48. Bölüm
Hasta olan yazarınıza bir geçmiş olsun alırımı ehehe. Yatakta yorgunluktan yarı açık gözlerim ile yazdım umarım beğenirsiniz. Keyifli okumalar.
-
"Kimsesizliklerle doğan güneşler gibiydik, bir beklentimiz yoktu.
Varlığımız ile yokluğumuz birdi, hayat bizi unutmuştu.
Kader nehrinde sonumuzu bilmeden sürükleniyorduk, hoş bilsek neye yarar şimdiyi yaşamadıktan sonra."
Anlık bir ilham ile aklımda dolaşan cümleleri kaleme alırken en son seslice onları yanımda oturup nakış işleyen Melikeye okudum. "Sence nasıl?" diye en son mırıldandığımda buruk bir gülümseme ile elindeki işi bıraktı.
"Hüzünlü mü desem yoksa gerçeklerin bıraktığı düşünme arzusu mu? Belki birkaç defa okursam daha farklı anlamlar çıkarabilirim sultanım lakin ilk hissiyatım bunlar."
Melikenin fikirlerini dinlerken istediğim etkiyi bıraktığım için gülümsüyordum. "Tam da bunları dile getirmek istedim." diyerek elimdeki kalemi bırakınca Melike gülümsedi.
İkimiz de yarım bıraktığımız nakışlara dönerken yan gözle Melikeyi izlemeye başladım ama çaktırmadan mendili işlemeye de devam ediyordum. Dalgındı ama tam ne düşündüğünü kestiremiyordum. Dakikalar boyu bu böyle devam ederken en sonunda dayanamayıp yarım bırakılmaktan sıkılan mendili kenara bıraktım.
"Manisa'dan döndüğümüzden beri halin tavrın değişti Melike iyi misin?" ani sorum ile yerinden sıçrayan Melike bana bakıp gülümsedi. "Bir hatam olduysa affedin sultanım." dediğinde göz devirip ona doğru yaklaştım. "Saçmalama da anlat neyin var? Hüseyin mi bir şey yaptı? Bak o pek bilmez hatunlara nasıl davranılır eğer garip davranıyorsa bundandır."
"Yok sultanım o bir şey yapmadı.. Benim derdim başka."
"E anlat madem derman olayım derdine?" demem ile gülümsedi ve o kızaran yanakları ile bana baktı. "Sultanım azat edildikten sonra her şey bir garip gelmeye başladı bana.. Evet maaşlı bir şekilde yine sizin yanınızda yaptığım işi yapıyorum lakin artık haremin bir parçası değilim. Ben kendimi bildim bileli bu sarayda çalışıyorum başka bir hayat bilmezdim ama şimdi hayatın kapıları aralandı bana adeta."
Melikenin ellerini avuçlarım arasına alırken anlayışla gülümsedim. "Alışacaksın Melike.." Ben daha lafımı bitirmeden dairemin kapısı çalınca bakışlarımı o tarafa verdim. "Gel." Kısa süre sonra kapılar açılınca içeri Hünkar kalfası girdi yani en rütbeli kalfa. Onu sadece Valide sultanın yanında bir de diğer kalfa ve cariyelere nutuk çekerken görüyordum. 'Hayırdır inşallah.' diye düşünürken kalfa karşıma geçip eğildi ardından gülümseyerek lafa girdi.
"Sultanım, Valide sultanımız sizleri Dilrubah sultanın sarayında beklerler akşam yemeğini orada yenileceğini haber buyurdular. Hünkarımız Sultan Ahmed Han sizinle beraber yola çıkacak." Nereden çıktı bu diye düşünürken gülümseyerek başımı salladım. "Tamam ben hazırlanıp çıkacağım sen çekilebilirsin." dediğimde kalfa eğilip selam verdi ve yeniden geldiği gibi yavaş adımlar ile daireden çıktı.
Nefesimi bırakıp Melikeye döndüğümde elini tuttum. "Bu konu yarıda kalmayacak münasip bir vakitte yeniden konuşalım tamam mı?"
"Peki.."
