9. Bölüm

Olaylar tamamen tarihten bağımsızdır. Karakterler ve olaylar benim kurgumdur. Kurgudaki padişah ve ailesi gerçek değildir. İsim benzerliği olabilir ama hiç bir şekilde tarihle alakası yoktur.

Düzenlendi.

"Var mısın iddiasına Silahtar? Hilal kesin vuramaz çanağı!" Kulaklarımı dolduran Ahmed'in alaylı ve bir o kadar eğlenir sözleri ile gözlerimi bir an için ağaçtan sarkan çömlekten alıp Ahmed'e çevirdim.

Bilerek yapıyor! Hatta keyif ile gülüyordu! Sesi inanılmaz keyifli geliyordu.

"Hünkarım, bence erken konuşmayın. Bana kıracak gibi geliyor." Hüseyin'in desteği ile sırıttım ve yayı gerdim ardından hedefe kitlendim yaklaşık 20 metre ilerimde olan ağacın dallarından çanaklar sarkıyordu. Ahmed benim ok atma çabalarıma çok gülmüş ve yapamayacağıma emin olmuştu. Silahtar ise bana destek oluyordu.

"O oku sen değil Allah attı..."

Diye fısıldadım rüzgara. Rüzgar sözlerimi aldı kulaktan kulağa taşıyıp kalpleri kucakladı. Göğe uzanıp yardım istedi. Kemankeşlerin en büyük sırrıydı bu dua..

Oku bıraktığım gibi rüzgarı dele dele hedefe uçtu ve tam ayarladığım gibi hedefi ortasından vurup çanağı parçaladı.

Galibiyetin verdiği mutluluk ile kahkaha attım ardından ellerimi indirip havalı bir dönüş ile Ahmed'e döndüm. "Kim vuramaz demiş? Bir daha söylesin isterse?" demem ile Ahmed sırıttı.

"Bilmem kim demiş?" Bu haline Hüseyin ile gülmeye başladık. Ayaklarım yere daha sağlam basınca göğüsüm gururla kabardı rüzgar saçlarımı ve başımdaki örtüyü uçururken ben gülerek elimdeki yayı havaya kaldırdım "Türk kadının yapamayacağı hiç bir şey yoktur Padişahım!" dedim anın verdiği gururla.

Feminist yanım gün yüzüne çıkmış Ahmed'e laf atıyordu. Yine.

"Doğrudur." dedi ve bana yaklaşıp elimden yayı aldı ardından iki oku eline alıp yaya oturttu yayı gerdi ve hiç beklemediğimiz bir anda okları serbest bıraktı. Bırakırken bileği ile hafif hareketler etti böylelikle oklar farklı yönlere uçtu. İkisi de ağaçtaki yan yana duran 2 çanağı vurup parçalayınca dehşet ile baktım.

"Nasıl yaptın bunu! Helal olsun ya.. Bana da öğretsene? Hmm? Lütfen, lütfen, lütfen?" Çocuk gibi yerimde kıpırdanıyordum. Hatta Ahmed'in koluna bile yapıştım.

"Daha çok çalışman lazım ama tabii ki de öğretirim yeter ki sen iste huzurum.." iltifatı ile gülmeye başladım hatta kendimi tutamayıp pişmiş kelle gibi sırıtmışta olabilirim.. Silahtar benim halime baka baka gülmesini durduramadı ve keyifle güldü.

"Birkaç atış daha yapalım daha sonra ava gidiyoruz." Ahmed'in dedikleri ile başımı olumlu anlamda sallayıp "Peki." diye mırıldandım. Saçlarımı yüzümden çekerken Ahmed derin bakışları ile beni takip ediyordu. Sanki her zerremi unutmamak için.

Başka bir yay ve ok aldım hedef korkuluğu önüne geçtim arada yine 20 metre ya vardı ya yoktu. Amacım Ahmed'e kendimi ispatlamaktı o an. Bir kaç defa hedefi tutturup ona söylediklerini geri aldıracaktım.

Oku yaya yerleştirip pozisyonumu aldım ve oku sırt gücüm ile çektim gerilen oku hedefe doğru bıraktığım gibi sert bir rüzgar esti bu da okun yönünü değiştirdi. Aniden çatılan kaşlarım ile öne doğru adım attım. Durdurmak ister gibi baktım oka ama nafile. Ok çoktan benim hedefim dışına fırlamış arkasında duran ağacın dalından sarkan çömleğe saplanıp parçalamıştı.

