42. Bölüm

"Melike, her şey hazır değil mi? Hiç bir aksaklık yok?" titreyen sesim ile heyecanımı dile getirince Melike gülerek başını iki yana salladı. "Yok sultanım, her şey yolunda. Siz telaşlanmayın biz her şey ile alakadar oluyoruz." Melikenin Lalezara bakarak söyledikleri ile derin bir nefes alıp başımı olumlu anlamda salladım. "Ne âla.."

Aynanın karşısına oturmuş cariyeler tarafından şekillenen saçlarımı seyrediyordum öylece. Ellerim narince bacaklarımın üzerinde bir olurken yüzümdeki özlem dolu tebessüm ile gözlerime baktım. O an sanki buraya gelmeden önceki hayatımı görmeye başladım. Anılar ilk gün ki gibi beni benden alırken gözlerim hüzünle doldu. Geride bıraktığım ailemin özlemi en çok canımı yakan şeydi. Ne arkadaşlarım ne de hayatım. Beni o döneme bağlayan yegane şey ailemdi.

Ben kendimi bildim bileli içimde bir boşluk bir özlemle yaşıyordum. Anlam veremediğim bu özlem büyüdükçe aydınlığa çıkmaya başlamıştı. Duyduğum tek bir isim ile içimde bir yerlerde ılık bir rüzgar esmişti. Sultan Ahmed Han..

Çok gençtim, neyin ne olduğunu anlayamıyordum zira bu duygular öyle sert öyle tutkuluydu ki hayatımda ilk defa hissediyor, öğreniyor, farkına varıyordum. Ben hariç kimse böylesine yerle yeksan değildi. Herkes ilk aşkları, hoşlandıkları kişiler ile hayata adım atarken bunun heyecanını beraber yaşarken ben bir köşede içimdeki o özlem ile duruyordum.

Onlar geleceklerinin hayalini kurarken ben geçmişin hayalini kurardım.

Hatırlıyorum da bir gün, öyle alelade sıradan bir pazartesi sabahı sıramda otururken üst sınıftan bir oğlan gelip bana bir buket çiçek ile hislerini itiraf etmişti. Herkes bizi yakıştırdığını dile getirmiş sınıfta benden bir haber onu kabul etmemi dile getiriyorlardı. Tam o an kalbimdeki acı yüzünden mi yoksa aklımdan geçen hayallerin büyüsü yüzünden mi bilmiyorum ama çok üzülmüştüm.

Karşımdaki oğlanın kalbini kırmadan ona bunun olamayacağını dile getirdiğimde bir çok kişi bana 'Kendini çok beğeniyorsun. Daha iyisi bize gelse biz alırız.' gibi cümleler kurmuştu. Oysa hiç biri asıl nedenini bilmiyordu.

Ben büyüdükçe içimdeki özlem arttı o hiç bir şeye benzemeyen sevgi, aşk güçlendi. Büyüdükçe neyin ne olduğunu anladıkça kendime daha çok üzüldüm. Böylesine bir aşk benim kalbimde kök salmıştı ve ben son nefesime kadar bu aşkın imkansız olarak kalacağını biliyordum.

"Sultanım?" Omuzumda hissettiğim dokunuş ile bakışlarımı gözlerimden çektim ve cariyeye baktım. "Saçınız bitti." bilgilendirmesi ile bakışlarımı saçlarımda gezdirdim. İhtişamlı ve bir o kadar iç yakan tacım başımdaki yerini almıştı. Bunu seçerken Dilrubah bana doğru seçim demişti. Zira bir padişahın zevcesi olacaktım.

Melike elinde makyaj malzemeleri diyebileceğim kutular ile gelip yanımdaki masaya onları bıraktı. Narin parmakları çenemi hafifçe kaldırdıktan sonra yüzümü hünerlerine teslim ettim. Cariyeleri el hareketim ile dışarı çıkartırken Lalezar da onları taşlığa götürmek için peşlerinden gitti.

