8. Bölüm
Olaylar tamamen tarihten bağımsızdır. Karakterler ve olaylar benim kurgumdur. Kurgudaki padişah ve ailesi gerçek değildir. İsim benzerliği olabilir ama hiç bir şekilde tarihle alakası yoktur.
Düzenlendi.
Kulağımda melodik bir şekilde yankılanan kalp atışları ile uykudan uyandım, bilincim açılırken sesin tatlılığına aşık oldum. Sanki tam kulağımın dibinde bir kalp atıyordu.. Tarifsiz bir koku ciğerlerimde filizlenirken sarıldığım güvenin beden bulmuş haline daha sıkı sarıldım. Parmaklarım daha sıkı sardı tuttuğu bedeni, başımı hafifçe oynatıp daha rahat bir pozisyon aldım. Sırtımı sarıp sarmalayan iki kol ile gülümsedim daha sonra saçlarımda hissettiğim buseler ile gözlerimi irice açtım. Günün ilk ışıkları odaya dolmuş bana sırıtırken ben dudaklarımı kemirerek başımı yukarıya kaldırdım.
Birde ne göreyim!
Yutkunup başımı geri indirdim, mışıl mışıl uyuyordu. Uyku mahmurluğu ile mırıldandığını duyunca dudaklarımı örttüm. Gülümsemem kıkırdamaya dönüşünce Ahmed huysuzca homurdandı ve son çırpınışları ile bana yani uykusuna sarıldı.
"Ahmed?" diyerek onu uyandırma işlemine başladım. Bu gün avın ilk günüydü. Erkenden araziye gidip ava katılanlar ile görüşmeliydi.
"Hmm.."
"Ahmed? Ahmed?" Sinir bozucu bir enerji ile ona işkence ediyordum. Ahmed bir anda beni altına alıp yerlerimizi değiştirince gözlerim fal taşı gibi açılmış halde şaşkınlıkla ona baktım. Gözleri yine yeniden bana aşkla bakarken yıldızlar onun harelerine inmişti.
"U-uyandın mı?" demem ile sırıttı ve başını evet anlamında salladı. Sakallarına vuran güneş ışığı onları altın gibi parlatıyordu..
"Uyandım."
Fazla yakındı yani.. Baya baya yakındı. Yutkundum ve bakışlarımı kaçırdım. Zira tam da şu an bakışlarına biraz daha maruz kalırsam kalbim yerinden fırlayacaktı. Ahmed'in gömleğinin yakasındaki ipler gerdanlığımda narin dokunuşlar ile yol alması içimi mayhoş etmişti hatta alev aldı bile diyebilirim. Odanın sıcaklığının anında 20 derece artması ile terlemeye başlamıştım. Baharın ortasında bu ne sıcaklıktır yahu!?
Ahmed bana doğru eğilip burnunu elmacık kemiklerimin üzerinde gezdirmeye başladı bunun üzerine saçlarından bir tutam alnına düşmüştü. Sağ elim tereddüt ile havalandı ve Ahmed'in yumuşak saçlarının arasında yerini aldı. Hep yapmak istediğim bir eylemdi bu. Sevdiğim adamın saçlarını okşamak.
"Çok mu güzelsin sen?" diye mırıldanınca inanamayarak "Ben! Ben mi? Hem de bu halimle?" diyerek dehşetimi beyan ettim. "Aynen, sen." Diye karşılık verince aklımdan tek bir düşünce geçti.
Aşk insanı kör eder. Kendi esprime içten içe kahkaha attım. Sabah sabah kim güzel olabilirdi ki yahu. Bunun tek açıklaması aşktan kör olan gözlerdir.
"Ahmed hadi geç kalacaksın.." diyerek kendimi yandan kollarının arasından dışarı fırlattım. Resmen yataktan uçarak çıktım ve saçlarımı geriye atıp başımı dikleştirdim. Geceliğimin eteklerini yukarıya çekip sabırsızca terasa doğru ilerledim. Ahmed'in arkamdan yatağa gömülüşünü duyunca hızla arkamı döndüm ve onu iki yastığa sarılmış, kafasını yorganın altına gömmüş bir halde buldum. Küçük bir çocuk gibi isyan ediyordu.
"Hadi mızmızlanmak yok." dedim ve kapıyı açıp temiz havayı içeriye çağırdım. Sabah ayazının tüm ferahlığını hissetmem ile derin derin nefesler aldım. Kızaran yanaklarımı normale dönmesine rahatlayarak geri içeri geçtim ki nefesim boğazımda kaldı. Bunu hiç beklemiyordum!