"Hedefini dikkatli ayarlayıp bekleyeceksin acele etmeden her koşulu düşünerek, hesaplayarak hareket etmelisin yoksa bir masumun kanına girersin. Aynı yanlışlıkla vurduğun çömlek gibi." Bir öğretmen gibi sakin sakin ama bir o kadar öğretici şekilde açıklama yapan Ahmed'e baktım.

Doğru diyordu.. İç çekip hüzünle bedenimi Ahmed'e döndüm. "Bir an nefsime yenik düştüm.. Doğru diyorsun dikkat en önemlisi."

"Ama hakkın var güzel hedef almışsın ok boş boş uçmak yerine hedefine yakın bir hedefe saplandı." moralimi düzeltmek için dediğini biliyordum. Derin derin gözlerine baktım boğulmak istercesine harelerine daldım diplerindeki parıltılara ulaşmak ister gibi. Ormanın yeşilleri onun harelerine yansımış beni mest etmişti.. Onsuz yaşayamayacağımı da anlamıştım bu sayede. İnsan hiç nefes almadan yaşar mı?

"Bir atış daha, hadi Hilal."

"Tamam." diye mırıldanıp yeni bir ok aldım ve yaya geçirip pozisyonumu aldım oku geriye çekip hedefe kitlendim yani demin vuramadığım korkuluğun tam kafasına. Rüzgar gıcıklığına daha sert esmeye başlayınca durdum ardından başımı göğe kaldırdığımda kara bulutların göğü kapladığını gördüm. Fırtına mı?

Arkamdan sarılmam ile nefesimi tuttum. Omuzunun üzerindeki sakallar ve Ahmed'in sıcak nefesi ellerimi titretmişti. Ahmed ellerimi tutup benimle birlikte yayı kaldırdı ardından oku gerdi kolumu hedeften biraz sağa çevirip kulağıma fısıldadı.

"Rüzgara yenik düşme. Ona karşı çık zira güç her zaman kazanır. Bazense ona ayak uydur."

Evet.. Oku şimdi böyle bırakırsam rüzgarın sağdan sola doğru vurma etkisi ile hedefi hedef almış olurdu. Mantıklı aslında.

Benimle birlikte aynı anda oku serbest bırakınca ok rüzgarı delerek hedefe saplandı. Başarmanın heyecanı ile gülüp Ahmed'e döndüm. "Başardık!" sevinçle söylediğim söze Ahmed gülümsedi ve elimi tuttu ardından başını iki yana sallayıp dudaklarını araladı.

"Başardın."

*

Dışarıda neredeyse fırtına koptu kopacaktı. Ahmed paşaları ile çoktan ava gitmiş, ben ise çadırımda onun dönmesini bekliyordum. Arada ağalar atıştırmalık ve İçecek getiriyordu. Can sıkıntısı çekmiyorum aslında. Yerdeki minderlere uzanmış hayaller kuruyordum. Kurduğum senaryolar beni o kadar çok mutlu ediyordu ki heyecandan gülüyordum. Bunu hep yapardım saçma sapan hayaller, senaryolar kurarak mutlu olurdum.

Kim yapmaz ki?

Bastıran uyku ile homurdandım ve üzerime sandıktan aldığım battaniyeyi örtüp şekerleme yapmak için gözlerimi kapattım. Rüzgarın esişini dinleyerek uykuya daldım.

*

Duyduğum tramvay zili ile gözlerimi açtım hızla etrafa bakınca kendimi taksim meydanında buldum.
'Hayır!' fısıldayışım insanların konuşmaları arasında kaybolurken ben tekrar tekrar inkar ettim gerçeği.

'Olamaz..' dedi ruhum. 'Geleceğe dönmüş olamam!'
Derinden hissettiğim acı ile elim kalbime gitti. Kalbim atmayı kesmişti.. Kalbim hüzünden atmayı kesmişti.
Dizlerimin titreyişi bir şehri yıkacak cinsten şiddetliydi. Yere dizlerimin üstüne yığılışım ile benim dünyam başıma yıkıldı.

Etraf kararmaya başlayınca kulaklarımı sesim doldurdu.

