4. Bölüm
Olaylar tamamen tarihten bağımsızdır. Karakterler ve olaylar benim kurgumdur. Kurgudaki padişah ve ailesi gerçek değildir. İsim benzerliği olabilir ama hiç bir şekilde tarihle alakası yoktur.
Düzenlendi.
Sarayda olaylar sakinleşince Valide Sultanı mahzenden sessizce çıkarıp dairesine getirmiştik, hekimler onu muayene edip gerekli ilaçlarını vermiş dinlenmesi gerektiğini söylemişti. Şimdi ise aradan yaklaşık yarım saat geçmiş olmasına rağmen ben onun yanında duruyordum. Pencerenin önünde yığılmış bir halde camdan dışarıya bakınca devam eden hayata şahit oldum. Güneş yeniden doğmuş kuşlar yeniden şakıyordu. Oysa bir kaç saat önce bir felakete şahit olmuştu bu koca şehir.
Derin bir nefes alarak pencerenin önünden kalktım ve Valide sultanın yatağının yanına ilerledim odada bir tek elbisemin yerde sürünme sesi yankılanıyordu. Valide sultanın yatağına varınca yanına çöktüm. Hizmetindeki çoğu cariyeler odalarına çekilmiş uyuyordu. Dairede kapının yanında olan cariyeler hariç bir tek Lale kalfa valide sultanın baş ucunda oturup onun başını bekliyordu. Birde ben. Başımı yatağa dayayıp bahçede öten kuşları dinledim her şey rağmen dışarıda hayat devam ediyordu... Aldığımız her nefesin kıymetini bilmeliyiz, yarın ne olacağı bir muammaydı.
Gözlerim artık dayanamayarak yüzyılların yorgunluğu ile kapandı ve ben buna müsaade ettim. Bedenimle ruhum çok yorulmuştu bu bir gün ölesiye yoğun ve ağır geçmişti benim için. Bir süre gözlerim kapalı dinlenince ne kadar yorulduğumu fark ettim... Akla mantığa sığmayacak kadar imkansız olaylar başıma gelmişti. Ama güzeldi.. Pişman değilim. İyi ki geçmişe gelmişim iyi ki Ahmed'i tanımışım! Mutluyum hem de hiç olmadığım kadar...
Birden içime düşen fikir ile acıyla inledim ya uyanınca yeniden kendi zamanıma dönersem? Ya bu macera da burada son bulursa? Ya bir daha Ahmed'i göremezsem! Ah Allah'ım sana yalvarırım beni bu zamanda bırak lütfen biraz daha huzurla nefes alayım... İç çekerek dua ettim ardından bilincim tamamen kapandı.
*
Ruhumu okşayan ılık bir rüzgar ile bilincim açıldı sanki bedenim ipek kumaşlara sarılmış gibi hafif ve rahattı. Burnuma bana daha önce iç çektiren o koku dolunca kalbim kıpır kıpır oldu. İçimdeki serçeler kanat çırptı ruhumda çiçekler açtı... Birden ruhum dile geldi ve ezbere bildiğim, her zaman kendime tekrarladığım şiiri ruhum acıyla söyledi.
"Allah der ki, kimi benden çok seversen onu senden alırım.
Ve ekler onsuz yaşayamam deme, seni onsuz da yaşatırım. Ve mevsim geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur. Aklın şaşar dostun düşmana dönüşür.
Düşman kalkar dost olur. Öyle garip bir dünya! Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur. Düşmem dersin düşersin. Şaşmam dersin şaşarsın. En garibi de budur ya, öldüm der durur yine de yaşarsın."
- Hz. Mevlana -
Saçlarımda dolanan parmaklar ile kendime yeniden geldim. Yanağımda dolaşan parmaklar o kadar tanıdık his ettiriyordu ki... Koku yoğunlaştıkça burnuma onun kokusuna harmanlanmış barut ve duman kokusu geliyordu ama onunki hepsinden ağır basıyordu.
İşte huzurun kokusu... Bu koku yıllardır kitaplardan okuduğum görünüşünü, sesini, gülüşünü ve ruhunu dahi bilmediğim adamın kokusuydu. İnsan hiç görmeden duymadan dokunmadan sever mi? Ben sevdim hatta öyle bir sevdim ki imkansız olanı yaptım. Kaderlerimizi buluşturdum.
