44. Bölüm
Koridorların arasında yine aynı heyecanla dolanırken gözlerim her detayı inceliyordu. Daha önce biz öğrencilere açılmayan bu kapılar özel araştırma izni ile açılmıştı. Sadece yetkili profesörlerin girdiği bölümde dolaşırken burasının nasıl bu kadar ferah olduğunu sorgulamaya başladım. Ne penceresi ne de başka kapısı olan bu büyük alanda serin esintiler esiyordu. Taş duvarları aydınlatan aydınlatıcıların ışıkları gözümü alırken bakışlarımı alanın ortasındaki raflarda gezdirmeye başladım. Yirmi yıl önce keşfedilmişti bu alan. Sarayın baş döndüren koridorlarının bir oyunu sayesinde gizli kalan bu yerde ilginç eserler vardı. Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye için yazılmamıştı aksine halkın o her dönem padişahlar için anlattıkları kitaba alınmıştı. Osmanlı'nın her padişahına olan düşünceler buradaydı.
"Hilal?" Arkamdan yükselen melodik sesleniş ile başımı çevirdiğimde kimse ile karşılaşmadım. Anlamsızca bedenimi de çevirdiğimde taş duvarların üzerinde sanki küçük elmaslar varmış ta ışık sayesinde parlıyormuş gibiydi. Dudaklarım şaşkınlık ile aralanırken tarihin kokusunu içime çektim. İşte yine oluyordu. Bu büyülü his...
Sesin melodik tını duvarlarda yankılanırken birden içeri üst sınıfımdan Burak girdi. Elindeki kağıtları karıştırarak içeri girdiğinde bakışları beni buldu. "Bana mı seslendin?" kuşkuyla sorduğum soru ile bana masum bir bakış attı. Kahve rengi gözleri anlam vermek ister gibi etrafa bakıp parmağı ile kendini işaret etti. "Bana mı soruyorsun?" diye mırıldanınca başımı olumlu anlamda salladım.
"Hayır, ben senin burada olduğunu bilmiyordum bile." diyerek yanıma gelince omuzlarım düştü. Delirdiğimin farkına varmak daha çok içimi sıkıştırırken bakışlarımı yerden kaldırıp duvarlara diktim. Parıltılar yok olmuştu. Elimdeki kitabı daha çok sıkıp başımı olumlu anlamda salladım ve rafların arasına daldım.
"Bu kadar çok düşünce ve fikir sayesinde geçmişteki hükümdarların nasıl biri olduğunu anlayabilmek ne güzel. Çok şanslıyız izin alıp girebildiğimize değil mi Hilal?" yanımda biten ses ile sıçrayıp ürkerek Burak'a baktım. Uzun saçları alnına düşmüş gamzeli gülüşüne renk katmıştı. Uzun boyu yüzünden başımı kaldırıp bana gülerek bakan gözlerine baktım.
"Ama asla onların iç dünyalarını bilemeyeceğiz Burak. Evet bu satırlar sayesinde nasıl birer hükümdar olduklarını biliyoruz peki ya hayallerini, hislerini, korkularını?" içimdeki boşluk beni daha çok dibe çekerken Burak'ın gülüşünün solduğuna şahit oldum. "Geçmiş gizemleri ile orada saklı kalacak Hilal, biz asla bu sorduklarını bilemeyeceğiz bu imkansız."
"Aslında geçmiş denilen şey geçmemişse? Ya her şey saklı bir kapının ardında bizi bekliyorsa? Hiç bir şey imkansız değildir ben buna inanıyorum. Tek gereken şey doğru zamanda doğru insan olmak. Ne istediğini bilmek. Geçmişin zaten var olduğunu bilmek onun orada bir yerde olduğunu ve asla yok olmayacağını bilmek." Kendi kendime konuşmaya başladığımı fark ettiğimde kasılarak Burak'a baktım. Yüzünde tek bir mimik yoktu. Ama bakışları bir çok şey anlatıyordu. Benim deli olduğumu.