"Allah der ki, kimi benden çok seversen onu senden alırım. Ve ekler: Onsuz yaşayamam deme, seni onsuz da yaşatırım. Ve mevsim geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur. Aklın şaşar dostun düşmana dönüşür. Düşman kalkar dost olur. Öyle garip bir dünya! Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur. Düşmem dersin düşersin. Şaşman dersin şaşarsın. En garibi de budur ya, öldüm der durur yine de yaşarsın."

Sesim gittikçe yükselirken acıdan ağlamaya başladım. İnkar ederek hıçkırdım. 'Hayır, lütfen... Lütfen!' bağırışım bile kulaklarımda ki sesi geçememişti.

Ruhum isyan edercesine ağıt yakarken benliğim son bir canhıraş ile yalvardı Yaradana.

*

"Hayır!"

Bağırışıma uyanmam ile derin derin nefesler almaya başladım korku ile etrafı incelerken titreyerek ağlıyordum. Kan ter içinde yerden doğrulup düşe kalka masada duran sürahiye ilerledim korkudan titreyen elim sürahiyi kavrayınca sürahi büyük bir gürültüyle yere düştü.

Kalbime anlık korkudan sancı girince yere yığıldım. Gök yüzünde çakan şimşekler çadırı aydınlatırken gök gürültüsü korkuma korku katıyordu. Yağmurun çadırın çatısına düşüşünü duyuyordum sanki hırsla dövmek ister gibi vuruyordu. O kadar savunmasızdım ki bir gürültüden bile korkmuştum. Sol göğsümü tutarak başımı eğdim.

Onu kaybetmek o kadar çok canımı yakmıştı ki bu duyguya ölümü yeğlerim. Rüya ile bu hale geldiysem gerçeğini yaşarsam ne olurdu? Kalbim durur.

"Allahım, yalvarırım, yalvarırım bana bunu yaşatma!" dudaklarımdan firar eden aciz canhıraşlar kulaklarıma doluyor ve beni daha çok kedere sokuyordu. Bir döngüye girmişti ruhumu.

"Hilal!" Dışarıdan yükselen sesleniş bir kükreyişi andırmış bir anlığına gök gürültüsünü bastırmıştı. Çadırın örtüleri şiddetle açılınca içeri yağmurdan sırılsıklam olmuş Ahmed girdi. Yumruk yaptığı elleri korku dolu gözleri ile çadırı tehlike ararcasına süzdükten sonra hızla yanıma koştu ve yere dizlerinin üzerine çöküp beni kendine çekti. Cayır cayır yanan yüzümü onun ıslak deri kaftanına değince iç çektim. Kolları ile beni daha çok sarıp başımı öptü.

"Hilal! Hilal anlat ne oldu?"

Hıçkıra hıçkıra başımı kaldırıp ona baktım var oluşuna bin bir şükürler edip başımı göğsüne yasladım ve ona daha sıkı sarıldım sanki her an kollarımın arasında kayıp gidecekmiş gibi korka korka sıkıca sarıldım.

"Neyin var?"

"Bir yerine bir şey mi oldu? Canın mı yanıyor? Anlat yalvarırım anlat?!"

"A-Ahmed, beni bırakma." diye bildim hala gördüğüm kabusta kalan bulanık bilincim ile. "Şşt asla. Ben nefes aldığım sürece seninle olacağım. Hiç bir güç seni benden ayıramaz."

Acı ile inledim ve gözlerimi yumdum. Bazı güçler vardır kimsenin gücü kuvveti yetmediği. O güç, ölümü de yaşamı da elinde tutar aşkı da, kayboluşu da elinde tutar.

İç yakan ağlayışım dinmek susmak bilmiyordu. Günlerdir tuttuğum göz yaşlarım korkularımın gün yüzüne çıkması ile dinmiyordu. "Ağlama, yalvarırım ağlama." diye fısıldadı Ahmed, acım acısı olurken öfkeli bir mırıldanış işittim ondan. "Beni böyle çaresiz bırakma Hilal. Hilal, Hilal sakin ol Hilal!"

Boğazımdaki yumru, midemin bulanışı, kalbimde tarifsiz acı, aklımda yankılanan gerçekler. Nefesleri kabul etmeyen ciğerim..

"Hüseyin! Derhal hekim çağır!"

"Korkuyorum Hilal.." gücümü kayıp edip Ahmed'in kucağına yığıldığımda gözlerim bir tek onun denizlerine odaklanmıştı. Etraf kararırken onun gözleri inadına benim için daha çok parlıyordu. O benim yol gösterenimdi bu faciada bu karanlıkta benim can kurtaranımdı.