Ahmed gömleğini çıkartıyordu! Arsızca onu incelemeye ve izlemeye devam ettim o hareket ettikçe belirginleşen kaslarına yutkunarak baktım. Sapık gibi gözükebilirim ama benim yerimde kim olsa aynısını yapardı. Ahmed'in gözleri benimkileri bulunca onun yüzünde keyifli bir sırıtma belirdi ben ise yavaş yavaş bakışlarımı sağa çektim ardından kasılarak arkamı dönmeye çalıştım ama artık çok geç olmuştu.
Onun keyifle "Yakaladım seni." deyişini duyunca kasılarak geri terasa çıktım bu sefer soğuk hava bile yanaklarıma söz dinletememişti. Rezillik diz boyu. Utançtan yerimde çırpınıp saçlarımı dağıttım. Adam resmen ayarlarımı bozdu! Derhal daireme gitmeliyim! Yoksa daha çok rezil olacaktım. Hızla kendime çeki düzen verip koşarak odaya ardından kapıya ilerledim.
"Hazırlan, aşağı avluda buluşalım."
"Hı?"
"Dün konuştuk ya? Seni de yanımda götüreceğim diye?"
"Tamam." diyerek odadan fırladım ve koşarak odama ilerledim neyse ki yol boyunca kimse ile karşılaşmadım.. Koca saray şansıma bom boştu. Odaya kendimi attığım gibi hamama girip rutin işlerimi hallettim. Odaya döndüğümde Sandıktan rahat bir kaftan seçtim. Beni kısıtlamayacak bir elbise ve pelerini seçtikten sonra paravanın arkasına geçtim. Giyindikten sonra aynanın karşısına geçip saçlarımı taradım ve sade bir taç ile tül taktım. Ayakkabı için fazla bir seçeneğim yoktu aslında o yüzden elbiseye uygun bir babet giyindim.
Aynada kendime tebessüm ile baktıktan sonra elime küçük bir bez çanta aldım içine merhem mendil ve hançerimi koyup odadan çıktım. Koşar adımlar ile koridorlarda süzülürken yüzümde kocaman bir gülüş vardı. Sabırsızca taştan merdivenleri inerken bana tahsis edilen iki cariye ile karşılaştım.
"Hanımım? Nereye böyle?"
Sesimi düzeltip durdum ve dikleşip "Hünkarımız ile av bölgesine gidiyorum." dedim bunu duyan kızlar birbirine kaçamak bir bakış atıp "Kazasız belasız gidin." gibi bir şeyler söylediler.
"Buyurun avluya kadar size eşlik edelim."
Kızlar arkama geçip bana eşlik ederek saraydan çıktık ve avluya vardık. Çoktan yerini almış at arabaları, ağalar ve askerler hazırda bekliyordu. Ahmed daha gelmemişti.
"Tamam siz gidebilirsiniz." dediğimde eğilip selam verdiler ve uzaklaştılar. Başımdaki örtüyü düzeltip etrafa göz gezdirdim tanıdık bir sima göremeyince oflayıp elbisemi incelemeye başladım. Aslına bakarsanız ben hala başıma gelenlerin tatlı rüyasındayım. Her şey o kadar toz pembe ki yaşadıklarımın ciddiyetini kavrayamamıştım. Acı dolu bir sonun beni beklediğini göz ardı ediyordum.
"Destur, Sultan Ahmed Han hazretleri!" kapı ağasının seslenişi ile kendime geldim ve eğilip bekledim. Sanki bir ordu geliyordu. Bostancıların, Ahmed'in ve Hüseyin'in ayak sesleri fazlasıyla yankı yapmıştı. Kaçamak bir bakış ile Ahmed'e baktım. Gözlerimiz kesişince bana tebessüm etti ve atına ilerledi. Bende adımlarımı açık kapısı ile beni bekleyen at arabasına yönlendirdim. Basamaktan çıkmama bir ağa yardım etmiş ardından kapımı kapatıp arabanın yakınından uzaklaşmıştı.
Kısa sürede hareketlenen araba ile sırtımı arkama yasladım. At arabasını incelemeyi kesip pencereden dışarıya baktım çoktan ormanlık alana girmiştik. Ağaçları ve doğanın güzelliklerini iç çekerek izledim gördüğüm çoğu bitkinin nesli gelecekte tükenmişti.. Ve bu beni çok sarsmıştı.
