46. Bölüm

Herkese merhaba! Bölüme hoş geldiniz. Baştan uyarmak istedim bölümün son kısmı yetişkin içerik içermektedir yaşı 18 den küçük olanlar ve rahatsız olacaklar okumasın. 2019 da başladığımız bu yolculuk sona yaklaşıyor, ama daha vaktimiz var. Keyifli okumalar, yıldızlarınızı ve yorumlarınızı benden eksik etmeyin!



Akşam olmuş hava serinleyince düğünün devamını taşlıkta sürdürmeye başlamıştık. Yemekler yenmiş tatlılar da peşinden gelmişti. Ama düğünün başından beri Dilrubah dans etme konusunda ısrarcıydı. Tabii bende bu konuda istekliydim ama onun kadar bunu dile getiremiyordum. 

Valide sultanın onayını alan Dilrubah saniyesinde ayağa fırlayıp zorla elimi tuttu ve gülerek beni ayağa kaldırdı ardından Şah'ın elini tuttu ve onunla beraber beni de sürükledi. Bizim ayaklandığımızı gören cariyeler de bize eşlik ederken bende hızla köşede halimize gülen Melike ile Lalezarı yanıma çektim. Onların şaşkın haline gülme sırası bana geçerken çalan yeni müzik ile kendi aramızda raks etmeye başladık. 

Melikenin gülmekten sakin kalamadığı her an onu daha çok güldürüp dans etmeye zorluyordum. Kızı resmen utançtan domates gibi kızartırken bundan büyük keyif alıyordum. Kızlar beni ortalarına almış dans ederken gözlerim taşlığın kapısında takılı kaldı. Ahmed köşede durmuş sırıtarak beni izliyordu. Alışık olmadığı bir halimi görmek onun hoşuna gitmişti belli ki. Gözlerinin içi gülerken kalabalığın arasından sıyrılıp ona doğru ilerledim. Taşlığın karanlık kısmında gizlenmişti arkasında bekleyen iki ağa haricinde kimse yoktu çevremizde.

"Sultanım." Gözlerimin içine bakarak bana seslendiğinde sanki her şey yavaşladı. Geçmişimizin bir anıları gözlerimin önünden geçmeye başladığında bir kez daha Allaha şükrettim. Şu fani dünyada karşılaştığımız o ilk günden itibaren bir çok şey değişmişti mesela zaman. Onu ilk gördüğüm zaman benim zamanımdı ardından bu yüzyıla yolculuk yaptım burada karşılaştık. Yüzyıllar geçmesine rağmen sevgimiz aynıydı. Belki de daha fazlası ile.

Bu evlilik ile sanki bir kitabın son sayfalarına gelmiş gibi hissediyordum. Oysa bizim için yeni bir hikaye yazılmaya başlanmıştı bile. Huzur dolu yıllar bizi bekliyordu. Geçmişteki çaresizliğim, gözyaşları arasında ettiğim dualar, sabır çekerek yoluma devam edişim hepsi orada kalmıştı. Bir daha geri dönmeyecek olmak da ağırdı.

Ben hep sınandım bu dünyada. Önce sevdiğim adam olmadan bir hayat ile sonra ailem olmadan bir hayat ile sınandım. İsyan edemezdim zira buraya gelmek benim seçimimdi o gün o satırları okurken gerçekten istemiştim ve bu gerçeği asla göz ardı edemezdim. Özlemimi de zamanında yaptığım gibi kalbime gömecektim ve filizlenmesine izin verecektim. 

"Hilal iyi misin? Daldın." Ahmed elimi tutarken gülümsedim ve iç çekerek başımı olumsuz anlamda salladım. "İyiyim, iyiyim de sen neden geldin buraya?"

"Zevcemi merak etmiş olamaz mıyım?" tatlı dili ile içimden ılık bir şeyler akarken 32 diş sırıtarak başımı yana yatırdım. "Yaa.." kedi gibi ses çıkardığımda Ahmed daha çok gülüp yanağımı okşadı. "Lakin görüyorum ki keyfin gayet yerinde." içerideki eğlenceyi kast ederek söyleyince kıkırdadım. "Bizim dönemimizde daha coşkulu olur düğünler ama buna da şükür Dilrubah sağ olsun oynadık biraz yoksa düğün boyu heykel gibi oturduğumuz yerde kalırdık yahu!"

