek yaklaşıp daha uzun bir öpücük aldığımda Ahmed kısalttığı sakalları ve saçları ile kalbimi titretmişti. Üzerindeki yüklerden kurtulmuş yeniden hayata benimle beraber dönmüştü.
İlk günlerde o kadar bitkin gözüküyordu ki şimdi o halinden eser kalmamıştı. Göz altları, kan çanağı olan gözleri düzelmişti. Yeniden sağlığına kavuşmuştu.
Ahmed uzanıp Hüma'yı kucağına aldığında Hüma dudaklarını aralayıp geri kapatmış sonra başını Ahmed'in göğsüne iyice gömmüştü. "Hoş geldin Ahmed." Fısıltım ile Ahmed gülen gözlerini Hüma'dan çekip bana çevirdiğinde genişçe gülümseyip yanağımı öptü. "Hoş bulduk Hilal."
Derin bir nefes alıp bu sefer şakağımı öptüğünde öptükçe öpesi geldiğini hissetmiştim. Dudaklarımdan firar etmek için çırpınan kıkırtılara mani olup toparlandım.
"Yataklarına yatıralım mı?" Ahmed beşikleri işaret ettiğinde onu onaylayıp bebekleri daha rahat uyumaları için beşiklerine yatırdık. Boşalan kollarımı anında Ahmed'in bedenine sardığımda ona sıkıca sarılıp ben buradayım der gibi varlığımı hissettirdim.
Ellerinin sıcaklığı kumaş parçalarını yakıp kül ederken sırtımdan belime inen eli ile beni kendine sıkıca çekip yanağımı kavradı. "Hatunum." Muzip bir gülümseme ile fısıldadığında bana fırsat vermeden dudaklarıma hakim oldu. Sıcak dokunuşu ile içimden sıcak bir şeylerin aktığını hissederken yanağımdan boynuma inen parmakları ile öpüşü şiddetlendi.
Sıkıca kavradığı alt dudağım ile verdiği zevk bir iniltiye neden olurken bu arsızca gülümsemesine neden olmuştu. Nefes almamız için kısa bir anlığına ayrıldığımızda bu sefer dudakları çenemden boynuma yol sürmüştü. Başımı geriye atıp ona daha fazla alan sağlarken kollarımı boynuna daha sıkı sarmıştım.
Ahmed'in sakallarının bıraktığı tatlı sızıları öyle çok özlemiştim ki farkında olmadan bu hisse gülümsemiştim. Dakikalar sonra derin nefesler alarak başını boynuma dayayan Ahmed aynı çocuklar gibi gelmişti gözüme. O da varlığıma muhtaçtı...
Parmaklarımı boynundan saçlarına çıkardığımda ipek saçlarını usul usul okşamaya başladım. Ensesine masaj yaparak başına bir buse kondurduğumda daha da mümkünmüş gibi sarılışı sıkılaştı. Bedenimi saran kolları sıkılaşmış bana sarmaşık gibi dolanmasına izin vermiştim.
Mumların alevleri dalgalanırken odanın loş ışığı uykumu getirmeye başlamıştı. Kokusu öyle huzur vericiydi kokusunun tam bir tanımı olmasa da onun olduğunu bilmek bile insana huzur vermeye yetiyordu. Parmaklarımla omuzlarına indirdiğimde Ahmed derin bir nefesle başını kaldırdı.
Merakla dudaklarına bakarken o gülerek "Yemeğe geçelim mi?" diye sordu. Ahmed'in sorusu ile başımı olumlu anlamda sallasam da ondan uzaklaşamamıştım. Uykunun en tatlı anı gibi mayışmıştım. En sonunda belimdeki sarılı kolu ile sofraya geçtiğimizde beraber oturup yemeğimize başladık.
"Sana bir sü- nasıl diyordunuz siz gelecekte şu sevindirici bir habere?" Ahmedin kaşları çatılmış gülerek derin bir düşünceye daldığında kıkırdayarak başımı eğdim. "Gülme, neydi o kelime?" Elini dizime koyup dikkatimi çektiğinde gülüşümü durdurup cevap verdim. "Sürpriz."