"Neyse ya sen beni çok takma." diyerek yanından uzaklaştım. Derin bir nefes alıp önümdeki kitapların adlarında gözlerimi gezdirdim. Dudaklarım alayla aralanırken istemsizce fısıldadım. "Sultan II. Ahmed Han." Yine buldum seni. Kitaplara dokunmak istesem de bu yasaktı sadece kopyalarını inceleyebilirdik. Hüzünle kitaplarda göz gezdirirken birinde takılı kaldım. Bu Ahmed'in hocası olan Lala Murad paşanın ağzından yazılanlardı. Heyecanla kitabın altındaki numarayı defterime geçirip gülümsedim. Bunu daha önce görmemiştim, bu odaya girebilme iznimiz olduğu için çok şanslıydım!
"Hilal?" Arkamdan yükselen ses ile Burak'a döndüm. Üzerindeki siyah gömlek aldığı nefeslerin etkisi ile inip kalkan göğsü ile hareket ederken dudaklarında etkileyici bir gülüş vardı. "İşin yoksa beraber bir şeyler içelim mi? Kaç yıldır aynı bölümde aynı dersleri alıyoruz ama daha seni tanımaya hiç fırsatım olmadı. Aslında sen pek arkadaş canlısı gibi durmuyorsun yani en azından bana öyle geldi." Burak'ın ne istediğini ilk cümlesinden anlamam ile güldüm, ama alayla.
Diğer lakabı çapkın olan bu adamın büyülü gülüşüne bütün kızlar düşerdi, yeni avını gözüne kestirmişti belli ki. "Sanmıyorum, daha makalem için kütüphaneye uğramam lazım. Aslında senin deyimin ile arkadaş canlısıyım sadece doğru insanlar ile." gülümseyip yanından ayrılınca adımları peşime takıldı. Koridora çıktığımda koşar adım yanıma geçti.
"Sen geçmişteki bir adama takılı kalmıştın değil mi?" sakin sesi tüylerimi ürpertirken ona sinirle baktım. "Takılı kalmak mı? Bilmediğin konulara burnunu sokma!" diye tıslayıp hızlandım. Alaylı kahkahası peşimde yankılanırken kolumu tutan eli ile durmak zorunda kaldım. "Çocuk gibi imkansıza aşık olmuşsun! Başını hayal dünyandan kaldır da bir çevrene bak. İnsanların hakkında ne düşündüğünün farkında mısın? Sana deli diyorlar."
Öfkeyle kolumu çekip ona bir adım attım ve yakasını tutup kendime çektim. "İnsanların ne düşündüğü şu dünyada ilgileneceğim son şey Burak! Deli desinler, hayalperest desinler bu canımı yakmaz. Asıl canımı yakan ne biliyor musun? Bu aptal hayatlarını at gözlükleri ile yaşamaları. Mucizeleri görememeleri, tarihi sadece okumaları ve hissetmemeleri!" Nereden geldiğini bilmediğim güç ile onu arkadaki duvara ittiğimde gözüm dönmüş gibiydi. Öfkem beni ele geçirmişti. Onların değimi ile sakin kız delirmişti.
"Bir gün akıl hastanesinde seni ziyaret edeceğime emin olabilirsin Hilal. En sevdiğin çiçekleri kucağına bırakacağım!"
Gözlerimi vazoya konan Lalelerden çekip aynadaki yansımama baktım. Güçlü duruşum altında eziliyordum. Sert ve bir o kadar asil olan yüz ifademe nazaran gözlerimde bir çocuğun hüznü yatıyordu. En sevdiğim çiçek, Lale. Acıyla tuttuğum nefesi bırakırken göz yaşlarım damla damla akmaya başladı. Titreyen ayaklarım ile ilerleyip masanın üzerinde duran Lalelere uzandım. Rengarenk olan çiçekler içimde bir yerlerde bana toprak atarken sarı laleye dokundum.
"Hilal, Burak! Burada neler oluyor nedir bu şamata!" Şemsettin hocanın gür sesi koridorda yankılanırken titreyen ellerimi Burak'ın yakasından çektim. Titreyen bir tek ellerim değildi bedenim de nefeslerim de titriyordu. Yere düşen eşyalarımı alıp Şemsettin hocaya baktım. Ak düşmüş saçlarını ardından yılların yaşanmışlığı ile oluşan kırışıklara göz gezdirdim. O bu işe hayatını adamıştı.
