47. Bölüm
Baharın sıcak esintisi ormanın mis kokusu ile beraber çevremde adeta dans ederken dudaklarımda bir gülümseme can buldu. Huzurla başımı göğe kaldırırken yaprakların arasından yüzüme değen güneş ışıklarına karşı gözlerimi kapattım. Kulaklarıma dolan kuş sesleri, biraz uzağımızda akan nehrin sesi, rüzgar ile yaprakların birbirine çarpışı ahenkle bir orkestrayı andırıyordu adeta.
Pudra pembesi kaftanımın eteklerinde hissettiğim hareketlilik ile bakışlarımı aşağı indirdim ve çevremde dolanan av köpeği ile karşılaştım. Yere çöküp ona elimi uzattığımda o koklayıp yaladı ve benim dost olduğumu anladı. Köpeği yemek ister gibi severken kendimi onu ısırmamak için zor tutuyordum. Çok güzeldi..
Düğün ve eğlencelerin üzerinden üç hafta geçmişti bahar ayının son günlerinde av vakti geldiği için Ahmed ile Manisaya gelmiştik hatta bizimle beraber Şah, Melike, Hüseyin ve Yavuz gelmişti her ne kadar beraber gelsek de Ahmed ile yalnız kalmayı tercih ediyorduk. Akşamları ise yemeklerde beraber oturuyor sohbetler ederek vakit geçiriyorduk. Sabahları Ahmed ile Yavuz av bölgesine giderken biz Şahla Manisa sarayında vakit geçiriyor beraber yürüyüşler yapıyor hatta ata biniyorduk.
Günler toz pembe geçiyordu hayatımın en huzurlu günleri bile diyebilirim. Şimdi ise Ahmed ile ormana yürüyüşe çıkmıştık. Her ne kadar o biraz gecikse de ben erken gelmiş çadırın kurulduğu alanda bekliyordum.
"Adın ne senin?" cevap beklercesine köpeğe bakarken başındaki asker eğilip cevapladı. "Kartal, sultanım." Gülmemi tutamayıp kıkırdadığımda ciddi olup olmadığına baktım. "Neden Kartal?"
"Gözleri bir kartal kadar keskindir sultanım. Bakmayın böyle oyunbaz durduğuna, iş başında olunca avına odaklanan bir kartala dönüşür."
Askere bakarak başımı salladığımda bu afacan Kartal ayaklarımın dibinde şebeklik yapıyordu. "Çok tatlısın ama sen! Demek sen Osmanlı kopayı'sın."
"Destur, Sultan Ahmed Han Hazretleri!" Uzaktan yükselen sesleniş ile yerimden kalkarken herkes duruşunu düzeltti. İleriden atla gelen Ahmedi görünce gülümsedim. Atından inip dizginlerini yanındaki ağaya verip bana doğru yaklaşmaya başladı. Dizlerimi hafifçe kırıp ona selam verdiğimde gözleri gözlerimde takılı kaldı. "Sultanım, seni çok bekletmedim umarım, bağışla beni bir kaç devlet işi halletmem icap etti."
"Haşa hünkarım hem ben siz gelene kadar Kartal ile güzel vakit geçirdim." Ahmed'in kaşları hafifçe çatılırken gözleri uzağımızda kalan askerde takılı kaldı. "Bak bu av köpeğinin adı Kartalmış! Gözleri bir kartal kadar keskinmiş meğer." Ona heyecanla köpeği işaret ettiğimde bakışları şaşkınlık ile köpeği buldu ardından rahatladı. Kıskandın mı yahu sen? Hem de yanlış anlayıp? Vallahi çekeceğim var senden. Ahmed eğilip Kartalı sevmeye başlayınca bende yere çöküp kafasını okşadım.
