57. Bölüm

🥀Finale son 3 bölüm!

🥀Kitap hakkında olan gelişmeleri merak ediyorsanız takipte kalın.

🌟Merak ettikleriniz sormaktan çekinmeyin.

⭐️Emeğe saygı, vote ve yorumları unutmayın!

💖Bu bölümü daha geç atacaktım bazı nedenlerden dolayı ama bekleyen bazı okuyucularıma kıyamadım.

Keyifli okumalar!💫

-

Bu sabah, sabah ezanından evvel kalkmış olacakları bilmeden güne neşeyle başladığımda Ahmed çoktan cuma namazı için Mehmed paşa ve Hüseyin paşa ile camiye gitmişti. Evlendikten sonra daha net tanık olmuştum hayata başlamasına... 

Hüseyin'e ise ağa değil paşa dememin nedeni sefer sırasında Ahmed'in verdiği karar ile gerçekleşmesiydi. Üstün başarıları ve yılların emeği ile Hüseyin'in mevkiisi yükselmişti.

Aslında her olacak değişimi bilsem de akışına bırakıp yaşamaya başladığımda sanki hiç bilmiyormuş gibi şaşırıyordum. Mesela bu ay işleve girecek olan kanunlar ve sonuçlarını net biliyordum, beş yıl sonrasına olan etkisini de. Ama her şeyi görmemeye karar vermiştim. Bırakmıştım takip etmeyi.

Dairede kendi kendime hazırlanırken karnıma giren ani sancı ile duraksayıp farkında olmadan nefesimi tuttum. Şaşkınlıkla etrafıma bakınırken titreyen parmaklarımı karnımda dolaştırıp derin bir nefes aldım. Bir anlık gelip giden his ile kalp atışım hızlanmış nefesim kesilmişti bile. Demek böyle bir hismiş... Kim bilir doğumda ne hale düşeceğim, Allahım sen güç ver. Bir süre olduğum yerde durarak kendimi dinlerken sancı tekrarlamadı. Demek sadece yokladılar.

Derin nefesler alarak karnımı okşarken boy aynasının karşısına geçip dün çıkardığım takıları ve tacı yeniden taktım. Başımdaki örtüyle gerdanımı örterek onu elbiseye broşla birleştirdikten sonra hazırlanmış bir vaziyette dairenin kapısına ilerledim. Yavaşça kapıyı çaldığımda girişte bulunan hatunlar kapıyı benim için araladı.

"Sultanım, sabahı şerifleriniz hayırlı olsun." Kapıda bekleyen cariyelerin selamı ile gülümsediğimde başımı hafifçe sallayıp koridorda ilerlemeye başladım. Yavaş ve temkinli adımlar ile sarayın geniş salonuna vardığımda hummalı bir hazırlık ile karşılaştım. 

Hatunlar ve ağalar ellerinde tepsiler, sürahiler ile koşturuyordu.

"Hilal uyandın mı şimdiden?"

"Evet güneş çok güzel doğdu bugün, insanı yataktan kaldırıyor."

"Erkendi oysa daha, neyse hadi gel sofra hazırlanana kadar terasta oturalım."

"Bir kez daha günaydın Dilrubah ne bu neşe?"

Yine bir kuş gibi şakırdamaya başlamıştı sabah sabah. Yüzünde güller açıyor sarı kaftanı ile neşesine neşe katıyordu adeta. Bukle bukle omuzuna düşen saçlarını geriye atıp başını yana yatırdı ve "Günaydın, günaydın e bu benim her zamanki halim?" diyerek sırıtınca dudaklarımdan bir kıkırtı firar etti.

"Desene paşa her sabah gülüşünle cenneti görüyor ha?"

"İlahi Hilal." dudaklarından zar zor çıkan mırıltı ile gülmeye devam ederken beraber salondan terasa açılan kapıya ilerledik.

"Hava cidden çok güzel baksana güllük gülistanlık gibi ama serin de." diyen Dilrubah tahta sandalyeye oturup elbisesinin eteğini düzeltti.

"Evet Güneşin büyüsüne kapılmamak lazım zira hava buz gibi." Dilrubahı onayladıktan sonra bende dikkatlice yumuşak sedirli divana oturdum.

"Temiz hava alıp geri içeri geçelim o vakit." diyerek güldüğünde başımı sallayarak onu onayladım.

Güneş ışıl ışıl gözümüzü alsa da sıcaklığı hissedilmiyordu. Gök masmavi güneş bembeyaz bir şekilde dünyayı aydınlatıyordu. 

"Hilal dün akşam olanlar hakkında ne düşünüyorsun?" Dilrubahın saçları ile oynayarak sorduğu soru gülüşümü soldururken ona döndüm.

"Aslını istersen bir an Ahmed oracıkta adamın kellesini alacak sandım Dilrubah!" fal taşı gibi açılmış gözlerimle söylediklerime o da aynı coşkuyla karşılık verince ikimiz de aynı anda birbirimize yaklaştık.

"Bende! Anlam veremedim adamın davranışlarına çok mu cesaretli yoksa aptal mı? Padişahın eşine düpedüz neyse tövbe tövbe." Başını iki yana sallayarak söylediklerine hemen onayladığımı belli etmek için başımı salladım.

"Bir de beni düşün! Ahmedi zor sakinleştirdim ki pek emin değilim becerip becermediğime belki de çoktan elçiyi öteki tarafa postalamıştır." Trajikomik durumumuza ikimiz de gülmeye başladığımızda ellim ile alnımı ovaladım. Dün olanları bir kez daha hatırlarken gergin anlardan sonra cidden adama ne olduğunu düşünmeye başladım.