"Hilal hiç güleceğim yoktu!" Ahmed halime kahkaha atarken ben ona düğünlerde yaptıklarımızı anlatmaya başladım. "Bizim zamanda önce çiftler düğün salonuna el ele girer sonra ilk danslarını yaparlar vals misali ardından diğer çiftler de onlara eşlik eder sonra oyun havaları şöyle anlatayım kadın erkek cümbür cemaat hep beraber dans ederiz ardından halay tabii bu kısımda toprağı olduğun kültürlerin farkları giriyor araya. Karadeniz'de horon, iç Anadolu da farklı. Hani sana bir keresinde oynayarak göstermiştim ya o şekilde. Sonra ise herkes kafasına göre o dönemin popüler müzikleri ile dans eder. Yani insanlar cidden kurtlarını dökmek için gelir düğünlere." Bir an kendimi Ankara'nın bağlarında oynarken hayal edince garip bir özlem duydum. Ankara'nın bağlarına mı?  Evet, Ankara'nın bağlarına, var mı? 

Ahmed benim coşku ile anlattığım her şeyi gülerek dinlerken ikimiz de yürümeye başlamış taşlığı hatta Harem binasını terk etmiştik. Bahçenin taşlı yollarında yürürken karanlığı tek tük aydınlatan meşalelerden birini Ahmed eline aldı.

"Hatırladın mı?" keyifli sorusu ile gözlerim ateşte takılı kalırken aklım geçmişe gitti. Unutur muyum..

Ahmed biraz arkamızdaki askerin elinden meşaleyi alıp havaya hızla daire çizdi. Ardından meşaleyi yüzüne yaklaştırır alevleri gözlerinde yansıttı soğukkanlılıkla fısıltısı ile devam etti. "Bir rivayete göre bin bir şerrin bin bir kötülüğün efendisi o gölde yaşarmış. Yüz yıllardır göle ayak basanları korkutup kaçırırmış. Yaklaşan genç cariyeleri gölün en derinlerine çekip hapis edermiş. İnsanların umut dolu gözlerinden umudunu, ışığını emer onu ölüden farksız yaparmış. "

Anın büyüsüne kapılıp hikayeye inanmıştım cidden. Hatırladıkça tüylerim ürperir üstüne halime gülerdim. 

"Ay umarım bizim Has bahçede de yoktur o kötülüğün efendisi." diye dalga geçtiğimde Ahmed sırıtarak meşaleyi aynı o gün yaptığı gibi havada daire çizip yüzüne yaklaştırdı. Alevler yine gözlerine yansıdığında bu sefer onu gülerek izlemeye başladım. Birden ciddileşince hızla elimi kaldırdım.

"Kibrinden kellesi giden vezirlerin kuyusu var deme sakın şuracıkta bayılırım iki saat benimle uğraşırsın sus." diyerek anlatacaklarını ağzına tıktığımda Ahmed keyifle kahkaha attı. "Güzel fikirmiş. Lakin öyle kanlı işleri bahçemde yapmam." Ne kadar da masum bir kocam var. Aha aha.

Trajikomik halimize gülerken bahçenin ortasında olan çardağa geçip oturduk. 

"Ahmed bu düğün daha kaç gün sürecek Vallahi şimdiden yoruldum."

"Yedi gün." diye mırıldandı. Bakışları bende takılı kalırken iç ısıtan gülümsemesi ile elimi tuttu.

"Ama nikahı ilk günden kıydık o yüzden sakin." Göz kırparak bana imalı bir cümle kurunca nefesim boğazımda takılı kaldı ardından yanaklarımın kızardığını hissetmeye başladım. Yahu bu adam ne ara böyle oldu hiç fark etmedim. Sanki sen çok normalsin de..

Sesimi düzeltip başımı salladım. "Muradına erdin o zaman." diye ona ayak uydurunca ikimiz de gülmeye başladık. "Ahmed bizim odalarımız nasıl olacak?" 