Odada yalnız kaldığımızda sessizce fısıldadım. "Melike ne zamandır Silahtar Hüseyin'e bu duyguları besliyorsun?" Melikenin parmakları duraksarken ondan ses çıkmadı.

"Ben her şeyin farkındayım Melike, çekinme benden." iç çekerek söylediklerim ile gözlerimi açtım ve Melikenin kızaran yanaklarına baktım. "Çok değil sultanım, bu filizler gönlüme daha yeni düştü." içine kaçan sesi ile söyledikleri yüzümde bir tebessüm meydana getirince Melike bakışlarını elindeki mendilden çekip gözlerime sabitledi. "Sizce, Silahtar Hüseyin ağa benim hislerime karşılık verecek midir?" titreyen sesi ile fısıldadıkları öyle masumdu ki kendimi iç çekmeden tutamadım.

"Ah Melike, Hüseyin çevresinde açan senin gibi bir çiçeği fark edemeyecek kadar kör. Gözlerinin içine bakarak söylemediğin sürece o hiç bir şeyi anlamaz. Ama emin ol senin o sıcak kalbini kabul edecektir zira o da senin gibi bir meleğe layık." Melike gülerek başını sallayıp iç çekti ve kapıya doğru baktı. "Ben sarayda olduğum sürece bir çok şey benim için imkansız kalacak sultanım. Haşa ben sizinle olduğum için memnunum lakin dışarıdaki zor da olsa bir hayat var ama ben buradaki soğuk duvarlar arasında nefes alıyorum.." Hüzünle söyledikleri ile başımı pencereye çevirdim.

"Kim bilir Melike, belki bir gün kendi yuvan olduğunda, hayata karıştığında bu günleri buruk bir özlemle hatırlayacaksın.. Zaman su gibi Melike, öyle hızlı ki bazen bir göz açıp kapaman ile yıllar geçip gidiyor." Baharın şen güzelliği etrafımızı sarmıştı.

"İnşallah sultanım, hayırlısı ne ise o olsun." söyledikleri ile sessizce 'amin' diyerek bitirdiği konuşmayı kapattım.

Bir süre sonra Melike yüzümü göz kamaştırıcı bir hale getirince yerimden kalkıp kına kaftanımı giyinmek için onunla beraber paravana ilerledim. Kat kat giyilen bu elbisenin ağırlığı ile derin bir nefes alırken başımı dikleştirdim ve son olarak takılarımı takıp hazır bir vaziyette koltuğa oturdum.

Önüme koyulan atıştırmalıkları yerken heyecandan arada dilimi ısırıyordum. Sabırsızca elimdeki kaseyi masaya bırakıp bir bardak su içtim. Kapının çalınması ile dikkatimi oraya verince emrim ile kapı açıldı ve içeri gülerek Şah ile Dilrubah girdi. Sevinçle ayağa kalktığımda ikili çoktan yanıma gelmişti.

Dilrubah lacivert ve bir kaftan giyinirken Şah bordo bir kaftan giyinmişti. İkisi de göz kamaştırıyordu.

Dilrubah genişçe gülümseyerek ellerimi tuttu ve beni baştan aşağı süzüp. "Hilal, maşallah sana bu ne güzellik! Allah nazarlardan sakınsın seni.." iltifatına karşı gülerek başımı eğdim. "O sizin güzel bakışınız sultanım."

Dilrubah arkasındaki cariyeye işaret verince kız elince bir kutu ile geldi. Dilrubah kutuyu açtığında beni altın bir nazarlık ve altın üzeri ise incili bir broş karşıladı. "Dilrubah.." sessiz fısıltımın ardından o gülerek nazarlığı kaftanımın iç kısmına taktı ve bana sıkıca sarıldı. "Hilal, her zaman senin yanındayım unutma tamam mı? Bundan sonra hayatın bir başka sayfası ile karşılaşacaksın. Geçirdiğini sandığın zorlukların daha niceleri seni bekliyor olacak lakin tam tersi bir çok mutluluk ve mucize de seninle olacak."