Ahmed oldukça gerilmişti dün akşam, özellikle adamın bakışlarını her yakaladığında şakağında atan damarı her şeyi belli etmişti. Elçi neyin peşindeydi? Hünkarın karısına bu denli imalı cümleler kurmaması gerektiğini bilmesi gerekirdi, ki sadece evli bir kadın olduğumu düşünürsek yine aynı şekilde terbiyesini takınmalıydı. Avrupalıların bu boşboğazlığı hiç mi değişmeyecekti yahu?

Derin nefesler alarak temiz havayı içime çekerken bunları düşünmemeye karar verdim ve geriye yaslandım. Dakikalar sonra etrafın huzurlu sessizliği ile içime bir rahatlama can buldu... Geleceğin yoğunluğunu, trafiğini, kirliliğini unutmuştum bu iki yıl içerisinde adeta. Hafızamdan silmek ister gibi geriye atmış o acı dolu hayatımı unutmaya başlamıştım.

Gözlerimin değdiği her noktada gelecekteki halini görmeyi kesmiştim artık. Burayı olduğu gibi düşünüyordum sadece şimdi ile mutlu oluyordum, o zamanlar nasıl geçmiş ile mutlu olduysam. Ne geçmişim ne de gelecek canımı yakıyordu artık.

Eski bir efsaneden gelmiş gibi hissediyordum, varlığı ile yokluğu bir olan bir kahraman gibi. Gerçekleri unutmaya başlıyor, kendi gerçekliğimde yol çiziyordum.

Yeni bir hayat, yeni bir başlangıç. Hep istediğim zamanda, istediğim yerde ve en önemlisi istediğim kişiyle yeni bir yaşam... Hayal dahi edemeyeceğim bir mutluluğa sahiptim, ne kadar şükretsem az kalacak bir mutluluğa.

"İçeri geçelim mi artık?" Dilrubahın sorusu ile gözlerimi gökten ayırınca başımı olumlu anlamda sallayıp ayağa kalktım ve onunla beraber terastan çıktım. Böylelikle içimdeki fırtınayı da dışarıda bıraktım.

"Doğuma az kaldı, heyecan var mı Hilal?"

"Olmaz olur mu hiç? Onları kucağıma almak için sabırsızlanıyorum. Onlara sıkıca sarılıp, onları asla bırakmayacağımı ve onları çok sevdiğimi kulaklarına fısıldamak istiyorum." Ellerim ile karnımı okşayarak söylediklerimle Dilrubah iç çekerek gülümsedi ve karnımı okşadı.

"Sağlıkla kucağına almayı nasip etsin Rabbim."

"Amin."

Beraber sofraya oturduğumuzda fazla beklemeden yemeğe başladık. 

"Ne şans ama sizin de ikizleriniz olacak belli ki." demesi ile çatalım ağzımda güldüm. "Hiç aklıma gelmezdi biliyor musun?"

"Anlıyorum, bizim ailede ikiz çok görülüyor büyük halamın da ikizleri olmuştu."

"Çok güzel bir şans Dilrubah..." diyerek güldüğümde başını salladı. İki cana aynı anda hamile olmak... 

Arada ettiğimiz tatlı sohbetlerin dışında pek bir şey yapmamış yemeğimizi yiyip ardından şerbetlerimizi yudumlayarak sedirlere geçip oturmuştuk. Yaklaşık bir saat geçmiş benim için kalkma vakti geldiğinde Dilrubah da bana eşlik etmeye karar vermişti. 

"Nergis, çocukları hazırlayın saraya gidiyoruz." Dilrubahın emri ile yanımızdaki cariye selam verip salonu ayrıldıktan sonra bende elimdeki kuru yemiş tabağını kenara bıraktım. 

"Şah umarım saraya gelir de dün akşamı konuşuruz. Vallahi detaylarına kadar konuşmak istiyorum o nasıl bir olaydı yahu?" Dilrubah'ın bitmek bilmeyen gıybet açlığı ile dudaklarımdan bir kıkırtı dökülürken sadece gülmekle yetindim. 

Dün olanların dünde kalmasını umuyordum, her ne kadar gülüp şakasını yapsak da hoş şeyler yaşanmamıştı. Umarım elçi dersini alır da uzatmazdı bu mevzuyu.

Parmaklarım usul usul elbisenin kumaşında dolanırken içinde bulunduğum saray ve kıyafetlerin farkındalığı ile tüylerim ürperdi. Gerçek değilmiş gibi geliyordu bazen, sanki çok gerçekçi bir rüya görüyormuşum gibi, kendi isteğimle ilerletiyormuşum gibi... Parmağımdaki evlilik yüzüğüne tebessümle bakıp lacivert taşı okşadım.

İki yıldır burada olmam gelecekte ne gibi eksikliklere yol açmıştı acaba? Orada neler oluyordu bilmek ister miydim bilmiyorum ama bu soru hep aklımın bir köşesindeydi maalesef. Yokluğum hissediliyor muydu?

Geleceği değiştirdiğimizi biliyordum orası ayrı ama önceden var olan geçmişe ne olmuştu? Ardı arkası kesilmeyen düşünceler beni dibe çekerken derin bir nefes alarak kendime gelmeye çalıştım. Zira düşündükçe içine çekiliyor dipsiz bir kuyunun sonsuzluğunda savruluyordum.