"Heh sana bir sürprizim var."
"Yaa? Neymiş?" Saçlarımı geriye atarken bakışları boynumda dolaşmış sonra gülerek gözlerime çıkmıştı. "Edirne'ye gideceğiz."
Heyecanla yerimden doğrulduğumda gözümün önüne Edirne için plan yapıp gidemeyişimiz geldi. "Gerçekten mi?"
"Evet." Elini yanağıma çıkardığında avucuna başımı yaslayıp gülümsedim. "Kimler gelecek peki?"
"Birilerinin gelmesini mi istersin?" Sorusu ile omuz silktim. "Olabilir, hepimize iyi gelir hem."
"O zaman yarın haberlerimizi uçuralım tüm sevdiklerimizle Edirne'ye gidelim."
Heyecanla dikleştiğimde tek tek isimleri saymaya başladım. "Valide sultanımız, Dilrubah ve Mehmed paşa, Hüseyin ile Melike, Yavuz ile Şah! Lalezar, bizim ve Dilrubahın ikizleri! Herkes gelsin Ahmed aylardır hepiniz burnumda tüttünüz. Nereye baksam sizi gördüm, belki de sizi görmek istediğim için gördüm..."
Ahmed'in gözleri hüzünle dolarken bana yaklaşıp ellerimi tuttu. "Aylar... Anlatmak ister misin." Şefkatle elimi okşamaya başladığında burukluk beni de içine çekmişti.
"Vakti geldi değil mi?" Buruk bir gülümseme ile sorumu sorduğumda Ahmed usulca başını salladı. "Geldi."
Derin bir soluk çekip başımı salladım ve bardağımdan bir yudum alıp ona döndüm. Ellerim elleri arasında sıcaklığı ile ısınırken bakışlarımı gözlerine çıkarttım.
"O gece, kaçırıldığım gece ölmek üzereydim. Nefesimi kesiyordu o adam. Son nefesimi verecek kadar sona yaklaşmıştım Ahmed. Ta ki gecenin karanlığı aydınlanana kadar. Bir anda oldu. Bir anda hiç ummadığım bir şekilde yine o sesi duydum yine ruhumun çekilişini hissettim." Zoraki bir yutkunuşun ardından başımı salladım. "Gözlerimi açtığımda gelecekteydim. Nasıl olmuştu, neden olmuştu anlamıyordum. Ne bir dilek dilemiş ne de aklımdan geçirmiştim bu olasılığı. Her şey benden bağımsız gerçekleşmişti. Hoş hep öyle olmuştu ya benimki de laf... O gece nasılsam gelecekte de öyleydim. Bende hiç bir şey değişmemişti. Gelecekte de."
Bir süre dinlenip içime kaçıp duran sesimi düzelttim ve devam ettim. "İlk yolculuğumu yaptığım yerden çok farklı bir yerde gözlerimi açsam da zaman geçmemişti Ahmed. 2 yıl önceki güne, saate, dakikaya, saniyeye geri dönmüştüm. Uzun bir süre kimse bana inanmadı. Aileme açıklasam da dinlemeyi bile reddettiler ve beni bir Rehabilitasyon merkezine yatırdılar, böylelikle uzun bir süre orada tedavi gördüm."
Ahmed hüznü bir yana kelimelerimi anlamamış gibi başını eğdiğinde cevapladım. "Akıl hastalıkları için olan darüşşifa diyebiliriz."
Ahmed'in gözleri donuklaşırken kendini kastığını net bir şekilde hissedebiliyordum.
"Aylarca orada kaldım. Tek bir umudum dahi olmadan öylece yaşadım. Tabii buna yaşamak denilirse. Geçmiş hakkında duyduğum her kelime yaramı kanatıyordu. Düşünsene biri sana artık var olmayan insanları, onların sendeki yerini bilmeden anlatıyor..."