Ne kadar üstünü kapatsam da yıllardır bir tarih karakterine bağlanmıştım. En acısı da buydu ya ben onu nasıl hayal edeceğimi bilmeden hayal ettim, sevdim ve düşledim. Ve ben şimdi burada onun dönemindeyim hatta tam yanında. Fark ettim de zamanımız bu dünyada çok kısıtlı. Ve ben uykuya dalmadan önce bir şeyi daha fark ettim. Her an geleceğe gidebilirdim istemeden de olsa.. İşte sırf öyle bir şey olursa pişmanlıklarım olmadan gideyim diye ruhumun, kalbimin en derinliklerindeki aşkımı gün yüzüne çıkarttım. Sultan Ahmed'i..
Parmakları saçlarımda dolaşmayı kesince gözlerimi ani bir cesaretle açtım. Onunla göz göze gelince farkında olmadan gülümsedim. Her şeye rağmen o tam karşımda ve nefes alıyordu. Sessizce gür sakallarını, dağılmış saçlarını ardından deniz gözlerini izledim sonra dolgun dudaklarına kaydı bakışlarım. Arsız bir istekle yutkundum. Her detayını ezberlemek istercesine izledim onu. Dudaklarında bir gülümseme oluşunca utanç ile hızla ayağa kalktım ve ellerimi önümde birleştirip eğildim.
Endişeyle onu incelemeyi kesip "Hoş geldiniz hünkarım, iyi misiniz?" diye fısıldadım. Yanımızda uyuyan valideyi uyandırmamak adına.
Ahmed oturduğu yerden yavaşça kalktı ve karşıma geçti. Yüzünde kendinden emin ifadesi ve iç çektiren bir gülüş ile konuştu. "Hoş buldum, iyiyim asıl siz iyi misiniz gece olan olayları daha yeni öğrendim."
"Sayenizde iyiyiz hünkarım. Sizi de iyi gördüm ya bizden alası yok. Gece çok uzun geçti lakin Hüseyin ağa tam vaktinde yetişti. Yoksa halimiz nice olurdu." Dediklerimi duyduktan sonra yüzündeki buruk tebessüme gözlerindeki parıltılar eşlik etti.
"Hep validemin yanındaymışsın? Onu bir an olsun yalnız bırakmamışsın Lale hatun öyle diyor." Minnet dolu sesi beni gururlandırmıştı doğrusu. Oysa ben sevdiğim adamın annesinin yanındaydım tüm gece, bir sultanın değil.
Başımı hafifçe sallayıp tebessüm ettim nasıl bir cevap vereceğimi kestiremedim o an. İç çekişini duyunca yüzüne baktım yorgun görünüyordu ama yeni bir savaşa girecek kadar da güçlü.
"Terasa geçelim." dedi ve hızlı adımları ile önden giderek terasa ilerledi bende hızla peşine takıldım. Yine asker adımlarına hayret etmiştim. Kendinden her daim emin, hızlı ve güçlü adımları...
Gözümde o kadar güçlü bir karaktere sahipti ki hiç tanımadığı bana nasıl güvendiğini anlamıyordum. Tamam bazı olaylar silsilesi ile yardımım dokunmuş oldu, normal bir insan elbette anında güvenebilirdi ama bir padişah? Daha dikkatli olmamalı mıydı? Bu düşüncelerim doğruydu buna inanıyorum ortada bir gariplik vardı kesinlikle.
Kısa bir an gözlerim onun sırtında takılı kalınca bir kez daha dalıp gittim derin sulara.
Peki ya o padişah olarak değil de Ahmed olarak sana bu kadar güvendiyse?
İç sesim bir yaraya basar gibi duygularımı okuduğunda bir süre nefes alamadım. Bu çok sık olmaya başlamıştı artık. Her olayda aklımı kaybedecek gibi oluyordum. Belki de bu hallerim alışma sürecimin bir parçasıydı.
Daha fazla düşüncelere dalıp boğulmamak için kendimi zorlayıp gerçekliğe çıktım.
"Hünkarım?" Dedim tedirgince, ardından derin bir nefes alıp onun gibi manzaraya odaklandım.