Fazla vakit geçmeden salona dönen cariye yanında çocuklar ile gelmiş arabanın hazır olduğunuda bildirmişti. Dilrubah ile beraber salondan çıkıp sarayın çıkışına ilerlerken ardımızda bebekler ile cariyeler geliyordu. Avlunun geniş alanında bulunan nöbetçiler sesleniş ile anında arkasını dönüp selam verirken harem ağalarından biri faytonun kapısını açmış basamakları indirmişti.

Hanedan arabasına dikkatlice bindiğimde yorgunlukla kendimi koltuğa yasladım. Artık iki adım attıktan sonra bile nefes nefese kalıyordum. Karnımda iki bebek olduğunu düşünürsek benim ayakta durabilmem bile bir mucizeydi bence. Yani en azından benim kadar tembel bir birey için.

Çocukların bulunduğu fayton cariyeler ile ardımızdan geliyor minik bir konvoy oluşturuyorduk.

Meydanda kurulan küçük çadırların yanından geçerken tezgahlarda satılanlara göz ucuyla bakmaya başladım. Uzun zamandır gezmek amaçlı gelmemiştim buraya özellikle hamileliğin son aylarında saray ve bahçesi dışında dışarı pek adım atmıyordum. Her gün has bahçede yürüyüş yapıyor temiz hava alıyordum. Doğum için egzersiz yapmanın önemini bildiğim için özen gösteriyordum bu konuya. Düzenli beslenme, fazla yağlı veya tatlıdan uzak durmaya gayret ediyordum ama zaten yemeklerin hepsi katkısız ve günümüzün ilaçlarının esiri olmuş besinler değildi. 

Her ne kadar donanımlı doktor kontrollerim olmasa da sarayın baş hekimi ve işinde en iyisi olan ebe kadınlar tarafından düzenli kontrollerim yapılıyordu.

Ellerimi karnımın üzerinde dolaştırırken içimde kıpırdanmaları tebessümle izledim. Onları kucağıma almaya sabırsızlanıyordum...

Fayton yavaşlarken sarayın giriş kapısının önünde olduğumuzu gördüm. Muhafızlar usulca dev kapıyı aralarken biz içeri giriş yaptık.

Tekerleklerin çakıl taşlı yolun üzerinde giderken çıkardığı iç gıdıklayan sesi dinlerken avlu da durduk. Harem binasının önünde duran faytonun kapısını ağalar hızla açarken aracın basamaklarını indirip bir de ek olarak benim için bir tabure koydular.

İnerken bir yandan faytonun duvarına tutunurken diğer yandan omuzunu tutunmam için sunan harem ağasının sayesinde yere indim. Sanki bir saattir merdiven inmiş gibi yorgunlukla elimi belime koyduğumda ardımdan Dilrubah indi. Yanıma yaklaştığında hali hazırda bana selam veren saray çalışanları bir kez daha eğilip selamladı.

Dilrubah usulca başını dikleştirip ellerini göğsünün altında birleştirdiğinde tebessümle bana döndü. "Geçelim mi içeri?"

"Geçelim sultanım."

Harem binasına giriş yaptığımız anda sıcak hava dalgası bedenimizi sarıp sarmalarken işinde olan herkes durup bize selam veriyor uzaklaşmamızın ardından işlerine devam ediyordu. Taşlığa yaklaştığımız an harem ağasının gür sesi tüm duvarları inletti. "Destur, Dilrubah sultan ve Hilal sultan hazretleri!"

Seslenişin ardından işittiğim adım sesleri ve elbise hışırtıları ile dudaklarımda bir tebessüm oluşurken görmesem bile kızların sıraya dizildiğini anlamıştım. Gülüşmeler kesilirken bakışların üzerimizde olduğu sırada içeri girdik. Yolun iki tarafına dizilen cariyeler elleri önlerinde eğilmiş selam verirken göz ucuyla bize bakıyordu. 

Ellerim farkında olmadan karnımı usulca okşarken hatunların arasından geçip üst kata çıkan mermer merdivenlere yaklaştık ve dikkatli adımlar ile yukarı çıktım. Valide sultan dairesine varmak üzere iken arkamızdan bir koşturma sesi yükseldi. Merakla arkamı döndüğümde bize doğru koşan Melike ile karşılaştım. 

"Hayırdır inşallah." Dilrubahın mırıltısının ardından ikimizde durup Melikeyi bekledik. 

"Sultanım..." Nefes nefese yanımıza geldiğinde hızla selam verip yutkundu ve ürkek bakışları ile gözlerimin içine baktı.

"Ne oldu Melike? Ne bu acelen?" Endişeyle ona baktığımda o nefesini düzene sokup cevap verdi. "Sultanım hünkarımız divandan oldukça sinirli dönmüşler."

"Neden? Ne olmuş?" Çatılan kaşlarım ile sorduğum soruya bilmeyerek omuz silkti.

"Malumatım yok sultanım lakin Hüseyin paşa da oldukça gergindi."

"Hünkarımız şimdi nerede?" diyerek elbisemin eteklerini kavradığımda yana çekilip yol verdi.

"Has odadalar sultanım."

Cevabımı alır almaz nefesimi bırakarak Dilrubaha döndüm. "Ben en iyisi Ahmed'in yanına gideyim, Validemize uygun bir dille izah edersin değil mi?"

"Elbette git sen."