"Duymaya tahammülüm yoktu zira ortada bir gerçek vardı. Ölüm. Bitmiş bir zamanın beraberinde gelen son nefesler. Tanıdığım herkesin toprak olduğunun bilincinde olmak dayanılır gibi değildi Ahmed. Sizi sonsuza dek yeniden kaybettiğimi bilmek kaldırılacak bir yük değildi."
"Tek umudum yeniden bir mucizenin gerçekleşmesiydi. Bir bilsen kaç defa dönmek için yalvardım Yaradana. Kaç defa aklıma kazınan o satırları okudum bir umutla! Oysa medet o satırlarda değildi... Yeniden başa dönmüştüm özlemle bir geçmişe takılı kalmıştım. Ölüm diyordum belki de ölüm beni size kavuşturacak kalan tek yol diyordum. Lakin Onun verdiğini Ondan önce almak ne büyük günah. Korktum, son umudumu da kendi ellerimle yakıp kül etmekten korktum."
"Ve aylar sonra hiçlikten var olur gibi üniversiteden hocam geldi, uzun bir süre ortalarda olmayışımı konuştuk yeniden okula dönmemi sağladı. Bir keşif için çalışıp çalışmak istemediğimi sordu bende kabul ettim çünkü işin ucunda ben yani biz vardık. Harem defterlerinin saklandığı arşivde gizli bir duvar bulunmuş ardından ise benim dönemime ait defterler. Geri ailemin yanına eve döndüm böylece. Görsen bir evde üç yabancı gibiydik... Neyse. Bir süre bir ekiple Topkapı sarayında çalıştık ardından benim sarayımda kütüphanede çalıştık. Biliyor musun gizli dairenin bile buraya gelmeden önce kapılarını açtım. O gün çok garip hissediyordum. Bir şey olacak gibi, öyle de olmuştu. O kapıyı araladıktan sonra ayaklarım beni sokağa çıkarmıştı ve birden bire kendimi başka bir mekanda başka bir zamanda buldum."
"Buraya geldiğin gün?"
"Evet, o gün kendimi İstanbul'a yakın bir ormanda buldum neresi bilmiyorum ama payitahta gelene kadar saatler geçti. Kendime geldiğim gibi ormanda ilerledim. Ahmed çok korkmuştum kendimi başka bir zamanda sandım, yani senden öncesinde sandım çünkü ben yine kendimi Sarayımın önünde bulmayı bekliyordum. Meğerse bambaşka bir konumdaymışım. Saatlerce ilerledim kardan korunmak için bir sığınak aradım buldum da. Geceyi bir kulübede geçirdim hatta daha fazla sonra yeniden karanlık bastırmadan yola çıktım ve uzun bir vakit sonra askerlere denk geldim. Önce tahta kimin olduğunu sorup emin oldum. O anı hatırlıyorum da nasıl içim rahatlamıştı senin adını duyunca..."
Ahmed heykel gibi durmuş beni izlerken oldukça dikkatliydi. Her detayı duymak ister gibiydi. Ama bir çok şeyi es geçiyordum anlatırken, dilim varmıyordu.
"Sağ olsunlar benim kimliğimden emin olmasalar da payitahta varmama yardımcı oldular, orada Yeniçerilerin en rütbelisi olan Kenan ağa beni çok iyi ağırladı. Sıcak bir çorba, güvenli bir çadır verdiler."
"Bu iyiliklerini asla unutmayacağım o mesele ile bizzat ilgileneceğim Hilal'im."
Ahmed sanki çok şey sormak istiyor, çok şey anlatmak istiyordu ama belli ki bugün o gün değildi.
Başımı sallayıp derin bir nefes aldığımda üzerimdeki yorgunluğun tatlılığı ile dudaklarımda bir tebessüm oluştu. "Sanki saatlerce denizde yüzmüş şimdi de eve gelip dinleniyormuşum gibi hissediyorum." Ahmed dediklerimi ilgi ile dinleyip gülümsedi. "Havalar ısınsın söz beraber de yüzeriz."