"Çok teşekkür ederim Dilrubah. İyi ki varsın." iç çekerek söylediklerimin ardından gülümsedim ve broşu işaret ettim. "Ayrıca çok zevklisin teşekkür ederim." dedim. Dilrubah geri çekilirken saçlarını geriye atıp "Öyleyimdir." demesi ile hepimiz güldük. En sonunda broşu sol yanıma taktıktan sonra Şah ile göz göze geldim. O da oldukça duygusal gözüküyordu.

Vallahi üçümüz de şuracıkta oturup hüngür hüngür ağlayacaktık az daha.

"Mutluluklar dilerim Hilal, umarım ki bu adım seni cennetine kavuşturacaktır." elindeki keseyi açarken gözlerim zümrüt taşlı bir bilezik ile karşılaştı. Öyle güzel öyle büyülüydü ki nefesimi tutmuştum. "Bu senin için. Taktığında beni hatırlaman dileği ile."

Kese ile bileziği elime verince gülerek başımı salladım ve kollarımı açıp ona sıkıca sarıldım.

Çalınan kapı ile ayrılırken içeri Lalezar girdi. "Sultanım, taşlıktaki son hazırlıklarda bitmiş durumda misafirler yakındır gelmeye başlar." başımı olumlu anlamda sallayıp kızlara döndüm. "Valide sultanımızın elini öptükten sonra beraber ineriz ne dersiniz?" teklifim ile ikisi beni onaylayınca beraber odamdan çıktık. Uzun elbisemin etekleri yerde sürüklenirken iki yanımda da kızlar vardı.

"Paşalar ile beyler Has odada hünkarımızın terasında olacaklarmış." Lalezarın verdiği bilgi ile gülümsedim ve kulağına fısıldadım. "Sence hünkarımızı görmek için vaktim olur mu?" Lalezar kıkırdayarak başını olumlu anlamda salladı. "Kına yakıldıktan sonra kendileri hareme teşrif edecekler Sultanım." Lalezarın keyifli sesi ile başımı eğdim. "Bunu duyduğuma sevindim."

Koridorlarda ilerlerken arkamızdaki cariyelerin kıkırtıları, taşlıktan yükselen müzik sesi, telaşla koşturan kalfaların ve ağaların söylenişleri.. Şu taş duvarların arasında yankılanan şu sesler o kadar büyüleyiciydi ki.. Gözümü kapatıp dokunduğumda yaşanmışlığı hissedebiliyordum. Burada yatan tarihin farkındaydım ben. Dökülen kanlar, göz yaşları, sevinç dolu kahkahalar, umut dolu dualar... Hepsi burada yüzyıllar boyu kalacaktı.

Top kapıya ilk gelişimde parmaklarım istemsizce duvarda dolanmıştı o an bedenimden geçen sıcak esinti ile kendimi hayallere kaptırmıştım. Ne hissettiysem onu hayal etmiştim. Profesörümün dediği gibi 'Yaşanmışlık bir mürekkebin kağıda bıraktığı iz gibiydi. Hiç bir güç onu oradan söküp atamazdı.' ve bu tarihi anlamak isteyen, sadece iyi yada kötü taraflarını görmeden bakanlar, hayalleri, merakları, keşfetme arzusu ile yanıp tutuşanlar bunu anlayabilirdi.

Bir zamanlar merakla gezindiğim şu koridorlarda bir sultan olup gezineceğimi kim bilirdi? Okuduğum kitapların ilerleyişini değiştirmiştim ben, tarihi, kaderleri değiştirmiştim.