Dilrubah ile vedalaştıktan sonra Melike ile beraber has odaya ilerlemeye başladım. Kestirme olan altın yoldan geçerken aklıma gelenleri uzaklaştırmaya çalışıyordum. Umarım dün ki olaylar ile alakalı değildir sinirinin sebebi. 

Has odaya vardığımızda koridorda gergince duran Hüseyin ile karşılaştık. Varlığımızı gördüğü gibi başını eğdiğinde karşısına geçtim. Bakışları merakla Melikeye kaydıktan sonra yeniden bana çevirdiğinde lafa girdim. "Hüseyin neler oluyor?"

"Sultanım..."

Derin bir nefes aldıktan sonra bakışlarını benden çekip kapıya dikti. "Hünkarımızın asabı bir hayli bozuktu bugün lakin son damla elçi ile olan münakaşa oldu."

"Elçi Henri mi?"

"Evet, lakin siz nereden biliyorsunuz?" Merakla sorduğu soruya sadece iç çekerek karşılık verebildim o an.

Demek dün olanlar hakkında bir bilgisi yoktu. Derin bir nefes alıp elimi alnıma götürdüm ve içinde bulunduğumuz gereksiz gerginlikten kurtulmak istedim.

"Dün akşam, Dilrubah sultanın sarayında iken elçi akşam vakti saraya geldi. Sözde önemli bir mevzu varmış lakin ardından yemeğe eşlik edince tatsız olaylar oldu."

"Ne gibi olaylar?" Kaşları hafifçe çatılmış anlamak ister gibi başını hafifçe eğdiğinde aldığım nefesi bırakıp sessizce mırıldandım. "Elçi bir hayli üslupsuz davrandı." 

Hüseyin'in kaşları anında daha çok çatılırken başını sallamakla yetindi. 

"Peki bugün ne oldu?" Demem ile bu sefer o malumat verdi.

"Her cuma olduğu gibi elçiler haberlerini getirmek için hünkarımızın huzuruna çıktığında elçi Henri de geldiler. Ben o sıra içeride değildim Mehmed paşa oradaydılar, lakin bir hediye hakkında mevzu çıktığını öğrendim. Dahası hünkarımız elçiyi zindana attırmış."

"Ne! Zindana mı?" dehşetle dudaklarım aralanırken Melike de benim gibi şaşkınca Hüseyin'e bakıyordu. 

Fazla lafa gerek duymadan başımı sallayıp hızla has odaya girdim. Ahşap kapıları ağalar ardımdan kapatırken diğer kapıları kendim açıp içeri girdim ve kapıyı kapattım. Usulca etrafıma bakarken teras kapısının açık olduğunu fark ettim.

Karnımı tutarak terasa çıktığımda Ahmed'i mermer korkuluklara ellerini dayamış düşünceli bir vaziyete has bahçeyi izlerken buldum.

"Ahmed?" bir kedinin miyavlamasını andıran sesim ile ona seslendiğimde hızla arkasını döndü. Çatık kaşları beni görmesi ile gevşerken gözlerindeki o ateş parıltıları dindi ve dudaklarına oturttuğu tebessümü ile bana gülümsedi. "Hilal, hoş geldin."

Ellerimi ona uzatarak yanına vardığımda buz gibi olmuş ellerini sıcak avuçlarımın arasına aldım. Kim bilir kaç saattir burada böyle duruyordu? 

"Ahmed iyi misin? Olanları işittim."

"İyiyim güzelim önemli bir mevzu değil."

"Nasıl değil Ahmed? Adamı zindana attırmışsın." diye mırıldandığımda kaşlarını anında çattı. Bir şey hoşuna gitmediğinde hemen belli etmesi...

"Tamam anlıyorum dün akşam hoş şeyler olmadı ama zindana attıracak kadar ne olmuş olabilir ki?"

"Kellesini almadığıma dua etsin o kafir!" Buz gibi olan sesi sertçe terasta yankılanırken oluşan gerginlik ile tüylerim ürperpermişti, Ahmed kaşlarını daha çok çattı ve gerilen çenesi ile kolunu belime sarıp benimle beraber içeri odaya geçti. "Hava soğuk üşütme." diye mırıldanarak teras kapısını kapatırken ben şaşkınca ona bakıyordum.

"Ahmed..."

"Gözümün önünde karıma başka gözle bakması yetmiyormuş gibi bir de şeref yoksunu herif sana elbise getirmiş!"

Gözlerim dehşetle açılırken elimi dudaklarıma götürdüm ve şaşkınlığımı gizlemeye çalıştım.

"Ne elbisesi?"

"Bu kansız divana, huzuruma çıktığında pişkin pişkin sana bir hediyesi olduğunu söyleyerek bir elbise sundu ve senin 'Bu kaftan içerisinde muazzam görüneceğini.' söyledi." Tıslar gibi olanları anlattığında öfkeden kızardığına şahit oldum.

O an oldukça rahatsız olmuş bir vaziyette dişlerimi sıkarken midem bir hayli bulandı. İğrençti, içinde bulunduğum durum ve o adam. 

"Hilalim iyi misin?" Bakışlarımı zorla yerden kaldırdığımda bana endişeyle bakan Ahmed ile karşılaştım. "Sen üzül diye anlatmadım bunları. Sadece anla diye söyledim."

"Ahmed ben özür dilerim..."