"Yok bir şey hocam." Burak'ın sakin sesi ile alayla güldüm. 'Bir şey yok mu!'
"İyi madem öyle olsun. Düşün önüme, gözetmeniniz nereye kayboldu sizin?"
"Bilmiyorum hocam ben geldiğimde Hilal tekti." Burak'ın imalı sesi ile yumruklarımı sıktım. "Aman! Adamcağız efsunlanıp sarayın koridorlarında kaybolmasın sonra maazallah aklını yitirir değil mi Burak!" yüksek çıkan sesim ile hoca bana çatık kaşları ile baktı. Galiba beni ilk defa bu kadar sinirli görüyordu. Bakışlarımı genç adamın gözlerine sabitlediğimde yüzünün kasıldığına şahit oldum.
Profesör gülüp bir şeyler söyledikten sonra yürümeye başladı ardından dönüp bize seslendiğinde bakışlarımı ondan çektim ve ilerlemeye başladım.
Avuçlarımın arasındaki laleyi burnuma götürüp derin bir nefes aldım. Ruhumun huzura kavuştuğunu hissederken dudaklarımda acı bir gülümseme belirdi. "Delirmiş olabilirim." Ve farkında olmadan hayal dünyamda yaşıyor olabilirdim. Belki de Burak denilen çocuk haklıydı.
Kapıya doğru ilerleyip parmaklarımı kulpunda gezindirip göz yaşlarımı sildim ve ahşap kapıyı açtım. Karşımda Lalezar ile Melikeyi bulunca istemsizce gülümsedim. "Hazırsanız hamama geçelim hanımım." Lalezarın kurduğu cümle ile başımı olumlu anlamda salladım ve elbisemin eteklerini tutup kaldırdım. İlerlemeye başladığımızda aklımdaki düşünceleri de geride bırakmaya çalıştım. Herkesin unutmak istediği anıları vardır. En başta acı verenleri.
Hamama gidene kadar sarayın hareketliliğini izledim. Kulaklarımı dolduran farklı lisanlar, aksanlar kendimi dünyanın merkezindeymiş gibi hissettiriyordu. Gözümün önünden selam vererek geçen harem ağaları ve kalfaların nereli olduğunu var sayarak ilerlerken taşlığın girişinde sıraya dizilmiş cariyeleri gördüm.
"Sizler has bahçenin halk için açık olacak kısmın hazırlanmasında yardımcı olacaksınız. Sizler ise Valide Sultanın olacağı alanda olacaksınız. Handan sultanın dairesini son defa kontrol ettiniz mi?" Başlarındaki kalfanın otoriter sesi kulaklarımda çınlayınca durdum. Handan sultan bugün gelecekti.. Yarın büyük gündü. Düğünün ilk günü. Nikah günü.
Hamamın girişine geldiğimde Valide sultanın, Dilrubah ve Şah sultanın cariyelerini gördüm. Çoktan gelmişlerdi. Hamamın yanındaki odada kıyafetlerimi ve takılarımı çıkarıp işlemeli havluyu bedenime sardım ve saçlarımı açıp geriye attım. Benimle beraber hazır olan Melike ve Lalezar ile hamama girdiğimde Valide sultana selam verip yanına ilerledim.
Hamamın dört bir köşesinde tabaklarda atıştırmalıklar ve içecekler vardı. Bir köşede musiki için burada olan cariyeler kurulmuş sessizliği melodi ile deliyordu. Yoğun sıcağa nazaran içerisi biraz daha ferahtı zira burada uzun bir süre durup eğlenecektik bu da derecenin düşürülmesinin ana sebebiydi.
Bana ayırtılan yere oturduğumda cariyeler önümdeki taşa bir tepsi bıraktı. Başımı aşağı indirip teşekkür ettiğimde yanımızdan uzaklaştılar. "Halkın arasında şenlikler çoktan başlamış diye duydum keşke bizde katılabilsek." Şah'ın heyecanlı sesine karşı bende başımı salladım. Orada nasıl eğlenebileceğimizi gayet iyi biliyordum özellikle Şah'ın kafese kapatılmış bir kuş gibi hissettiğini bildiğim için onu çok iyi anlıyordum.
