5. Bölüm

Olaylar tamamen tarihten bağımsızdır. Karakterler ve olaylar benim kurgumdur. Kurgudaki padişah ve ailesi gerçek değildir. İsim benzerliği olabilir ama hiç bir şekilde tarihle alakası yoktur.

Düzenlendi.

"Ey gönlümün sultanı! Düşlerimin sahibi. Gönlüme baharınla geldin hoş geldin, ruhuma, yüreğime, kalbime şifa oldun. Gelişinle çiçekler açtı, gelişinle karanlığıma ışık doğdu, gelişinle çocuklar güldü. Hoş geldin sevgili, gelişinle cenneti de getirdin bu aciz ruha. Gelişinle masumluğu, huzuru getirdin." Ahmed'in yüreğime fısıldadığı şiiri ile iç çektim. Bir kez daha derin bir nefes aldım ve konuştum.

"Ne güzel söyledin Ahmed, ruhum, gönlüm ferahladı." Gözlerimi korkusuzca onun denizlerine dikip gülümsedim. İçten bir gülüş ile elini saçlarıma götürdü ve okşamaya başladı. Öyle güzel bakıyordu ki o an zamanın durmasını diledim. Bu bakışlar hep kalsın diye...

"Bana güveniyor musun?" dediğinde hiç düşünmeden "Evet." dedim. "Bana inanıyor musun?" diye devam ettiğinde ise yine aynı netlik ile "Evet." dedim.

Ahmed saçlarımı okşayıp devam etti. "Nereden çıktın karşıma? Mucize misin sen?"

"Rabbimin sayesinde buldum seni. Bu mucizeyi de yaradan yüce Allah." Dedim bu yaşadığım olayları hatırlayarak. Başıma gelen her şey imkansızdı. Lakin Yaradan için imkansız yoktur..

"En güzel duam." diye fısıldadı kulağıma. Mutluluktan ağlamak istedim, hıçkıra hıçkıra ağlamak. Bin kere Yaradana teşekkür etmek istedim.

"Benimle birlikte gelir misin?" demesiyle koşulsuz şartsız nereye demeden "Gelirim." dedim cevabıma tebessümle bakmasıyla başımı eğdim.

"Hadi o zaman benimle şehre geliyorsun. İmarethanelere yardım yapacağız halkın içine karışıp yardım edeceğiz, halkımın dertlerini dinleyip derman olacağız." diyerek ayağa kalktı ve bana elini uzattı şefkat dolu gülüşüne gülümseyip elini tuttum ve ayağa kalktım.

Has bahçede ilerleyip Saraya girdik ikimizde dairelerimize çekilip hazırlandık göze batmayan bir kaftan giydim krem rengi bir elbise üzerine kahverengi ince uzun ve kapüşonlu bir pelerin aldım. Daha sonra başımı örtmek için yine krem renginde bir örtü alıp başımı sardım. Ne olur ne olmaz diye verilen gümüş oymalı hançeri belimdeki kemer ile elbisenin arasına sıkıştırdığımda artık hazırdım.

Aşağı avluya indiğimde ise beni bekleyen Ahmed'i gördüm. Üzerinde siyah ara ara deri düz bir kaftanı ve benimki gibi siyah bir pelerini vardı. Başında da aynı kumaşlardan ve deriden olan siyah bir kavuk. Ona tebessüm ederek selam verdim ve yanına gittim.

"Hazırsan gidelim?"

"Hazırım hünkarım."

"Aslını istersen Validemde bize eşlik edecekti lakin kendisinin istirahat etmesi gerektiği için ona sarayda kalmasını söyledim."

Başımı olumlu anlamda sallayıp etrafa bir göz attım. Kısa bir sessizlikten sonra Ahmed konuşmaya başladı. "Sen at arabası ile gideceksin Hilal, bende atımla eşlik edeceğim."

"Neden? Bende ata binmek istiyorum?"

Gülerek başını iki yana salladı. "Böylesi daha uygun." 