Biz insanoğlu hiç bir şeyin değerini bilmiyorduk. Yakıp yıkıyor dinlemiyor anlamıyorduk.
Yaradan'ın bize sunduğu güzellikleri göremiyorduk çünkü gözlerimiz paradan ve güçten başka hiç bir şeyi görmez olmuştu. Ne acı ne kara..
İç çekip önüme döndüm. Yollar engebeli olduğu için at arabası sarsılarak ilerliyordu. Hala bu sarsıntılı yolculuklara alışamamıştım doğrusu neye uğradığıma şaşırıyordum her defasında. Dudaklarıma bir melodi takılınca gülerek şarkıyı söylemeye başladım. Bu devire pek uymasa da en sevdiğim şarkılardan biriydi. Yedinci Ev grubundan Sevsene Beni parçasıydı.
Gülerek gözlerimi kapattım ve mırıldanmaya devam ettim başımı sola yatırıp pencereden gelen havayı soludum. Şarkının sonlarına gelirken gözlerimi açtım ilk gördüğüm şey at arabasının tam yanında atın üzerinde ilerleyen Ahmed oldu. Penceremin tam yanında ilerliyordu. Yüzümü tahta pencereye yapıştırıp Ahmed'i izledim. Yüzünde bir tebessüm dik bir duruş ile ilerliyordu. Birden başını bu tarafa çevirince onunla göz göze geldim. Gülüşünün büyümesi ile önüne dönüp atıyla hızlandı ve en öne geçti. Acaba beni duydu mu? Merakla oymalı pencereye daha çok sokulup ileriye bakmaya çalıştım ama görüş alanımı bostancıları kaplayınca oflayıp geri çekildim.
Siz şimdi nesiniz?
İç sesimin ansızın sorduğu suru ile ruhum serzenişe uğradı. İçimdeki ayrı bana mı şaşırmalıyım yoksa sorduğu soruya mı?
Doğru ya.. Biz neyiz? Ben kimdim?
Ben hür bir kadınım. Saraya köle olarak gelen bir cariye değildim. Ve bir padişahın yada bir şehzadenin hür bir kadınla ilişkide olması doğru karşılanmıyordu. Hem Dinen hem Kaidelere göre evlenmesi gerekirdi. Ya da tamamen bitirilmeliydi..
Ne?
Kendime verdiğim cevaba inanamayarak gözlerimi sonuna kadar açtım. Ahmed bunu gayet iyi biliyordu..
Şimdi mi aklına geldi bu Hilal? Aferin sana.
Gözlerim stresten fıldır fıldır arabayı gezinmeye başlayınca dişlerim de dudaklarımı esir aldı.
Ben ki Tarih öğrencisi nefes almak gibi bildiği bilgileri geldim geleli unutuyordum. Havasından mıdır suyundan mıdır nedir bu devire geldiğimden beri tabiri caizse Leyla'ya bağlamıştım.
Ellerim ile şakaklarıma masaj yaparak kendimi sakinleştirmeye başladım yoksa yakında toptan delireceğim o olacak!
Kapının aniden açılması ile oturduğum yerden sıçradım. Elim kalbimde şok ile başımı o tarafa çevirdim ve Ahmed ile karşılaştım beni incelemeyi bırakıp içeri girdi ve kapıyı kapattı. "Hilal? İyi misin?"
Ne çok duymuştum bu soruyu ondan.. Kendimi hızla toparlayıp gülümsedim ve elim ile dışarıyı işaret edip. "İyiyim.. Geldik mi?" dedim. Ahmed bana kuşku ile bakınca mimiklerine kalbimi verdim.
Vicdansızın oğlu.
İç sesime ilk defa katılmıştım. Şu an 21. Yüzyılın kızlarını tabirine göre erimeye başlamıştım. Ahmed'in tapılası mimiklerine gülümseyip iç çektim. Ahh ah analar neler doğuruyor..
"Geldik, sen inmeyince merak ettim."
"Kusura bakma fark etmemişim. İnelim mi?" Ahmed başını sallayıp kapıyı açtı ve atik bir hareket ile indi ardından centilmen bir hareketle bana elini uzattı. Gülerek çantamı aldım ve elini tutarak indim. Başımdaki örtüyü olması gerektiği gibi yapıp Ahmed'in gittiği yönü takip ettim.
"Hünkarım? Kahvaltıyı paşalar ile yapacaksınız değil mi?"