"Ben sarayımdan memnunum valla." Dilrubah yediği çilek ile geriye yaslanırken Valide sultan onun rahatlığına güldü. "Belli ki Dilrubah ile ben bir siz ikiniz bir siniz bu konuda ha?" bakışları beni bulunca genişçe gülümseyip başımı salladım. "İstanbul'un sokaklarında emin olun keşfedilecek çok şey var sultanım. Her bir köşesinde başka eğlenceler başka heyecanlar! Tabii ki de saraydan en az Dilrubah kadar memnunum ama dışarıda bizi bekleyen onlarca şeyin olduğunu da unutmamak gerek."
"Kanımızı dökmek isteyen katiller gibi mi?" Valide sultanın bana geçmişi hatırlatması ile dudaklarımı birbirine bastırdım. "Sultanım, unutmayalım ki sarayın içine kadar girmiş casuslar vardı. Bilhassa haremdeki cariyeyi unutmayalım." Zehirlenme olayını hatırlattığımda ortamın havası değişti. Hepimizin kanı çekilirken o genç kızın kanlı yüzünü dizlerime dayadığım anlar aklımda canlandı. Çığlık sesleri..
"Böylelikle tehlikenin bir tek dışarıda değil her yerde olabileceğini anlamış oluyoruz değil mi?" Şah ortalığı yumuşatmak için gülerek konuşunca Dilrubah'da eşlik etti. "Haklısın şu an ayağım kayıp düşebilirim bile!" kahkaha atarken hepimiz ona kısa bir bakış attık. Uzağımızda kalan cariyeler bizim eğlendiğimizi sanırken biz olası ölüm yollarını konuşuyorduk adeta. Ne eğlence ama!
"İmarethanelere yardımda bulunmuşsun Hilal ne güzel düşünmüşsün.." Gülerek konuyu değiştiren valideye başımı eğerek tepki verdim. "Evet sultanım düğünden önce uğramak istiyordum lakin vakit bulamayınca bende böyle yaptım. Hayatımın böyle önemli bir döneminde en çok dualara ihtiyacım olduğunu hatırladım ve elimden geldiği kadar yardımda bulundum."
"Düğünden sonra hep beraber uğrayalım Validem, evlatlarımın ilk yaşı için çocuklara hediyeler vermek istiyorum." Dilrubahın dedikleri adeta beni beynimden vururken dudaklarımı araladım. "Bir yıl oldu mu sultanım.." hayretle konuşmam ile gülerek bana döndüler. "Evet senin de hayatımıza girmenin üstünden bir yıl geçti yani.." Dilrubahın cıvıldayan sesi ile gülümsedim. "Birden bire bir mucize gibi çıka geldin.. Torunumun hayatını kurtardın, ailemizden bir parça oldun, aslanımın sevdiği kadın, hanedanın hasekisi oldun." Valide sultanın melodik sesi gözlerimi yoğun duygu ile doldururken içtenlikle gülümsedim.
"İyi ki sultanım, iyi ki..." iyi ki geçmişe yolculuk yapıp sizi buldum.
Günün çoğunu hamamda eğlenerek geçirdikten sonra daireme çekilmiş dinleniyordum. Bedenim yorgunluktan mayışmış bir hamur gibi yatağa yayılmıştı. Hamamda geçirdiğimiz eğlenceli anlar gözümün önünden geçerken kulaklarımda sultanın cümlesi yankılandı. Bir mucize gibi çıka geldin...
Tanıdık gelen cümle ile kaşlarım çatılırken dikkatimi vererek düşünmeye başladım. Bir iltifat olarak hatırlamıyordum daha çok, daha çok okuduğum bir cümle gibi.
Elimdeki kopya kitabı masaya bırakırken defterimi açık boş bir sayfa buldum. Sinirlerim anca yatışmış kendimi sonunda kütüphaneye atmıştım. Elimdeki numarayı görevliye vermiş özel kopyalara iznim olan öğrenci kartını da göstermiştim ve sonunda Lala Murad paşanın, Ahmed hakkında yazdığı kitabı almıştım. Cam kenarına kuş gibi kurulmuş bir düzen oluşturmuştum.