"Saçmalama Hilal niye özür diliyorsun? Lütfen yapma böyle." Anlayışlı sesi içimi yumuşacık yaparken dudaklarım istemsizce büküldü ardından gözlerim dolmaya başladığında Ahmed elleri ile yanaklarımı tutup usulca başımı kaldırdı. Baş parmakları elmacık kemiğimde dolaşırken dudakları alnımda yerini aldı. 

Derin bir nefes aldığını hissederken kollarımı beline sardım. "Benim yüzümden olanlara bak."

"Hilal senin yüzünden filan değil aklını toplar mısın güzelim? O herifin pisliği yüzünden kendini suçlu hissedemezsin." 

Başımı boyun girintisine gömdüğümde ona mümkün olduğu kadar sıkı sarıldım. Kokusunu içime çektikçe o kötü hisler uçup giderken Ahmed rahatlamam için usulca sırtımı okşuyordu. 

"Ben icabına bakacağım sen lütfen düşünüp aklına takma tamam mı?"

Başımı olumlu anlamda sallamakla yetinirken orada ayakta o vaziyette bir süre durduk. Beraber şömine karşısına oturduğumuzda sırtımı usulca Ahmed'in göğsüne dayadım ve bacaklarımı divana uzattım. Ahmed'in bir eli karnımın üzerindeyken diğeri saçlarımdaydı. Kucağında mayışırken o beni sevdikçe sevdi...

Usulca başımı ona çevirip dudaklarını öptüğümde belimdeki eli sıkılaştı ve beni kucağına çekip bir elini boynum götürdü. Özlemle dudaklarımız buluşurken nefes nefese kalana kadar öpüştük. Sıcak dudaklarıyla beraber dilini hissettiğimde kendimi tutamayıp seslice inledim. İhtirasla saçlarını çekip ona daha çok yaklaşırken alt dudağını dişlerim arsına alıp kendime çektim ve doymak ister gibi öptüm.

Boynundaki parmaklarım ensesine ardından saçlarına giderken arzuya teslim oldum. Alev alev yanan dudaklarını dudaklarımdan ayırdığında usulca çenemi ardından yanaklarımı öperek aşağı, boynuma indi ve sakalları ile boynumu esir aldı. Derin nefesler alarak kokumu içine çekerken morartacak gibi ihtirasla boynumu dudakları arasında inletti. Her zerremle onu isterken tek yaptığım saçlarını okşamaktı.

Dakikalar sonra sular durulduğunda yorgunlukla yeniden sırtımı göğsüne yasladım. Oda gün ortasında usulca kararmaya başladığında başımı hafifçe kaldırıp pencerelere baktım. Hava bulutlanmıştı, kış aylarının yağmurları geliyordu belli ki... Yeniden yerimi alırken yorgunluk ile Ahmed'in kucağında uykuya daldım.

*

Geçmişte kalanları unutma gibi bir eğilimi vardı insanoğlunun. Üstüne yeni sayfalar açıp geçmişi yok saymak, ders almamak gibi huyları vardı insanların. Onlar ne kadar gelecek odaklı olup geçmişi yok sayıp hayatlarını düzene sokmak için planlar yapıyorsa ben bir o kadar geçmişi yaşatıyordum zihnimde. 

Onlar geleceğe hayal kurardı, ben geçmişe.

Onlar yaratandan geleceği dilerdi, ben geçmişi.

'Ben geçmişte kalan bir yıldız gibiydim, sönmüştüm yok olmuştum ama kimse görmüyor ve bilmiyordu.'

Bizler göğe baktığımızda milyonlarca yıl önce yanmış yıldızları görüyorduk, oysa onlar şimdi yanıp kül olmuştu. Bizler ise onların geçmişini görüyorduk.

Kendim tarif edebileceğim en güzel sözdü bu...

Oturduğum sandalyede geriye doğru yaslanıp belimi esnettiğim sırada odamın kapısı açıldı ve içeri elinde bir tepsiyle annem girdi. 

"Hilal, ara ver biraz meyve ye sonra devam edersin dersine."

Dalgın bakışlarımı yazdığım satırlardan çekip yeniden anneme doğrulttuğumda onun gülümseyerek elindekileri masaya dizişini seyrettim. Hafta sonu için annemlere kalmaya gelmiştim ama tabii yine dersten başımı kaldıramıyor onlarla vakit geçiremiyordum. Öğrenci evimde kalsaydım daha iyi olurmuş ya.

Annem masanın üzerindeki kitap yığınlarını incelerken sessiz sessiz söyleniyordu. Ne dediğini anlamazken hoşnut olmayan bir tavırla bir kitabı alıp önüme koydu. Sultan II. Ahmed Han Napoli sefer günlüğü...

"Hilal senin için endişeleniyorum artık. Küçükken hayal dünyana verirdim bu halini ama şimdi koca kız oldun hala mı? Neden diğerleri gibi gezip gençliğinin tadını çıkarmıyorsun da geçmişte takılı kalıyorsun?"

"Anne bunu konuşmuştuk lütfen."

"Hayır kızım sen her defasında kaçıp durduğun için bir sonuca varamadık. Tarihe olan ilgini anlarım buna bir şey demem ama bir tarihi karaktere takıntılısın resmen."

"Takıntılı filan değilim!" yükselen sesim odada yankılanırken derin bir nefes alıp sustum. "Anne... Bak ben cidden kitaplarla mutluyum. Geçmişte olmak benim için kötü bir şey değil ben orada mutluyum."

"Ama orası artık yok Hilal."