"Peki.." İçten içe mızıkçılık yaparak at arabasına bindim ve içeriyi inceledim. Araç ilerlemeye başlayınca perdeyi aralayarak dışarıyı izledim. Birden görüş açıma heybeti ile Ahmed girince iç çektim.. Bizimle birlikte on asker ve silahtar vardı birde bir at arabası daha ama daha çok yük taşıyordu. Yol boyunca sallana sallana onu izledim en önde atıyla ilerliyordu. Tüm ihtişamı ile dimdik durarak. Uzaktan gören onun bir Hükümdar olduğunu tanımasa bile hissederdi. Ara ara keskin bakışları pencereden ona bakan gözlerimi buluyordu.

Uzun süre sonra saraydan çıkınca çevredeki yeşil alanı seyrettim. Tek tük binaları görmeye başladığımda arada yangında yanmış evler yerlere dağılmış eşyalar görüyordum.
Kaşlarım çatılı halde çevreyi inceleyince maddi kaybın çok büyük olduğunu gördüm.. İnsanlar evsiz bile kalmıştı.. Bu zalimliği yapanlar Allah'ın dan bulsunlar. Yazık, günah..

Gözlerim daha fazla bu iç yakan görüntüyü görmek istemediği için kapandı. Başımı geriye yaslayıp bir an önce imarethaneye varmak istedim.

10 dakikalık bir yolculuktan sonra at arabası durdu. Gözlerimi açıp dışarı baktığımda imarethanenin önünde olduğumuzu gördüm gelecekte hala İstanbul da işlevini görüyordu hala insanlara yardım ediyordu bu yer.

Kapım açılınca istemsizce irkildim ardından Ahmed'i görünce tebessüm ederek ayağa kalkıp bana uzattığı eli tutarak aşağı indim birlikte ilerleyip içeri girince bu felaketten kaçıp buraya sığınan insanları gördüm. Gözlerim Ahmed'in gözlerini bulunca uzun süre bakıştık ardından farklı taraflara ilerledik. Ben sırayla oturup etrafı seyreden çocukların yanına gittim ve önlerine çöküp gülümsedim.

"Merhaba?" dedim içtenlikle. Çocukların en büyüğü olan oğlan tek kaşı havada "Merhaba." dedi, hepsi mutsuz gözüküyordu... Oynamaları gülüp koşmaları gerekirken hüzünle oturup bu acı dolu tabloyu seyrediyorlardı.

"Benimle oyun oynamak ister misiniz?" dedim gülerek. Küçük kız çocuğu hemen gülerek ayağa kalktı "Evet!" ama büyük olan oğlan "Hayır Fatma!" diyerek kızın hevesini kırdı.

Kız "Ama ağabey.." diyerek dudak asınca bende devam ettim "Ama ağabeyi."

"Lütfen."

"Peki."

Gülerek ayağa kalktım ve çocukların ellerini tutup avlunun boş ortasına getirdim. "Kim ebe olmak ister?"

"Sen!"

"Ne? Ama-" demeden hepsi koşturmaya başladı.

"Sizi gidi sizi!? Bak nasıl yakalayacağım şimdi sizi!" diyerek elbisemin eteklerini tuttum ve koşmaya başladım ben koştukça çocuklar kahkaha atıyor insanların yüzleri gülüyordu.. Gülen gözlerim beni aşkla izleyen Ahmed'in gözlerini yakalayınca daha çok gülümsedim.

Elimi önümdeki çocuğa değdirip "Ebe sende!" dedim ve durup geri çekildim çocuklar benim gittiğimi bile fark etmeden oynarken ben yönümü başka tarafa çevirip kadınların olduğu binaya girdim. "Selamün Aleyküm." dedim tebessüm ile.

"Aleyküm Selam." dedi yaş almış nine.

"Hilal hatun." kapının girişinde bana seslenen silahtar ile ona ilerledim. "Efendim?"

"Bu çuvallarda kıyafet, battaniye var senin vermen daha münasip olur."

"Tamam ben hallederim sağ ol." diyerek çuvalları içeri koydum. Şimdi gururlarını incitmeden nasıl vereceğim? Düzgün bir cümle kurmalıyım ama nasıl.