Çevirmekte zorluk yaşamadan sayfaları okurken bazı kısımların Türkçeye çevrilmiş kısımlarında gözlerimi gezdirdim bunlar biraz karmaşık yazıldığı için çevrilmiş olmalıydı. Okudukça yüzümde tatlı bir gülümseme belirirken iç çekerek geriye yaslandım. Ne güzel anlatmış Ahmedi.. Bir şiir gibi. Satırları okurken dudaklarımın arasından fısıltı halinde bir cümle çıktı. "Sultanımızın acılarını, çaresizliğini varlığı ile yok eden bir mucize gibi çıka geldi."
Aralanan dudaklarım ile cümleyi tekrarlarken bu cümlenin yazılan konu dışında oraya yazıldığını anladım. Çünkü diğer cümleler ile bağlanmıyor bir anlam teşkil etmiyordu. Kim geldi? Ne çaresizliği ne acısı?
Yataktan hızla doğrulduğumda elimi kalbime götürdüm, deli gibi atıyordu. Hatırlıyorum da o gün o kitabi iki defa okuyup bitirmiş ama yazan o cümlenin kitap ile bağlantısını çözememiştim zira konusu Ahmed'in ücra köylere yardımıydı.
Eğer paşanın bahsettiği mucize gibi gelen kişi bensem, daha önce geçmişe gitmiş mi oluyordum? Yoksa o mucize başka birisi miydi? Elimi korkuyla dudaklarıma götürürken hızla yataktan kalktım ve odanın köşesinde bulunan gizli dolaba ilerledim. Çantamı dolaptan çıkarırken yırtar gibi açıp elime telefonumu alıp açtım. Kısa süre sonra telefonun ana ekranı karşıma çıkınca titreyen parmağımı fotoğrafın üzerinde gezdirdim ve dosya kısmına girip PDF olarak yüklü duran makalelere girdim ve aradığım yazıyı bulmaya çalıştım. Ahmed'in soyunun kimden devam ettiğine emin olmak istiyordum.
Kapının ani tıklanışı ile bakışlarımı bana sadece hüzün veren o cariyenin isminden kaldırıp kapıya diktim. Telefonu hayal kırıklığı ile kapatıp çantama koydum ardından çantayı yerine. Ayağa kalkıp sakin adımlar ile kapıya ilerledim ve "Gel." diyerek aynaya ilerledim.
İçeri giren Melike selam vererek yanıma geldiğinde yeni elbisemin eteklerini düzelttim. "Hanımım, Handan Sultan has bahçeye giriş yapmışlar." beklediğim haberin gelmesi ile başımı olumlu anlamda salladım.
Üzerimdeki ten rengi elbisenin kabarık etekleri ve tüllü kol detayları vardı. Elbisenin üzerinde ise altın renginde işlemeler olan kısa kollu elbise kadar uzun bir kaftan. Saçlarım ensemde bol bir topuz olarak dururken saçlarımın arasından geçerek başımı saran altın, inci detaylı bir taç vardı.
Odadan çıktığımızda kısa sürede Valide Sultanın dairesinde bulduk kendimizi. İçeri girdikten hemen sonra kulaklarımı Dilrubahın bebeklerinin sesi doldurdu. Gülerek yanlarına gittiğimde saygıyla selam verdim ve boş bir mindere oturdum. "Heyecanlı mısın Hilal?" Dilrubahın sorusu ile başımı olumlu anlamda salladım. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladım. "Evet, sonunda Handan sultan ile tanışacağım."
"Yahu yarın kızın düğünü var, Handan için heyecan yapıyor." Valide sultanın gülüşü arasında söyledikleri beni güldürürken içeri Daye kalfa girdi. "Sultanım, Handan sultan hareme giriş yaptılar yakında burada olurlar."
Hepimiz farkında olmadan dikleşip kendimize çeki düzen verirken Valide sultan istifini bozmadan kalfayı onayladı. Hep merak etmişimdir, kendi kanı olmayan Handan sultana karşı tavrı nasıldır diye. Şimdiye kadar hiç negatif enerji sezmesem de aralarında ki geçmişin uçurumu hala kendini belli ediyordu. Handan sultan otuzlarının ortalarında, kendi ailesi ile huzurlu sakin bir hayat süren bir kadındı.