"Söz mü?" Gülerek başımı yana yatırdığımda Ahmed başını sallayıp bana yaklaştı ve alnımı öptü. "Yorgun olsan da evinde dinleneceksin artık sevgilim. Ben hep burada olacağım, ne zaman yorulsan başını dayayacak bir omuz, güç alacak bir el olacağım."
Usulca ona sokulup kolları arasında yerimi aldığımda yorgundum ama huzur ağır basıyordu. "Seni seviyorum Ahmed. Canımdan çok seviyorum."
"Bende seni Hilal." Doğrulup yanağını öptüğümde incilerini göstererek gülümsedi ve başını geriye atıp gülmeye başladı. Parmaklarım sakallarından boynuna inerken uzanıp boynunu öptüm. Kokusunu içime çeke çeke bir öpücük daha kondurduğumda sıkılaşan elleri ile kendimi kucağında buldum. Ahmed usul usul belimden bacaklarıma doğru yol çizerken dudaklarımız sonunda bir olmuştu. Ensesindeki saçları ile oynarken bir eli yukarı çıkmış sağ yanağımı kavramıştı.
Dudaklarıma daha çok hakim olmak ister gibi tutarken dakikalar sonra ayaklanmış kucağında benimle yatağa doğru ilerlemişti. Bir kaç adım sonra sırtım yumuşak yatak ile buluştuğunda kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu.
Parmakları usul usul boynumda dolaşırken tüylerimin ürperdiğini hissettim. İçimi titreten dokunuşları bedenimi alev alev yakarken istekle sırtına daha sıkı sarılıp onu kendime çektim. Dudakları arasından çıkan gülüş ile bende gülümsediğimde yatakta biraz daha geriye sürünüp onu da peşimden çektim.
Doğrulmama yardımcı olurken parmakları sırtımdaki kaftanın iplerine gitmiş hem beni severken hem ipleri açmaya başlamıştı. Dakikalar sonra bedenlerimiz çırılçıplak kalırken buz kesmiş teninin sıcaklığıma duyduğu ihtiyaç ile bedenime sarıldı.
Ahmed'in tenimi ürperten dokunuşları çoğalırken sıcak parmakları gerdanımdan aşağı göğüslerime inmiş hırçın bir tavırla kavramıştı. Dudaklarımdan kaçan inilti ile dudakları boynumdan geri dudaklarıma çıktığında onunla bir olmak için heyecandan yerimde duramıyor dokunmayı özlediğim sırtında vakit geçiriyordum.
Zaman algımız yitip giderken bedenlerimiz bir olmuş ayrılığın yarasını sarmak için özlem giderdi.
*
Kulaklarımı dolduran net kalp atışları ile uykumdan uyanırken kıpırdanmayıp bir süre aynı pozisyonda durdum. Başım Ahmed'in göğsünün üstünde kollarım belinde sarılı haldeydim. Ahmed'in kolları ise aynı şekilde bedenimi sarmış sıkı sıkıya kenetlemişti. Nefes alış verişlerinden hala uyuduğunu anlarken gözlerimi açtım. Gün yeni yeni doğuyordu.
Huy edinmiştim artık bu kadar erken kalkmayı. Kaybettiğim zamanı telafi etmek istiyordum belki de...
Bir süre bekledikten sonra Ahmed'in kolları gevşeyince fırsat bilip ondan uzaklaştım ve üzerime sabahlığımı alıp yataktan çıktım. Bebeklerin beşiklerinin olduğu ayrı odaya ilerlerken hala uyuduklarını görüp rahatça has odanın hamamına girdim.
Yıkanıp rutin işlerimi hallettikten sonra kurulanıp havluya sarıldım ve kıyafetlerimin bulunduğu odaya girip üzerimi giyindim. Bej renginde bir elbiseyi giyinip üzerime kalın uzun kollu yine bej bir kaftan giyinip belime altın kemerini taktım. Islak saçlarımı aynanın karşısında tararken duyduğum sesleniş ile tarağı kenara bırakıp ana odaya geçtim. Ahmed kısık gözlerle etrafa bakıyor anlam vermeye çalışıyordu.