"Hatırlıyor musun anne, dedem her zaman geçmişin kalbimizde ve anılarımızda olduğunu söylerdi."

"Babam ve masalları... Hilal o zamanlar daha çocuktun tabii ki de böyle efsaneler anlatırdı babam ama artık büyüdün farkında olman gerek burası gerçek dünya ve sen geçmişi sadece okuyabilirsin."

"Ben geçmişi hissedebiliyorum anne." Son cümlem odaya ölüm sessizliğini getirdiğinde annem başını iki yana sallayıp nefesini bıraktı ve odadan çıktı.

Acımasızlığı hep en yakınlarımız yapardı...

Önümdeki kitabı ve defteri ileri doğru ittikten sonra önüme meyve tabağını çekip telefonumda vakit geçirerek yemeye başladım. Sahte hayatları ile gülücük saçan insanların paylaşımlarına hüzünle bakarken herkesin hayatını göze  sokma çabası midemi bulandırmıştı. Kendilerini kanıtlama çabaları kalplerindeki eksikliği doldurma çabasıydı belki de... Zamanında alamadıkları ilgiyi ve sevgiyi bu mecradan elde etmeye çalışıyorlardı.

Peki ya ben hangi boşluğu geçmişle doldurmaya çalışıyordum?

İlk nefesimi solurcasına derin nefesler ile gözlerimi açtığımda kan ter içinde kaldığımı fark ettim. Gözlerimi karanlıkla gezdirirken tek tük yanan mum ışıkları ile karşılaştım. Terlememin sebebi olan kalın yorganı üzerimden zorla kaldırırken odada yalnız olduğumu anladım. Hava kararmış belli ki gece olmuştu... Peki Ahmed neredeydi?

İç çekerek yatakta oturur pozisyona geldiğimde gözlerimi yorgunlukla kapadım. Rüyamda annemi görmüştüm. Rüyamda gelecekteki geçmişimi görmüştüm. Kim olduğum yüzüme çarpmıştı, hayatım gün yüzüne çıkmıştı.

Sanki odamda o sandalyede oturuyor gibi hissederken bir an nerede olduğumu şaşırdım. Gözlerim karanlık yerine beyaz duvarlı odamı görünce titrek bir nefes aldım. Sadece etkisinden çıkamadığım bir rüya. Sakin ol. 

Titreyen ellerim ile zorla yorganının kalan kısmını üzerimden attıktan sonra dikkatlice ayağa kalkıp bir kez daha etrafıma bakındım. Belki karanlıktan göremedim düşüncesi ile odanın ortasına ilerlerken yalnız olduğumu anladım. Teras kapısı ise kapalıydı orada da değildi demek ki. 

Boy aynasının önüne geçip kendime baktığımda takılarımın hepsinin çıkarıldığını gördüm. Demek ki Ahmed rahat olayım diye çıkarmıştı, kendime çeki düzen verdikten sonra odanın kapısını çaldım. Hemen ardından ağalar kapıyı araladığında elbisemin eteklerini tutarak koridora çıktım. 

"Hünkarımız neredeler?" kapı ağasına sorduğum sorunun ardından başını eğip cevap verdi. "Hüseyin paşa ile çıktılar, lakin nereye gittiklerine dahil bir malumatım yok sultanım."

"Ne vakit çıktılar?"

"Epey oldu sultanım, üç veyahut dört saat evvel çıktılar."

Merakım içimi yiyip bitirirken yakında döneceklerini bildiğim için sakin kalmaya karar verdim ve daireme döndüm. 

Gecenin bir vakti nereye gittiniz Ahmed? Yine neler oluyordu...

Şöminenin karşısına divana oturup karnımı okşamaya başladım. O an acıktığımı fark edince kendime kızarak ağalardan yemek söyledim. Kim bilir kaç saattir uyuyorum da böylesine acıkmıştım. 

Kısa bir vakitte sofra kurulunca daha çok mum yakılmasını istedim. Böylelikle oda daha da aydınlanınca rahat bir nefes alıp sofraya geçtim ve yemeğe başladım. 

Aklıma bir tek elçi meselesi geliyordu, kafasına bu kadar takmışken bu işi hemen halledeceği belliydi. 

Düşüncelerimin arasında boğulurken yemeğimi bitirip sofrayı kaldırmalarını emrettim ve nefes almak için terasa çıktım. O an adımımı attığım gibi boğuk bir hava beni karşılayınca kaşlarımı çattım ve ilerlemeye devam ettim.

İçimdeki duyguların sebep olduğu bu sıkıntı yüzünden ne oturuyor ne de sakin kalabiliyordum. Sağdan sola teras boyu yürürken gecenin acı soğu ile bir yandan da titriyordum. İstanbul karanlığa gömülmüştü, tek tük evden ışık çıkıyor geriye kalanı bulutların ardındaki ay aydınlatıyordu. 

Çok sessizdi, tüylerimi ürpertecek kadar...

Rüzgar estikçe kulaklarımı fısıltılar doldururken ürperen tüylerim ile gözlerim bulutların arasından baş gösteren ayda takılı kaldı. Dolunay bir an gözlerimin önünde hilal olurken dudaklarımın arasından bir fısıltı firar etti.

"Aman YaRabbim..." 

Korkudan titreyerek korkuluklara yaklaştığımda dikkatlice aya bakmaya başladım nefesimi kesen hilal gözlerimin önünde büyürken sanki tüm göğü kapladı. Denize yansıyan görüntüsü bir yana aydınlığı ile sanki tüm şehir gündüzü yaşadı o kısacık anda. 