Adımlarımız kısa sürede bizi Valide sultanın dairesine getirince bizim için açılan kapılardan heyecanla geçtim. En önde ilerleyip koltukta Gülbahar hatun ile oturan Valide Zümrüt Şah sultanın karşısında saygıyla eğilip selam verdim ve ardından yanına gidip dualarını dinleyerek elini öptüm.

"Hilal, bu ne zarafet, bu ne güzellik... Maşallah sana gül cemalin kalbinin yansıması olduğu o kadar belli ki." Valide sultan elimi tutarak beni yanına çekince gülerek oturdum ve kızaran yanaklarımı saklamak ister gibi başımı eğdim.

"Allah sizi nazarlardan sakınsın. Maşallah su gibi duru, güneş gibi parlaksınız." Gülbahar hatunun iltifatı ile başımı eğdim. "Teşekkür ederim.."

"Validem durun kızı kınadan önce siz yakacaksınız." Dilrubah gülerek yanımıza oturunca herkes güldü. "Yahu yalan mı? Çok güzel benim kızım alışamadı o da bir türlü iltifatlarıma." Valide sultan söylenerek Gülbahar hatuna dönünce bende rahat bir nefes aldım.

"Kaldı geriye Şah. Kızım sen ne zaman evlenip kendi yuvanı kuracaksın?" Valide sultan merakla Şaha dönünce Şah nefesini tuttu. Gözümün önüne Yavuz ile sandaldaki halleri geliyordu. Şah anında kızaran yanakları ile başını kaldırdı. "Hayırlısı Sultanım." narin sesini duyan Valide 'İnşallah' diyerek Gülbahar ile konuşmaya devam etti.

Cariyeler önümüze şerbet getirince Gülbahar hatun konuya girdi. "Hibisküs Şerbeti yaptım sizler için. Umarım beğenirsiniz." cümlesinin ardından merakla bardağı dudaklarıma götürdüm ve bir yudum aldım.

Şerbette tarçın, karanfil, kurutulmuş hibisküs çiçekleri, limon tuzu ve şeker vardı ve oldukça soğuktu. Memnun bir şeklide gülümsedim ve söze girdim. "Elinize sağlık, çok lezzetli olmuş."

"Afiyet, şifa olsun sultanım."

Bildiğim kadarıyla bu çiçek hazımsızlığa iyi geliyordu ayrıca iştah azaltıp kilo vermede yardımcı oluyor aynı zamanda metabolizmayı hızlandırıyordu. Yüksek miktarda vitamin C içerdiği için de bünyeyi koruyordu.

Şerbetlerimiz bittikten sonra hep beraber daireden çıkıp taşlığa indik. Müzik enstrümanların sesleri ahenkle sarayda dans ederken bu şen şakrak havaya genişçe gülümsedim.

Sonuna kadar açılmış kapılara yaklaştığımızda kapı ağası yüksek sesle seslendi. "Destur, Valide Zümrüt Şah sultan hazretleri!" İçerideki cariyeler, misafirler, kalfalar, ağalar ve bir çok kişi senkronize bir şekilde ayağa kalkıp selam verdi. Bütün bakışlar bizlerin üzerindeyken biz taşlığın sonunda olan geniş alana ilerledik. Yerdeki büyük masanın her iki yanında küçük taht varken kalan yerlerde minderler vardı. İlk önce valide sultan oturduktan sonra sırayla oturma düzenine göre oturduk.

Valide sultanın el hareketi ile müzik yeniden çalmaya başlamış, raks eden cariyeler yerlerini almıştı. Bütün bakışların üzerimde olduğunu hissederken başım dik kendimden emin bir şekilde tek tek gelen misafirlere baktım. Bir çoğu uzaktan tanıdığım paşaların zevceleri iken geriye kalanlar hanedanın uzaktan akrabalarıydı.

Cariyelerin büyük çoğunluğu mutluluk ile gülümserken aralarında sahte gülüşler de vardı. Her dönemde olan insanlardı onlar.