İçimde bir mutsuzluk ile sorduğum sorunun cevabını biliyordum. Orası has odaydı orada onun devlet işleri de geçerdi sonuçta tahtı oradaydı yani benim aynı ona düşüncesi imkansız kalıyordu. Bu konuyu hiç açmasam da merak ediyordum. Her ne kadar tarihte nikah kıyan padişahlar olsa da ayrı dairelerde kalıyorlardı.

"Has oda ikimizin odası olacak lakin gün içerisinde bazı vakitlerde sende biliyorsun ki Has odama uğrayan paşalar oluyor. İşler karışsa da Hilal biz o yastığa beraber baş koyacağız, gün içerisinde kendi dairende de vakit geçirebilirsin."

"Tabii ki de!" Dehşete düşmüştüm, Ahmed hiç beklemediğim bir şey yapıyordu. 

"Oranın sadece senin dairen olmadığın bildiğim için ben bunu beklemiyordum Ahmed." 

Heyecanıma ortak olan Ahmed elimi tutarken ona doğru yaklaşıp başımı omuzuna yasladım. "Çok şükür diyorum Ahmed.. Bu günleri de gördüm ya benden mutlusu olamaz."

"Geç oldu ama güzel oldu Hilal."

Yüzyıllar geçse de oldu.

-

Başımdaki beyaz tülün üzerine kırmızı tülü örtüp has odaya Ahmed ile el ele girdim. Bahçede beraber vakit geçirdikten sonra vakit epey geç olmuştu hatta eğlenceler yarın devam etmek üzere bitmişti. 

Mumlar ile loş bir ortama sahip olan odaya girdiğimizde teras kapısından içeri soğuk rüzgarlar esmeye başladı. Ayın ışığı içeriyi aydınlatırken mumlarda yanan ateşler rüzgarın etkisi ile titremeye başladı. 

Odada sessizlik hakim olurken Ahmed teras kapısını kapattı. Ne yapmam gerektiğini bilmediğim anlardan biriydi. Nasıl davranmalı ne demeliydim ki? Kalbim boğazımda atıyor benim mutluluktan dört köşe olduğumu gösteriyordu adeta. Heyecanla yerimde  kıpırdanırken karşımdaki adamın bir yabancı değil de sevdiğim adam olduğunu hatırladım. Bu sakinleşmeme yardımcı olurken Ahmed başındaki kavuğu çıkardı böylelikle bende başımdaki ağır tacı hatırlayınca ellerimi kaldırıp uzandım ama Ahmed bana dönüp elimi tuttu. 

Gülen gözleri ile parmaklarıma öpücük bıraktıktan sonra başımdaki kırmızı tülü kaldırdı ve alnıma bir buse kondurdu. "Helalim.." fısıltısı içimi ürpertirken o nazikçe başımdaki tacı, tülleri ve takıları çıkarıp masaya bıraktı. Parmakları yanağımda yol çizerken ona yaklaşıp gülüşünden öptüm. Yanağında oluşan tebessümde dudaklarımı bastırdığımda kollarımı boynuna sardığımda elleri belimi buldu ve beni sarıp sarmaladı.

Belimdeki elleri sıkılaşırken boynuna sardığım kollarımı göğsüne indirdim ve dudaklarımız kavuşmasına izin verdim. Heyecandan boğazımda atan kalbime eşlik eden sıcak hava dalgası tenimi kasıp kavururken istemsizce kıvrandım. Kendimi inlememek için sıkarken Ahmed beni daha çok esiri alıp ihtirasla öpmeye başladı. Nefes alacak vaktimiz kalmazken dakikalarca birbirimizi öptük. 

Ahmed bedenlerimizi adeta birbirine yapıştırırken parmaklarımı omuzlarına bastırıp parmak uçlarımda yükseldim. Sadece bir kaç saniye sonra adımlarımız yatağa yönelince dudakları yanaklarıma buseler kondurmaya başladı. Derin derin nefesler almaya başladığımda yükselen gövdem onun göğsüne çarpıyor ardından baskısına esir oluyordu. Ahmed'in parmakları sırtımdaki kaftanın iplerine giderken bende onun kaftanının düğmelerini çözmeye başladım. 

Gözlerimi gözlerine sabitlediğimde kararmış harelerine arzuyla baktım. Derin denizlerinde dalgalarına kapılmış boğuluyordum.