Ahmed duraksayıp bana döndü. "Evet de sen bunu nereden biliyorsun?" Gülerek omuzlarımı silktim " Olması gereken bu zaten." diyerek başımı salladım. Ahmed'in hoşuna gitmiş olacak ki keyifle sırıttı ve "Sana hususi çadır hazırlattım kahvaltıdan sonra paşalar ile görüşmelerimiz olacak ardından talim yapacağım o sıra müsait olurum. Birlikte muhabbet ederiz olur mu?"
Başımı olumlu anlamda sallayıp eğildim. "Siz nasıl arzu ederseniz hünkarım."
"Talimden sonra avlanmaya başlarız. Av sonrası ilk akşam yemeğini paşalar ile yemeliyim. Yemekten sonra ormanda yürüyüş yapabiliriz Hilal." Gülerek başımı salladım ve selam verip bana yol gösterecek ağların yanına gittim. Ağalarla birlikte benim çadırıma vardığımda arkamı dönüp Ahmed'e baktım beni izliyordu gülümseyip elimi kaldırıp hafif bir şekilde el salladım. Ardından içeri girdim. Geniş ve bir o kadar ferah bir çadırdı yerler halı, kilim ile kaplıydı. Köşede ise sandıklar, minderler, yer masası ve çalışma masası vardı.
Üzerimde olan pelerini çıkartıp elimdeki çanta ile sandığın içine koydum. Sandıkta iki kadın kaftanı ve battaniye vardı. Omuz silkip sandığı kapattım ve çalışma masasına ilerledim küçüktü ama idare ederdi. Sandalyeye oturup kağıda mürekkep ile yazı yazmaya başladım. Osmanlı Türkçesini konuşup yazmak beni katiyen zorlamıyordu. Küçüklüğümden beri derin bir ilgi ile dedem tarafından Osmanlıca öğrendim ardından lise ve üniversite hayatımda geliştirdim. Dedem hep bana bir gün işime yarayacağını söylerken kesinlikle zamanda yolculuk yapmayı kast etmediğine emindim.
Sinir bozukluğu ile gülüp yazmayı kestim. Ne yazdığımın farkına yeni varmıştım. Resmen düşüncelerimi yazmışım. Perdesi beyazlamamış deterjan reklamlarındaki teyzeler gibi 'Aaaa!' dedim ve söylenerek kalemi bırakıp kağıdı yırtmaya başladım gözlerim suç işlemiş suçlular gibi çadırı tararken ben kağıt parçalarını avucuma alıp ayağa kalktım ve çadırdan sessizce çıkıp ateş aramaya başladım. Buharlar çıkaran bir kazan görünce oraya ilerledim ve kağıtları ateşe attım aynı saniye kül oldular. Çevrede kimse olmadığı için rahatlıkla çadıra döndüm. Şimdi hiç birine görünüp ihanet, hainlik, casusluk gibi bir duruma düşmek istemem.
Çadıra girdiğimde yer masasına yemek dizen ağalar ile karşılaştım. Başları eğik halde işlerini halledip çadırdan çıktılar. Yerime geçip kahvaltıya başladım sohbet etmeden yediğim için hızla bitirmiştim. Tepsiyi alıp dışarıdaki ağa ya verdim ardından başımdaki örtüyü düzeltip yürümeye başladım kimsenin işine mani olmadan sessiz sedasız dolanıyordum alanda. İleriden gelen at kişnemeleri ile gülümsedim ve sese doğru yani atların tutulduğu alana ilerledim.
Atların bakımını yapan iki seyis ve başlarındaki mirahur bana merakla bakınca gülümseyip konuşmaya başladım "Atları sevmemde bir sakınca yoktur umarım?" dedim.
"Haşa buyurun."
Başımı sallayıp Ahmed'in atına ilerledim beni tanımış olacak ki yerinde tepindi. Gülerek başını okşadım "Merhaba." diyerek güldüm yelesini okşayıp tarak ile taradım. Boynunu okşayarak onu hoşnut ederken at ile uzun süre bakıştım. Ne güzel canlısın sen.. Aklıma gelen fikir ile gülümsedim ve atlardan uzak olan sepete İlerleyip elma ve havuç aldım masanın üzerindeki bıçak ile dilimleyip atın yanına ilerledim. Kokuyu almış olacak ki başını bana yaklaştırdı biraz tedirginlik ile avucuma elma dilimi koyup ona uzattım her an elimi geri çekecek gibiydim.