"Her canlı sevgiye muhtaç..." Ahmed dalgın bakışları ile mırıldanınca gülümseyip çevreme baktım. Kimse bize bakmıyordu. Bunu fırsat bilip dudaklarımı Ahmed yanağına bastırdığımda o gülümseyerek bana döndü. "Seni çok seviyorum." içime kaçan sesim ile söyledikleri ilk günkü heyecanı taşırken Ahmed genişçe gülmeye devam etti ve dudaklarıma bir buse kondurdu. "Bende seni seviyorum."
Bir süre daha köpek ile oynadıktan sonra beraber yürümeye başladık. Uzak çevremizde yürüyen askerler dışında kimse yoktu. "Bugün nasıl geçti, neler yaptın?" Ahmed'in sorusu ile bakışlarımı yerden çektim. "Her zamanki gibi güzel, sabah Şah ile terasta kahvaltı yaptık ardından sarayın çevresinde dolaştık ya sen?"
"Benimde aynı paşalar ile toplandıktan sonra av derken anca yetiştim." deyip elimi tuttu.
"Bir kaç güne yola koyuluruz Hilal hazırlığınızı yapın."
"Ne çabuk geçti ya bu sefer kısa oldu sanki? Geçen sene baya uzun durmuştuk."
"Haklısın ama payitahta beni bekleyen bir çok iş var onları vakit kaybetmeden halletmeliyim. Hem sana söz işlerimi hallettikten sonra beraber Edirneye gideceğiz."
"Aldım sözünü."
"Yarın benimle ok atmak ister misin? Uzun zaman oldu kapışmayalı." Ahmed'in keyifli sorusu ile bende gülümsedim. "Olur lakin ata da binelim."
"Tamam, sultanım istese olmaz mı?"
"Tarih kitaplarına resmen Hilal sultan adı yazılıyor yahu inanılır gibi değil!" coşkuyla konuşunca kendime gelip sesimi alçalttım. "Ay bir an kendime mukayet olamadım."
"Olma Hilalim, içinden geldiği gibi davran. Kim ne karışır, bugüne bugün Padişahın nikahlı karısısın." Ahmed bana eşlik edip sırıtarak göz kırpınca kendimi dizginlemeyi bırakıp gülmeye başladım. "Buna alışmam zaman alacak galiba Ahmed. Yani olur şey değil çünkü kendimi bu yüzden fazla şanslı hissediyorum."
"Demek ki zamanında topladığım dört yapraklı yoncaların birikmiş şansı sayesinde.." diye devam ettiğimde Ahmed hayranlıkla bana bakmaya devam ediyordu. "Dört yapraklı yonca şans mı getiriyormuş?"
"Aslında bu bir batıl inanç, yazılı olarak ilk ortaya bundan yaklaşık 300 yıl sonra 1877 de Amerika kıtasında küçük bir kızın bir dergiye yazdığı bir yazıda geçiyor, ama tabii ondan önce de sadece rivayetler vardı. Dergi ne diye sorarsan bazı eğlence, bilgi gibi konuların kağıtlara konu olarak yazıldığı bir kitap gibi düşün."
Ahmed beni ilgiyle dinlerken biz fazlasıyla uzaklaşmıştık. Ben anlattıkça anlattım o ise ilgiyle dinleyip sorular sordu. Patikada yürümeye devam ederek ormanın bir kısmını gezdik. Daha sonra yeniden geldiğimiz yere dönüp çadırda oturup dinlendik. Bir şeyler atıştırdıktan sonra saraya dönmeye karar verip ben at arabasına Ahmed atına binerek sarayın yolunu tuttuk. Yarım saatlik yolun ardından akşam üstü olmuştu. Sarayın avlusunda bizi karşılayan saray halkı saygılarını gösterirken bir çok bakış bize hayranlıkla bakıyordu.