Boş olan gözdeler katı artık başka işler için kullanılıyordu yarattığım etki o kadar büyüktü ki bir devirlik kaideleri varlığım ile silmiştim. Bu döneme gelirken dilediğim tarih Ahmed'in geçmişte çocukları olmadan önceki tarihti. Kaldıramayacağım kadar ağır yükleri zaten yıllarca kaldırmıştım, şimdi neden kendime daha çok acı çektireyim ki?

Daye hatun tek tek misafirlerin isimlerini, ailesini ve statüsünü söylerken onlar karşımıza geçip içten dileklerini diliyor ardından hediyelerini bahşediyordu. Nişandan alışık olduğum bu işlem uzun süre sonra bitince içeri bir ağa girdi. Valide sultanın yakın hizmetkarlarından.

Yanımıza gülerek gelip eğildikten sonra lafa girdi. "Sultanım, ulaktan haber geldi. Handan sultanımız yarın akşam yola çıkacak düğüne burada olacakmış. Buyurun bu da gönderdiği mektup."

Demek sonunda tanışacağız Handan sultan ile.. Ahmed'in büyük ablası, Handan sultanın annesi Ayşe hatundu pek fazla hakkında bilgi olmadığı için merhum padişahın ilk gözdelerinden olduğu var sayılıyordu. Handan sultan, Ahmed sefere gittiği vakit aslında payitahta gelecekti lakin sonra ne oldu da gelmedi bilmiyorum. Ağanın uzattığı mektubu cariye elinden alıp Valide sultana verdi. Mektubu açıp yazan kısa haber niyetinde olan cümleleri okuduktan sonra mektubu geri cariyeye verdi.

Bakışlarım merakla valide sultana kayarken tebessümle başını salladı. Dilrubah ise bu habere sevinçle karşılık verdi. Aralarının iyi olmasına sevindim doğrusu. Hiç saray oyunları ile uğraşamam.

Ağa geri çekilirken bu sefer Daye hatun arkadaki kalfalara el işareti yaptı. Bunun üzerine kısa sürede içeri ellerinde tepsiler ile ağalar girdi. Yemekler masalara ikram edilirken bizim soframıza ayrı bir özen gösteriliyordu. Dilrubah iştahla yemeklere bakarken bende kendimi alıkoyamadım doğrusu.

Eğlence sorunsuz ve neşeyle devam ederken yemekler yenildi ve sıra tatlılara geldi. Özel olarak raks eden hatunlar renkli elbiseleri ile göz kamaştırıyordu. Bakışlarım Melike ve Lalezara kayarken oturdukları masada gülerek tatlılarını yediklerini gördüm. Keyifleri yerindeydi.

Sohbetler, kahkahalar hepsi ile anın tadını çıkarırken konuşulan her konuya 32 diş gülüyor içimden dolup taşan sevinci, heyecanı saklamıyordum. Bu sarayın artısı özellikle bu dönemin artısı şuydu. Verilen bir savaş yoktu, kadınlar birbirine savaş açmıyor arkalarından oyun oynamıyordu. Sakin bir döneme denk gelmiştim.

Daha geçen ay cariyelerin bir kısmı eğitimlerini tamamlayıp sarayda kalfalığa terfi etmişti diğer kısmı ise Enderûn'dan paşalar ve beyler ile evlenmişti. Haremin eğitimli kadınları sayesinde bu sistem yürüyordu aslında. Devlet denilen kurum yükselerek devam ediyordu.

Başımdaki ağır taç ile boynumu esnettikten sonra dikkatimi odaklamak adına önümdeki sudan içtim. Üzerimde bir hazine yatıyordu adeta. Bu gecenin parıldayan yıldızı olduğumun farkındaydım. Giyindiğim kaftan ile bir güneş gibi geceye doğmuştum.