Endişeli gözleri beni bulunca derin bir nefes alıp başını yeniden yastığa gömdü. "Günaydın Ahmed." Fısıldayarak yanına gittiğimde yatağın köşesine oturup altın saçları ile oynamaya başladım.
Hala içli içli nefes alıyordu. "Bir şey mi oldu Ahmed?" Ona sokulup yanağını öptüğümde başını bana doğru çevirdi. "Kabus gördüm, uyanınca da seni göremeyince korktum."
"Korkma ben sadece hamamdaydım."
"Hmm." Dudaklarındaki yaramaz gülüş ile bende güldüğümde o belimi tutup beni yatağa diğer tarafına yatırdı ve üzerime çıkıp ıslak saçlarımı yüzümden çekmeye başladı. "Bana da haber verseydin keşke."
"Ahmed..."
"Ahmed'in sana kurban olsun." Boynumu öperek söylediklerine kıkırdamamı tutamazken o daha çok gülüp sakallarını tenime sürttü. Parmaklarımla saçları arasında dolaşmaya başladığımda o gülerek çenemi ardından yanaklarımı öpmeye başlamıştı. En sonunda dudaklarımda durduğunda iç çekerek gülümsedi ve çenemi iki parmağı arasına alıp derince öptü.
"Günümü aydınlattın sevgilim. İyi ki hayatımdasın."
Dudaklarımdan sesli bir kıkırtı firar ederken Ahmed belimi kavrayıp sıkıca sarıldı. "Neden gülüyorsun böyle kıkır kıkır?"
"Ahmed çok romantiksin! Bazen kitap okuyormuşum da sen oradaki karaktermişsin gibi geliyor. Çok ince ve özelsin..."
"Sana başka nasıl davranılır bilmiyorum ki? Çok narinsin seninle konuşurken her kelimeme dikkat etmeye çalışıyorum."
"Yaa Ahmed!" Başımı omuzuna dayayıp utancımı gizlemeye çalışırken o keyifle gülüp yanağımı öptü ve üzerimden doğrulup beni de kaldırdı.
"Böyle durma saçlarını kurut. Kış vakti üşütme." Saçlarımı ilgiyle geriye çekip yanağıma bir öpücük daha kondurduğunda başımı sallayıp yataktan kalktım ve kıyafetlerin olduğu odaya geçip havluyla saçlarımı kurulamaya başladım. Ahmed bu sürede hamama girerken ben kurulanmış saçlarımı örmüş inci tokaları saçlarıma yerleştirmiştim. Ardından takılarımı takıp odaya döndüğümde Beyazıd'ın sesler çıkardığını duydum. Uyanmıştı. Erkenci...
Uzanıp onu kucağıma aldığımda başını boynuma yaslayıp bir iç çekti. Öyle tatlıydı ki o an bu halimize içtenlikle gülümsedim. Beyazd'ın minik elleri gerdanıma tutunurken odanın içinde tur atmaya başladım. Daha çok erkendi biraz daha uyuyabilirdi. Başını öpüp cennet kokusunu içime çektiğimde gözlerimi kapatmış varlığına şükürler etmiştim. Minik kalbinin atışlarını gerdanımda hissederken odaya Ahmed girmişti.
Gülen gözleri ile bizi seyrettikten sonra yanımıza gelmiş bir kez daha yanağımı öpüp ardından Beyazıd'ın başını öpmüştü. Bakışları dünden kalma sofraya kayarken kapıya ilerleyip ağalara haber vermiş sessiz sedasız sofra toplanmış hemen ardından kahvaltı sofrası kurulmuştu.
Beyazıd hala kucağımda iken divana oturup geriye yaslandım. "Bugün tüm gün emrinize amadeyim sultanım." Ahmed başını eğerken ben bu haline gülüp artık ağrıyan yanaklarımı parmaklarım ile ovmaya başlamıştım.
"Peki öyleyse kahvaltıdan sonra beraber has bahçede yürüyüş yapalım. Ama fazla uzatmayalım çocuklar temiz hava alsın yeter."