"Akşam yemeğini terasta yiyeceğiz, Şah hatun ile Yavuz çelebiye haber gönderin." Ahmed yanındaki ağaya verdiği emirden sonra ağa selam verip yanımızdan uzaklaştı. Aklıma gelen Melike ile başımı geriye çevirince at arabasının yanında Hüseyin ile yan yana durduklarını fark ettim. Öyle ki Melikenin başı eğik olmasına rağmen kızarmış yanakları buradan gözüküyordu. Hüseyin ise gülüşünü sakladığı bir yüz ifadesi ile ona yandan bakıyordu. Ay yerim ben bunları!
"Bir düğün daha mı geliyor yoksa?" Ahmed'in iğneleyici ses tonu ile başımı hızla ona çevirince sırıtan yüz ifadesi ile karşılaştım. Şaşkınlıkla dudaklarım aralanırken o gülümseyerek yüzüme baktı. "Sen nasıl?" dedikten sonra ona zaman tanımadan kafamda nasıl anladığını düşündüm. Zamanında Melikeyi azat etmek istediğimi söylemiştim..
"Ahmed sen de saman altından su yürütüyorsun yahu!" sinsice ona bakınca dudakları daha çok gülümsedi. "Şaşırınca çok tatlı oluyorsun."
İltifatı ile kan yanaklarımı boylayınca istemsizce başımı eğdim. Ahmed gülerek çenemi tutup kaldırdı ve karşıma geçti. "Hele utanınca al al olan yanakların yok mu? Onlar kalbimi deli gibi hızlandırıyor." Yıldızlar gibi parlayan gözleri sanki ne düşündüğümü görebiliyormuş gibi derin derin gözlerime bakarken bende hülyalı bir hal alıp denizlerine daldım.
Saray girişinde yaşadığımız bu güzel an anılarıma kazınırken eli elimi tuttu ve beraber saraya girdik.
Bir sene önce geçtiğim koridorlardan yeniden geçerken içimi sıcacık bir duygu sarmıştı. Sanki bir kış gecesi battaniyeme sarılıp eski fotoğraflara bakıyor duygu karmaşası yaşayıp gülerken ağlıyordum. Bu tam olarak yaşadığım bir durumdu. Tipe bak deyip çocukluğumla dalga geçtikten sonra fazla gülmekten sinirlerim bozulur ağlardım. Zira insan daha dün gibi yaşadığı şeylerin üzerinden yıllar geçtiğini ve asla o zamana dönemeyeceğini anladığında duvara toslardı. Hayatın yavaş yavaş ama senin farkına varamayacağın bir hızda akıp gitmesi ve bir gün bitiş çizgisine geldiğinde geçmişe şöyle bir bakış atman çok yakındı.
Ben geçmişte takılı kalırdım, geleceğe umudum olmadan. Ben yaşanmamışlıklar ile ağlarken yaşanabilecekleri elimin tersi ile itmiş bu anlamı olmayan acıma sadık kalmıştım. İmkansız bir aşka kapılmak onu düşlemek, özlemek, sevmek, uğruna hayatını feda etmek... Ben bu aşkı hak ediyordum. Zira onu kazanmak ve sahip olmak için bir çok fedakarlık yapmıştım.
Her seçimin sonucu gibi bunun da zor sonuçları vardı. Geride bıraktığım bir ailem vardı. Orada neler oluyordu bilmiyordu ve galiba hiç bir zaman bilemeyecektim. Belki de bilmek bile istemiyordum... Çünkü bilirsem canım daha çok yanar, aklım orada daha çok kalırdı.
-
"Ciddi ciddi sizi evlendiriyor muyuz yani!? Hadi canım!" Bilmem kaçıncı defa heyecanıma yenik düşüp aynı cümleyi kurunca Şah bana gülerek başını 'Yeter artık.' der gibi yana eğdi. Onun ağırbaşlılığına nazaran Yavuz 32 diş sırıtmaya devam ederek bana sevinci ile eşlik ediyordu.
Sofrada en sonunda Melike ile Hüseyin de bize eşlik edince sıradaki konunun onlara geleceğini fark eden Melike kızarmış yok olmak üzere kendini oturduğu yerde yok ediyordu. Onun gözünden bakınca 'Koskoca padişahın sofrasına oturdum bir de sevdiğim adamın yanına!' düşüncesi aklımda dönerdi. Bir bir ilk di onun için.