Yerimden kalkarken gözlerimin önünün kararması ile duraksayıp bir nevi görüş açımın düzelmesini bekledim. Bir kaç saniyelik bu kesinti ile demir eksikliğimin olduğunu anlarken yoluma devam edip dolabıma ilerledim. Kaftanlar arasında bakışlarımı gezdirirken içime sinen zümrüt yeşili kaftanı ardından kaftandan bir tık renk olarak daha açık olan dantelli uzun yeleği alıp paravanın ardına geçtim ve üzerimi giyindim. Başıma yeşil bir tül seçerken altın takılarımı taktım. Belime kemer olarak altın kemer aksesuarını taktıktan sonra başımdaki zümrüt taşlı tacı düzeltip açık saçlarımı parmaklarım ile tarayıp geriye attım. En son hazır olunca belime hanedan hançerini takıp Melikeye iyi akşamlar diledim ve emrime alınan yeni cariyelerim ile beraber avluya doğru ilerlemeye başladım.
Dakikalar sonra Harem binasından çıkınca konvoy şeklinde bekleyen at arabası ve askerler görüş açıma girdi. "Destur!" kapı ağasının sesi yükselirken alandaki hadım olan ağalar dışında tüm erkekler arkasını dönüp selam verdi. Yine Ahmed'ten erken geldiğimi fark ederken hani kadınlar daha geç hazırlanırdı polemiğini iç dünyamda yaşamaya başladım.
Dakikalar sonra kulaklarımızı dolduran sesleniş ile herkes selam verdi. "Destur, Sultan Ahmed Han Hazretleri!" Güçlü ve bir o kadar ihtişamlı adımları ile yaklaşan Ahmedi izlerken ilk gördüğüm günkü gibi o hayranlığı yaşadım. Kudretli, merhametli, zeki padişah. Osmanlının yükselişinde büyük payı olan, Avrupa haritasında derin izler bırakan yüzyıllar boyu gücü konuşulan padişah.
Peki o padişahın senin nikahlı kocan olması? Hadi yine iyisin. İç sesimin görmesem de kesin 32 diş sırıtarak söyledikleri ile istemsizce güldüm. Evet benim kocam. Ay yine bende kayışlar kopuyor galiba. Olaya kim el atmak ister? Ahmed, aşkım hadi beni bu saçmalıktan çıkar.
"Bu ne güzellik sultanım güneşi kıskandırıp küstürmek mi niyetin?" Hiç beklemediğim iltifatı ile sesli bir kıkırtı dudaklarımdan firar ederken Ahmed gülen gözleri ile gülüşümü seyretmeye başladı. "Çok güzelsin ve daha güzeli ne biliyor musun?"
"Ne?" derken bana yaklaştı ve belimi sarıp sarmaladı. "Benim olman." kulağıma fısıldaması ile yanaklarım kızarırken dudaklarını şakağımda hissettim.
"Ahmed beni kendine nasıl daha fazla aşık edebiliyorsun? Kalbimde senden başkasına yer kalmadı benim.."
"Son nefesime kadar seni her gün daha çok seveceğim sevgilim." Kalbimi yerinden çıkaracak gibi attırıp elimi tuttu ve diğer eli ile hanedan arabasını işaret etti. Yardımı ile içeri girip koltuğa oturduğumda ardımdan Ahmed girdi ve karşıma oturdu.
"Ne güzel uzun zaman sonra hep beraber olacağız. Dilrubahın çocuklarını da çok özledim nasıl da hızlı büyüyorlar bir görsen.." ikizler aklıma gelince anında içim sıcacık olmuş yüzümde güller açmıştı. "O lokum yanaklarını ısırmamak için kendimi zor tutuyorum her defasında!"
"Bende." Ahmed iç çekerek yüzüme bakınca istemsizce ellerimi yanaklarıma götürdüm.
"Deme öyle kalbime iniyor sonra." demem ile Ahmed gülmeye başladı. "Seni kast ettiğimi kim söyledi?"
"Hah! Gözleriniz hünkarım, gözleriniz söyledi." bilmiş bir tavırla cevap verince Ahmed keyifle gülüp bana doğru eğilip belimden tuttu ve küçük arabada beni havada kaldırıp kucağına çekti. "Ahmed ne yapıyorsun!" diye isyan edince o bana daha sıkı sarılıp yanağımdan öptü. "Hatun beni deli ediyorsun.." Ay deme öyle arabadayız!
"Ahmed birazdan varmış olacağız zaten dur bir gören olacak!" ama dinleyen kim? Dudakları bu sefer dudaklarımı bulunca hiç itiraz etmeyip dalgalarına teslim oldum. Dudaklarımız özlemle birbirini öperken bu masum dokunuşlar birden tutkuya dönüştü. Öptükçe insanın daha çok öpesi geliyordu bu dudakları yahu!