Misafirlerin çoğu oturduğu yer sofrasının etrafında kendi arasında konuşurken hepsinin bakışlarını üzerimde buluyordum. Onlarda nasıl bir izlenim bıraktığımı merak ediyordum doğrusu. Elimden geldiğince saygı ve sevgiyi toplamaya çalışıyordum. İçtenliğimi saklamadan insanlara yardım ediyordum zira yardım yaparken amacının iyilik olduğunu belli etmezsen yanlış karşılanabilirdin burada.

Bir Sultan unvanı almam için şehzade annesi olmam gerekirken harem ve saray halkı bana sultan demeye başlamıştı bile. Bunun en büyük nedeni bana olan sevgileriydi. Ben gelecekteki yaşamımda da böyleydim. Olabildiğince iyi bir insan olmaya çalışıyordum ama devir öyle bir devirdi ki insanın yaptığı iyilik ona zarar oluyordu. Her zaman derdim ben bu devire ait değilim diye.. Haklıymışım.

"Hilal?" Valide sultanın seslenişi ile ona dönerken gülümseyerek kendi divanını işaret etti. Oturmam için beni yanına çağırınca yerimden kalkıp yanına geçtim. Tabii bir kaç bakış ta bize eşlik etti..

"Buyurun validem." Zümrüt sultan elini elimin üstüne koyduktan sonra gülümsedi ve Daye kalfaya işaret verdi. Bakışlarım Daye hatuna kayarken o arkadaki cariyeden bir sandık aldı. Orta boylu sandık elden ele ikimizin ortasına gelince valide sultan söze girdi.

"Hilal, kah güldük, kah ağladık. Aramızda kırgınlıklar da oldu ama en çok güven oldu. Canımı, evlatlarımı sana güvenle emanet edebildim. Korudun, kolladın bir Padişah zevcesi gibi cesur ve güçlüsün Hilal. Oğlumu sana, seni oğluma emanet ediyorum." buğulu gözlerini gözlerimden çekerken titreyen sesi ile sesini düzeltti ve sandığı açtı bir parşömen bizi karşıladı.

"Bunu kabul etmeni rica ediyorum Hilal." Parşömeni açıp kağıt parçasını bana uzatınca anlamsız bakışlarım ile gözlerimi satırlarda gezdirdim.

Dudaklarım her okuduğumda daha çok aralanırken titrek bir iç çektim. "Validem.." fısıltım öylece süzüldükten sonra tekrar ona bakıp doğru anlayıp anlamadığımı anlamaya çalıştım.

"Çinili Köşk ve İncili köşkün bende yeri ayrı bilirsin oraya her gittiğimde içimi huzur kaplıyor.. Bu iki köşkü sana ihdâ ediyorum."

İki köşkün tapusu da üzerime yapılmıştı yani.. Bana tahsis edilmişti. Kağıtta yazan bilgilere bakmayı kesip şaşkın bir şekilde sultanın elini öpüp başıma koydum. "Ne diyeceğimi bilemiyorum Sultanım, çok teşekkür ederim. Allahın izniyle gelecekte tüm ailemiz bu köşklerde vakit geçireceğiz."

"Validem kına ne zaman yakılacak?" Dilrubahın meraklı sorusu ile Valide sultan bakışlarını bende çekip Daye kalfaya odakladı ve başını salladı.

Kısa sürede ortam sessizleşirken dans eden cariyeler yerlerine geçti ardından ortamdaki mumlar söndürülürken loş bir ortam oluştu. Taşlığın ortasına koyulan küçük divana bakarken sıranın bana geldiğini anladım ve yavaşça ayağa kalkıp başımdaki tülü önüme gelecek şekilde örttüm. Heyecandan titreyen adımlarım divanı bulunca Valide sultana doğru oturdum ve beklemeye başladım.