Ahmed benim tepkilerimi gülümseyerek izlerken parmakları gümüş sini tepsinin altında parmaklarıma dolanmıştı.
"Bu yaz yaparız artık düğünü değil mi Yavuz?" Ahmed diğer elini yanındaki Yavuzun omuzuna koyunca genç adam oturduğu yerde dikleşip Şahın gözlerine ardından Ahmede baktı. "Allah'ın izniyle sultanım."
Yeni gelin olan ben peşimden iki çifti daha çekiyordum bu yola. Ben yandıysam sizde yanın, bekarlık sultanlıktır. İçimde bir başka insan vardı sanki. Bu iç ses ile arada değil çoğunlukla fikir ayrılıklarına düşerdik.
"Sonra da sıra size geliyor değil mi Hüseyin?" Ahmed keyiften dört köşe bir sırıtma ile ortaya bombayı atınca su içen Melike morarmaya başladı. İçtiği su boğazında kalırken onun sırtına vurmaya başladım. "Ay Ahmed hala öğrenemedin şu işi, yavaş yavaş söyle demedim mi ben sana? Melike iyi misin?" Ben Ahmedi azarlarken o sırıtarak ağzına fındık atıp Hüseyin'e de attı. O an gözlerim Hüseyin'i bulurken dağ gibi adamanın devrelerinin yandığına şahit oldum. Ay gitti dalyan gibi çocuk!
"Aaa bu tam benim kayıktaki halim!" Yavuz kahkaha atarak Hüseyin'i işaret ederken Şaha hala o gündeymiş gibi başını eğiyordu. Ahmed galiba insanları dehşete düşürmeyi hobi edinmişti şu hale bak ilk Yavuz ile Şah şimdi Hüseyin ile Melike! Her defasında beni de şaşkına çeviriyordu ya.
Melikeyi zoraki kendine getirdiğimde yandan uzanarak Hüseyin'i omuzundan dürtükledim. Anca kendine gelince sesini düzeltip başını salladı. "Hayırlısı hünkarım." Ondan da geri dönüş tepkisi alınca kendimi geri yerime bırakıp Ahmed'e döndüm. "Beni bile şaşkına çeviriyorsun ya Ahmed bayılıyorum bu yanına!" hayranlıkla kocama bakarken o gülümseyerek elimi tuttu.
Yeni evli çiftlerin tatlı hallerini izleyen iki çift bize dehşetle bakarken ben onlara daha çok gülümsedim. "Allah ağzınızın tadını bozmasın." diye konuşan Yavuza daha çok gülümseyip olmayan gamzelerimi ortaya çıkarttım. "Amin, hepimizin!"
-
Gece ay ile kavuşurken biz Ahmed ile dairemize çekilmiş yatmak için hazırlanıyorduk. Beyaz ipek uzun geceliğim ile odada süzülürken Ahmed kahverengi gece takımı ile yanıma geldi. Kolları belimi sararken dudaklarını saçlarımın üstüne bastırdı. Derin bir nefes aldığını hissederken bende kollarımı boynuna sardım. "Ahmedim.." diyerek kollarımı sıkılaştırınca o munzurca gülümseyip başını geriye attı ve kedi gibi mırıldandı.
Yüzümde geniş bir gülümseme yer edinirken parmak uçlarımda yükselip dudaklarımızı birleştirdim. Belimdeki kolları sıkılaşırken dudakları ihtirasla dudaklarımı esir aldı. Adımlarımız yavaş yavaş yatağa doğru ilerlerken içeride yanan bir kaç mum rüzgarın etkisi ile söndü.
Gece Ayına kavuşmuştu lakin bilmiyordu ki Güneşin ışığı sayesinde Gece Ay'ı görebilmişti.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top