Ahmed çaresizce silahtarına sesleniyordu bağırışı ne kadar güçlü olsa da ruhu korkuyordu. Sanki engellemek için çırpındığı bu göz yaşlarını yıllardır biliyordu.

"Silahtar bir şeyler yap!"

"Hünkarım sakin olun, Hilal hatunu yere yatırın hekimler şimdi gelir."

Düz bir şekilde yere yatırıldıktan sonra bilincim hepten kaybolmaya başladı.

"Hünkarım bileklerine ovalayın kan dolaşımını hızlandırın." diyerek ayağa kalktı ardından yerdeki minderleri yanımıza getirip ayaklarımı onların üzerine koydu.

"Dayan Hilalim.. Hilal aç gözlerini bak bana hadi, hadi?"

Gözlerimi zorlukla açıp Ahmed'e baktım. O elimi tuttukça nefes alıyordum o bana seslendikçe kafamdaki sesler diniyordu. Varlığını hissettikçe ruhum ferahladı.. Gözlerinde gördüğüm şefkat ruhumu iyileştirdi.

"İyiyim Ahmed.." iki kelimem onun için dünyalara değer olmuştu. "Geçecek Hilal sen yeter ki güçlü ol."

"Hünkarım.." bir kadın sesi duyunca oraya baktım hekim kadın gelmişti.

"Nerede kaldın!" Ahmed sinirini ondan çıkarmaya başlayınca elini sıkıp "Ahmed lütfen." diye fısıldadım.

Hekim kadın orta yaşlı kumral bir kadındı, yüzünde şefkatli bir tebessüm vardı. Anne kavramını çağrıştıran şefkati ile göz yaşlarım yanaklarımdan son defa süzüldü, zira onda özlem duyduğum annemin hissini hissettim. Kadın bir süre çantası ile uğraştıktan sonra bir şeyler yaparak benimle ilgilendi.

Bilincim gidip gelirken sesler işitiyor ama çok anlayamıyor ve yakalayamıyordum. Kesik kesik cümleler duyuyordum.

"Ruhu hasta hünkarım.. Bir insanın bedeni boş yere bitap düşmez. Vücudu hasta değil lakin ruhu hasta."

*

Gözlerimi açtığım da yerimi yadırgadım. Ani şaşkınlığın verdiği dehşet ile yataktan doğruldum, burası Ahmed'in Manisa Sarayı'ndaki odası. Ben buraya ne zaman, nasıl geldim? Bedenimde hissettiğim kas ağrıları ile yavaş yavaş hareket ederek yataktan kalktım. Üzerimde ince askılı, beyaz, ipek, uzun bir gecelik vardı. Geceliğin eteklerini tutup yukarı çektim ve yavaş adımlar ile boy anasının önüne geçtim. Ayak parmaklarımı inceleyerek yukarı doğru çıktım gözlerim gözlerimi bulana kadar çıktım.

Gördüğüm bir çift keder ağlayan göz ile geriye sendeledim gözlerimden adeta hüzün akıyordu.

İç çekip saçlarımı parmaklarım ile taradım. O gece olanları düşünmemeye çalışıyorum nedeni ise düşündükçe yeniden korkup kendimi buhrana sokmamdı. İnsan zaten en kötü anılarını düşünmemek için en saçma şeyleri yapmaz mı?

İnsan kaçar. Savaşmaya cesareti olmadığı için değil. Savaşmaya gücü kalmadığı için. Yaşadığımız acılar, zorluklar biz geçti sanarak omuzlarımıza yerleşti sinsi bir yılan edasıyla. Geçmişi hatırlatan en ufak detay tüm ruhumuzu soldururdu. Bazen bir bakış bazense bir alarm sesi..

Dudaklarımda bir tebessüm oluşturdum ve mırıldandım "Her şeye rağmen gülümse."

"Çünkü senin gülüşün benim nefesim. Çünkü senin mutluluğun benim umudum." arkamdan gelen ses ile sıçradım.

"Ahmed?" arkamı dönerek gece mavisi kaftanı ile ruhumu okşayan Ahmed'i gördüm. İçten bir gülüşle yanıma geldi ve bana sıkıca sarıldı.

"Nasılsın?"