Ellerim usulca sakallarında yol bulurken yerimde kıpırdanıp ona daha çok sokuldum. Dakikalar boyu nefessiz kalarak birbirimizi öperken en sonunda arabanın durması ile isteksizce ondan uzaklaştım. Ahmed'in büyüyen göz bebekleri ile beraber denizleri koyulaşmış adeta duygularını yansıtıyordu. Beni dikkatlice yanına bırakırken başımdaki örtüyü düzeltmemde yardımcı oldu. En sonunda ikimiz de hazır olunca Ahmed kapıyı açıp arabadan indi ardından kenarda durup bana elini uzattı. Yardımı ile basamakları inip yere ayak basınca bir an yer sanki ayaklarımın altından kaydı.
Ahmed'in elini daha sıkı tutarken o hızla diğer eli ile belimi tuttu. "Hilal iyi misin?" endişesi buram buram hissedilirken derin bir nefes aldım. Bunun üzerine midemin bulanması ile kendimi kastım. Bir kaç saniyelik duraksamanın ardından başımı olumlu anlamda salladım. "Arabadan birden inince alışamadım galiba." diye anlamsız bir cümle kurduğumda kısık gözlerimin arasından ona baktım.
"Bir hekim görsün seni istersen?"
"Yok ciddi bir şey yok Ahmed, hem olsa ben derim sana." diyerek onu sakinleştirince emin olmak ister gibi gözlerimin içine baktı ardından başını olumlu anlamda salladı. Kendimi iyi hissettiğim için ondan uzaklaşıp elini tuttum ve beraber saraya ilerledik. Kafamda dolaşan bin bir türlü şeyler beni meşgul ederken içimdeki ses bana 'Yoksa?' diye diye aklıma kurt düşürmüştü.
"Destur, Sultan Ahmed Han Hazretleri!" sarayın içerisinde yankılanan seslenişin ardından kendimizi salonda bulduk. Valide sultan hariç herkes ayağa kalkmış selam verirken biz usulca içeri girmiştik. Valide sultana yaklaştığımızda ellerimi önümde asil bir hareketle birleştirip eğilip selam verdim. Ahmed validesinin elini öptükten sonra gülümseyerek kardeşine döndü.
Dilrubahı alnından öptükten sonra kucağındaki Aysima sultanın yanağını okşadı. "Hünkarım hoş geldiniz, sefalar getirdiniz."
"Hoş bulduk kardeşim, nasılsınız?" Ahmed, paşa ile Dilrubaha bakıp konuştuğunda ikisi gülümseyerek birbirine baktı. "Sağlığınıza duacıyız sultanım." Mehmet paşanın cevabının ardından ufak bir baş hareketi oldu.
"Mustafa nerede sultanım?" Dilrubaha merakla oğlunu sorduğumda bakışları ile üst katı işaret etti. "Uyuyor, getirmeye kıyamadım."
"Ama bakıyorum da Aysima dayısını hiç kaçırmıyor! Her defasında uyanık bu kız!" Ahmed gülerek bize eşlik edince Aysima'yı kucağına aldı. Küçük elleri Ahmed'in gür sakallarında dolaşırken iç çektim. O an bakışlarım valideye kayarken onun da aynı hayale kapıldığını gördüm. "Sizi bir ayrı seviyor ağabey." dedi Dilrubah sırıtarak. Kız çocukların dayılara her zaman bir ilgisi olduğu doğruydu hele ki genç ve Ahmed kadar iç ısıtan bir gülüşü varsa..
"Rabbim en kısa zamanda size de evlatlarınızı sağlıkla kucağınıza almayı nasip eylesin." Valide sultanın gülerek bize bakarak ettiği duanın ardından Ahmed ile aynı anda 'amin' dedik.
"Hünkarım buyurun sofra hazır olana kadar oturalım." Mehmet paşanın teklifi ile Ahmed onunla Valide sultanın oturduğu sedirlere ilerledi. "Ben bir Mustafa'ya bakayım." Dilrubah oturduğu yerden kalkınca bende ona eşlik ettim. "Bende geleyim seninle." Diyerek selam verdim ve salondan Dilrubah ile çıktım.
Dilrubah ile sarayının merdivenlerini çıkarken içimi kemiren düşünceyi ona anlatmaya karar verdim. Bir haftadır gecikmem vardı üstüne halsizliklerim derken bugün ardı ardına baş dönmesi yaşayınca yapboz parçaları birleşmişti.