"Alınma ama biraz korkuyorum hani yanlışlıkla elimi ısırırsın filan.. Yapma tamam mı?" at bile kurduğum cümleye kişneyince bende güldüm. Çok mu saftım? Elimi düzgün bir şekilde uzattım at da sakince beni ürkütmek istemiyor gibi eğildi ve avucumdakini hızla kaptı.. Hoşuma gitmesi ile avucuma elma ve havuç koyup uzattım "Aferin oğluma." At beni çözmüş olacak ki beni ürkütmeden yiyordu. Hayvanların yüreğinden bir gram insanlarda olsa keşke...
Ben onu beslerken seyislerden biri yanıma gelip bir kase uzattı içinde elma havuç ve akide şekerleri vardı teşekkür edip kaseyi aldım
"Bu anca yeter hayvana." dedi elimdeki taneli meyveleri işaret ederek.
"Doğru ya koca hayvan.. Akide şekeri de mi yiyor?"
"Evet ayrı bir zaafı var." dedi ve diğer atlara ilerledi.
"Yaa bak sana ne getirdiler ımm ım mama aç bakayım ağzını."
Dediklerime karşı atın her an göz devirmesini bekledim ama olmadı o sadece kasedeki meyveye odaklanmıştı. Gülerek ona istediğini verdim. Zaman su gibi akıyordu adeta at bütün sinirimi stresimi alıyordu. Yüreğim huzurla doluyordu sayesinde..
"Hilal hatun?" arkamdan gelen ses ile irkildim ardından arkamı döndüm. Hüseyin'di bu.
"Silahtar?"
"Ne yapıyorsun burada?" dedi merakla. "Sultanımızın atı ile ilgileniyordum asıl sen neden geldin buraya?"
"Sultanımızın işleri erken bitti talim sırasında sizin de olmanızı istedi. Sizi çadırınızda bulamayınca endişelendi. Şu an sizi talim alanında bekliyorlar."
"O kadar oldu mu ya?" diye mırıldandım. "Ben kahvaltıdan sonra geldim vakit ne çabuk geçmiş.. Neyse çok mu endişelendi?"
Silahtar içten bir gülümseme bahşedip başını olumlu anlamda salladı ardından eli ile ileriye işaret edip. "Buyurun size eşlik edeyim." dedi.
"Peki."
Ata yaklaşıp başını öptüm ve "Görüşmek üzere." deyip Hüseyin'in peşine takıldım. Çadırların arasından ilerleyip boş bir alanı da geçtik ardından karşımıza etrafı açık ama tüller ile kaplı bir çadır çıktı altında Ahmed'in tahtı masa ve yer minderleri vardı. Gözlerim Ahmed'i ararken kulaklarım çoktan onun seslenişini duydu. Gülerek arkamı dönünce elinde kılıcı üzerinde deri pantolon ve bol siyah bir gömlek olan Ahmed'i gördüm. Endişeyle geliyordu adımları sert ve hızlıydı, kaşları ise çatık saçları dağınıktı.
Eğilerek selam verdim ardından ona yaklaştım. "Hünkarım.."
Ahmed bana gülümseyip Hüseyin'e bir bakış attı o da yanımızdan uzaklaştı. "Hilalim neredesin sen? Çadırında seni göremeyince nasıl endişelendim haberin var mı?" diyerek beni tek eli ile belimden tutup kendine çekti ve sıkıca sarıldı, ellerimi onun boynuna sarıp konuştum. "Endişelenme.. Atının yanındaydım, vakit nasıl geçmiş anlamadım."
"Bir dahakine bana haber vermeden yalnız bir yere gitme.."
"Tamam." diyerek ellerimi sırtına indirip daha sıkı sarıldım, kokusunu ciğerlerime doldurup ona baktım ardından birbirimizden uzaklaşıp çadıra ilerledik.
"Şimdi talim yapmalıyım." diyerek yanağımı okşadı. Başımı olumlu anlamda sallayıp mindere oturdum.
Ahmed onu bekleyen iki yeniçerinin ve her halinden paşa olduğu belli olan bir adamın yanına gidip kılıçla dövüşmeyi başladı. Baya hararetliydi teke karşı iki. Bence çok sert bir dövüştü ama Ahmed için öyle mi emin değilim çünkü bana zor gözüken onun gibi yetenekli bir savaşçıya çocuk oyuncağı olurdu... Hiç zorlanmamasından anlaşılıyor zaten. Onlar küçük yaştan eğitiliyordu..