Denizleri merakla beni bulunca usulca cevap verdi. "Efendim?" Bakışlarımı yeniden onun gözlerine çevirince güneşin gözlerinde parladığını gördüm. Ben ayım o ise güneş... Onun ışığı olmasa ben bir hiçtim ona öyle çok muhtaçtım ki bir dokunuşunda yüreğimde çiçekler açıyordu.
Ciddiyetle devam ettim. "Bu asiler öyle kendiliğinden ayaklanmaz. Kesin para kaynağı alabilecekleri birileri var yoksa onca isyancı sonuçlarını bile isteye bunlara karışmaz. Başlarındaki Devlet-i Aliye'yi tehlikeye atacak kadar gözü dönmüş çıkar peşinde koşuyor. Belki de kukla haline dönüştürülmüş içimizdeki hainler."
Dediğimde başını salladı. "Biliyorum. Her ne kadar emin olmasam da aklıma gelen bir kaç isim var."
"Belki de, Paşaların yerinde gözü olanlardır?" Ona ipuçları veriyordum. Direk yüzüne bilgileri veremeyeceğime göre bir kılıfa sokmalıydım.
Sertçe tuttuğu korkuluğa baktığında usulca gözlerine baktım kısık gözlerim ile. O an harelerinde öfke parıltıları gördüm. Neredeyse buldu, aklındakileri derliyordu. Öfkesini bana karşı belli etmemeye çalışıyordu. Sessiz bir savaşa girmişti düşünceleri ile.
"Hem saldırıya uğrayan paşalar sizin en güvenilir adamlarınız değil mi? Devlete bir kötülükleri de olmadı? Neden azledilmelerini istiyorlar? Yerlerini alıp içten çökertmek istiyorlar." Kalbim her kelimemde hızlanırken beraberinde kulaklarımda uğuldayan nabzımın sesi doruğa ulaştığımı işaret ediyordu.
Sessizliğin içinde Ahmed öfkeyle nefes alıp verdi. Bakışlarım ellerinden gözlerine kaydı işte bu bulmuştu. "Soysuzlar, buldum sizi." Diye mırıldandı kendi kendine ardından bir hışımla yanımdan uzaklaştı terastan adeta deprem gibi çıkmıştı. Adımları bu defa gerçekten sarsmıştı yeri.
Ahmed'in gökyüzünü, özgürlüğü, denizleri, okyanusları andıran elalarında bazen öfkesi, üzüntüsü, acısını andıran kara bulutları oluyordu. Şimdiyse öfkeden gürlüyordu. Sesi o kadar gür çıkıyordu ki aynı gök gürültüsünü andırıyordu, gözlerindeki öfke ve intikam parıltıları ise çakan şimşekleri.
Hızla ilerlerken arkasında bıraktığı kokusu onun rüzgarıyla burnuma doldu. Farkında olmadan huzurla gözlerimi kapattım artık onun kokusunu biliyorum. Yüzyıllardır kayıp olan kokusuna sonunda kavuşmuştum.
Üzerime çöken ağır yorgunluk ile bakışlarım kapıda takılı kalmıştı. Zar zor bakışlarımı oradan çekip manzaraya diktim. Denizde oyuncak gibi yüzen kayıklar dalgalarla hareket ediyordu. Gökte süzülen martılar usul usul dans ediyor bu güzel masalın bir parçasını oynuyordu.
Bir süre derin derin nefesler alıp aklımı toparladığımda son kez bir iç çekip odaya geçtim içeride Lale kalfa ile konuşan bir cariye vardı. "Hilal hatun bak bu Ayşe sarayda sana rehberlik edecek bir isteğin olursa ona söylemen yeterli halleder. Şimdi dairene kadar sana eşlik edecek biliyorum sende çok yoruldun zor bir geceydi." Lale kalfanın işaret ettiği kıza baktım siyah saçları, kahve rengi gözleri olan kızın yüzünü inceleyip onu aklıma kazıdım.