Aklıma gelen fikir ile çuvalları açıp elime birkaç parça kıyafet ve battaniye alıp selamımı kabul eden nineye ilerledim önünde diz çöküp elini öptüm ve kıyafetleri verdim. "Ninem kabul et lütfen böyle bir dönemi el ele verip atlatacağız Allah'ın yardımıyla. "

"İnşallah evladım inşallah.. Allah sizden razı olsun. "

Tebessüm ederek aynı şekilde devam ettim herkese verince veda edip oradan çıktım ardından avluda etrafıma baktım çuval çuval yiyeceklerin içeriye taşındığını görünce bunların sultanın getirdiğini anladım. Elbisemin eteklerini tutup arabaya doğru ilerledim silahtarı görünce başımı olumlu anlamda salladım bir nevi verdiğin görevi tamamladım dedim.

"Hazırsanız gidelim." arkamdan gelen ses ile arkamı döndüm ve sıkıntılı ifadesi olan Ahmed ile karşılaştım.

"Hazırız hünkarım. " Hüseyin'in onayını alınca bana yaklaştı ve elimi tutup öptü. "Sen melek misin? Dokunduğun herkes huzura kavuşuyor bu kabustan kurtuluyor. Ne güzelsin sen.." utanarak başımı eğdim adamın her cümlesi şiir gibiydi her seferinde bana iltifat etmesi kalbimi çarptırıyordu.

Gülerek ona baktım "Hünkarım." demem ile yüzündeki gülüş munzur bir hal aldı. "Tamam seni daha fazla utandırmayacağım hadi bin arabaya."

Sesli bir şekilde gülerek ona baktım gülerken gözlerinin yanında oluşan kırışıklar içimi ısıtmıştı. "Hadi daha çok yolumuz var." diyerek binmeme yardımcı oldu.

Yerime geçip kapıyı kapatmasını izledim ardından pencereden dışarıyı izledim. Bu sefer yolumuz kısa sürmüştü araba durunca arabadan düşmeden inmeye çalıştım ama yine beceremedim ve elbisemin eteklerine takılıp yalpaladım. Tam düşecekken bilin bakalım beni kim kurtardı? Bingo! Ahmed!

Tek eliyle belimi tutuyordu burun buruna gelmiş aynı soluğu alırken onun sıcak bedeni beni ısıtmıştı. Gözlerimiz birbirine kitlenmiş halde duruyorduk. Zaman kavramı bizim için durmuştu.. O ve ben vardık, biz vardık. Zaman zaten biz bir olunca tepe takla olmuştu ya.

Tek koluyla beni kavrayıp indirdi ayaklarım yer ile temas ediyordu ama benim zayıf bedenim hala onun heybetli vücuduna temas ediyordu. Bakışlarım sakallarına kayınca tebessüm ettim ona çok yakışıyordu..

Beni kendinden yavaşça uzaklaştırıp elime bir kese verdi ağırlığı ile bunun içinde altın olduğunu anladım. "Ne yapacağını biliyor musun?" diye sorduğunda başımı hafifçe sallayıp "Evet." dedim onaylayarak. Sadaka taşlarına koyacaktım. Osmanlı'nın inceliği.. Çevreye göz atınca çaprazımda bir cami olduğunu gördüm orada yüzde yüz sadaka taşı vardır.

Oraya doğru ilerlerken arkamdan bir askerin daha geldiğini hissettim. Ahmed de başka bir sokağa girmişti.

Caminin avlusuna gelince çevreye göz attım ve arka tarafta olan iki taşı gördüm hızla oraya ilerleyip altınları iki taşa da eşit koydum ardından sokaklarda da sadaka taşı olabileceği geldi ve bir miktarını alıp keseye koydum arkamı döndüm ve asker ile geri çıkışa ilerledim. Sokağa çıkınca başka bir sokağa girdim sokağın sonuna doğru ilerlerken yağmalanmış küçük bir dükkanın önünde kucağında bebeği karnı burnunda ağlayan bir kadın gördüm. Büyük ihtimalle kocası dükkanı toplamaya çalışıyordu ama toplanacak bir tane eşya bile kalmamıştı. Zararları büyüktü. Elimdeki keseyi daha sıkı tutup kadının yanına ilerledim ve ılımlı bir sesle selam verdim ardından bebeğini sevdim.

"Zararınız büyük mü?" diye başlayıp konuya girdim.  "Evet.. Elimizde ne var ne yoksa yağmaladılar." titreyen sesi hala gecenin karanlığını yansıtıyordu. 