"Dilrubah sana bir şey demem lazım." titreyen sesimi duyan Dilrubah çatılan kaşları ile bana baktı. O sırada odaya girdiğimizde cariyeye işaret verip odadan çıkardı ve yalnız kaldık. "Hayırdır inşallah?"
"Onu bana sen diyeceksin." dediğimde ciddileşmiş beni anlamaya çalışıyordu. Titreyen ellerimi tutup beşiğe doğru ilerledim. "Çatlatmasana insanı Hilal söyle artık!" Dilrubah'ın kotasını da doldurunca kendimi tutmayı bıraktım.
"Ben gebe olabilirim." o an Dilrubah çığlık atacakken yaşadığı şok ile içine nefes alınca çığlığı kendinde saklı kaldı. Fal taşı gibi açılmış gözleri ile koşarak yanıma geldi ve kollarımdan tuttu. "Sen ciddi misin!"
"Emin değilim daha hekime gitmedim ama belirtilere göre öyleyim." dediğimde dolan gözleri ile kahkaha atmaya başladı. "Hala oluyorum!"
"Ay dur bağırma duyacaklar!"
"Daha söylemedin doğru.. Kesinleşip söyleyeceksin yani?"
"Evet öbür türlü daha kötü üzülürüz."
Dilrubah ile yerdeki minderlere oturduğumuzda Mustafa'nın hala uyuduğunu gördük. "Validemi hayal dahi edemiyorum kesin sevinçten sarayı inletecek!" Dilrubah heyecanla konuşunca güldüm ama aynı zamanda gerilmeye başladım. "Dilrubah ben biraz korkuyorum.." itiraf etmem ile anlayışla gülümsedi.
"Bu gayet doğal Hilal, bende öyleydim. Bu çok başka bir şey yani her gün başına gelecek bir durum değil ki? İnsan tabii korkar, endişelenir hatta bazen hissiz kalır çünkü ilk olduğu için ne yapacağını bilemez. Ama merak etme senin arkanda biz varız bu yolda yalnız olmayacaksın."
En sonunda bana sıkıca sarılınca titreyen alt dudağım ile kendimi ağlama eşiğinde buldum. Ayy zaten fazla duygusal bir insandım şimdi hormonlar ile daha da manyak bir şey olacaktım galiba.
"Mustafa, anneciğim?" Dilrubah'ın seslenmesini duyunca ondan ayrıldım ve beşikte uykusundan yeni uyanmış Mustafa'ya baktım.
"Ayy seni verene kurban olurum ben!" Dilrubah kendinden geçerek yavrusunu bağrına basınca gülmeden edemedim. Çocuğun daha bilinci açılmamışken neredeyim ben bakışları atarak esniyordu. Bundanım olsun. Evet, evet bundan istiyorum Allahım lütfen..
"Bak sana arkadaş geliyor." Dilrubah Mustafa'ya karnımı gösterirken o daha uykulu gözleri ile dalıp gidiyordu. "Çok uyudun Mustafa sonra gece uyku bırakmıyorsun insanda uyan hadi hem bak aşağıda kimler var." laf cambazlığı ile uykusu olan çocuğu uyandıran Dilrubaha alkış. Mustafa kendi kendine 'güğüldenip' benim kucağıma gelmeye çalışınca büyük bir keyifle onu kucağıma aldım. Kokusunu içime çekip boynunu öpünce sesli bir şekilde güldü. Ben bunu yerim tutmayın beni!
"Hadi bizde inelim artık fazla kaldık zaten merak ederler."
"Tamam sakın ama bak ağzından kaçırma." diyerek ayağa kalkıp Mustafa'yı daha sıkı sardım.
"Aşk olsun ben öyle bir insan mıyım?" diyen Dilrubaha gülüp onunla aşağı indim. Salona girdiğimizde sonunda yer sofraları hazır olmuştu. Üçgen misali dizilmiş daire tepsilerin çevresine hep beraber geçtiğimizde Mustafa anında Ahmed'in kucağına gitmek isteyince burun kıvırıp bende Aysima'yı aldım. "Bu kadar çabuk benden vaz geçtiğine inanamıyorum Mustafa!" diyerek bebeğe trip attığımda bana gülerek baktı. Ahmed keyifle bu halime gülünce bende gülümsedim.