"Daha iyi. Özür dilerim seni endişelendirdim.." mahcup fısıldayışıma hoşnutsuzca homurdandı. "Özürmüş.." ardından yanağımı öperek devam etti. "Sen özür dileyecek hiç bir şey yapmadın. Hem İnsan sevdiği için endişelenir. Ama merak ediyorum Hilal.. Sen neden o hale geldin? Ne oldu?"

Titrek bir iç çekerek konuşmaya başladım. "Korktum. Ben seni kaybetmekten korktum Ahmed." açık ve net olarak derdimi söylediğimde Ahmed'in kolları sıkılaştı.

"Öyle bir kabus gördüm ki ne nefes aldırdı ne yaşattı. Ruhumu karanlığa hapis edip yaşam nedenimi elimden aldı. Gerçekleri hiç olmadığı kadar gerçek gösterdi umutlarımı, inançlarımı, sevgimi, hayat anlamımı benden bıçakla koparıp çaldı. Bu öyle bir kabustu ki seni benden kopardı."

*

"Hünkarım?"

"Hilalim?"

"Siz avdayken bende at ile ormanda gezebilir miyim?"

Ahmed olduğu yerde durup bana baktı. "Yalnız başına?"

"Yani? Olmaz mı?"

"Olur.. Olur da sen dinlenseydin keşke?"

"İyiyim ben hem temiz hava iyi gelir."

Ahmed gülerek silahtara baktı "Ne dersin Hüseyin? Sağlıklı olur mu?"

Silahtar gülerek başını salladı "Bir sakıncası yok hünkarım." İkisi de kılıç talimini yarıda kesip bana odaklanmıştı.

"Hah bak duydun silahtarını sakıncası yok diyor! Çok uzaklaşmam söz."

"Söz mü?"

"Söz."

İkisi de gülerek bana baktılar. Ahmed keyifle başını sallayıp Silahtar ile talim yapmaya devam etti. İkisi de çok yakın arkadaş, dosttu. Kendilerini bildikleri bileli birlikte oynar birlikte mektebe gider birlikte talim yapar birlikte sohbet ederlerdi. İkisi de yaşıttı. Ahmed ilk sancağına çıktığında Hüseyin de onunlaydı. Ahmed 20 yaşında tahta çıktığında Hüseyin de onunla birlikteydi.

Hüseyin Ahmed'in hem silahtarı hem has oda başıydı. Gelecekte paşalığa yükselip ardından devleti aliye'nin Veziri azamı olacaktı. Tarihin gördüğü en başarılı paşalar arasına girecekti.

Gülerek geri çekilip yerime geçtim ve kendime topladığım yeni çiçeklerden taç yapmaya başladım. Bir yandan Ahmed ile Hüseyin'i izliyor bu anları aklıma kazıyordum. Hava hala bulutluydu ama ferahlatıcı bir serinliği vardı. Dün gece fırtına olmasına rağmen av iptal edilmemişti. Gök gürültüsünü duyunca bakışlarımı göğe kaldırdım yağmur atıştırmaya başlamıştı. Ayağa kalkıp Ahmed ile Hüseyin'e baktım dövüşmeyi bitirip gülerek yanıma geliyorlardı. İkisi için bardaklara soğuk şerbet doldurup tepsiye koydum geldiklerinde önce Ahmed'e sonra Hüseyin!e ikram ettim.

Ahmed kendi tahtına oturdu ve el hareketi ile bizi buyur etti. Ben yerdeki minderime oturunca Silahtar da Ahmed'in yanında bulunan tabureye oturdu. Elime tacı alıp çiçekleri dolamaya devam ettim. Kısa sürede bitirip gülerek başıma taktım.

"Nasıl olmuş hünkarım?"

Ahmed gülerek baktıktan sonra "Çok güzel olmuş." diyerek derin bir nefes aldı.

Yağmur dinene kadar havadan sudan sohbet ettik. Yağmur tamamen kesilince ayağa kalktım ve gülerek ikiliye selam verdim. "Ben müsaadeniz ile atların yanına gideyim hava kararmadan gezip gelirim."

Ahmed hoşnutsuz bir şekilde etrafa baktı ve "Benim atımı al Hilal." diyerek gözlerime baktı.

"Ama-"

"Aması yok. Bu çevreyi iyi bilir yadırgamaz."

"Ya sen?" 

"Benim için sorun değil bütün atlar bana uyum sağlar. Alanın etrafındaki patika yolda gezin böylelikle kayıp olmazsın yada bir şey olursa yardım çabuk gelir tamam mı?"