Ahmed tek kılıç darbesi ile yeniçeriyi yere serince askerin cidden mağlup olduğunu gördüm. Ayağa kalktı ve diğer asker ile hızlı ve çevik darbeler ile Ahmed'in üzerine gitti ama Ahmed onlara on katı sertlik ile karşılık verdi. Tabi askerler tüm güçleri ile dövüşmeyi cüret etmedikleri için Ahmed'e göre kolayca yeniyordu ve bu onu kızdırmıştı. Bu döngü yaklaşık 20 dakika sürdü. Ahmed onları sinirle yeniyor arada askerlere 'Tüm kuvvetiniz ile saldırın.' diyordu. Sadece kılıç değil bilek kuvveti ile de dövüşüyorlardı.
Ahmed ani bir hamle ile iki askerin kendi kılıçlarını birbirinin boynuna getirdi. O ise ortalarında onları mağlup etmiş oldu. Onları sertçe bırakıp kılıcını şiddetle yere sapladı ve birden aslan gibi kükredi ve köşede duran paşaya bağırdı.
"Feyyaz paşa! Her seferinde söylüyorum bütün kuvvetinizle saldırın diyorum ! Gücünüz kafi ise mağlup edin diyorum! Lakin beni dinlemiyorlar! "
Adam utana, sıkıla ve anlayışla eğildi. "Haşa.. Kimin haddine devletlüm. Usuller icabı çekinir imtina ederler..."
Ahmed saçlarını geriye itip bir şeyler daha söyledi ve çadıra yani bana doğru yaklaşmaya başladı.
Ayağa kalkıp sürahiden bardağa su doldurdum ve yanıma gelen Ahmed'e uzattım.
"Sağ ol."
Ahmed suyu kana kana içince bir kez daha doldurdum. İkinci bardağı içip bardağı masaya bırakınca bende sürahiyi bıraktım.
"Gördün değil mi Hilal. Her seferinde söylüyorum dinlemiyorlar."
Derdini bana yanmaya başlayınca tebessüm ettim çok tatlı görünüyordu doğrusu sakince ona bir adım atıp elini tuttum.
"Ahmed'im sende haklısın ama paşanın dediği doğru." diyerek kolunu okşadım. Ahmed homurdanarak tahtına oturdu ve beni de yanına çekti. Gülerek ona tutundum ve yavaşça yanına oturdum. Olayın esprisini yapmak için sesimi kalınlaştırdım ve gülerek paşanın taklidini yaptım.
"Haşa.. Kimin haddine devletlüm. Usuller icabı çekinir imtina ederler..." Ahmed kahkaha atarak başını iki yana salladı.
Etrafa göz atıp sırıtarak "Aman dikkat et paşa duymasın.." dedi tek kaşı havada.
Öz güven ile omuz silktim "Aman duyarsa duysun arkamda koskoca padişah var kim cüret eder bana karşı çıkmaya." yaptığım ironiye ikimizde gülmeye başladık Ahmed gülmesini zar zor kesip bana dündü ardından ciddiyet ile röle girip "Cüret edenin kellesini alırım." dedi. Tam padişah taklidi yapmıştı..
Keyifle güldükten sonra birbirimize baktık ardından içten bir gülümseme bahşetti bana. Sessizlik devam ederken gözüm masadakilere takıldı. Masadan üzüm tabağını alıp Ahmed'e uzattım. İkimizde keyifle atıştırmaya başladık. Oturmuş üzüm yerken aklıma düşen soru ile Ahmed'e döndüm.
"Ahmed?" diye sorarken o ağzına üzüm atıyordu. "Hm?"
"Bu ormanda ayı var mıdır?" Ahmed gülerek başını iki yana salladı ve konuşmaya devam etti. "Buralarda olmaz."
"Şey peki kurt?" Diye mırıldandığım da gözleri parladı ve sırıtarak "Var." dedi. Ardından eliyle bir uzunluk işaret etti "Geçen sene dev bir kurtla karşılaştım. Tabi yalnızım kurda saldırsam sürüsünü çağırır bende onu izlemeye başladım yaklaşık yarım saat gözlerini gözlerimden çekmedi. Kap kara kürkü vardı geceden daha kara.."
Yutkunup ağaçlık alanlara baktım ciddi olamazdı değil mi? Tamam mükemmel bir şekilde yetiştirilmiş bir Sultan olabilirdi ama kurt bu yahu saldırmaz mı? Hem de ava çıkmış insanlara?
"Korktun mu?" dediğinde bakışlarımı ona çevirdim ve "Yoo." diye mırıldandım. Fazlasıyla hoşuna gitmiş olacak ki kahkaha atmasına ramak kalmıştı.
"Yaa!" Sinirle üzümü koparıp onun ağzına tıktım.