Boğuk havada nefes almak haram olmuş kısık kısık nefes alıyordum. Tüylerim ürperirken göz yaşlarıma mani olamadım o an. 

Öyle kudretli bir görüntü vardı ki karşımda, şüphesiz tek olan Yaradan bir işaret gönderiyordu sanki. 

Göz yaşlarım acıyla yanaklarımdan akarken titrek nefesimi bu büyülü geceye bahşettim. Başım hilalin büyüklüğünden dönmeye başlarken kulaklarımı ne dalga sesleri ne de rüzgar sesi dolduruyordu, sadece fısıltılar... Çok tanıdık olan bu fısıltıları dikkatlice dinlemeye başladığımda nutkumun tutulmasına sebep oldular.

Geçmişimden bir yara gibi sızlayan anılarım gözlerimin önünden geçip giderken dudaklarımdan korku dolu hıçkırıklar firar etmeye başladı. Neler olduğuna dair hiç bir fikrim yoktu, bu karmaşanın ne anlama geldiğini anlayamıyordum. Tek hissettiğim korku ve acıydı. 

Kalbim boğazımda atarken sanki göğüs kafesimi kırıp özgür olmak ister gibi isyankardı. Gecenin boğuk havası üzerime çökerken bu ağırlığın altında ezilmeye başladım. Omuzlarıma öyle bir yük bindi ki bir an sersemledim.

Çok tanıdıktı... 

İki yıl öncesine kadar omuzlarımda olan o ağır yükler yeniden beni esiri almıştı.

Tutunduğum mermer korkuluklara parmaklarımı bastırırken yer sanki ayağımın altından kayıp gidiyor bir zelzeleye kurban gidiyordum. 

Korkudan çığlık atmak istesem de sesim çıkmıyordu, lakin tek yapabildiğim göz yaşlarımla içinde bulunduğum durumu dile getirmekti. 

Çaresizce bakışlarımı hilalden çekerken karnıma giren ani sancı ile iki büklüm oldum. Ciğerlerimdeki tüm nefesi geceye armağan ederken bir anda omuzlarımdaki tüm yük uçup gitti. O boğuk hava yerini serinliğe bırakırken kudretli bir rüzgar tüm acılarımı alıp götürmek için esmeye başlarken bulutlar usulca ayın önüne geçti. 

Ellerim karnımda dua ederek beklerken gözlerim yeniden göğe kaydı. Bulutların ardından kalan ayı çaresizce izlerken rüzgar esti, vakit geçti ve bulutların bir kısmı yeniden aralanıp göğü bana sunduğunda o devasa hilal gitmiş yerini dolunay almıştı.

Titrek bir nefes alarak ciğerlerimi hava ile doldurduktan sonra usul adımlar ile divana ilerledim ve yıkılan bir ağaç gibi oturdum. Yılların yorgunluğu ile yıkılan bir ağaç...

Kulaklarımda atan kalp atışlarımın hızını dinlerken karnımı korumak ister gibi sıkıca sardım. Neler olduğu hakkında hiç bir fikrim yoktu, düşünmek dahi istemediğim için sadece sessizce dua ediyordum. Korktuğum şeyin başıma gelmemesini umarak dua ederken bir çok şeyi unutmuştum bile.

Karnıma giren o sancı bile kaybolmuştu belli ki aşırı korkudan olmuştu...

Derin nefesler alsam da içim sıkışmaya devam ederken çaresizce etrafıma baktım. Nerede olduğumu kendime ispatlarken aklıma geleni def etmeye çalışıyordum.

Daha fazla bu soğukta durmamam gerektiğini bilsem de kalkmaya gücüm yoktu, dizlerimin bağı çözülmüştü adeta. Soğuk soğuk terliyor ve sık sık nefesler alıyordum. Bir yandan kalbim deli gibi atarken hepsinin birleşmesi ile kendimi bayılacak gibi hissediyordum. O yüzden ayağa kalkmaya dahi cesaretim yoktu. Yere yığılıp kalmamak için sadece oturmakla yetiniyordum.

Bir an önce Ahmed'in dönmesini dilerken gökyüzüne bakarak oturmaya devam ettim.

*

"Allah der ki "Kimi benden çok seversen onu senden alırım"....
Ve ekler: "Onsuz yaşayamam" deme, seni onsuz da yaşatırım.

Ve mevsim geçer,
gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar,
canından saydığın yar bile bir gün el olur, aklın şaşar.

Dostun düşmana dönüşür, düşman kalkar dost olur, öyle garip bir dünya.

Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur......

"Düşmem" dersin düşersin, "Şaşmam" dersin şaşarsın.

En garibi de budur ya "Öldüm" der, yine de yaşarsın."

Hıçkırıklarım arasında gözlerimi araladığımda puslu görüş açıma has odanın tavanı girdi. Titrek bir iç çekip ağlamamı durdurmaya çalışırken bu tarifi olmayan yoğun his ile başa çıkmaya çalıştım. Şiirin zihnimde yükselen her mısrasında yüreğimde garip bir özlem duygusu baş gösterirken kendimi çok aciz hissettim.

Kızdım kendime, gerçekleri bu kadar es geçmeme unutmaya çalışmama kızdım. En başından beri bana yol gösterenin bu aciz aşık kuluna anlatmak istediklerini korkakça es geçmeme kızdım. 