Valide sultana son bir kez bakıp başımı olumlu anlamda sallayıp "Peki." diyerek kapıya ilerledim. Peşimden gelen Ayşe ile ikimiz koridorlar boyunca sessizce ilerledik ardından taşlıktan cariyelerin arasından geçtik ve en son bir kapının önüne gelince etrafıma baktım en güzel daireler tam olarak buradaydı. İçeri girdiğimizde bana tanıdık gelen oda stili ile karşılaştım. Sağda çift kişilik yatak, karşıda ise yarım küre şeklinde pencere ve altında kırmızı koltuk ve yer masası vardı. Sol tarafta ise şömine, minderler ve boy aynası vardı. Büyük mumlar odayı aydınlatma amacı ile kullanılsa da güzel bir dekoratif süs eşyası da oluyordu. Ayrıca duvar içlerinde sayısız dolaplar bulunuyordu, her birinin içine kim bilir neler saklayacaktım... Yerde pahalı bir halı, arka sağ köşede ise bir paravan vardı. Yatağın üzerinde ise benim çantam. Hızla çantamı alıp bir dolaba koydum.
"Size uygun bir kaç kaftan ve takılar ayarlandı." Ayşe hatun duvar köşesindeki sandığı işaret edince ona doğru döndüm. "Sağ ol. Hamamı hazır edebilir misiniz."
"Emriniz olur."
*
Hamamdan sonra odaya dönünce yatağa direkt girdim ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.
O kadar çok yorulmuştum ki bıraksalar bir hafta uyurdum. Deliksiz bir uyku çekip uyandığımda dışarısı hala aydınlıktı. Yataktan esneyerek kalktım ve elimi yüzümü odanın ucunda olan küçük çeşmede yıkayıp üzerimi değiştirdim.
Odadan çıkıp taşlıkta Ayşe'yi bulma arayışına girdim. Ezbere bildiğim koridorlardan geçip taşlığa vardığımda kulaklarımı sesler dolduruyordu. Köşeyi geçip kapıdan içeri adım attığım gibi cariyelerin bakışları beni buldu. Onları takmayarak ilerlerlerken arkadan biri bana seslendi.
"Hilal hatun." Arkamı dönünce Lale kalfa ile karşılaştım baş selamı verip yanına ilerledim.
"Valide sultanımız sizi adalet kulesinde bekliyorlar." Başımı olumlu anlamda sallayıp peşine takıldım. Adalet kasrı. Ne yapacağız ki?
Her şeyi kuşkusuz sualsiz onayladıktan sonra al işte böyle kara kara düşünürsün!
Orası Adalet meydanını yada diğer adıyla Divan meydanını hatta tüm Topkapı sarayını net gören bir kuleydi. Ulufe günü, yeniçeri yemini yani kılıç kuşanma gibi törenlerin yapıldığı avluyu sonrasında haremin gelip izlemesi için düzenlenmiş bir kuleydi. Aslında ilk başta padişah için olsa da sonradan haremi oraya çıkıp olan biteni izliyordu. Dışarıya çıkınca ölüm sessizliği ile tüylerim ürperdi. Bu sessizlik hayra alamet değildi. Aslında hafızam ne olacağını gayet iyi biliyordu ya neyse.
Kuleye varınca kapıyı ağır ağır açtım ve içeri girdim kaftanımın eteklerini kavrayıp merdivenlerden dolanarak yukarı çıktım ve sırtı dönük halde pencereden dışarıyı izleyen Valide sultan ile karşılaştım içeride onunla beraber iki yardımcı cariye, bir ağa, ben ve Lale kalfa vardık.
Valide sultan seslerden geldiğimi fark edince usulca bana döndü bununla beraber bende eğilip selam verdim. "Geldin mi."
"Evet sultanım. Sıhhatiniz nasıl daha iyi misiniz?"
"Sağ ol daha iyiyim. Gel seni ne için çağırdığımı gör."
Yanına ilerlediğimde bakışlarıyla meydanı işaret etti. Uzak olsa da yüze yakın insan olduğunu seçebiliyordum. Kolonların yanında paşalar inci gibi dizilmişti ortada ise padişah tahtı vardı. Bostancılar duvar kenarında sırayla diziliyordu. Onların karşısındaki boş alanda yeniçeriler ve sipahiler vardı.
"Aslanım birazdan teşrif edecek ve dün ki rezaletin cezasını kesecek." Başımı olumlu anlamda sallayıp yeniden avluya odaklandım.
"Destur! Sultan Ahmed Han hazretleri!" Kapıdaki asker seslenince herkes saygıyla eğildi. Senkronize bir şekilde eğildiklerinde gözlerim gördüklerine kısa bir an şaşırdı.