Valide sultan, Dilrubah, Şah, Melike ve Lalezar yanıma gelirken Gülbahar hatun da yanlarına geçti. Şah ile Melike tebessümle ellerine mumları alınca Lalezar da kınayı alarak diğer cariyeler gibi etrafıma geçti. Tüylerimi ürperten bu acı dolu sessizlikte bir an annemin omuzumu tutup 'Canım kızım' demesini bekledim. Elimin altındaki eteği sıkıca avuçlarım arasına alırken bakışlarımı başımdaki kırmızı tülün ardından Valide sultana odakladım. Gözleri dolmuş elleri üst üste beni izliyordu.

Yukarı kattaki müzisyenler adını bilmediğim ama hüzünlü bir melodiyi çalmaya başlayınca misafirler arasında oturan bir kadın ayağa kalktı ve tiz sesi ile türkü söylemeye başladı. Söylediği türkü bilindik bir kına gecesi türküsü olsa da ilk defa zamanında ve ait olduğu sesinden dinliyordum.

Ve bu sefer kendim için.

"Bülbül olsam gül dalında salınsam

Duman olsam dağ başında savrulsam

Kemer olsam yar beline sarılsam aman

Ağlaya ağlaya yar yüreğime kan doldu

Siyah da zülüf pembe yanak ah üstüne bend oldu

Ağlaya ağlaya yar yüreğime kan doldu

Siyah da zülüf pembe yanak ah üstüne bend oldu

Verin benim tanburamı çalayım

Çalayım da garip garip ağlayayım

Mendilin ver gözyaşımı sileyim aman

Ağlaya ağlaya yar yüreğime kan doldu

Siyah da zülüf pembe yanak ah üstüne bend oldu"

Büyüdükçe türküleri anlamaya başlardık. Aklımız erdikçe, yaşanmışlık oldukça sözlerin anlamlarını en derinimizden anlardık. Bir zamanlar bir kulağımdan girip diğerinden çıkan o türkü şimdi kalbimi kor ateşlere atmıştı. Anne ben gelin oldum uçuyorum yuvadan.. Kiminin anlamsızca okuduğu bu cümle binlerce duyguyu barındırıyordu.

Dudaklarımı birbirlerine bastırırken göz yaşlarım damla damla yanaklarımdan süzülüp sıktığım elime damlıyordu. İşte bu duyguydu ağlatan. Annesiz kalmak.

Titrek bir iç çekerken birden başımdaki örtü kaldırıldı. Hüzünle başımı kaldırırken tek ağlayan ben olmadığımı fark ettim. Tanıdığı herkesin gözlerinde inciler vardı.

Başımı dikleştirip gülümsedim ve bana doğru gelen Valide sultana baktım. Melike önümde diz çökerken Lalezarın uzattığı kınayı alıp avucuma sürdü ve kenara kayarak Valide sultana baktı. Valide sultan elindeki keseyi açtıktan sonra büyük bir altını avucuma bıraktı ve yanağımı okşayıp geri yerine geçti.

Melike elimi sardıktan sonra onun göz yaşları ile beraber bende ağlamaya devam ettim. Burnumu çektikten sonra etrafıma bakarak gülümsedim. Şimdi kısa sürede bu duygusal yoğunluk bozulacak yeniden raks ve dans başlayacaktı.

"Hünkar oğluma kınanın yakıldığını haber eyleyin." Valide sultanın emri ile bir kalfa eğilip yanımızdan ayrılırken ben ayağa kalktım ve sultanlar ile beraber yerime geçtim. Şah elindeki mendil ile yanaklarımı silerken kulağıma fısıldadı. "Aynı yardımı kendi kınamda da bekliyorum ona göre." Gülerek başımı salladıktan sonra yerimize geçtik ve sofralar sanki demin boşalmamış gibi yeniden doldu.

Melike yanıma gelip başımdaki kırmızı örtüyü alırken tacımda takılı olan beyaz tülü düzeltti. "Sağ ol Melike." Melike gülerek başını salladıktan sonra yerine geçti. Musiki baharın masumluğu gibi taşlığa doğarken ritme göre bizlerde dans etmeye başladık.