"Tamam, sonra?"
"Hmm bir düşüneyim..." Gözlerim daha rahat düşünmek için kapanırken Ahmed yanıma daha çok yaklaşıp alnımı öptü. Öptükçe daha çok öpülesim geliyordu. Hasret kaldığım dudaklarına kavuşmak için içim gidiyordu. Bir dokunuşuna muhtaç kalmıştım adeta.
Ahmed parmak uçları ile gerdanımda oyalanmaya başladığında gülüşümü tutamayıp gözlerimi açtım. Gülen gözleri ile parmaklarını boynumda dolaştırırken en sonunda yanağımda durmuştu. O an bakışları sakinleşirken uzanıp dudaklarıma bir buse kondurdu.
Kendimi iç çekmekten alıkoyamazken o sıcak avucunu boynuma sarıp bir öpücük daha kondurdu. Kollarım arasında yeniden uykuya dalan Beyazıd ile ayağa kalktığımda onu sarsmadan usulca yerine yatırdım ardından uyuyan Hüma'yı kontrol edip yeniden Ahmed'in yanına geçtim.
Beraber sofraya geçtiğimizden ufak sohbetler eşliğinde yemeğimize başlamıştık.
"Seni görmüştüm." Ahmed'in sessizliği bölen cümlesi ile elimdeki ekmek havada kalırken içeriye dolan kasvet ile yutkundum. Bir anda sanki oda boğucu bir hal almıştı.
Elimdekini bırakıp merakla Ahmed'e döndüğümde yüzünde acı dolu bir tebessüm vardı. Hüznü asla yakıştırmazdım çehresine. Daha 27 yaşında hayatın tüm zorluklarını sırtlamıştı Ahmed. Beraber geçirdiğimiz 2 yılda bende bir çok şeye şahit olmuştum.
"Senin gelecekte olduğun günlerden birinde gizli dairemize gitmiştim. O gün seni o kadar çok özlemiştim ki dayanmaya güç aramaya gitmiştim oraya." Sesi sona doğru çatallaşırken zorla yutkunup bir yudum su içti. Bakışları pencerede takılı kalmış bana bakmaya çekinir gibiydi.
Derin bir iç çekip konuşmaya devam ettiğinde nefesimi tutmuştum. "Seni gördüm o gün. Hayal olamayacak kadar aklımın ötesinde bir yerde çok farklı esvaplar içindeydin. Gözlerinin ışığı sönmüş, omuzların yorgunluktan çökmüştü. Ama hala benim Hilal'imdin. Seni gördüğüm için o kadar çok şaşırmıştım ki bir an kendimi kaybedip bağırmaya başlamıştım. Sesimi duyarsın diye çırpınmıştım bir umut."
Kaşlarım çatılı halde yüzüne bakarken neyden bahsettiğini anlamaya çalıştım. Sokaktaki olaydan mı bahsediyordu?
"Bana tahsis ettiğin sarayın önündeki olaydan mı bahsediyorsun?" Merakla sorduğum soru ile başını iki yana salladı. Bakışları hala pencerede öylece göğe bakıyordu.
"Bu daha öncesine ait bir olaydı. Uzun bir koridorun ortasında beyaz bir kapının önündeydin." O anı anımsar gibi gözlerini kıstığında bende parçaları birleştirdim. Merkezden bahsediyor olmalıydı.
Ama benim aklımda hiç orada onu gördüğüme dair bir anı yoktu. O an onunla beraber sessizleşmiş düşüncelere daldığımda bir anda karanlığımda bir ışık yandı. Tabii ya... Ben onu görmesem de bir his dolmuştu o gün içime, sanki izleniyormuş gibiydim ve sanki, sanki biri bana seslenmişti.
Dudaklarımda minik bir tebessümle ona döndüğümde o da sonunda bakışlarını bana çevirmişti. "Galiba hatırlıyorum bir his vardı içimde." Sesim oldukça kısık çıksa da Ahmed başını sallamıştı.