Heyecanla Ahmed'i görmeyi bekleyen kalbim deli gibi atıyordu ve her an göğüs kafesimi parçalayıp fırlayacak gibiydi. O dev kapı usulca açıldı ve dışarı bir hışımla kudreti ve kararlılığı ile Ahmed çıktı. Giydiği siyah, altın desenli kaftanı ile nutkum tutulmuştu, başında ki ihtişamlı kavuk ile kim olduğunu kazıyordu ona bakan gözlere.
Attığı her kendinden emin adımda nefesler tutuluyordu, yeri zelzele etkisiyle sarsıyordu adeta. Yürürken oluşturduğu rüzgar kılıcı kadar keskindi. Bakışlarını göremesem de herkesin korkudan küçüleceği kadar sertti.
Ahmed tahtının önündeki boş alana geçti. Eminim alnındaki damar sinirden gün yüzüne çıkmış deli gibi atıyordur... Zaman o an yavaşlamış gibi geçmez bilmezken onun gür sesi avluda yankılanmaya başladı. Aynı saniye sesinin etkisinden tüylerim ürperdi.
"Ben ki yedi cihana, üç kıtaya hükmeden, cümle Osmanlı mülkünün yegane sahibi Sultan Ahmed Han! Benim topraklarımda, benim paşalarımı canıyla tehdit etmek nedir? Bu ne cüret! Devleti Aliye'yi tehdit eden kafirlerle anlaşmak hangi soysuzun işi! Bre Allahtan korkmazlar! Benim halkımın ekmek teknelerini yağmalamak, mazlumların canına kast etmek nedir! Bu ne cüret!"
Öfkesini kusuyordu adeta... Sesi o kadar gürdü ki kesinlikle Sarayın etrafından duyuluyordur. Kurduğu cümleler beni öyle çok etkilemişti ki kendimi bağırarak 'Sultan Ahmed çok yaşa!' dememek için zor tutuyordum. Otoriterliği ve gücü herkesi dizgine getirmiş olacak ki hepsi yok olacak kadar eğilmişti. Karşısında olan bir kimse nefes almayı unutuyordu, belki de buna cüret edemiyordu.
Birden görüş açıma silahtar girdi eli ile arkadaki iki bostancıyı çağırdı. İkisi ellerinde dikkatlice taşıdığı kılıç ile girdi. Ahmed en önde olan bir sipahi kulunu ardından yeniçerilerin önündeki adama seslendi onlar korkuyla titreye titreye öne geçerken başlarına ne geleceğini biliyordu. Paşaların arasından birisi geri geri gitmeye başladığında dehşete kapıldım. Kaçıyordu! Bunu fark eden bostancılar onu kollarından tutup yaka paça Ahmed'in önüne çökertti.
"H-hünkarım yemin ederim ben devletimizin iyiliği için yaptım! Yalvarırım durun! Bana düzenlenen bir oyun bu hünkarım durun! "
Celil paşa... Katolikler ile iş birliği yapıp devlete sızmıştı ve içten çökertmek için haince planlar kurmuştu. Arkasına da Katoliklerin paraları ile adamlar almıştı.
Ahmed'in sessizliği ile bakışlarımı ona çevirdim ve şokla geriye çekildim. Elindeki kılıç ile paşanın kellesini aldı... Bu kılıcı savaş silahlarını aldığımız derste uzun bir süre konu almıştık. Bu kılıcın yapımın ve hikayesinin derinliği hakkında rivayetler vardı. Ve ben buna canlı şahit olmuştum.
Bütün şehzadeler en küçük yaştan itibaren mektebe gider ders almaya başlardı. En az dört dil bilirler edebiyat ve şiir konusunda çok başka boyutlarda olurlardı. Coğrafi bilgilerine ekte olarak aldıkları savaş taktikleri dudak uçuklatıyordu. Her birinin ayrı Lala ve hocaları vardı. Ata binmek ok atmak ve kılıç kullanmanın yanı sıra çok ağır talimlerle dövüşüyorlardı.
Bakışlarım diğer iki adama kayınca aynı sonun onları da beklediğini anladım. Devleti Aliye'ye ihanetten idam ediliyorlardı. Gördüklerim aslında beni etkilememişti yani idam, kan, ölü bedenler gibi... Duygusuzca baktım tek bir duygu vardı içimde onu da kendim içimde yaşıyordum.