"Merak etmeyin Sultan Ahmed Han bunu yapanların cezasını verdi. En yakın zamanda da mağdurlara yardım edecek özellikle dükkan sahiplerine.. Bakın, yanımda bu kadar var lütfen bebekleriniz için kabul edin.. Onların sağlığı her şey den önemli." Kadın ağlayarak teşekkür etti ve elimi tutarak "Allah senden de padişahımızdan da razı olsun ne muradınız varsa versin." dedi.

"Sizden de." keseyi eline verip oradan uzaklaştım asker ile at arabasına varınca beklemeye başladık bana içeri geçip beklememi söylediğinde otomatik olarak kabul ettim ve at arabasının içine girdim. Dakikalar birbirini kovalarken duyduğum kadın çığlığı ile oturduğum yerden sıçradım hızla kapıyı açtığımda benimle duran askerin yaklaştığını gördüm "Siz burada kalın ben gidip ne olup bittiğine bakacağım."

"Neler oluyor!? "desem de cevap vermedi ve uzaklaştı. Diğer pencereye geçip sokağın diğer ucunu inceledim ama görünüşte hiç bir şey yoktu.

İçim sıkışmaya başlayınca dayanamadım ve arabadan indim. Tehlikenin ortasında olduğumu biliyordum ama böyle oturmak bana göre değildi. Hatta vicdanı olan her insana göre değildi.

Hızla ilerlemeye başladım nereye bilmeden, belki sadece hislerime güvenerek yolumu buldum. Sokaklara girip etrafı kontrol ederek yürüyordum insanların bakışlarına maruz kaldığım için kapüşonu başıma geçirdim ve geldiğim yöne doğru ilerledim belki de askerin dediği gibi arabada beklemem daha münasipti ama o ses kulaklarımda yankılanmaya devam ederken nasıl oturayım?

Elbisemin etekleri çamurlarda sürünmesine aldırış etmeden koştum. "Yardım edin!" duyduğum çığlık ile dona kaldım. Ses solumdaki harabeden geliyordu. "Bırakın beni yalvarırım!" sesler boğuk gelse de anlaşılıyordu birinin yardıma ihtiyacı vardı.

Hızla etrafıma baktım ama bir Allah'ın kulu bile yoktu.. Elim tereddüt ile belime gidince yutkundum. Ben beceremem ki? Nasıl dövüşülür onu dahi bilmiyorum kendimi korumak için öğrendiğim tek tük hareket vardı onları da daha önce hiç kullanmamıştım.

Ama bir şeyler yapmalıyım yoksa kızın son umudunu da ben yok etmiş olacaktım. Hançeri yerinden çıkarıp elime aldım ve pelerinin içine gizledim. İçeri koşarak girdim ama kimse yoktu. Üst kattan gelen adım sesleri ile arkamı döndüm ve hızla yıkık dökük olan merdivenleri çıktım.

Yukarı çıkınca öfkeden çığlık atmak istedim. Bu nasıl bir iğrençlik tir? Üç tane adam ki üzerinde yırtık ve kirli olan sipahi kaftanlar vardı. Onların kim olduğunu kavrayınca dudaklarımın arasında arsız bir küfür çıktı, şaşkınlığımın sonucu dikkatleri üzerime çektirmişti. İsyandan kaçan asilerdi.

Yerde ağlayan kızı görünce daha yüksek sesle küfür ettim. "Bırakın kızı!" diyerek bağırdım.

Üçü de pis pis birbirine bakmaya başlayınca gürlemeye benzer bir ses çıktı boğazımdan. "Kızı bırakın dedim bre soysuzlar!" hançeri ortaya çıkardığımda üçü de dona kaldı. Etrafta kılıçları olmadığı için kendimi şanslı hissettim bir an için.

"Kimsin lan sen!?" dedi biri kızın kolunu bırakıp bana doğru gelirken.

"Ben mi?" deyip sırıttım ve devam ettim "Ben gelecekten gelen!" diyerek adamın kasıklarına tekme attım, o iki büklüm yere düşünce diğer adam bana doğru koşmaya başladı. Kaldırdığı yumruğu görünce tutulan nutkum ile hançeri rast gele savurdum. Şansıma adamın parmaklarının, elinin ve bileğinin üzerine derin kesikler atınca adamın şaşmasını fırsat bilip en iyi bildiğim korunma hareketi olarak onun da kasıklarına sert bir tekme attım. Oluk oluk akan kanlar yerde gölet oluşturunca yerde kıvranan diğer adamın suratına tekme attım.