Üzerimdeki kaftanın ilk kumaş parçası yeri bulurken o üzerinde beyaz bir gömlek ile kalmıştı. Bu dokunuşlar saf aşk ve özlem barındırıyordu. Ne şehvet ne başka bir şey, sadece sevgi doluydu belki de artık arada görünmez bir duvar olmadığı için o heyecan verici duygular yok olmuştu veyahut şimdilik yerini asıl duygulara bırakmıştı. Ona dokunurken kalbim heyecanlanıyordu.

Ahmed'in gömleğini bedeninden sıyırdığımda çıplak teni ile karşılaştım. Titreyen parmaklarım teninde dolaşırken dudaklarım yanaklarına ardından boyuna minik buseler kondurmaya başladı. Göğsündeki aylar önceye ait olan yaradan parmaklarım duraksadığında gözlerimi sanki o günleri hatırlayacakmış gibi kapattım. Bir yıldır burada onunla olduğumu bir kez daha anladığımda şükrettim Rabbime. Evlenmiştim imkansız diyerek sevdiğim adamla. Dudaklarımız yeniden buluşunca usulca yatağa oturduk.

Boştaki elim gür sakallarını bulunca elmacık kemiğini okşadım. Normalinden hızlı çarpan kalbim göğüs kafesimin içinde adeta özgür olmak isteyen bir kuş edasıyla çırpınıyordu. Öyle ki sert darbeleri çoktan Ahmed'in göğsünü fethi etmişti. Ahmed usulca dudaklarını ayırınca isyankar yanım buna müsaade etmeyip yeniden dudaklarımızı birleştirdi. Esirim olan bu dudaklara daha doyamamıştım. Eli boynumu bulunca tüylerim diken diken oldu dokunduğu yerler ilk cennetin ferahlığını tadarken kısa süre sonra ateş gibi yanmaya başlıyordu. Bu his beni arzunun kollarına atmıştı çoktan.

Belimdeki elleri kaftanın son parçasını da çıkarıp attığında üzerimdeki ipek elbise ile kalmıştım. Belimi tutup beni kucağına aldığında kedi gibi yerimde kıvranıp yerimi aldım. Ahmed saçlarımı geriye çekerken dudaklarını boynuma bastırdı. Her dokunuşunda bir buse bırakırken aynı zamanda dil darbeleri ile bedenimi titretiyordu. Dokunuşları yoğun bir hal alınca bedenimi bedenine bastırdım. Dudaklarımın arasından firar eden inlemenin ardından Ahmed bana mengene misali sarılıp bedenimi yatağa yatırdı ve ağırlığını vererek üzerime yattı. 

Ellerim saçlarına ve ensesine giderken o dudaklarını boynuma ardından gerdanıma indirmişti. Elleri kısa süre sonra sağ göğsümü kavrayınca sesli bir iç çektim. Göğsümü kavrayan elinin ardında dudakları elbiseden taşan göğsümü buldu. Titrek nefeslerimin arasından adın fısıldarken tüm dünyam o olmuştu.

Bacaklarım istekle aralanırken bedenlerimizin bir olması için kasıklarımı onun kasıklarına doğru bastırdım. Ahmed'in boğuk inlemesinin ardından dokunuşları ihtirasla hızlanırken bacaklarımdan sıyrılan elbisenin kumaşını tuttu ve gözlerimin içine bakarak yukarı sıyırdı. İpek kumaş tenimi terk edince çıplak bir şekilde karşısındaydım. İlk defa onunla bu halde olmam yanaklarımı kızartırken Ahmed duraksamış kararmış hareleri ile beni incelemeye başlamıştı. 

Dokunuşlarından kızarmış dolgun göğüslerim, onun için istekle havalanmış belim ve kalçalarım ile çırılçıplak karşısındaydım. Ellerimi yataktan kaldırıp ellerini bulduğumda bakışları gözlerime kaydı. Kumral saçları tutam tutam alnına dökülürken o bana doğru eğilip dudaklarımı esir aldı. Bedenine sıkıca sarılıp sırtında gerilen kaslarını hissederken Ahmed çıplak gövdelerimizi birbirine sürttü. Alev alev yanan teni ile inlediğimde kasıklarıma kendini bastırdı. O an heyecanla titrediğimde elleri ellerimi bırakıp belimi buldu. Parmak uçları tenimde yol çiziyor dokunduğu her bir noktayı alev alev yakıyordu. 