Bakışlarımı Valide sultana çevirince onu gururla göğsünü şişirirken gördüm. O sıra dışarıdan yükselen 'Sultan Ahmed çok yaşa! Sultan Ahmed çok yaşa!' tezahüratlarıyla başım dikleşti bakmaya bile gerek duymadım. Uzun süre bu ses böyle sürdü eminim Ahmed oradan çoktan uzaklaşmıştı.
Valide sultanın duygulu bakışları beni bulunca ona döndüm. "Ahmed'in kudreti ve gücü gözle görülür değil mi? İşte Ahmed'in diğer hükümdarlar arasındaki fark bu. Batıda ki çoğu krallar başkaları tarafından yönetiliyor nedeni boyun eğmeleri ve bu yükü kaldıramayacak kadar zayıf olmaları. Lakin Hünkar oğlumun gücü düşmanlarımız için yenilir yutulur gibi değil. İşte bunun yüzünden yüce Osmanlı hanedanı her an tehlikede, onu tahttan indirmek yada öldürmek için şekilden şekle giriyor iblisler. Ahmed'imin daha soyunu devam ettirecek bir evladı olmadı bu çok tehlikeli bir durum. Zira yıllardır halk soyun devamını getirecek şehzadeyi dört gözle bekliyor."
Valide sultan bana parlayan yeşilleri ile bakmaya başladığında nefes almayı kestim. Zira bakışlarına yüklediğim anlamlar taşıyamayacağım kadar ağır duygulardı. Korkuyla yumruklarımı sıktığımda ince bir ipin ucunda olan hayatım gözlerimin önüne geldi. Benim istikbalim nasıl olacaktı? Ben bile bir imkansızın mucizevi bir şekilde gerçekleşmesi ile geçmişe gelmişken buraya kök salmak kalbimi acımasızca yok edebilirdi. Ya bir gün ansızın gelecekte bulursam kendimi? Arkamda bıraktığım insanların kalplerinde kalacak tek duygu hayal kırıklığı olacaktı.
"Ve sen." deyip duraksadı ardından beni gururla süzdü ve şefkatle gülümsedi..
Ne olursun bana öyle bakmayın.. Her an geleceğe dönmekten korkarak tetikte bekliyordum! Düşünsenize Ahmed ile aşık oluyoruz bir çocuğumuz olacak ve bir gün ben bu devirden yok olacağım.. Gelecekte sevdiğim adam yavrum olmadan nefes dahi alamam ki... Allah'ım beni bununla sınama yalvarırım.. Düşüncesi dahi canımı böylesine yakarken başıma gelirse nefes almayı keserim.
Sol göğsüme giren acı dolu sızıyla inledim. Kalbim bunun düşüncesi ile paramparça olurken gerçekten yaşayınca ne olacağını düşünmek dahi istemiyordum... Gözlerim dolmaya başlayınca burnum sızladı ve boğazıma bir yumru oturdu. Nefes almak hiç bu kadar zor olmamıştı. Benliğim korkuyla sarsıldı bırakmak istemiyordum... Onsuz yaşayamazdım. Onu bir kez bulmuşken bırakamazdım...
Başım dönmeye başlayınca gözlerimi kapattım. Sanki yer ile gök tam ruhumun ortasında bir oluyordu... Etrafımdaki sesler boğuk duyulmaya başlayınca algı duyum yok oldu tek duyabildiğim kalbimin aşırı hızlı atışıydı sanki tüm dünyanın onu duyabilmesi için bu kadar güçlüyü atıyordu. Ruhumdaki korkuyu dile getirmeye çalışan çaresiz kalbim çırpınıyordu.
Nefes alamamaya başlayınca korkuyla gözlerimi açtım lakin etraf bir kararıp bir bembeyaz oluyordu. Başım fena halde dönmeye başladığında geriye sendeledim. Dizlerim haince bana sırt çevirmiş deli gibi titriyordu. Vücudum buz kesince ölüden farksız oldum. Neler oluyor? Acıyla yeniden inledim. Çekilecek gibi değildi kalbim sızım sızım sızlıyordu. Gözyaşlarım benden bağımsız akarken ayakta durduğum son saniyeler olduğunu anladım.