Üçüncü adam hiç beklemediğim bir şekilde belinden hançerini çıkarınca nefesimi tuttum. İşte şimdi her şey bitti. Buradan kız ile sağlam çıkamayacağımı anladığımda kızın gözlerinin içine baktım. Gözlerinde hüzün olsa da minnet de vardı. Denemiş olmam bile yetmişti ona.

Acıyla tebessüm ettim. "Özür dilerim." diye fısıldadım gözlerimin dolduğunu hissettiğimde güçsüzlüğüme yine yeniden kızdım. "Senden korkmuyorum şerefsiz hain!" diyerek kolumu daha güçlü kaldırdım. Teslim olarak ölmek yerine gururumla ölmeyi yeğlerdim.

Ölümü bu kadar çabuk kabullenmek normal değil Hilal. Kendine gel.

Adam hızla bana yaklaşınca ayaklarım yere daha kuvvetli basmaya başladı hançeri bana doğrulttuğu an hızla boştaki elim ile hançeri tutan bileğini kavradım ve ters yöne çevirdim ardından kolunu kendime çekip dizimi göğüs kafesine geçirdim. Nefesi kesilince hançeri omuzuna sapladım.

"Kadına el kaldıran insan değildir haysiyetsiz herif. Mazluma kalkan elleriniz de sizin de canınız cehenneme!" Diyerek hançeri omuzundan çıkardım ve dizine tekme atıp onu yere serdim.

Kız ağlayarak yanıma gelince hızla onu arkama aldım. "İyi misin? Sana dokundular mı?" Dedim bariz endişe ile. "H-hayır sen yetişemeseydin.." diye fısıldadı ama devamını getiremedi.

Kanlı hançere takıldı gözlerim hiç olmadığım kadar rahat hissettim kendimi o an. Yanlış bir şey yaptığımı düşünmedim bile. 

"Hadi! Gidelim buradan." dedim ve hızla onunla aşağı indim harabeden düşe kalka çıktığımızda çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Zira birden karşımda Ahmed'i görmeyi hiç beklemiyordum..

Çatık kaşları ve öfke kusan gözleri ile oldukça korkunçtu. Elinde kılıç arkasında adamlarıyla karşımdaydı. Bakışları kanlı hançere takılı kalınca endişeyle yutkundu "Hilal?" diyerek bana yaklaşınca hançeri soğukkanlılıkla belimdeki kabına koydum ve başımı dikleştirdim. Kızın kolundan çıkıp Ahmed'e ilerleyip ona sıkıca sarıldım, kolları ile beni sarınca hiç olmadığım kadar güvende hissettim.

İki asker içeri koşarak girerken Ahmed'in net sesi kulaklarımı doldurdu. "Ne oldu?" dedi dehşetle.

"Ben.." diye başladım ve ondan uzaklaştım. "Arabada gelmeni beklerken çığlık sesleri duyunca inmek istedim ama benim yerime yanımdaki asker gitti sonra bende dayanamadım ve sesin kaynağını aradım ve kızı buldum.. Yukarıda üç tane adam onu zorla tutuyordu ve bende elimden geldiğince yardım ettim. Ayrıca bu haydutlar belli ki isyanda yerlerini almışlar." derken arkamdan sesler yükseldi. Ahmed'in bakışları arkama takılınca soğuk ifadesi ortaya çıktı ve beni hızla arkasına aldı. İki asker adamları getirmişti. Etraf birden kalabalık olunca şaştım daha demin bir Allah'ın kulu dahi yoktu..

"Hilal. Kızı da al arabaya git."

"Ama-"

"Dediğimi yap." alnında sinirden atan damarı ve kasılan çenesi kendisini zor tuttuğunu gösteriyordu. Daha çok ısrar etmedim ve kızın kolunu tutup oradan uzaklaştım arkamızdan da bir asker geliyordu.

"Evin, ailen nerede söyle seni oraya götüreyim." dedim anlayışla. "Yok." diye mırıldandığında şaşkınlığıma mani olamadım. "Ne?"

"Evimde, ailemde yok." iç çekip gözlerimi kapattım. 17 yaşında ya vardı ya yoktu.