"Ne kadar çok mucize olmuş bizi buluşturan..." Kaşları havada bu sefer saf huzur dolu tebessümü ile söylediklerine bu kez başımı ben salladım.
"Ben sizi aylarca bekledim Ahmed. Umutsuzca bekledim zira elimden başka bir şey gelmiyordu. O günlerde aklımda en çok dolanan fikir ölümden sonra size kavuşacak olmamdı zira başka seçenek kalmamıştı. Toprak olmuş bir ailem vardı ve ben yine yıllar sonra aynı özlemle aynı acılarla sizleri diledim. Nasıl seni bilmeden sevip nefes aldıysam bu sefer de aynı kaderi yaşamıştım."
"Ailen sana hiç mi inanmadı Hilal?"
"Hiç inanmadı Ahmed. Zaten her şeyi adam akıllı bir kez anlata bildim sakince konuşmama rağmen deli damgası yedim. En yakınım dediklerim bana sırt çevirmişken susmak son çarem olmuştu. Kimseye derdimi anlatmadım uzun bir süre."
"Uzun bir süre derken?" Ahmed'in sorusu havada kalırken odayı dolduran ağlayışlar ile yerimden fırlamış bebeklerin bulunduğu küçük odaya koşmuştum. Uyanan Hüma ağlayarak kardeşini de uyandırmıştı.
"Annecim geldim bak buradayım. Bir tanem ağlama güzelim." Hüma iç çeke çeke ağlarken dolan gözlerime mani olamamış onun gibi bende ağlamaya başlamıştım. Kızımı kucağıma alıp sarılırken Beyazıd uyku sersemi geri uykuya dalmıştı. Biri uyuyor öteki uyanıyordu...
Hüma'nın sırtını okşarken Ahmed yanımıza gelmişti. Kaşları çatık halde önce çocukları kontrol edip sonra gözlerime baktığında neden böyle baktığına anlam verememiştim.
Hüma yavaş yavaş iç çekişler ile ağlamayı kestiğinde başımı hafifçe uzaklaştırıp Ahmed'e fısıldadım. "Bir şey mi oldu?"
"Sen uzun bir süre kimseye derdimi anlatamadım derken sonunda anlattığını mı kast ettin?" Meraklı sorusu ile gerildiğimde bakışlarımı gözlerinde tutup başımı salladım. Saklamaya hacet yoktu.
"Ailen bile sana öyle tepki vermişken başkaları nasıl karşıladı peki?" İkimiz de minik odanın içinde fısır fısır konuşuyordu.
"Arkadaşlarım ailemden daha çok mucizelere inanıyormuş demek ki." Sesim fısıldamak için kısık çıkmamıştı o an. O an canım yandığı için boğazım düğümlenmişti.
"Seni yalnız bıraktığım için kendime o kadar çok öfkeliyim ki Hilal... Onca zorluğa aylarca kendin başa çıktın hem de canın özlemle yanarken. Hilal sen çok güçlüsün. Hayatımda tanıdığım en güçlü insansın." Parmak uçları ile incitmekten kaçınır gibi yanağımı okşadığında Hüma ile aynı anda iç çekmiştim. Ahmed dinmiş göz yaşlarımın izlerini silerken bir adımda yanıma yanaşıp kollarını bedenime sarmıştı. Aramızda kalan Hüma son iç çekişinin ardından uykusuna kaldığı yerden devam ederken Ahmed'de incitmeden sarılmaya devam etmişti.
"O kadar özlemişim ki sana şöyle sarılmayı. Çok uzun zaman oldu ama sonunda kavuştuk. Şükür Rabbime."
Bir süre öylede durmuş ikimiz de sakinleşmiştik. İçime çektiğim huzur dolu kokuları ile bedenim rahatlarken bir mucizenin de filizlendiğini hissetmiştim. Sonunda uyumak üzere olan Hüma'yı yerine yatırdım ve Ahmed ile sofraya geçip kahvaltıya kaldığımız yerden devam ettik.
-
Biraz dertleşelim mi? Nasılsınız?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top