Valide sultan bedenimi şefkatle sarıp sarmalarken uzaktan boğuk bir bağırış duydum gür bir erkek sesi.
"Hilal!"
Bilincim kapanırken uzun süre sonra yeniden görmeye başladım ve son gördüğüm yüz Ahmed'in endişeli yüzü oldu. Ardından bilincim kapandı ve ben onun kolları arasına yığıldım.
*
Çok sevmek iyi değildi. Hep sakınırdım çok sevmekten. Nedeni ise Mevlana'nın gerçeği anlatan şiiri. Yürek burkan, nefes kesen bir gerçek, sana kim olduğunu hatırlatan bir gerçek.
"Allah der ki, kimi benden çok seversen onu senden alırım. Ve ekler Onsuz yaşayamam deme, seni onsuz da yaşatırım. Ve mevsim geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur. Aklın şaşar dostun düşmana dönüşür. Düşman kalkar dost olur. Öyle garip bir dünya! Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur. Düşmem dersin düşersin. Şaşmam dersin şaşarsın. En garibi de budur ya, öldüm der durur yine de yaşarsın."
Başıma gelmemesi için hep sakındım. Ama içimden dolup taşan sonsuz aşk bugün patladı. Öyle güçlü bir patlamaydı ki beni yerle bir etmişti. Ruhumu sarsmıştı. Korkuyla derin derin nefesler alarak yattığım yerden doğruldum. Algılamaya çalışarak etrafıma bakarken günün ilk ışıkları gözlerime canice battı ardından başıma yorgunluğun bıraktığı sızlar saplandı. İnleyerek dönen başım ile yatağa düştüm. Acıyla nefes alınca kollarımda eller hissettim.
"İyi misiniz?" Ayşe'nin sesiydi bu.
"Kalkmayın, yatın dinlenin lütfen." Endişeli sesine odanın açılan kapı sesi eşlik etti.
"Durumu nasıl?" Ahmed'in sesiydi kız ellerini kollarımdan selam vermek için çekmişti.
"Hünkarım, demin aniden yataktan fırladı başı dönünce yatağa düştü. Hekim kadının dediklerini biliyorsunuz değişen bir şey olmadı gece boyunca ağladı." Her şeyimi anlatmak zorunda mıydı? Hekimler yanımdayken o da mı buradaydı? Ben neden ağladım?
"Tamam sen çekilebilirsin."
Kısa bir sessizlikten sonra kapılar açılıp yeniden kapandı ve odayı yeniden sessizlik hakim sürdü. Yataktan zorla ve dengesizce doğrulup gözlerimi açtım ama kısa süre sonra yeniden kapattım sonra açıp kapayarak ışığa alıştım.
"Ne oldu bana?" cılız sesim odada yankılanınca baş ucumda duran Ahmed huzur dolu bir tebessüm ederek yatağımın kenarına oturdu.
"Önemli bir şey değil sen endişelenme. Gönlünü ferah tut, dinlenmene bak."
Kaşlarım çatılırken ona 'sen ciddi misin ' der gibi baktım ardından hiddet ile bağırdım
"Önemli bir şey değil mi? Nasıl olmaz Ahmed!? Kalbim bana isyan edercesine attı.. Gözlerim görmek istemiyor gibi karardı.. Kulaklarım duymak istemedi. Ruhum sıkıştı Ahmed, ben çok korktum nefes dahi alamadım.. Kaybolmaktan çok korkuyorum yeniden sensizliğin yaşamak istemiyorum! Sensiz bir hayat düşünemiyorum, sensiz ölüyorum ben!"
İlk cümleden sonra kurduğum her cümle mantığıma ait değildi ama kalbime aitti. Söylememem gereken ne varsa söyledim. Resmen duygularımı itiraf ettim. Olayın şoku ile gözlerim fal taşı gibi açıldı, ağzım şok ile aralandı, yüzüm dondu ve ben yavaş yavaş bakışlarımı kaçırdım.
Hadi canım!
Üzerimde olan yoğun bakışlar ile tüylerim ürperdi. Odada çığ gibi büyüyen sessizliği Ahmed'in gülüşünün sesi bozdu.