Başımı arkaya çevirip Ahmed'e bakınca onunla bakıştık. Gitmemizi bekliyordu. Ona tebessüm edip önüme döndüm.

"Merak etme bir yolunu bulacağım." sokaktan çıkıp sağa sapınca kulaklarımızı yalvarışlar doldurdu. Bu çaresiz yalvarışlar o şerefsizlere aitti. Bu kız onlara yalvarırken duymadılar, görmediler ve acımadılar. Şimdi ise yüzsüzce aynısını yapıp kendilerinin yapmadığı insanlığı Ahmed'den bekliyorlardı. Ne komik ama.

Cami görüş açıma girince rahatladım. Derin bir nefes aldım ve başımı göğe kaldırdım sanki böyle yapınca Rabbimi görebilecekmiş gibi hissettim ve içtenlikle tebessüm ettim ve en derinimden bize ışık tuttuğu için şükrettim. At arabasına varınca içeri girdik. "Siz kimsiniz?" dedi kız tedirgince ama bir o kadar minnet vardı sesinde.

"Bizden sana zarar gelmez korkma.." desem de hala sorusunun cevabını alamadığı için bana uysal bir kedi gibi bakıyordu. Tebessüm ettim ve ona doğru eğilip fısıldadım. Sır veriyormuş gibi "Deminki adam var ya?" dediğimde kaşlarını kaldırdı ve mırıldandı. "Hani sarıldığınız?"

"Evet." Diyerek onu onayladım ve devam ettim. "İşte o Sultan Ahmed Han." deyip sırtımı yeniden geriye yaslandım.

Kızın gözleri fal taşı gibi açıldı bir süre inanamaz şekilde yüzüme baktı. "İnanamıyorum." Deyişine istemsizce kıkırdadım. Aynı tepkiyi bundan birkaç gün önce bende vermiştim.

"Peki siz?" dedi ve beni süzdü "Hanedan dan mısınız?" diye devam edince başımı iki yana salladım. "Hayır değilim." Derken kapı açıldı merakla dışarıya bakınca Ahmed ile karşılaştım. Yüzümde oluşan kocaman gülümseme ile kıza bir dakika işareti yapıp arabadan indim bunun üstüne Ahmed kapıyı kapattı ve askerlere el hareketi ile komut verdi aynı anda hepsi arkasını dönüp bir kaç adım ileri gitti.

Ahmed ellerimi tutup kaldırdı ve cebinden çıkardığı mendil ile elime bulaşan kanı temizledi. "Hilal.. Ben çok endişelendim. Orada ne arıyordun? İyi misin sana bir şey yaptılar mı?" Sesinden akan endişe ve merak buram buram hissediliyordu.

Burukça tebessüm ettim ve demin yaptığım açıklamanın aynısını tekrar ettim. "İyiyim hiç bir şey yapamadılar o soysuzlar. Ben kızın çığlıklarını duyunca öylece bekleyemedim Ahmed. Olmazdı, bana yakışmazdı. Yardım isteyişini duyup da duymamazlıktan gelmek.. Bu çok acımasızca ve günah. O an o kızı kurtarabilecek yegane kişi bendim." diyerek omuz silktim gözlerine daldım boğulmak istercesine denizlerinde yüzdüm son nefeslerimmiş gibi kokusunu ciğerlerime tattırdım.

Bu çok başkaydı.

Sevmek, sevilmek.. Çok özeldi. Seçilmiş kişilerin başına gelen mucize gibi. Ruhumun onun var oluşuna akıttığı sevinç göz yaşları gözlerimde sadece onun yüzebileceği denizleri oluşturmuştu. Gözlerim, kalbim, ruhum ve tüm benliğim onun var oluşuna, yaradılışına şükürler ediyordu. Kâlû Belâ'dan beri ruhlarımız birbirini bulmaya çalışıyordu bu fani dünyada belki de başka zamanlarda doğmamız en büyük engeldi bizim için ama Rabbim, O bizim bir olmamızı istediği için bana benim cennetime açılan kapıları açmıştı. Başka bir döneme, kalbimin sahibi olan adamın var olduğu döneme. Hiç yabancılık çekmediğim bu devir aslında benim ta kendim bile olabilirdi.

"Benim cesur meleğim." diye fısıldadı alnını alnıma dayayarak. "Seni hak edecek ne yaptım ben?" dedikten sonra fısıldadı. "Var oluşun nasıl bir mucize?"