Keyifli sohbetlerin arasında yemeğimizi yemiş sofradan kalkmıştık. Şimdi ise sarayın bahçesinde bulunan çardakta oturuyorduk. Hava kararmıştı çoktan ve saat epey geç olmuştu.
"Hünkarım sizin en sevdiğiniz tatlıyı yaptırdım." Dilrubah'ın cümlesinin ardından ben gülerek "Saray kadayıfı!" dediğimde Ahmed hayranlıkla gözlerimin içine baktı. "Sen nereden biliyorsun?" Bu soruyu sormamış var sayıyorum aşkım tabii bileceğim senin hayatının geçtiği kitapları ben ezbere biliyorum.
"Zevceniz değil miyim sultanım?" dedim gülümseyerek. Ahmed yüzüne çok yakışan gülüşü ile elimi tutunca daha geniş güldüm.
Dilrubah arkasındaki cariyeye baş hareketi ile tatlıları istediğini işaret etti. Bir yandan önümüze ilkbahar meyveleri diğer yandan kuruyemişler koyuluyordu. Soğuk şerbetlerle beraber gelen tatlılar ile neredeyse ağzımın suyu aktı ki kendimi zor tuttum.
Tabakta gördüğüm erikler ile anında o ekşi tadı hissedince iştahla bir tane aldım. Daha ısırmadan içim bir hoş olurken Dilrubah sırıtarak bana bakıyordu. Ona 'Ne var?' der gibi bakarken o elimdeki eriği işaret etti. Ne demek istediğini anlamazken ona gülümseyip kasede olan çileklere uzandım. Tatlı mı tatlı olan çilekleri durmaksızın ağzıma atarken katkı maddesiz ve tarım ilaçsız olan meyve ve sebzelerin tadını çıkarıyordum buraya geldiğimden beri.
Çilekleri bitirdiğimde Dilrubah bana dehşetle bakıyordu. Ay ne oldu yine buna? Ondan daha fazla yedim diye gücenmedi ya? Sessizce ona yaklaşıp kulağına fısıldadım. "Bir şey mi oldu?" dedim artık dayanmayarak. Dilrubah başını iki yana sallayıp devam et der gibi önüme tatlıyı çekti.
"Afiyet olsun."
Normalde de bu kadar yediğim için o an pek farklı gelmemişti kimseye halim ama Dilrubah bu iştahı kendisinde de yaşadığı için bana munzurca gülüyordu. Ahmed, Mehmet paşaya bir şeyler anlatırken aynı zamanda masanın altından elimi tutuyor avucumun içini okşuyordu. Bu yaptığı içimi bir hoş ederken bedenim alev alıyor dermanı kalmıyordu. Parmaklarıma kenetlenen parmaklarının ardından elini daha sıkı tuttum.
Zaman su gibi akıp gitmiş farkında olmadan gecenin ilerleyen saatleri olmuştu. "Hünkar ağabeyim, Validem lütfen bu gece sizi ağırlamama izin verin baya geç oldu hem." Dilrubahın teklifi ile üçümüz bakışırken en sonunda Validemiz onayladı. Böylelikle birbirimize iyi geceler dileklerini iletip saraydaki kalacağımız odalara geçtik.
Ahmed ile odada yalnız kaldığımızda yatağız üzerinde bulunan geceliklere ilerledim. Ahmed ve benim için ayrı olarak koyulmuştu. Uzun, ince askılı, beyaz geceliği elime alıp giyinmek için yatağa serdiğimde Ahmed belime sarıldı. Sıcak dokunuşları ile başımı anında geriye yasladığımda dudaklarını boynumda hissettim. Parmakları elbisemin iplerini çözerken tek tek kaftanları çıkarıp bedenimden azat etti.
En sonunda geceliğe uzandığında elini tutup durdurdum ve ona dönüp dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Çıplak tenime sarılan kolları ile yatağa ilerlediğimizde saniyeler içerisinde onun üzerindeki kıyafetleri de çıkarmıştık.
Dudakları boynumda buseler kondurup iz bırakır gibi yavaş yavaş gerdanıma ilerlerken elleri göğüslerim avuçları arasına aldı. Yatakta yay gibi gerilirken dokunuşları ihtirasla hızlandı ve her defasında beni titreten izler bırakarak bedenimi keşfe çıktı. Ellerimi saçlarına götürüp başını kendim bastırırken dakikaların belki de saatlerin içerisinde onlarca kez doruğa ulaştık.
Bir olan nefesler, bir olan ruhlar, bir olan bedenler.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top