Tıkış o tıkış.
Parmaklarıma değen sıcak ve yumuşak dudakları ile sessizleştik. Kalbim iki değil üç canlıya yetecek hızda atmaya başlayınca terlemeye başladım. Yüzümdeki gülüş onunki ile dondu. Ve vücudumda olan tüm kan yanaklarıma hücum etti. Pür dikkat onu izlerken gözlerimiz kesişti ardından bakışlarımız dudaklarımıza kaydı. Yutkunarak nefesimi tuttum bu beni heyecanlandırdı doğrusu. Nefesi yüzüme çarpmaya başladığında bana yaklaştığını anladım. Zaman durmuştu.
Padişah seni öpmeye niyetli galiba..
Yok artık? İç ses biraz ayıp olmuyor mu?
İstemiyor musun?
İstemiyor değilim de... Böyle ulu orta istemiyorum.
Allah'ım kime dert yanıyorum ya!
Dudakları dudaklarıma sürtündüğünde iç çektim böylelikle nefesi nefesim olmuştu. Gözlerimi kapatıp tüm benliğim ile izin verdim.
Eli ile yüzümü avuçlayıp okşadı ardından alnını alnıma dayadı.
"Sen yoksan bende yokum ama sen varsan biz varız.." sözlerinden sonra dudakları ona susamış dudaklarımı buldu. Dudağı dudağımda! İçimdeki küçük kız sevinçten kıkır kıkır gülmek isterken ben ona mani oluyordum. Kalbimin sesini duyuyor musunuz? Peki ya ruhumda hayat bulan kuşların cıvıltısını? Resmen cenneti yaşıyordum! Benliğim aradığını bulmuş gibi haykırıyordu 'Evreka, Evreka!' diye. Kâlû Belâ'dan beri elzemim olan ruh ruhuma dokunup hayat vermişti!
Dudakları alt dudağımı esir aldığında acemice ona karşılık verdim. Ellerimi omuzlarına götürüp kollarımı astım. Ciğerlerim oksijen için çırpınırken ben nefes almayı unutmuş halde onun dudaklarını hissediyordum. Ruhumun etrafından ipek bir kumaş süzülüyordu sanki, öyle naif öyle yumuşaktı ki içim gıdıklanmıştı. Omuriliğimden aşağı ince ince tatlı ve şehvetli sızlar iniyor beni felç ediyordu. Bedenim hafiflemişti adeta, biri açıp kalbime baksa çiçek tarlası görebileceğine yemin bile ederim.
Ahmed'in boştaki eli belimi kavradı ve beni kendine çekti. Ani sarsıntı ile alt dudağını ısırmış olmuştum, Ahmed boğuk bir sesle inleyince yaptığımın yanlış olup olmadığını sorgulamaya başladım ve bu duraklamama sebep oldu. Ahmed aynı zamanda dudaklarını dudaklarımdan ayırdı ve alnını alnıma dayadı.
Oksijene muhtaç kalmış ciğerlerime derin derin nefesler yolladım. Gözlerim ara ara açılıyor ve Ahmed'in kararmış hareleri ile karşılaşıyordum. Rüya gibiydi. Ruhum sarsılmıştı.. Dudaklarımda bir gülüş oluşunca gözlerimi tamamen açtım. Rüyalarımda bile göremediğim dudakları dudaklarımın olmuştu. Her gün bilmeden hayal ettiğim yüzü tam karşımdaydı.
Yanaklarım düşüncelerim ile kızarırken şimdi ne yapacağımı düşündüm. Ortaya bir konu mu açmalıyım? Susmalı mıyım? Yoksa onu tekrar mı öpmeliydim?
Doymadın değil mi?
Arsızsın iç ses...
Ama hakkı da vardı. Tadı damağımda kalmıştı.. Ahmed'in hareleri hala koyuluğunu korurken bu benimle aynı fikirde olduğunu işaret ediyordu. Anlık cesaret ile dudaklarımı dudaklarına uzattım. Rüzgar beni bekliyormuş gibi aynı zamanda esmeye başladı. Dudakları bana karşılık verince içim kıpır kıpır oldu tüller uçuşmaya başlayınca ortam büyülü bir hal aldı.
Bu sefer kısa süren öpüşmenin ardından ben geri çekildim ve bakışlarımı anlamsız bir köşeye sapladım. Ellerimi önümde birleştirip mimiklerime hakim oldum yoksa çoktan sırıtmaya başlardım. Ahmed öksürerek sesini düzeltti ve şerbetten bir yudum içti. Ortamda rahatsız edici bir sessizlik hüküm sürüyordu. "Ok atmaya gidiyorum gelmek ister misin?"