Baş parmakları ile elmacık kemiklerimin üstünü okşarken gözlerini yumdu kokumu içine çekti. Ve sanki nefesini bırakmak istemiyormuş gibi uzun uzun tuttu. Kirpikleri gür ve uzundu.. Kıskanılacak derecede mükemmel yüz hatları olan bir adamdı. Yapılı vücudu, uzun boyu, geniş omuzları.. Ve tapılası gülüşü. Rabbimin onu özene bezene yarattığına yemin bile edebilirdim.

"İyi ki Ahmed, iyi ki kavuştum sana.." diye fısıldadım sessizce ardından devam ettim. "Varlığınla güneşim doğdu, varlığınla ruhumda çiçekler açtı, varlığınla dünyam yeniden dönmeye başladı Ahmed. Kokunla ciğerlerimde çiçekler açtı biliyor musun? Gülüşünle kalbim bir serçenin kanat çırpışı gibi atıyor, hızlı bir o kadar hayata tutunmak istercesine umut dolu."

Gözlerini açtı, açtığında yıldızlar kadar belki de daha parlak olduklarına şahit oldum. Parıltılar karanlığıma ay gibi doğmuştu. Kulağıma doğru eğildi ve "Seni seviyorum." diye fısıldadı.

Kalbim durdu, kalbim şok olmuş gibi durmuş  beynimden duyduklarını doğru olup olmadığını temin etmeye çalışıyordu. Gülümsedim o an dedikleri ile içimde esen ılık bir rüzgar oluştu. Bedenimi sarıp sarmalayan okşayan ipek, yumuşak bir kumaş vardı.

Beni seviyor.

Benden uzaklaşıp saçlarımı gülerek okşadı "Hadi arabana bin saraya gidelim." dedi ve atına doğru bir adım attı onun ardından hızla "Hünkarım?" dedim.

Bana merakla dönüp "Efendim? " diyerek tek kaşını kaldırdı.

"Kız ne olacak? Kimi kimsesi yokmuş." dedim hüzünle. Kaşları çatıldı ve düşünür gibi oldu "Bizimle saraya gelsin. Haremde eğitimini alır validem de gerekeni yapar." Anlayışına tebessüm ederek eğildim. O atına ilerlerken bende arabaya binip yerime geçtim. "Bizimle saraya geliyorsun Haremde eğitimini alacak orada kalacaksın ardından Valide sultanın vereceği karara göre ilerleyeceğiz."

"Teşekkür ederim."

Harem sanıldığı gibi padişahın zevki için olan bir yer değildi aksine orası kadınların, ister hünkarın kadını olsun ister olmasın eğitim aldığı yerdi. Çoğu cariye orada eğitim aldıktan sonra isteği ile enderun'dan biriyle evlenebilirdi. Haremde adab-ı muaşeret, yazma okuma, dikiş nakış, yemek yapma, raks etme, musiki, Osmanlı kültürü ve dinimiz öğretilirdi.

Mesela en ilginç bazı durumlardan şu var köleler Saraya sabah gelip akşam evlerine gidiyordu. Batının aksine Osmanlı'da özellikle saraydaki köleler maaş alıyordu. Haremde akıllıysan kendini güçlendirebilir her yönden gelişebilirdin.

At arabasının ani sarsılışı ile düşüncelerimden kurtuldum. Pencereden bakınca Topkapı sarayına olan girişlerden birini gördüm ne ara geldik? Saray bahçesinde İlerleyip harem girişine vardık. Arabadan inip Ahmed'in bekledim o da yanımıza geldiğinde kızla birlikte eğilip selam verdik.

"Hünkarım size ne kadar minnettar olduğumu anlatamam. Allah sizden razı olsun." dedi başı yerde. Ahmed sadece başını sallayıp "Allah hepimizden razı olsun." dedi ve bana bakıp gülümsedi ardından yanımızdan uzaklaştı.

Evet, ben şimdi ne yapacağım? "Hadi gel." deyip kapıya ilerledim o sırada pelerinimi çıkarttım. İçeri geçtiğimizde kalfaların olduğu odaya girdim burada haremin kağıt ve rapor işlerini yapıyorlardı gözüme yüz olarak tanıdığım Valide sultanın kalfalarından biri takıldığında yanına gittim.