"Hilal?" Duymak için canımı vereceğim sesi kulaklarımı doldurunca başımı yan tarafıma çevirdim. Ahmed endişeyle yattığı yerden doğrulmuş bana bakıyordu. "Neden ağlıyorsun canın mı yanıyor?"

Daha bir kaç saat önce yaşadıklarım aklıma gelince göz yaşlarım yeniden akmaya başlamış ona sığınmak için kollarımı ona uzatmıştım. Ahmed hızla bedenimi yanına çekip bana sıkıca sarıldığında başımı göğsüne dayayarak ağlamaya devam ettim. 

"Beni asla bırakma Ahmed, bir daha beni yalnız bırakma." Zar zor kurduğum cümlelerin ardından ona daha sıkı sarılırken o olayı anlamaya çalışıyor ve bana sorular soruyordu.

"Hilal neyin var?" Çaresiz sesi ile tüylerim ürperirken sadece iç çekmekle yetindim.

"Neden gece terasta uyuyordun, en son seni yatağa yatırmıştım. Neler oldu?"

Cevap vermeye dahi gücüm yoktu, kurduğu cümle sayesinde gece olanlar aklıma hücum ederken bir kabus olmasını dileyen yanım yenilgiye uğradı.

"Ağlama lütfen..." Sırtımı okşayarak beni sakinleştirmeye çalışırken bir yandan da alnıma buseler konduruyordu. 

Onu daha fazla çaresiz bırakmamak için nefesimi düzene sokup göz yaşlarımı dindirdim ve dakikalar sonra sakinleşerek ondan uzaklaştım. Göz yaşlarımı silerek yatakta oturur pozisyona geldiğimde bana büyük bir merakla bakan Ahmede döndüm.

"Neredeydin sen dün gece?" farkında olamadan soğuk çıkan sesim kırgınlığımı dile getirmişti. O da bunu anlamış olacak ki başını eğerken ben dudaklarımı birbirine bastırıp kendime mani oldum.

"Elçi ile işim vardı."

Devamını getirmesi için gözlerine dik dik bakmaya başladığımda bakışlarını kaçırarak devam etti. "Bir ders alması gerekiyordu, verdim. Bir daha da payitahta adımını dahi atamayacak şekilde onu ülkesine gönderdim."

İçim biraz olsun rahatlarken hala ona dik dik bakıyordum. "Haber vermeden gitme bir daha."

"Uyuyordun Hilal- Tamam, gitmem." Uslu bir çocuk gibi dize gelince bakışlarımı yumuşattım ve elini tutmak için eline uzandım. O an parmak boğumlarının kırmızı olduğunu hatta kabuk bağlayan yerlerin olduğunu göründe korkuyla elini yüzüme çekip yaralara baktım.

"Hii! Ne oldu ellerine Ahmed!" Parmaklarım incitmek istemeyerek yaralarında yol çizerken o sadece gülümsedi. 

"Ahmed?"

"Dün geceden."

Bakışları bir şeyi hatırlamış gibi değişirken yerinden bir kez daha doğruldu. "Dün gece demişken, terasta ne arıyordun? Aklım çıktı seni o halde görünce! Buz gibi olmuştun Hilal."

"Ahmed dün gece çok garip şeyler oldu... Anlatmak dahi istemiyorum."

"Hilal merak ediyorum ne oldu?"

Hatırlarken dahi içim sıkışırken ona anlatırsam nasıl bir hal alacağımı düşünemiyordum bile.

"Hadi lütfen..."

Gözlerimin içine bakarak söyledikleri ile ısrarlarına daha fazla dayanamayıp anlatmaya başladım.

"Dün gece uyandığımda odada olmadığını gördüm, ağalara sordum onlar da bilmediklerini söyleyince seni beklemeye karar verdim. Bu sürede acıktım yemek yedim derken sıkıntıdan kendimi terasta buldum. Vakit geçsin diye orada dururken bir şey oldu."

"Ne?"

"Buna bir ad veremem çok garipti... Önce hava boğuklaştı sonra kulaklarımda bir fısıltı yankılandı ardından gök... Gök değişti. Dün gece dolunay vardı ama gözlerimin önünde dolunay yerini hilale bıraktı ve hilal büyüdükçe büyüdü ve tüm göğü kapladı. O anlar boyu yeryüzü gündüz gibi aydınlandı sanki Ahmed... Hele yer sanki sallanıyor gibi oldu çok korktum."

"Geleceğe dönüyorum sandım." Ve sonunda korktuğumu dile getirdiğimde Ahmed titreyen çenesini sertçe kastı. Nefes dahi almadan beni dinlerken gözlerini yumup bir süre duyduklarını sindirmeye çalıştı.

Ahmed konuşmaya çalışsa da sesi çıkmazken duraksayıp durdu ve dolan gözleri ile bana korkuyla bakmaya başladı. "Olmaz değil mi Hilal? Olmaz?" Çaresizce sorduğu soru ile sol gözümden düşen damla karnıma damlarken içimde hareket eden bebeklerim ile ellerimi karnıma götürdüm. 

"Olmamalı."




*

Selam!

Sizce Hilal ile Ahmed'i neler bekliyor?

Finali tahmin edebiliyor musunuz?

Kitap boyu unutamadığınız bir sahne var mı? Varsa hangisi?

Beğenmeyi ve yorumlarda düşüncelerinizi belirtmeyi unutmayın! 💖






Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top