Parmakları kasıklarımı bulduğunda yoğun bir şekilde titredim. Sabırsıza onu öpmeye devam ederken parmakları kasıklarıma yumuşak dokunuşlar bırakarak masaj yapıyordu adeta.

"Ahmed!" diye dudaklarının arasında inlediğimde gülümseyerek yanağımı öptü. "Söyle sevgilim." diye fısıldayıp dokunuşlarını aşağı doğru indirmeye başladı. Ciğerlerime takılan nefeslerim ile parmaklarını kadınlığımda hissettiğimde kalçamı istekle kaldırdım.

Soluklarım arasında dudakları aralanmış dudaklarımı ardından dilimi esir alırken kendimden geçmiş bir vaziyette inliyordum. Dermansız kalan ellerim onun saçları arasında dolaşırken arada sırtına uğruyor tenine iz bırakıyordum. 

Ahmed usulca aşağı inerken yeniden tenimi öperek doruğa çıkartıyordu. Dudakları kasıklarımı bulduğunda içime kaçan nefesim ile başımı yataktan kaldırdım. Gözlerimiz buluşurken o bacaklarımı ovarak her bir zerreme buseler bırakıyordu. "Ahmed.." adı inleyişimin arasında firar ederken dudakları ihtirasla kadınlığımı esir aldı. 

Sessiz bir çığlık ile başımı geriye atarken elimi saçlarına daldırdım ve istemsizce kendime bastırdım. Elleri baldırımdan bacak içime kadar beni okşarken ben farkında olmadan göğüslerimi avuçlarım arasına almıştım.

Dakikalar boyu beni doruğa çıkarırken derin iç çekişlerim arasına gözlerimi tavandan ayırıp ona odakladım. Kasılmıştı ve kendini sıktığı belliydi. Ellerimi ona uzattığımda dudaklarını avuç içlerime sürterek bileğime buseler kondurdu ardından bana doğru yaklaşıp dudaklarımızı birleştirdi. Zaman kavramı bizim için yok olurken parmaklarım Ahmed'in üzerindeki son kumaş parçalarına giderken o bana yardım ederek bedeninden ayırdı. 

Kızaran yüzüm ile gözlerimi kapatıp yere düşen kıyafetlerin sesini dinledim. Çıplak tenime değen teni içimi gıdıklıyordu adeta. Ahmed'in sıcak nefes tenimde yol çizerken ellerimi sırtına götürdüm. Kürek kemikleri avuçlarım arasında hareket ederken istekle kalçamı havaya kaldırdı. Ahmed'in elleri göğüslerimden belime ardından kalçama indiğinde başını boynumdan kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. 

"Hilalim.." adımı şiir gibi fısıldaması ile yüzümde bir gülümseme belirirken gözlerime bakan gözlerine onay verdim. Dudaklarımız bir olurken bedenlerimiz de bir oldu. Ruhlarımız bir olmuştu çoktan lakin bedenlerimiz şimdi bir olmuştu.

İlkin acısı dudaklarımız arasında yankılanırken istemsizce tırnaklarımı sırtına batırdım. İçimde hareket ettiği dakikalar boyu dudaklarımız ayrılmamış birbirimizin en ücra köşelerini keşfetmiştik. 

Nefeslerimiz bir olurken kendimi kasmayı  bırakmış anın tadını çıkarıyordum. Yaşadığım duyguların sonucu olan sesler odada sessizce yankılanırken onun kulağıma fısıldadığı kelimeler kalbimin hızını arttırıyordu.

Yüzyıllar sona kavuşan iki beden...


"Allah der ki "Kimi benden çok seversen onu senden alırım"....
Ve ekler: "Onsuz yaşayamam" deme, seni onsuz da yaşatırım.

Ve mevsim geçer,
gölge veren ağaçların dalları kurur,sabır taşar,
canından saydığın yar bile bir gün el olur,aklın şaşar.

Dostun düşmana dönüşür,düşman kalkar dost olur,öyle garip bir dünya.

Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur......

"Düşmem" dersin düşersin,"Şaşmam" dersin şaşarsın.

En garibi de budur ya "Öldüm" der,yine de yaşarsın."



Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top