Hiç düşünmeden "Olur." dedim ve ayağa kalkıp çadırdan fırladım. Arkamdan gelen gülme sesi ile gözlerimi yumdum. "Ok attın mı daha önce?"
"Aslında bir kaç defa elime aldım ama pek başarılı olduğum söylenemez." dedim ve nefes alarak ona döndüm. Kendimi 'Ya sen?' sorusundan son anda durdurup ağzımı kapattım. Padişaha 'Peki sen hiç ok attın mı?' sormak mı! Yo yo..
"Öğretirim.." dediğinde yelkenleri suya indirdim ve "Öğrenirim." diye mırıldandım. İkimizin yüzünde aptal bir sırıtış ile ilerliyorduk ben kendimi tamamen Ahmed'e bırakmış halde yürüyordum. Yerdeki papatyalar dikkatimi çekince yavaşlayıp durdum ve eğilip papatyaları topladım büyük bir demet yapmak istiyordum. Ahmet beni fark etmiş olacak ki yanıma geldi ve başımda beklemeye başladı.
"Söyleseydin toplatırdım sana."
Güneş Ahmed'in tam arkasında olduğu için yüzümü buruşturarak ona baktım "Ciddi olamazsın?" dedim ve elimdeki buketi havaya kaldırıp "Alt tarafı çiçek toplamak için adam tutmaya gerek yok ki? Hem toplaması çok zevkli." deyip işime devam ettim.
Ahmed gülerek "Doğru söylüyorsun.." diye mırıldandı. "Doğru söylüyorum tabi." diye homurdanıp toplamayı bitirdim ve ayağa kalktım. "Gidebiliriz." diyerek güldüm. Ahmed ellerini arkadan birleştirip ilerlemeye başladı ve ben yine onun asker adımlarına yetişemiyordum, çok hızlı! Elbisemin eteklerini hırsla toplayıp azimle hızlı adımlar ile yürümeye başladım. Ona her yetiştiğimde Ahmed yandan bakıp sırıtıyor ve inadına daha hızlı yürüyordu!
Kaşlarım çatılı halde durdum ve elbisemin eteklerini bırakıp ellerimi belime yasladım. Çatılı kaşlarım ile keyifle ilerleyen Ahmed'i süzdüm. Ahmed yine başını sağa çevirip bana gülecekken benim orada olmadığımı gördü panik ile arkasını döndüğünde beni buldu ve yüzünde belirgin bir rahatlama oldu.
"Hilal?"
"Ne?"
"Neden durdun?"
"Paşa gönlüm öyle istedi." diyerek eteklerimi kavradım ve biraz ileride olan atış alanına doğru koşmaya başladım. Ahmed'in yanından geçerken ona sırıtmayı da ihmal etmedim tabii ki.
Hah kimmiş beni arkada bırakan! Koşmamı alana varınca durdurdum ve sakince etrafı inceledim, mesafeli bir şekilde dizilmiş zırhlar, hedef tahtaları, korkuluklar, ağaçlara asılı ipler, çanaklar vardı. Bir köşede ise kılıç taliminin olduğu yerdeki çadırın bir benzeri vardı.
Oraya hızla İlerleyip minderin üzerine çiçekleri bıraktım. Arkamı döndüğüm gibi Ahmed ile burun buruna geldim, şaşkınlık ile geriye adım atınca elbisenin eteği ayağıma dolandı ve ben dengemi kayıp ettim, geriye doğru yavaş çekimde düşerken Ahmed son derece sakin ve atik bir şekilde belimi kavradı. Benim elim yüzüm şekilden şekille girerken o bir o kadar havalıydı. Ellerim benden bağımsız onun boynuna dolanması ile gözlerim fal taşı gibi açıldı. Ahmed gülerek eğildi ve yanağımı öptü.
Ama filmlerde kız bu kadar rezil olmuyordu ki! Haksızlık bu!
Öpüş o öpüş. Ben artık ben değildim. Yanaklarım kıpkırmızı halde ona baktım çok mu yakışıklıydı ne? Cennetin kokusunu ciğerime hapis edip ruhumu ferahlattım. Yine Yeniden kalbim heyecandan sıkıştı iç çekerek başımı ona çevirdim ve dudaklarımı dudaklarına değdirdim. Gerisini zaten kendiliğinden oldu...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top