Dakikalar sonra biz yeniden kendi halimize dönüp otururken kapıdaki kalfa sakin adımlar ile karşımıza geçip "Handan sultan geldiler." diyerek eğildi. Valide sultan elini hafifçe kaldırınca içeri bordo üzerinde altın sarısı desenleri olan kapalı kaftanı ile bir kadın girdi. Gözleri durgun denizler gibi sakin ve ela tonlarına sahipti. Kahverengi saçları ensesinde uzun bir örgü ile örülmüş çeşit çeşit tokaların can bulduğu yer haline gelmişti. Başındaki bordo tül aynı kaftanı gibi up uzun yere değerken kulaklarında sade altından küpeler ve yüzük parmağında kırmızı taşlı bir yüzük vardı. Yüzünde sakin bir tebessüm olan bu kadına bakınca aklıma kahve içerek kitap okumak geliyordu.
Handan sultan saygıyla eğildikten sonra Valide ayağa kalktı ve ellerini iki yana açarak Handan sultana ilerledi. İkili birbirine sarıldıktan sonra Handan sultan Valide sultanın elini öpüp arkasındaki Dilrubaha sarıldı. En son sıra Şah ile bana gelince ikimiz sadece başımızı eğip selam verdik. Valide sultanın isteği ile hepimiz terasa çıktığımızda kadının sohbetine pek odaklanamadım. İlgimi çekmeyen gündelik konuları dinlerken bakışlarım sadece yüzündeydi. Ahmed'in ablası olması, aynı babaya sahip olmaları ile birbirlerine benziyorlardı.
Ama Dilrubahın zıddıydı mesela, Dilrubah şen şakrak, hayat dolu, cıvıl cıvıl birisiyken Handan bir o kadar sessiz, sakin, oturaklıydı. Dilrubah aslında pek annesine de benzemiyordu huy olarak. Acaba kime çekmişti? Şah ile gözlerimiz buluştuğunda onun can sıkıntısından bayılacağını filan düşündüm. Omuzları çökmüş boş bakışları ile muhabbet eden ikiliye bakıyordu.
"Vakit epey geç oldu, Handan sen dairene geç dinlenmene bak yol yorgunusundur şimdi. Unutma yarın hepimizin zinde olması gerek." Valide sultanın kurtarıcı cümleleri ile yerimde dikleşirken hepimiz ayağa kalktık. "Hakkınız var validem bugün bir hayli yorulduk." Dilrubah da lafa girince kurtuluşun mutluluğu ile Şaha baktım. O da en az benim kadar rahatlamıştı.
Vedalaşıp hep beraber Valide sultanın dairesinden çıkınca Şah ile Handan sultana odasına kadar eşlik ettik. Bize oldukça asil bir şekilde teşekkür edip iyi akşamlar dileklerini sunduktan sonra odasına girdi. Dilrubah ise çoktan bebeklerini alıp gitmişti.
Tam odalarımızın olduğu tarafa geçecekken bir harem ağası karşımıza geçip selam verdi. "Sultanlarım, Hünkarımız sizleri avluda bekliyorlar." "Hayırdır inşallah, bu saatte neden avluya çağırıldık? Bir bilgin var mı ağa?" Şahın sorusu ile ağa başını olumsuz anlamda sallarken biz birbirimize kısa bir bakış atıp onayladık. Bu harem ağası güvenilirdi bir çok kez onu görmüştüm.
"O vakit biz hazırlanıp geliyoruz." dediğimde başını eğip geri çekildi.
Şah ile odalarımıza çekildiğimizde hızla bir pelerin alıp giyindim ve belime hanedan hançerimi yerleştirip odadan çıktım. Lalezara burada kalabileceğini söylediğimde memnun bir şekilde onayladı. Melikeyi ise Hüseyin'i görebilsin diye yanıma alıyordum.