O gülüyordu! Yerin 1453 kat dibine girmek için ne yapmam gerekiyor? Yada daha doğrusu nasıl gidebilirim oraya? Kafamı duvarlara vurmak geliyordu içimden böyle sürte sürte kıvılcım çıkarmak filan istiyorum.. Neden boş boğazımı tutamadım ki! Resmen 1 gündür beni tanıyan adama sensiz yapamam demiştim, çığlık atarak tepinmek istiyordum!
"Bensiz bir hayat?"
Al işte! Kan yanaklarımı boyarken başımı eğdim. Çenemde hissettiğim parmakları ile gözlerimi kapattım. Başımı kaldırıp ona çevirtince parmakları yanaklarımda dolandı.. Değdiği yerlerde çiçekler açtı ruhuma bir serinlik ardından sıcak bastı.
"Bana bak.."
Gözlerimi daha sıkı yumdum. Utançtan öbür dünyaya gidip gelmiştim.. "Denizlerini benden gizleme. Beni onlardan mahrum etme. " yoğun duygu dolu sesiyle afalladım böylece kalbim tekledi. Gözlerimi yavaş yavaş açtım ve onun gülen gözleri ile karşılaştım.
Dudakları aralanınca tebessüm ile konuştu. "Sen ne güzelsin öyle? Kalbinin güzelliği yüzüne vurmuş ey Hilal. Işıltın gecemi aydınlatmış, ruhumu huzur dolu aydınlığın ile sarıp sarmalamış ey Hilal.. Şimdi söyle bana ben sensiz huzuru bulabilir miyim?"
Gözlerim dolmaya başlayınca iç yakan bir iç çektim. Gözlerim güzlerinde, elleri ellerimde. O demin bana şiir mi okudu yoksa ben iyice şizofreniye bağlayıp olmayan şeyleri mi duydum?
Bu bir aşk şiiriydi.. Ve bana yazıldığı apaçık belliydi.. Doğaçlama mı söyledi acaba? Aptalca sırıttı içimdeki kız. Bakışlarım onun gülüşünde takılı kalınca göz yaşlarım yine benden habersiz akmaya başladı.. Ama bu sefer mutluluktan! Kurbanı olduğum Rabbim dualarımı duymuştu..
Yüzümde oluşan gülümsemeye gözyaşlarım eklenince ortaya manyak bir görüntü sunmuştu. Baş parmağı ile göz yaşlarımı silince diğer eliyle bir elimi tuttu ve elim onun avucunda kayıp oldu adeta.. Yanağımdaki eline başımı yasladım ve onun eşsiz gözlerine baktım.
Kokusunu içime çektim. Bir şeyler demek istiyordum ama diyemiyordum. Nutkum tutulmuştu adeta! Beni ondan ayırma yalvarırım.. Burada kalmak istiyorum bizi ayıran tek şey ölüm olsun istiyorum...
Tekrar tekrar aynı şeyleri bilincimde geçiriyordum.
"Beni çok korkuttun Hilal, dün akşam sen kollarımın arasına yığılınca öyle çok korktum ki anlam veremedim ne olduğuna? Kalbimin çaresizce sızlamasına anlam veremedim. Yüreğimde yanan ateşin sebebi ne bilemedim.. Bir insana bu kadar çok tutula bileceğimi tahmin dahi etmemiştim ben. Belki birbirimizi tanıyalı sadece iki gün oldu lakin bu bana bir asır gibi geldi Hilal. Ruhunun güzelliği kalbimi öyle çok heyecanlandırdı ki seni düşünmediğim bir an dahi olmadı.. Zira ben sana ilk görüşte meftun oldum."
Nefesimi tutup yıllardır en derinime gömüp sakladığım sırrımı gün yüzüne çıkarttım "Bende." diye fısıldadım konuşamıyorum bile.. Tek bir kelime zor çıktı bu şaşkın dudaklardan.
Elimi bırakıp beni kendine çekti ve sıkıca sarıldı. Onun heybetli bedenine bir çocuk gibi sığındım işte burası en güvenilir en sıcak yerdi! Burnum boynuna tam da kokusunun ana rahmine değdirmiştim derin bir nefes aldım sonra bir daha... Kolları sırtıma dolaşırken benimkiler de onun boynuna dolanmıştı. Tenine dokunmak bile bir lütuftu ruhuma.
"Bende seni seviyorum." Ve ben tarihi değiştirecek olan o adımı atmıştım.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top