Beni fark edince ayağa kalktı "Merhaba." deyip olan biteni anlattım yapılması gereken ne varsa yapmasını istedim tabi padişahın emri olduğunu tekrarladım. Kızı ona emanet edip taşlığa girdim hızla üst kata çıkıp Valide sultanın dairesine vardım. İçeri girmeden önce kapıdaki cariye içeriden bir kalfaya geldiğime dair haber verdi. O kalfada Lale hatuna iletti. Bir süre sonra kapılar bana açıldı bende içeri girdim valide sultanın büyük dairesinde ilerleyip koltukların olduğu bölgeye vardım ve eğilip ona selam verdim.

"Hoş geldin Hilal, gel şöyle otur." diyerek çaprazındaki koltuğu işaret etti. İki adımda oraya varıp oturdum. "Hoş buldum sultanım."

"Nasıl geçti bugün?" diye sorunca yutkundum.

"İlk önce imarethaneye gidip ihtiyaç sahiplerine yardımcı olduk. Hünkarımız orada ahalinin derdini dinledi. Ardından camiye gittim sadaka taşlarını doldurdum Sultan Ahmed'de civardaki insanlara yardım etti. Daha sonra yardıma muhtaç bir kızı kurtardık.. Yetişmeseydik kızın başına çok kötü şeyler gelebilirdi. Kızın kimi kimsesi yokmuş.. Görseniz pek genç kıyamadık hareme eğitim alması için getirdik tabi sizde uygun görürseniz Sultanım." Dediklerimi bir bir dinledi tarttı duygularını yansıttı.

"Münasiptir.. Eğitimini aldıktan sonra bakarız akıbeti ne olacak diye." Tebessüm ederek başımı eğdim.

"Başka bir şey oldu mu?" deyince düşündüm ama hiç bir şeyi atlamadığım anladım. Sonra Ahmed ile olan konuşmamız yankılandı kulaklarımda. Kalbim yine aynı heyecan ile atmaya başladı. "Olmadı sultanım."

"Ala."

Bir süre sessizlik hakim sürdü dairede ardından Valide sultan konuştu "Lale? Gül şerbetinden getirin bize." Kapıdaki kalfa selam verip dışarı çıktı.

"Valide sultanım.. Dilrubah Sultanı ziyarete gittiniz mi?"

"Ah hiç sorma.. Bir türlü gidemedim. Kızım anne oldu ben onun yanında değilim.."

Hüzünlenmişti.. Kapı açılınca içeri cariyeler girdi ve önce sultana ardından bana şerbet ikram ettiler.

Kokusu çok güzeldi eminim tadı da öyledir. Merakla bir kaç yudum aldım. Beğeni ile valideye baktım o da tadından memnun gözüküyordu. "Çok güzelmiş validem."

"Hususi güllerle yapıldı lezzeti oradan." diyerek gülmeye başladı gülmesine bende eşlik ederken birden kapı ağasının seslenişi yankılandı.

"Destur! Sultan Ahmed Han hazretleri!" koridordan gelen ani sesleniş ile irkildim ve otomatik olarak ayağa kalktım Valide sultan olduğu gibi duruyordu. Kapılar açıldı ve içeri tüm heybetiyle Ahmed girdi onun görüş açısına girince eğilip selam verdim. Valide sultan yavaş yavaş kalkıp evladına yaklaştı ve elini uzattı. Ahmed elini tutup öptü ve alnına koydu. "Aslan parçam! Hoş geldin."

"Hoş buldum validem sıhhatiniz nasıl?"

"Daha iyiyim ama Dilrubahımı görmemek içimi sıkıyor Ahmed.."

"Bende onun için geldim validem Mehmet paşa bizi akşam yemeğine davet etti."

Bunun üzerine Sultanın yüzünde güller açtı. "Allah'tan başka bir şey dileseydim kabul olacakmış meğer gördün mü Hilal. Gidelim aslanım hatta hemen şimdi!"

Bunun üzerine Ahmed gülerek "Tamam validem siz nasıl isterseniz." dedi bakışları bana takılınca gülüşü genişledi ardından "Hilal hatun da bize eşlik etsin. Hazır olduğunuzda çıkarız." diyerek buradan uzaklaştı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top