Melike ile avluya çıktığımızda bizi Hüseyin karşıladı siyah deri kaftanı ile gecenin bir parçası olurken heyecan dolu bakışlarının bir anlığına Melikeyi bulduğuna şahit oldum. Amanın burası alev alıyor! Çöpçatanlığıma gerek bile kalmamıştı! "Hüseyin?" Baktım Hüseyin transa girip konuşmayı unutunca bende lafa girdim.
"Hilal sultan, buyurun Şah sultan sizleri faytonda bekliyorlar." İleride bekleyen arabayı işaret edince başımı olumlu anlamda salladım ve etrafıma bir bakış attım. "Hünkarımız neredeler?" resmi kelimelerimiz avluyu sarıp sarmalarken askerler çoktan bize arkalarını dönmüştü.
"Sizleri gideceğiniz yerde, Galata kulesinde bekliyorlar." Gülüşüme mani olmayıp genişçe güldüm ve heyecanla ellerimi çırptım. "Bayılırım sürprizlere!" İkili heyecanıma ve kurduğum cümleye garip bir bakış atarken dudaklarımı birbirlerine bastırıp omuzlarımı silktim.
"Ney-riz?" Hüseyin'in şaşkınlık ile aralanmış dudaklarına bakıp kıkırdadım yüzü öyle bir hal almıştı ki insan baktıkça gülmek istiyordu. Melikede en az Hüseyin kadar şaşırsa da daha çok Hüseyin'in haline gülüyordu. Yanakları al al olmuş dudaklarını gülmekten tutamıyordu. Hüseyin artık benim garip davranışlarımı alışsa da arada devreler yanıyordu. Melikenin gözleri ile gözleri kesişince yüzündeki o şaşkın ifade yerini ciddiyet aldı. Mimikleri tek tek düzelen adama hala gülerek bakan Melike derin bir iç çekerek başını eğdi. Aman aman nerelere geldik.. İç sesime hak verip bir adım aralarından çekildim ve sessizce faytona ilerledim.
Arkamda bıraktığım çift hala bakışırken ben çoktan faytonun basamaklarını çıkıyordum. İçeri girdiğimde arkasına yaslanmış uyuklayan Şah ile karşılaştım. Boncuklu saçları başındaki örtüden firar ederken eli pelerinin altından hançerini kavramış tetikte bekliyordu.
Dışarıdaki manzaraya pencerenin oyuklarından bakarken Hüseyin'in cebinden bir şey çıkartıp Melikenin avuçlarını tutuşturdu ve etrafa kısa ama dikkatli bir bakış atıp ona bir adım attı. Parmakları genç kızın al al olmuş yanaklarında dolaştıktan sonra geri çekildi ve bu tarafa doğru dönüp başı ile işaret verdi. Melike bir serçe edasıyla bu tarafa doğru koşmaya başlayınca 32 diş sırıtarak kapıyı açtım ve onu içeri aldım. Hüseyin ise öndeki atına binip konvoyu hareket ettirdi.
Şah tek kaşı havada kısık gözleri ile Melikeye bakarken fısıldadı. "Yahu Hilal geldin herkesin kısmetini açtın nesin sen büyücü filan mı?" Alayla dedikleri bana kahkaha attırırken Melike yerinde küçüldükçe küçüldü. "Sırasıyla düğünler görecek bu sene desene." diyerek başımla Melikeyi işaret ettim.
"Sultanım!" Melikenin içine kaçan sesi ile 'Tamam sustum.' işareti atıp dışarıyı izlemeye başladım. Şenliklerin hazırlıkları son hız devam ediyordu sokaklarda akan şey mutluluk ve huzurdu. İnsanların yüzündeki memnun ifade birçok şeyin yolunda olduğunu işaret ediyordu. Daha ışıkları yanan bir pazarın etrafından geçerken insanların elleri dolu bir şekilde alış veriş yaptığına şahit oldum. Osmanlının altın dönemi, refah ve bereket içinde geçiyordu. Şanslı bir dönemdi lakin her yükselişin bir çöküşü olurdu..