"Tamam."

"Hünkarım aslında yanında birileri daha olsa daha iyi olur?" Silahtar endişeli bir şekilde bana bakıyordu.

"Gerek yok." diye fısıldadım ama ikisinin bakışları beni susturdu.

"Bende öyle düşünüyorum Hüseyin.. Güvendiğin adamları ayarla Hilal'e eşlik etsinler."

"Emredersiniz sultanım."

"Hayır ben çocuk değilim!"

"Hilal sözümü ikiletme senin iyiliğin için istiyoruz."

"Peki." Eğilip selam verdim ardından oradan uzaklaştım.

Arkamdan silahtar geliyordu.

"Kızdınız mı?"

"Hayır."

"Emin misiniz?"

"Hayı-"

"Kızmışsınız!"

"Evet Hüseyin kızdım oldu mu!" diyerek durdum ve ona çocuksu bir sinirle baktım.

"Oldu. Ama hünkarımızı da anlayın o sizin için çok endişeleniyor özellikle dün geceden sonra endişesi daha da arttı. Sizi sevdiği için böyle biliyorsunuz değil mi?"

Sesli bir iç çekip "Biliyorum.." diye cevap verdim.

"Bence sinirin acilen geçmeli yoksa geziden hiç bir şey anlamazsın."

Gülerek başımı salladım. "Tamam."

Eli ile atların olduğu tarafı işaret ederek hafifçe eğildi. Bu haline gülüp ona prenseslerin yaptığı gibi elbisemin eteklerini tutup hafifçe eğilip selam verdim ve gülerek ilerledim.

Ahıra vardığımızda Hüseyin atı hazırlamalarını emretti ardından iki askeri çağırdı. At hazırlanana kadar iki yeniçeri geldi. Ben Ahmed'in atını sevip atik bir hareket ile atın sırtına çıktım. Atın yelesini okşarken askerlerin de hazır olmasını bekledim.

Rüzgarın aniden esmesi ile at huysuzlandı. "Şşt." diyerek onu sakinleştirdikten sonra gülümseyerek yanımda bekleyen Silahtara döndüm. "Sağ ol Hüseyin. Avda size kolay gelsin." diyerek atın dizginlerini elime aldım ve ilerlemeye başladım.

Ahmed'in dediği gibi patika yolda ilerliyorduk. "Biraz hızlanacağım." diyerek askerleri bilgilendirdim ardından ata komut verdim.

Biraz dediğime bakmayın adeta rüzgarı delerek koşuyorduk. Yaklaşık yarım saat boyunca koştuk. Patikadan biraz uzakta ormanın kıyısında koşuyorduk. Rüzgar ile yarışırken bizim dışımızda başka birilerin de koştuğunu duydum ilk başta eko filan yapıyor sansam da içimde yükselen korku ile kulak kesildim yakından sesler duyunca yavaşladım izlediğimiz çok net hissediyorum. Kuşku ile askerlere dönünce onların da etrafı incelediklerini gördüm. Aynı hisse kapılmıştık.

At çıldırmış gibi kişneyince hızla öne döndüm. Gördüğüm manzara ile dehşetle çığlık atmamak için kendimi zar zor tuttum.

Atın dizginlerini daha sıkı kavrayıp nefesimi tuttum ve sakinleşmeye çalıştım ama nafile. At karşıdan gelen hareketlenme ile ön ayaklarını yukarı doğru kaldırarak şaha kalktı. Gök aynı anda yarıldı ve yağmur tüm şiddetiyle yeryüzüne bastırdı. Şimşekler çakıyor, gök öfkeyle kükrerken gök sanki yarılmış gibi yağıyordu ve biz sırılsıklam oluyorduk.

İnanamayarak arkamdaki askerlere döndüm. Elleri kılıçlarına gitmişti. Yeniden önüme dönünce gözlerim onun tehlikeli gözleri ile kesişti. Şimşek çaktı ve ikimizin gözlerine ışığı yansıdı sanki.

Aman Allahım. Böyle bir şeyin başıma gelebileceğine bir ihtimal dahi vermemiştim.

Başımdaki çiçek tacın yere düşmesi ile kalbim sızladı. Çamur onu içine çekerek kirletirken karşımdaki kurt sürüsü etrafımızı sarmaya başladı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top