Sanki daha demin ağlayan ben değilmişim gibi güle oynaya dans ediyordum. Hoş içim kan ağlasa ben yine de gülerim ya? Dilrubah elleri ile raks hareketleri yaparken Valide sultan kızaran yanakları ile başını iki yana salladı. "Hanım sultan değil dansöz mübarek." söylenişi ile hepimiz kahkaha atarken kendi de gülüp bize ayak uydurdu.

"Yahu validem şunun şurasında müstakbel gelinimizin kınası. Burada da dans etmezsem nerede edeceğim? Değil mi Şah?" İğneleyici bir şekilde topu Şaha atan Dilrubah 32 diş gülerek başını yana eğdi.

"Vallahi sultanımız haklı validem." diyerek destek çıkınca bende başımı olumlu anlamda salladım.

Aslında bir erik dalı gevrektir çalsa hiç fena olmaz. Ya da Ankara'nın bağları?

Oldu istersen bir de Mahmut Tuncer'i çağırıp halay çekelim? Ya sabır..

İç sesime de kısa bir cevap verdikten sonra eğlenceye devam ettim. Daha çok önümdeki tatlılara gömülmüş lezzetli şeylerin tadını çıkarıyordum. Dudaklarım arasına lokmayı götürürken kapıda gözlerim Ahmed ile kesişti.

"Destur, Sultan Ahmed Han Hazretleri!" kapı ağasının seslenişi ile her şey dururken cariyeler dansı kesip yana çekildi ve yolu açtı. Bizler de dahil herkes ayağa kalkıp selam verirken ben lokmayı tabağa bırakıp parmaklarımı hızla dudaklarıma götürdüm.

Ahmed'in arkasında Hüseyin ağa gelirken kısa bir an Melikeye baktım. Kuzum kırmızının tonları ile aşk yaşıyordu adeta.

Ahmed ile bakışlarımız kesişince genişçe gülümsedi ve karşıma geçti. Elleri ellerimi tutarken beni baştan aşağı aşkla süzüp kararan hareleri ile gözlerimi hapis etti. "Hilalim.." adımı fısıldayışı ile dudaklarım aralanırken o kısa bir süreliğine bakışlarını sultanlarda gezdirdi. "Validem." Ellerimi yavaşça bırakıp Valide sultana yaklaşırken elini öpüp başına koydu. "Aslanım, hoş geldin."

"Hoş buldum Validem." kısa bir konuşmanın ardından bakışları yeniden beni bulurken iç çekişine şahit oldum.

"Bu ne güzelliktir, cenneti kıskandıran güzelliğin ne ambere ne çiçek bahçelerine benzer.. Gecem, ayım, huzurum.. Ben ömrü hayatımda senin gibisini ne gördüm ne de işittim. En güzel duam, hayalim, sevgilim sen bana yaradan'dan bir mucize misin?" Ahmed'in dudaklarından dökülen cümleleri bir biz duyarken ben kendimi dünyada tekmiş gibi hissediyordum.

Aklım, kalbim, benliğim onunla bir olurken ben onun deniz gözlerinde boğulmak için bir adım attım. Ahmed, Hüseyin'in açıp uzattığı kutudan göz kamaştıran bir gerdanlık alırken benim akılım, kalbim hala ondaydı.

Zümrüt taşlar ile tasarlanmış kolyenin uçlarından inciler ve elmaslar damlıyordu adeta. Ahmed kolyeyi tutup bana yaklaşırken ben yavaşça arkamı döndüm ve başımdaki tülü ve saçlarımı yanıma çektim. Ahmed'in sıcak parmakları tenime değerken nefesini boynumda hissettim. Sakalları boyun girintime değdiği an nefesimi tutmuş öylece yere bakıyordum. Sanki mümkünmüş gibi parmakları yavaş yavaş tenimde gezinirken derin bir nefes alıp dudaklarını şakağıma bastırdı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top