Araba durduğunda kısa sürede kapımız açıldı. Tek tek aşağı indiğimizde bizi gemiler karşıladı. Destur seslenişi ile askerler ve bir çok insan saygıyla eğilirken biz etrafı inceleyerek Hüseyin'in peşine takıldık. Yardımı ile bizi bekleyen küçük gemiye bindiğimizde kısa sürede dalgalara kapıldık. Karşıya geçtiğimiz şu kısa sürede hepimiz bir köşeye dağılmıştık. Hüseyin köşede Melike ile manzarayı izlerken aynı anda ona bir şeyler anlatıyordu. Şah ise dümenin başına geçmiş rüzgara karşı geliyordu. Ben ise öylece oturmuş çevremi izliyordum. Gerçekliklerine inanamıyordum bazen her ne kadar 'Evet alıştım, inanıyorum artık.' desem de bazen sanki ufkum açılıyor yeni yeni olayların farkına varıyordum sanki.
Yarın evleneceğim gerçeği beynimde davul çalmaya devam ederken ben oldukça sakin durup kendimi kandırmaya çalışıyordum. Çığlık atarak sevinmek istesem de hareketlerime dikkat etmeliydim bir yerden sonra.
Yorgunluk ile gözlerimi kapatırken geminin durması ile söylenerek gözlerimi açmaya çalıştım. Şuradan şurasına köprü olmaması ne kadar kötüydü yahu. İnsan bir an İstanbul'un trafiği olmadan yola çıkınca yerini yadırgıyordu doğrusu. Vapurların sesleri olmadan denizde süzülmekte ilginç geliyordu bana. Martılar hala yerinde olsa da onlara saçma bir şekilde simit atan insanlar yoktu. Etçil hayvanları simit'e alıştıran bir millettik biz insan tabii yokluğunu yadırgar.
"Sultanım?" Hüseyin'in seslenişi ile başımı ona çevirdim ve ayağa kalktım. Tembel adımlarım ile geminin diğer tarafına ilerlerken kendimi yatağımda uyurken hayal etmeye başladım. Elimde kitap ile tembellik yapabilmek isterdim tamda şimdi.
Bu sefer bizi bekleyen bir başka faytona bindiğimizde kısa sürede Galata kulesine vardık. Kulenin girişinde inci gibi dizilmiş yeniçerilerin arasından geçip kapıya vardığımızda içeri ilk ben girdim. Minik adımlar ile her zaman oturduğumuz alana girdiğimde büyük masanın etrafında dizili sandalyeler ve masanın üzerindeki çeşit çeşit yiyecekler ile karşılaştım. Etrafı aydınlatan mumlar arasından geçip masaya yaklaştığımda merdivenlerden Ahmed inmeye başladı. Gülerek ona bakarken o oldukça iç çektiren gülüşü ile bana bakıyordu. Elbisemin eteklerini kaldırıp ona doğru koşmaya başladım kollarımı boynuna doladığım gibi bedenim kolları arasında kayboldu.
"Senin değimin ile sana bir sürprizim var sevgilim." kulağıma fısıldadıkları ile heyecanla ona baktım. "Biliyordum, yani anlamıştım bir sürprizin olduğunu!" Bilmiş gülüşümü ona sunarken o dudaklarını yanağıma bastırıp derin bir nefes alarak öptü. "Şifam." mırıltısı ile bir kez daha yanağımı öpünce sakallarından huylanıp güldüm ve başımı çektim. "Kaçma benden." diye fısıldayıp diğer yanağımı öptüğünde kıkırtılarıma mani olamayıp ona daha çok sokuldum.
"Amberim, baharım, huzurum... Şu aşk dolu gülüşün yüzünden bir an olsun kaybolmasın sevgilim." Ahmedin kulağıma fısıldadıkları ile mümkünmüş gibi onu daha çok kendime çektim ve boynunu öperek dudaklarımızı birleştirdim. "Yeterki sen yanımda ol Ahmed."
-
gizlisevenkiz Teşekkürler, ellerine sağlık. 💖🥺💖
-
Herkese merhaba, aslında planlarımda bu bölüm düğünü yazmak vardı ama bir türlü kalbim el vermedi yazmaya zira düğün finale yaklaştığımızı hatırlatıyor bana. Ama söz bir sonraki bölüm çok beklediğimiz düğün olacak! Hepinizi çok seviyorum iyi ki varsınız! 💖💖💖💖
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top